Ayet:
68- KALEM/NÛN SÛRESİ
68- KALEM/NÛN SÛRESİ
(Mekke’de inmiştir. 52 âyettir)
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adı ile.
Ayet: 1 - 7 #
{ن وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَ (1) مَا أَنْتَ بِنِعْمَةِ رَبِّكَ بِمَجْنُونٍ (2) وَإِنَّ لَكَ لَأَجْرًا غَيْرَ مَمْنُونٍ (3) وَإِنَّكَ لَعَلَى خُلُقٍ عَظِيمٍ (4) فَسَتُبْصِرُ وَيُبْصِرُونَ (5) بِأَيِّكُمُ الْمَفْتُونُ (6) إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ (7)}.
1- Nûn. Kaleme ve (kalem tutanların) yazdıkları şeylere andolsun ki; 2- Sen Rabbinin nimeti sayesinde bir deli değilsin. 3- Gerçekten senin için kesintisiz bir mükafat vardır. 4- Şüphe yok ki sen çok yüce bir ahlâka sahipsin. 5- Yakında sen de göreceksin, onlar da görecekler; 6- Deli hanginizmiş? 7- Şüphesiz ki Rabbin, yolundan sapanları en iyi bilendir. O, hidâyette olanları da çok iyi bilendir.
#
{1 ـ 2} يقسم تعالى بالقلم، وهو اسم جنس شامل للأقلام التي تُكْتَبُ بها أنواع العلوم، ويسطرُ بها المنثور والمنظوم ، وذلك أنَّ القلم وما يسطرُ به من أنواع الكلام من آياته العظيمة، التي تستحقُّ أن يُقْسِمَ [اللَّهُ] بها على براءة نبيِّه محمدٍ - صلى الله عليه وسلم - مما نسبه إليه أعداؤه من الجنون؛ فنفى عنه ذلك بنعمةِ ربِّه عليه وإحسانه؛ حيث منَّ عليه بالعقل الكامل والرأي الجَزْل والكلام الفَصل، الذي هو أحسن ما جرت به الأقلام وسطره الأنام، وهذا هو السعادة في الدُّنيا.
1. Yüce Allah, “kaleme” yemin etmektedir. Burada kalem, çeşitli ilimlerin kendileri ile yazıldığı, nesir ve nazım eserlerinin satıra geçirildiği bütün kalemleri kapsayan bir cins/tür ismidir. Bu yeminin sebebi, kalemin ve onunla satır satır yazılan türlü sözlerin, Allah’ın pek büyük âyetlerinden olmasıdır. Bu da peygamberi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in düşmanlarının ona nispet ettikleri delilikten uzak olduğuna dair kendisi ile yemin edilmeye değer bir şeydir. 2. Alah onun, Rabbinin üzerindeki nimet ve ihsanı sayesinde delilikten çok uzak olduğunu bildirmektedir. Çünkü Allah, ona kemâl derecesindeki aklı, oldukça sağlam görüşü ve kalemlerin yazdığı şeylerin, insanların satır satır dizdiklerinin en güzeli olan, hakkı batıldan ayırt edici sözü ona ihsan etmiştir. İşte bu, dünyadaki mutluluğun tâ kendisidir.
#
{3} ثم ذكر سعادته في الآخرة، فقال: {وإنَّ لك لأجرًا غيرَ ممنونٍ}؛ أي: لأجراً عظيماً كما يفيده التنكير، غير مقطوع ، بل هو دائمٌ مستمرٌّ، وذلك لما أسلفه - صلى الله عليه وسلم - من الأعمال الصالحة والأخلاق الكاملة والهداية إلى كلِّ خير.
3. Daha sonra Allah, onun âhiretteki mutluluğunu da söz konusu ederek: “Gerçekten senin için kesintisiz bir mükafat vardır” buyurmaktadır. Yan senin için pek büyük bir mükafat vardır. Nitekim “mükafat” kelimesinin (لَأَجۡرًا ) nekire/belirtisiz gelmesi de bunu ifade etmektedir. Bu mükafatın kesintisi olmayacaktır. Sürekli ve devamlıdır. Buna sebep de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in işlemiş olduğu salih ameller, sahip olduğu mükemmel ahlâk ve her türlü hayra yol gösterişidir. Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
#
{4} ولهذا قال: {وإنَّك لَعلى خُلُقٍ عظيم}؛ أي: عليًّا به، مستعلياً بخُلُقك الذي مَنَّ الله عليك به. وحاصل خُلُقِهِ العظيم ما فسَّرته به أمُّ المؤمنين عائشة رضي الله عنها لمن سألها عنه، فقالت: كان خلقه القرآن. وذلك نحو قوله تعالى: {خُذِ العَفْوَ وأْمُرْ بالعُرْفِ وأعرِضْ عن الجاهلينَ}، {فبما رحمةٍ من الله لِنتَ لهم ... } الآية، {لقد جاءكم رسولٌ من أنفسِكُم عزيزٌ عليه ما عَنِتُم ... } الآية، وما أشبه ذلك من الآيات الدالاَّت على اتِّصافه - صلى الله عليه وسلم - بمكارم الأخلاق، والآيات الحاثَّات على كلِّ خُلُقٍ جميل ، فكان له منها أكملها وأجلها، وهو في كلِّ خصلة منها في الذَّروة العليا، فكان [- صلى الله عليه وسلم -] سهلاً ليناً قريباً من الناس، مجيباً لدعوة مَنْ دعاه، قاضياً لحاجة من استقضاه، جابراً لقلب مَنْ سأله لا يحرمه ولا يردُّه خائباً. وإذا أراد أصحابُهُ منه أمراً؛ وافقهم عليه وتابعهم فيه إذا لم يكن فيه محذورٌ، وإن عَزَمَ على أمرٍ؛ لم يستبدَّ به دونهم، بل يشاورهم ويؤامرهم، وكان يقبلُ من محسنهم، ويعفو عن مسيئهم، ولم يكن يعاشِرُ جليساً إلاَّ أتمَّ عشرةٍ وأحسنها، فكان لا يعبسُ في وجهه، ولا يُغْلِظُ عليه في مقاله، ولا يطوي عنه بشره، ولا يمسك عليه فَلَتات لسانِهِ، ولا يؤاخذه بما يصدُرُ منه من جفوةٍ، بل يُحْسِنُ إليه غاية الإحسان، ويحتمله غاية الاحتمال - صلى الله عليه وسلم -.
4. “Şüphe yok ki sen çok yüce bir ahlâka sahipsin.” Ahlâkın pek yücedir, Allah’ın sana lütfetmiş olduğu ahlâk ile sen, alabildiğine yükseklere çıkmışsın. O’nun pek yüce olan bu ahlâkının özünü mü’minlerin annesi Âişe radıyallahu anha dile getirmiştir. Zira Peygamber’in ahlâkı hakkında kendisine soru soranlara: “Onun ahlâkı Kur’ân idi” diyerek cevap vermiştir. Nitekim Yüce Allah’ın şu buyrukları da buna örnektir: “Sen af yolunu tut, mâruf olanı emret ve cahillerden yüz çevir!” (el-A’râf, 7/199); “Allah’tan bir rahmet sayesinde sen onlara yumuşak davrandın...” (Âl-i İmrân, 3/159); “Andolsun içinizden size öyle bir peygamber gelmiştir ki sizin sıkıntıya uğramanız ona pek ağır gelir... “ (et-Tevbe, 9/128) Buna benzer Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in en üstün ahlâkî değerlere sahip olduğunu gösteren daha pek çok âyet-i kerime ile her türlü güzel ahlâka teşvik eden âyet-i kerimeler hep bu türdendir. Zira o bütün bu ahlâkî faziletlerin en mükemmel ve en değerlisine sahipti. Her bir ahlâkî fazilette en yüksek zirveye çıkmıştı. Gâyet yumuşak huylu idi. İnsanlara yakındı, davet edenlerin davetini kabul ederdi. Bir ihtiyacını karşılamasını isteyenin ihtiyacını görürdü. Kendisinden bir şeyler isteyenin gönlünü ederdi. Onu mahrum etmez ve eli boş çevirmezdi. Arkadaşları ondan bir işi yapmasını istediklerinde onlara muvafakat eder, eğer bir sakıncası yoksa bu konuda onlara uyardı. Bir işe karar verdiği takdirde bunu tek başına alıp onlara dayatmazdı. Aksine onlara danışır ve görüşlerini alırdı. İyilikte bulunanların bu davranışlarını kabul ile karşılar, kötülük işleyeni affederdi. Kiminle oturup kalkmış ve sohbette bulunmuşsa mutlaka ona en güzel ve en mükemmel şekilde davranmıştır. Ona karşı yüzünü ekşitmez, konuştuğu vakit sert ve kaba konuşmazdı. Ona gülümsemeyi esirgemez, yanılarak söylediği sözleri saklayıp yüzüne vurmazdı. Herhangi bir olumsuz davranışı dolayısı ile onu azarlamaz, aksine onlara alabildiğine iyilikte bulunur ve en ileri bir derecede onlara katlanırdı.
#
{5 ـ 6} فلمَّا أنزله الله في أعلى المنازل [من جميع الوجوه]، وكان أعداؤه ينسِبون إليه أنَّه مجنونٌ مفتونٌ؛ قال: {فستُبْصِرُ ويُبْصِرونَ. بأيِّكُم المفتونُ}: وقد تبيَّن أنَّه أهدى الناس وأكملهم لنفسه ولغيره، وأنَّ أعداءه أضلُّ الناس وشرُّ الناس للناس ، وأنَّهم هم الذين فتنوا عبادَ الله وأضلُّوهم عن سبيله، وكفى بعلم الله بذلك؛ فإنَّه [هو] المحاسب المجازي.
5-6. Yüce Allah Peygamberi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’ı her yönden en üstün bir mevkiye yükselttiği halde düşmanları onun deli olduğunu, cinler tarafından çarpılmış olduğunu söylüyorlardı. Bu yüzden Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Yakında sen de göreceksin, onlar da görecekler; deli hanginizmiş?” Zira artık insanlar arasında en çok hidâyet üzere olanın, hem kendisi için hem de başkası için en mükemmel ahlâka sahip olanın o olduğu, buna karşılık düşmanlarının da en sapık insanlar, en çok kötülük edenler oldukları ve Allah’ın kullarını fitneye düşürerek O’nun yolundan saptırdıkları açıkça ortaya çıkmış bulunmaktadır. Zaten Allah’ın bunu bilmesi de yeter. Çünkü hesaba çekecek ve amellerin karşılığını verecek olan O’dur:
#
{7} {إنَّ ربَّك هو أعلمُ بمن ضلَّ عن سبيله وهو أعلم بالمهتدينَ}: وهذا فيه تهديدٌ للضَّالِّين، ووعدٌ للمهتدين، وبيانٌ لحكمة الله؛ حيث كان يهدي مَنْ يَصْلُحُ للهداية دون غيره.
7. Bu buyrukta haktan sapanlara bir tehdit, hidâyet bulanlara da bir vaat bulunmaktadır. Ayrıca Yüce Allah’ın hikmeti de açıklanmaktadır. Çünkü O, insanlar arasından hidâyet bulmaya elverişli olanları doğru yola iletir.
Ayet: 8 - 16 #
{فَلَا تُطِعِ الْمُكَذِّبِينَ (8) وَدُّوا لَوْ تُدْهِنُ فَيُدْهِنُونَ (9) وَلَا تُطِعْ كُلَّ حَلَّافٍ مَهِينٍ (10) هَمَّازٍ مَشَّاءٍ بِنَمِيمٍ (11) مَنَّاعٍ لِلْخَيْرِ مُعْتَدٍ أَثِيمٍ (12) عُتُلٍّ بَعْدَ ذَلِكَ زَنِيمٍ (13) أَنْ كَانَ ذَا مَالٍ وَبَنِينَ (14) إِذَا تُتْلَى عَلَيْهِ آيَاتُنَا قَالَ أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ (15) سَنَسِمُهُ عَلَى الْخُرْطُومِ (16)}.
8- O halde yalanlayanlara itaat etme! 9- Onlar senin (kendilerine ve dinlerine karşı) yumuşak davranmanı arzu ederler ki kendileri de (sana karşı) yumuşak davransınlar. 10- Sen itaat etme o çokça yemin eden, aşağılık her kişiye; 11- Kötüleyip duran, durmadan laf taşıyana, 12- Hayra sürekli engel olan, haddi aşan ve çok günahkâr olana; 13- Kaba saba, üstelik soysuz olana; 14- Mal ve oğullara sahiptir diye… 15- Ona âyetlerimiz okunduğunda: “Öncekilerin masalları!” der. 16- Biz onu burnundan damgalayacağız.
#
{8} يقول الله تعالى لنبيِّه محمدٍ - صلى الله عليه وسلم -: {فلا تُطِعِ المكذِّبين}: الذين كذَّبوك وعاندوا الحقَّ؛ فإنَّهم ليسوا أهلاً لأن يُطاعوا؛ لأنَّهم لا يأمرون إلاَّ بما يوافق أهواءهم، وهم لا يريدون إلاَّ الباطل؛ فالمطيع لهم مُقْدِمٌ على ما يضرُّه، وهذا عامٌّ في كلِّ مكذِّب وفي كلِّ طاعةٍ ناشئةٍ عن التكذيب، وإن كان السياقُ في شيءٍ خاصٍّ، وهو أنَّ المشركين طلبوا من النبيِّ - صلى الله عليه وسلم - أن يسكت عن عيب آلهتهم ودينهم ويسكتوا عنه.
8. Yüce Allah peygamberine hitaben şöyle buyurmaktadır: Seni yalanlayan ve hakka karşı inatlaşan kimselere “itaat etme!” Onlar itaate değmezler. Çünkü onlar, ancak hevâlarına uygun düşen şeyleri emrederler. Onlar batıldan başka bir şey istemezler. Onlara itaat eden kimse, kendisine zararlı olacak şeylere yöneliyor demektir. Bu, yalanlayan her kişi hakkında ve yalanlamaktan kaynaklanan her türlü itaat hakkında geçerlidir. İfade her ne kadar özel bir konu hakkında ise de bu, böyledir. Bu özel konu ise şudur: Müşrikler Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den ilâhlarını ve dinlerini eleştirip kötülememesi talebinde bulunmuşlardı. Buna karşılık kendileri de susacaklar, ona ses çıkarmayacaklardı. Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
#
{9} ولهذا قال: {ودُّوا}؛ أي: المشركون، {لو تُدْهِنُ}؛ أي: توافقهم على بعض ما هم عليه: إمَّا بالقول، أو بالفعل، أو بالسكوت عما يتعيَّن الكلام فيه {فَيُدْهِنونَ}، ولكن اصدعْ بأمر الله، وأظهرْ دين الإسلام؛ فإنَّ تمام إظهاره نقضُ ما يضادُّه وعيب ما يناقضه.
9. “Onlar” yani müşrikler “senin (kendilerine ve dinlerine karşı) yumuşak davranmanı arzu ederler” İzlemekte oldukları yolda kısmen de olsa sözlü yahut filli olarak kendilerine muvafakat etmeni veya hakkında söz söylenilmesi gereken hususlarda susmak sureti ile göz yummanı isterler. “ki kendileri de (sana karşı) yumuşak davransınlar.” Ancak sen, Allah’ın emrini açıkça dile getir ve İslâm’ı açıkça ilan et! Çünkü onun tam anlamı ile açıklanması, onun zıddı olan şeylerin çürütülmesi ve onunla çelişen şeylerin de yerilmesi demektir.
#
{10} {ولا تطِعْ كلَّ حلاَّفٍ}؛ أي: كثير الحلف؛ فإنَّه لا يكون كذلك إلاَّ وهو كذَّابٌ، ولا يكون كذّاباً إلاَّ وهو {مَهينٌ}؛ أي: خسيس النفس، ناقصُ الهمة، ليس له رغبةٌ في الخير، بل إرادتُه في شهوات نفسه الخسيسة.
10. “Sen itaat etme o çokça yemin eden” çünkü çokça yemin eden ancak yalan söylediği için yemin eder. Çokça yalan söyleyen kimse de ancak “aşağılık” olduğu için bunu yapa. Yani o, hem şahsı itibari ile hem de hikmetsiz tasarruflarda bulunması nedeniyle değersiz bir kimsedir. Böylesi hayrı istemez, aksine onun tüm istekleri, aşağılık nefsinin arzularının gerçekleşmesinden ibarettir.
#
{11} {همَّازٍ}؛ أي: كثير العيب للناس والطعن فيهم بالغيبة والاستهزاء وغير ذلك، {مشاءٍ بنميمٍ}؛ أي: يمشي بين الناس بالنميمة، وهو نقلُ كلام بعضِ الناس لبعض لقصد الإفسادِ بينهم وإيقاع العداوة والبغضاء.
11. “Kötüleyip duran” Yani insanları çokça ayıplayan, onlara gıybet, alay ve başka yollarla dil uzatıp kötüleyen; “durmadan laf taşıyana” Yani insanlar arasında nemîne/koğuculuk yapan demektir ki bu da kimi insanların sözünü kimine aktarmakla olur. Bundan maksat ise insanların aralarını bozmak, aralarında düşmanlık ve kinin baş göstermesini sağlamaktır.
#
{12} {منَّاع للخيرِ}: الذي يلزمه القيام به من النفقات الواجبة والكفارات والزَّكَوات وغير ذلك. {معتدٍ}: على الخلق؛ يظلِمُهم في دمائهم وأموالهم وأعراضهم. {أثيمٍ}؛ أي: كثير الإثم والذُّنوب المتعلِّقة في حقِّ الله [تعالى].
12. “Hayra sürekli engel olan” yerine getirmesi gereken farz harcamaları, keffaretleri, zekâtı ve bunun dışındaki hayırları yerine getirmeyip bunlara engel olan; “Haddi aşan” canlarında, mallarında, namus, şeref ve haysiyetlerinde insanlara haksızlık eden; “Ve çok günahkâr olan” Allah’ın hakkını ilgilendiren pek çok günahları bulunan;
#
{13} {عُتُلٍّ بعد ذلك}؛ أي: غليظٍ شرس الخلق، قاسٍ، غير منقادٍ للحقِّ. {زنيمٍ}؛ أي: دعيٍّ ليس له أصلٌ ولا مادةٌ ينتج منها الخير، بل أخلاقه أقبح الأخلاق، ولا يرجى منه فلاحٌ. له زِنْمَةٌ؛ أي: علامةٌ في الشرِّ يعرف بها.
13. “Kaba saba” kötü huylu, katı, hakka boyun eğmeyen; “üstelik soysuz” yani başkası tarafından nesebine katılmış, hayır yapacak bir aslı, asaleti ve özelliği bulunmayan, aksine en kötü ahlâka sahip olan ve kendisinin kurtuluşu da asla umulmayan, üstelik de kendisini tanıtıcı kötülük alâmeti taşıyan bir kimseye itaat etme! Hülasa Yüce Allah, çokça yemin eden, çok yalan söyleyen, aşağılık, kötü huylu, özellikle de kendisini beğenmek, hakka ve yaratılmışlara karşı büyüklenmek, gıybet etme, laf götürüp getirme ve dil uzatma suretiyle insanları hakir görmek ve çokça günah işlemek özelliklerine sahip olan hiçbir kimseye itaat etmemeyi emretmekte ve böylelerine itaati yasaklamaktadır.
#
{14} وحاصل هذا أنَّ الله تعالى نهى عن طاعة كلِّ حلافٍ كذابٍ خسيس النفس سيِّئِ الأخلاق، خصوصاً الأخلاق المتضمِّنة للإعجاب بالنفس، والتكبُّر على الحقِّ وعلى الخَلْق، والاحتقار للناس بالغيبة والنَّميمة، والطعن فيهم، وكثرة المعاصي.
14-15. “Mal ve oğullara sahiptir diye… Ona âyetlerimiz okunduğunda: “Öncekilerin masalları!” der” Yani böyle bir kimse mal ve evladı çoktur diye azgınlık etmiş, hakka karşı büyüklenmiş, hak kendisine geldiğinde onu elinin tersi ile itmiş ve bu hakkı doğru da yalan da olması mümkün olan “öncekilerin masalları” gibi değerlendirmiştir. Bu âyet-i kerimeler, Yüce Allah’ın “Mal ve oğullara sahiptir diye… Ona âyetlerimiz okunduğunda: “Öncekilerin masalları!” der” buyrukları dolayısı ile el-Velid b. el-Muğîre veya başka bir müşrik hakkında nazil olmuş olsa dahi bu niteliklere sahip herkes hakkında umumidirler. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm, bütün insanların hidâyeti için inmiş bir Kitaptır. Bunun kapsamına bu ümmetin ilkleri de sonrakileri de girer. Genel bir kaidenin açıklık kazanması ve bu yolla genel meselelerin kapsamına giren diğer cüzi örneklerin bilinmesi için bazı âyetler, bazı sebepler ve şahıslar dolayısı ile nazil olmuştur.
#
{16} ثم توعَّد تعالى مَنْ جرى منه ما وَصَفَ الله بأن الله سَيَسِمُهُ {على الخرطوم}: في العذاب، وليعذبه عذاباً ظاهراً يكون عليه سِمَةً وعلامةً في أشقِّ الأشياء عليه وهو وجهه.
16. Daha sonra Yüce Allah, belirtilen işleri yapan ve belirtilen niteliklere sahip olan kimselerin burnundan damgalamakla tehdit etmektedir. Yani Yüce Allah, bir azap ile burnunu damgalayacak ve ona izleri açıkça belli olacak şekilde azap edecektir. Bu azabın alâmeti de kişinin yüzünde görülecektir ki bu, onun için en ağır alamettir.
Ayet: 17 - 33 #
{إِنَّا بَلَوْنَاهُمْ كَمَا بَلَوْنَا أَصْحَابَ الْجَنَّةِ إِذْ أَقْسَمُوا لَيَصْرِمُنَّهَا مُصْبِحِينَ (17) وَلَا يَسْتَثْنُونَ (18) فَطَافَ عَلَيْهَا طَائِفٌ مِنْ رَبِّكَ وَهُمْ نَائِمُونَ (19) فَأَصْبَحَتْ كَالصَّرِيمِ (20) فَتَنَادَوْا مُصْبِحِينَ (21) أَنِ اغْدُوا عَلَى حَرْثِكُمْ إِنْ كُنْتُمْ صَارِمِينَ (22) فَانْطَلَقُوا وَهُمْ يَتَخَافَتُونَ (23) أَنْ لَا يَدْخُلَنَّهَا الْيَوْمَ عَلَيْكُمْ مِسْكِينٌ (24) وَغَدَوْا عَلَى حَرْدٍ قَادِرِينَ (25) فَلَمَّا رَأَوْهَا قَالُوا إِنَّا لَضَالُّونَ (26) بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ (27) قَالَ أَوْسَطُهُمْ أَلَمْ أَقُلْ لَكُمْ لَوْلَا تُسَبِّحُونَ (28) قَالُوا سُبْحَانَ رَبِّنَا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ (29) فَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ يَتَلَاوَمُونَ (30) قَالُوا يَاوَيْلَنَا إِنَّا كُنَّا طَاغِينَ (31) عَسَى رَبُّنَا أَنْ يُبْدِلَنَا خَيْرًا مِنْهَا إِنَّا إِلَى رَبِّنَا رَاغِبُونَ (32) كَذَلِكَ الْعَذَابُ وَلَعَذَابُ الْآخِرَةِ أَكْبَرُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ (33)}.
17- Gerçek şu ki Biz, bahçe sahiplerini sınadığımız gibi bunları da sınadık. Hani (o bahçe sahipleri) sabahleyin mahsulü kesinlikle devşireceklerine dair yemin etmişlerdi. 18- Üstelik inşaallah da demiyorlardı. 19- Onlar uyurlarken Rabbin tarafından gönderilen bir azap bahçenin dört bir yanını sardı da; 20- Nihayet o, kapkara kesiliverdi. 21- Sabahleyin birbirlerine seslendiler: 22- “Madem devşirecekseniz mahsulünüzün başına erkenden gidin” diye. 23- Derken yola koyuldular. Bir yandan da aralarında fısıldaşıyorlardı: 24- (Dikkat edin) Sakın bugün hiçbir yoksul bahçeye girip de yanınıza sokulmasın” diye. 25- (Yoksulları mahsülden) alıkoyma güç ve azmi içinde gittiler. 26- Ama bahçeyi görünce dediler ki: “Biz kesinlikle yolumuzu şaşırdık.” 27- “Hayır, aksine biz mahrum bırakıldık.” 28- En mutedil olanları: “Ben size ‘Allah’ı tesbih etsenize!’ dememiş miydim?” dedi. 29- Onlar da: “Rabbimizi tesbih ederiz; gerçekten biz zalim kimselermişiz!” dediler. 30- Derken birbirlerini kınamaya başladılar; 31- Dediler ki: “Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın kimselermişiz!” 32- “Umarız Rabbimiz, bize o (bahçe) yerine daha hayırlısını verir. Şüphesiz biz yalnızca Rabbimize ümit bağlıyoruz.” 33- İşte azap böyledir. Âhiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi.
#
{17 ـ 18} يقول تعالى: إنَّا بَلَوْنا هؤلاء المكذِّبين بالخير، وأمهلناهم، وأمددناهم بما شئنا من مال وولدٍ وطول عمرٍ ونحو ذلك ممَّا يوافق أهواءهم، لا لكرامتهم علينا، بل ربَّما يكون استدراجاً لهم من حيثُ لا يعلمون، فاغترارهم بذلك نظيرُ اغترار أصحاب الجنَّة الذين هم فيها شركاء، حين أينعت أشجارها، وزهت ثمارها ، وآن وقت صِرامها وجزموا أنَّها في أيديهم وطوع أمرهم، وأنَّه ليس ثَمَّ مانعٌ يمنعهم منها، ولهذا أقسموا وحلفوا من غير استثناءٍ أنَّهم سيصرمونها؛ أي: يجذُّونها مصبحين، ولم يَدْروا أنَّ الله بالمرصادِ، وأنَّ العذاب سيخلفهم عليها ويبادِرُهم إليها.
17-18. Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: Bizler hayrı yalanlayan bu kimseleri sınadık ve onlara mühlet verdik. Onlara dilediğimiz şekilde mal, evlat, uzun ömür ve buna benzer şeyler nasip ettik. Bizim bu verdiklerimiz, onların isteklerine de uygundu. Ancak onlar, nezdimizde değerli oldukları için bunları onlara vermedik. Hatta bu, kendileri için bir istidrâc (farkına varmadıkları bir yerden derece derece azaba yaklaştırma) bile olabilir. İşte bunların bizim kendilerine mühlet verişimize aldanmaları, tıpkı bahçe sahiplerinin aldanışlarına benzer. Bu bahçe sahiplerinin ortak bir bahçeleri vardı. Ağaçlarının meyve verme zamanı gelmiş, meyveleri olgunlaşmış ve toplanma zamanı gelmişti. Onlar da artık bunları toplayıp elde edeceklerine kesin gözüyle bakmış ve buna engel olacak bir şeyin bulunmadığını zannetmişlerdi. Bu sebeple de inşaallah demek sureti ile istisnâ yapmaksızın sabah vakti mutlaka bu meyveleri toplayıp devşireceklerine yemin etmişlerdi. Ancak Yüce Allah’ın onları gözetlemekte olduğunun farkına varmadılar. Azabın arkalarından bu bahçeyi gelip bulacağını ve kendileri meyveleri devşirmeden önce orayı kuşatacağını bilemediler.
#
{19 ـ 20} {فطاف عليها طائفٌ من ربِّك}؛ أي: عذابٌ نزل عليها ليلاً، {وهم نائمونَ}: فأبادها، وأتلفها، {فأصبحتْ كالصَّريم}؛ أي: كالليل المظلم، وذهبت الأشجار والثمار.
19-20. “Onlar uyurlarken Rabbin tarafından gönderilen bir azap” yani ona geceleyin gökten inen bir azap “bahçenin dört bir yanını sardı da nihayet o,” koyu karanlık bir gece gibi “kapkara kesiliverdi.” Böylelikle ağaçlar ve meyveler yok oldu.
#
{21 ـ 22} هذا وهم لا يشعرون بهذا الواقع الملم، ولهذا تنادوا فيما بينهم لما أصبحوا؛ يقول بعضهم لبعض: {اغْدوا على حرثِكم إن كنتُم صارمين}.
21-22. Onlar bahçelerini büsbütün kuşatan bu afetin farkında değillerdi. O nedenle de sabah olduğunda birbirlerine dediler ki: “Madem devşirecekseniz mahsulünüzün başına erkenden gidin.”
#
{23 ـ 24} {فانطلقوا}: قاصدين لها ، {وهم يتخافتونَ}: فيما بينهم بمنع حقِّ الله تعالى، ويقولون: {لا يَدْخُلَنَّها اليومَ عليكم مسكينٌ}؛ أي: بكِّروا قبل انتشار الناس، وتواصوا مع ذلك بمنع الفقراء والمساكين. ومن شدَّة حرصهم وبخلهم أنَّهم يتخافتون بهذا الكلام مخافتةً خوفاً أن يَسْمَعَهم أحدٌ فيخبر الفقراء.
23. “Derken” bahçeye gitmek üzere “yola koyuldular. Bir yandan da aralarında fısıldaşıyorlardı” Kendi aralarında Allah’ın hakkını vermeme niyetinde konuşmalar yaptılar ve şöyle dediler: 24. (Dikkat edin) Sakın bugün hiçbir yoksul bahçeye girip de yanınıza sokulmasın.” Yani insanlar evlerinden çıkıp etrafa yayılmadan önce çabucak bahçenize gidin. Böylece fakir ve yoksullara bir şey vermemeyi birbirlerine tavsiye ettiler. İleri derecedeki cimriliklerinden birileri seslerini işitip fakirlere haber verir korkusu ile bu sözleri gizlice fısıldaşarak söylemişlerdi.
#
{25} {وغَدَوْا}: في هذه الحالة الشنيعة والقسوة وعدم الرحمة {على حردٍ قادرينَ}؛ أي: على إمساكٍ ومنعٍ لحقِّ الله جازمين بقدرتهم عليها.
25. Bu oldukça çirkin, katı ve merhametsizce halleri içerisinde “alıkoyma” Allah’ın hakkını engelleme “güç ve azmi içinde” buna güçlerinin yeteceğine inanarak “gittiler.”
#
{26 ـ 27} {فلمَّا رأوْها}: على الوصف الذي ذَكَرَ الله كالصريم، {قالوا}: من الحيرة والانزعاج، {إنَّا لضالُّون}؛ أي: تائهون عنها، لعلَّها غيرها، فلما تحقَّقوها ورجعت إليهم عقولهم؛ قالوا: {بل نحن محرومون}: منها، فعرفوا حينئذٍ أنَّه عقوبةٌ.
26. “Fakat bahçeyi” Yüce Allah’ın sözünü ettiği şekilde “kapkara kesilmiş” bir halde “görünce” hayret ve dehşet ile “dediler ki: Biz kesinlikle yolumuzu şaşırdık.” Yolumuzu kaybettiğimiz için bahçemizi bulamadık, bu geldiğimiz yer başka bir yer olsa gerek! 27. Ancak onun kendi bahçeleri olduğunu anlayıp da akılları başlarına geldiğinde: “Hayır, aksine biz” ondan “mahrum bırakıldık” dediler ve böylelikle bunun bir ceza olduğunu idrâk ettiler.
#
{28} فَـ {قَالَ أوسطُهم}؛ أي: أعدلُهم وأحسنُهم طريقةً: {ألم أقل لكم لولا تسبِّحونَ}؛ أي: تنزِّهون الله عما لا يليق به، ومن ذلك ظنُّكم أنَّ قدرتكم مستقلةٌ، فلولا استثنيتم وقلتُم: إنْ شاء الله، وجعلتم مشيئتكم تابعةً لمشيئتِهِ ؛ لما جرى عليكم ما جرى.
28. “En mutedil olanları” yani orta yollu olanları, yol ve görüş itibariyle en iyi olanları, “Ben size ‘Allah’ı tesbih etsenize!’ dememiş miydim? dedi.” Allah’ı O’na yakışmayan hususlardan tenzih etmelisiniz ki bağımsız olarak kudret sahibi olduğunuzu zannetmeniz de bunlardan birisidir. Şâyet istisna yapıp da “inşaallah” demiş olsaydınız ve iradenizin O’nun iradesine tabi olduğunu dile getirseydiniz, bunlar başınıza gelmezdi.
#
{29} فَـ {قالوا سبحانَ ربِّنا إنَّا كُنَّا ظالمين}؛ أي: استدركوا بعد ذلك، ولكن بعدما وقع العذاب على جنتهم، الذي لا يُرفع، ولكن لعلَّ تسبيحهم هذا وإقرارهم على أنفسهم بالظُّلم ينفعهم في تخفيف الإثم ويكونُ توبةً.
29. “Onlar da: Rabbimizi tesbih ederiz; gerçekten biz zalimlik etmişiz, dediler.” Yani bundan sonra kusurlarını telafi ettiler; ancak bahçelerine kaldırılması söz konusu olmayan azap geldikten sonra bunu yaptılar. Ama onların bu tesbihlerinin, kendileri hakkında zalimlik ettiklerini itiraf edişlerinin günahlarını hafifletmekte kendilerine bir faydası olabilir ve bu, bir tevbe kabul edilebilir.
#
{30 ـ 32} ولهذا ندموا ندامةً عظيمةً، وأقبل {بعضُهم على بعضٍ يتلاومونَ}: فيما أجروه وفعلوه، {قالوا يا وَيْلَنا إنا كُنَّا طاغينَ}؛ أي: متجاوزين للحدِّ في حقِّ الله وحقِّ عباده، {عسى ربُّنا أن يُبْدِلَنا خيراً منها إنَّا إلى ربِّنا راغبونَ}: فهم رجوا الله أن يبدِّلهم خيراً منها، ووعدوا أن سيرغبون إلى الله ويلحُّون عليه في الدُّنيا؛ فإنْ كانوا كما قالوا؛ فالظاهر أنَّ الله أبدلهم في الدُّنيا خيراً منها؛ لأنَّ من دعا الله صادقاً ورغب إليه ورجاه؛ أعطاه سؤاله.
30-31. Bundan dolayı büyük bir pişmanlık duydular ve “birbirlerini” yaptıkları dolayısı ile “kınamaya başladılar. Dediler ki: Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın kimselermişiz.” Gerek Allah’a karşı, gerek kullarının hakları hususunda haddi aşan kimselermişiz. 32. “Umarız Rabbimiz, bize o (bahçe) yerine daha hayırlısını verir. Şüphesiz biz yalnızca Rabbimize ümit bağlıyoruz.” Böylelikle Yüce Allah’tan telef olan bahçelerinin yerine ondan daha hayırlısını vermesini ümit ettiler. Yüce Allah’tan dilekte bulunacaklarını söylediler ve dünyada ona ısrarla dua edecekleri vaadinde bulundular. Eğer dediklerini yaptılarsa görünen o ki Yüce Allah, dünyada kendilerine o bahçelerinden daha iyisini vermiştir. Çünkü samimi olarak Allah’a dua edip de O’na yönelen ve O’na ümit bağlayan kimseye Allah dilediğini verir.
#
{33} قال تعالى معظماً ما وقع: {كذلك العذابُ}؛ أي: الدنيويُّ لمن أتى بأسباب العذاب أن يسلبَه الله الشيء الذي طغى به وبغى وآثَرَ الحياةَ الدُّنيا وأن يزيلَه عنه أحوجَ ما يكون إليه، {ولَعذابُ الآخرةِ أكبرُ}: من عذاب الدُّنيا، {لو كانوا يعلمون}: فإنَّ مَنْ عَلِمَ ذلك؛ أوجب له الانزجار عن كلِّ سبب يوجب العقاب ويحرم الثواب.
33. Yüce Allah, meydana gelen bu olayın büyüklüğüne dikkat çekerek şöyle buyurmaktadır: “İşte azap böyledir.” Yani azabın sebeplerini yerine getirenlere dünyada böyle azap edilir. Allah, onların azgınlaşmasına ve haddi aşmasına sebep olan, dünya hayatını tercih etmeye götüren şeyi ellerinden alır ve o şeye en çok ihtiyaç duydukları bir zamanda çeker alır. “Âhiret azabı ise” dünya azabından “elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi.” Onlar bunu bilecek olurlarsa, ceza görmelerini ve mükâfattan mahrum kalmalarını gerektiren her bir sebepten uzak dururlardı.
Ayet: 34 - 41 #
{إِنَّ لِلْمُتَّقِينَ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتِ النَّعِيمِ (34) أَفَنَجْعَلُ الْمُسْلِمِينَ كَالْمُجْرِمِينَ (35) مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ (36) أَمْ لَكُمْ كِتَابٌ فِيهِ تَدْرُسُونَ (37) إِنَّ لَكُمْ فِيهِ لَمَا تَخَيَّرُونَ (38) أَمْ لَكُمْ أَيْمَانٌ عَلَيْنَا بَالِغَةٌ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ إِنَّ لَكُمْ لَمَا تَحْكُمُونَ (39) سَلْهُمْ أَيُّهُمْ بِذَلِكَ زَعِيمٌ (40) أَمْ لَهُمْ شُرَكَاءُ فَلْيَأْتُوا بِشُرَكَائِهِمْ إِنْ كَانُوا صَادِقِينَ (41)}.
34- Şüphesiz takvâ sahipleri için Rableri katında Naîm cennetleri vardır. 35- Biz müslümanları günahkârlarla bir tutar mıyız hiç? 36- Neyiniz var; nasıl (böyle bir) hüküm verirsiniz? 37- Yoksa sizin bir kitabınız var da (bunu) ondan mı okuyorsunuz? 38- Orada: Arzu ettiğiniz her şey mutlaka sizindir, diye (mi yazıyor?) 39- Yoksa: “Ne hükmederseniz muhakkak sizindir” diye tarafımızdan size yeminle verilmiş ve Kıyamet gününe kadar geçerli olan bir söz mü var? 40- Sor onlara, hangileri bu (iddiaya) kefildir? 41- Yoksa onların (buna kefil olan) ortakları mı var? Eğer doğru söylüyorlarsa haydi getirsinler ortaklarını!
#
{34 ـ 41} يخبر تعالى بما أعدَّه للمتَّقين للكُفْرِ والمعاصي، من أنواع النعيم والعيش السليم في جوار أكرم الأكرمين، وأنَّ حكمته تعالى لا تقتضي أن يجعل المتَّقين القانتين لربِّهم، المنقادين لأوامره، المتَّبِعين مراضِيَه، كالمجرمين الذين أوضَعوا في معاصيه والكفر بآياتِهِ ومعاندةِ رسلِهِ ومحاربة أوليائِهِ، وأنَّ من ظنَّ أنَّه يسوِّيهم في الثواب؛ فإنَّه قد أساء الحكم، وأنَّ حكمه [حكمٌ] باطلٌ ورأيه فاسدٌ، وأن المجرمين إذا ادَّعوا ذلك؛ فليس لهم مستندٌ، لا كتابٌ فيه يدرسون ويتلون أنَّهم من أهل الجنة، وأنَّ لهم ما طلبوا وتخيَّروا، وليس لهم عند الله عهدٌ ويمينٌ بالغةٌ إلى يوم القيامةِ أنَّ لهم ما يحكمون، وليس لهم شركاءُ وأعوانٌ على إدراك ما طلبوا؛ فإنْ كان لهم شركاءُ وأعوانٌ؛ فليأتوا بهم إن كانوا صادقين. ومن المعلوم أنَّ جميع ذلك منتفٍ؛ فليس لهم كتابٌ ولا لهم عهدٌ عند الله في النجاة ولا لهم شركاءُ يعينونَهم، فعُلِمَ أنَّ دعواهم باطلةٌ فاسدةٌ. وقوله: {سَلْهُم أيُّهم بذلك زعيمٌ}؛ أي: أيُّهم الكفيل بهذه الدعوى التي تَبَيَّنَ بطلانها؛ فإنَّه لا يمكن أحداً أن يتصدَّر بها ولا يكون زعيماً فيها.
34. Yüce Allah, küfür ve masiyetlerden sakınan takvâ sahibi kimselere hazırlamış olduğu çeşitli nimetleri, rahat ve huzur dolu yaşamı haber vermektedir. Onlar, cömertler cömerdi âlemlerin Rabbine yakın bir yerde bu nimetlere mazhar olacaklardır. 35-36. Yüce Allah’ın hikmeti takvâ sahibi, Rablerine itaatle boyun eğen, emirlerine bağlı kalıp O’nun rızasına uyan kimselerin; masiyetlere dalan, âyetlerini inkâr eden, peygamberlerine karşı inatlaşan, O’nun gerçek dostlarına karşı savaşan günahkâr kimselerle bir olmamasını gerektirmektedir. Vereceği mükâfatta takvâ sahibi kimselerle günahkârları eşit kılacağını zanneden kimse, çok kötü bir hüküm vermiş demektir. Onun bu hükmü batıldır, görüşü tutarsızdır. 37-41. Günahkârlar böyle bir iddiada bulunacak olsalar bile onların hiçbir dayanakları yoktur. Ne içinde kendilerinin cennet ehli olduklarını ve dileyip istedikleri her şeyin kendilerine verileceklerini okudukları bir kitapları vardır. Ne de Kıyamet gününe kadar geçerli olacak şekilde neye hükmederlerse kendilerine verileceğine dair Allah katından alınmış bir yemin ve sözleri vardır. İstedikleri şeyi elde edeceklerine dair kendilerine yardımcı olacak ortakları da yoktur onların. Eğer onların ortakları ve yardımcıları var ise ve bu söylediklerinde doğru iseler, haydi onları getirsinler! Bilindiği gibi bunların hiçbirisi mevcut değildir. Onların buna dair bir Kitapları da yoktur. Kurtuluşlarına dair Allah’tan alınmış bir sözleri de yoktur. Kendilerine yardımcı olacak ortakları da bulunmamaktadır. Böylelikle onların bu iddialarının batıl ve tutarsız olduğu ortaya çıkmaktadır. Yüce Allah’ın: “Sor onlara, hangileri bu (iddiaya) kefildir?” buyruğu şu demektir: Yani batıl olduğu açıkça ortada bulunan bu iddialara hangileri kefildir? Böyle bir şeye kefil olmak, hiçbir kimse için mümkün değildir. Kimse bunlara dair en ufak bir teminat veremez.
Ayet: 42 - 43 #
{يَوْمَ يُكْشَفُ عَنْ سَاقٍ وَيُدْعَوْنَ إِلَى السُّجُودِ فَلَا يَسْتَطِيعُونَ (42) خَاشِعَةً أَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ وَقَدْ كَانُوا يُدْعَوْنَ إِلَى السُّجُودِ وَهُمْ سَالِمُونَ (43)}.
42- O gün baldır açılacak ve onlar secde etmeye davet edilecekler ama edemeyecekler. 43- Gözleri öne düşmüş, kendilerini de bir zillet kaplamış olacak. Halbuki onlar (dünyada) sapasağlam iken secdeye davet ediliyorlardı.
#
{42 ـ 43} أي: إذا كان يوم القيامة، وانكشفَ فيه من القلاقل والزلازل والأهوال ما لا يدخُلُ تحت الوهم، وأتى الباري لفصل القضاءِ بين عباده ومجازاتهم، فكشف عن ساقه الكريمة التي لا يشبِهُها شيءٌ، ورأى الخلائقُ من جلال الله وعظمته ما لا يمكن التعبير عنه؛ فحينئذٍ {يُدْعَوْنَ إلى السجود}: لله، فيسجد المؤمنون الذين كانوا يسجُدون لله طوعاً واختياراً، ويذهب الفجَّارُ المنافقون ليسجدوا؛ فلا يقدرون على السجود، وتكون ظهورهم كصياصِي البقرِ؛ لا يستطيعون الانحناء، وهذا الجزاء من جنس عملهم؛ فإنَّهم كانوا يُدْعَوْنَ في الدُّنيا إلى السجود لله وتوحيده وعبادته وهم سالمون لا علَّة فيهم؛ فيستكبرون عن ذلك، ويأبَوْن؛ فلا تسأل يومئذٍ عن حالهم وسوء مآلهم؛ فإنَّ الله قد سَخِطَ عليهم، وحقَّت عليهم كلمة العذاب، وتقطَّعت أسبابهم، ولم تنفعهم الندامة والاعتذار يوم القيامة؛ ففي هذا ما يزعِجُ القلوب عن المقام على المعاصي ويوجب التدارك مدة الإمكان.
42-43. Kıyamet günü olup da orada hatıra gelmeyecek türden sarsıntılar, dehşetli haller ve insanı tedirgin edecek olaylar açığa çıkacaktır. Yüce Yaratıcı kulları arasında ayırt edici hükmünü vermek ve amellerinin karşılıklarını kendilerine göstermek üzere gelecek ve zatına yaraşır olup hiçbir şeye benzemeyen “sâkını/baldırını” açacak ve yaratılmışlar O’nun celal ve azametini anlatılması mümkün olmayacak bir şekilde görecekler ve o vakit Allah’a secde etmeye davet edileceklerdir. Dünyada iken kendi istek ve iradeleri ile Allah’a secde eden mü’minler secde edecekler. Günâhkar münafıklar ise secde etmeye çalışacaklar ancak buna güçleri yetmeyecektir. Sırtları sığırların boynuzları gibi olacak ve bükülmeyecektir. Bu ceza, onların amelleri türünden bir cezadır. Çünkü onlar dünya hayatında iken Yüce Allah’a secde etmeye davet ediliyorlar, O’nu tevhid etmeye, O’na ibadet etmeye çağrılıyorlardı. O sırada onlar sapasağlam idiler ve herhangi bir hastalıkları yoktu. Ancak bu emre karşı büyükleniyor ve onu reddediyorlardı. Artık o gün onların hallerini, kötü âkıbetlerini sorma gitsin! Allah kendilerine gazap edecek, azap sözü onlara hak olacak, kurtuluş çareleri kalmayacak, Kıyamet gününde pişmanlık duymanın, özür beyan etmenin kendilerine hiçbir faydası olmayacaktır. Bu ayetler, kalpleri masiyetleri sürdürmekten alıkoymayı ve imkânı varken vakit geçmeden kusurları telafi etmeye yönelmeyi gerektirmektedir.
Ayet: 44 - 52 #
{فَذَرْنِي وَمَنْ يُكَذِّبُ بِهَذَا الْحَدِيثِ سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَ (44) وَأُمْلِي لَهُمْ إِنَّ كَيْدِي مَتِينٌ (45) أَمْ تَسْأَلُهُمْ أَجْرًا فَهُمْ مِنْ مَغْرَمٍ مُثْقَلُونَ (46) أَمْ عِنْدَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ (47) فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تَكُنْ كَصَاحِبِ الْحُوتِ إِذْ نَادَى وَهُوَ مَكْظُومٌ (48) لَوْلَا أَنْ تَدَارَكَهُ نِعْمَةٌ مِنْ رَبِّهِ لَنُبِذَ بِالْعَرَاءِ وَهُوَ مَذْمُومٌ (49) فَاجْتَبَاهُ رَبُّهُ فَجَعَلَهُ مِنَ الصَّالِحِينَ (50) وَإِنْ يَكَادُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَيُزْلِقُونَكَ بِأَبْصَارِهِمْ لَمَّا سَمِعُوا الذِّكْرَ وَيَقُولُونَ إِنَّهُ لَمَجْنُونٌ (51) وَمَا هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَمِينَ (52)}.
44- O halde sen, bu sözü (Kur'ân’ı) yalanlayanları bana bırak. Biz onları bilmeyecekleri bir yerden yavaş yavaş azaba yaklaştıracağız. 45- Ben onlara mühlet veririm. Ama Benim tuzağım gerçekten sağlamdır. 46- Yoksa sen onlardan (davete karşılık) bir ücret istiyorsun da onlar bu borç yükü altında mı eziliyorlar? 47- Yoksa gayb bilgisi onların yanındadır da onlar mı yazıyorlar? 48- O halde sen, Rabbinin hükmüne sabret ve balık sahibi (Yunus) gibi olma! Hani o, gamla dolu bir halde (Rabbine) seslenmişti. 49- Eğer Rabbinden bir nimet ona yetişmemiş olsa idi o açık alana kınanmış bir halde atılırdı. 50- Ama Rabbi onu seçti de salihlerden kıldı. 51- Kâfirler Zikri/Kur'ân’ı işittiklerinde neredeyse (öfkelerinden) gözleri ile seni devirecekler/yiyecekler. Üstelik bir de: “O gerçekten deli!” derler. 52- Halbuki o (Kur'ân), ancak âlemler için bir öğüttür.
#
{44 ـ 45} أي: دعني والمكذِّبين بالقرآن العظيم؛ فإنَّ عليَّ جزاءهم، ولا تستعجل لهم؛ فسنستدرِجُهم {من حيث لا يعلمونَ}: فنُمِدُّهم بالأموال والأولاد، ونُمِدُّهم في الأرزاق والأعمال؛ ليغتروا ويستمرُّوا على ما يضرُّهم، وهذا من كيد الله لهم. وكيدُ الله لأعدائه متينٌ قويٌّ، يبلغ من ضررهم وعقوبتهم كلَّ مبلغ.
44-45. Yani bu yüce Kur’ân’ı yalanlayanlarla Beni başbaşa bırak! Onları cezalandırmak Benim işimdir. Onların cezaya çarptırılmaları için acele etme! “Biz onları bilmeyecekleri bir yerden yavaş yavaş azaba yaklaştıracağız.” Onlara mal ve evlat vereceğiz. Bol rızıklar ve uzun ömür vereceğiz. Ama bu, aldansınlar ve kendilerine zarar verecek şeyleri sürdürsünler diyedir. Bu, Yüce Allah’ın onların kötü amellerine karşılık kurduğu bir tuzaktır. Allah’ın düşmanlarına kurduğu tuzak ise çok sağlam ve güçlüdür. Bundan dolayı onların karşılaşacakları ceza ve görecekleri zarar pek büyüktür.
#
{46} {أم تسألهم أجراً فهم من مَغْرَم مُثْقَلون}؛ أي: ليس لنفورهم عنك وعدم تصديقهم لك سببٌ يوجب لهم ذلك ؛ فإنَّك تعلِّمُهم وتدعوهم إلى الله لمحض مصلحتهم من غير أن تطلبهم من أموالهم مغرماً يَثْقُلُ عليهم.
46. “Yoksa sen onlardan (davete karşılık) bir ücret istiyorsun da onlar bu borç yükü altında mı eziliyorlar?” Yani onların senden kaçışlarının, seni tasdik etmeyişlerinin haklı bir sebebi yoktur. Çünkü sen onlara hakkı öğretmekte ve onları sırf kendi faydaları için Allah’ın yoluna çağırmaktasın. Bunun için de mallarından onlara ağır gelecek herhangi bir ücret istemiyorsun.
#
{47} {أم عندَهم الغيبُ فهم يكتُبون}: ما كان عندهم من الغيوب، وقد وجدوا [فيها] أنَّهم على حقٍّ، وأنَّ لهم الثواب عند الله؛ فهذا أمرٌ ما كان، وإنَّما كانت حالهم حال معاندٍ ظالم.
47. “Yoksa gayb bilgisi onların yanındadır da onlar mı yazıyorlar?” Onların yanında bulunan gayb bilgilerini onlar mı yazıyorlar? O bilgiler içinde kendilerinin hak üzere olduklarını ve Allah nezdinde de onlar için mükâfat bulunduğu mu yazılı? Hayır, böyle bir şey yoktur. Aksine onların bu hali, inatçı ve zalim kimselerin halidir.
#
{48 ـ 50} فلم يبقَ إلاَّ الصبر لأذاهم والتحمُّل لما يصدُرُ منهم والاستمرار على دعوتهم، ولهذا قال: {فاصبِرْ لحكم ربِّك}؛ أي: لما حكم به شرعاً وقدراً؛ فالحكم القدريُّ يُصْبَرُ على المؤذي منه ولا يُتَلَقَّى بالسخط والجزع، والحكم الشرعيُّ يقابَلُ بالقَبول والتسليم والانقياد [التامِّ] لأمرِهِ. وقوله: {ولا تكن كصاحب الحوتِ}: وهو يونس بن متى عليه الصلاة والسلام؛ أي: ولا تشابِهه في الحال التي أوصلَتْه وأوجبت له الانحباس في بطن الحوت، وهو عدم صبره على قومِهِ الصبرَ المطلوب منه وذَهابُه مغاضباً لربِّه، حتى ركب [في] البحر، فاقترع أهل السفينة حين ثقلت بأهلها أيُّهم يلقون؛ لكي تَخِفَّ بهم، فوقعت القرعةُ عليه، فالتقمه الحوتُ وهو مليمٌ. وقوله: {إذ نادى وهو مكظومٌ}؛ أي: وهو في بطنها قد كظمت عليه، أو: نادى وهو مغتمٌّ مهتمٌّ، فقال: لا إله إلا أنت سبحانك إنِّي كنت من الظالمين، فاستجاب الله له، وقَذَفَتْه الحوتُ من بطنها بالعراء وهو سقيمٌ، وأنبت الله عليه شجرةً من يقطينٍ، ولهذا قال هنا: {لولا أن تدارَكَه نعمةٌ من ربِّه لَنُبِذَ بالعراء}؛ أي: لَطُرِحَ في العراء، وهي الأرض الخالية، {وهو مذمومٌ}: ولكنَّ الله تغمَّده برحمته، فَنُبِذَ وهو ممدوحٌ، وصارت حالُه أحسنَ من حاله الأولى، ولهذا قال: {فاجتباه ربُّه}؛ أي: اختاره واصطفاه ونقَّاه من كلِّ كدرٍ، {فجعله من الصالحين}؛ أي: الذين صَلَحَتْ أعمالهم وأقوالهم ونيَّاتهم وأحوالهم.
48. Artık geriye eziyetlerine sabretmekten ve yaptıklarına tahammül edip onları davet etmeyi sürdürmekten başka bir şey kalmıyor. Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “O halde sen, Rabbinin hükmüne sabret.” Rabbinin dini ve kaderi hükümlerine karşı sabret. O’nun kaderî hükmü içinde eziyet verici olanlara sabredilir. Onlar öfke ve tahammülsüzlükle karşılanmaz. Şer’î hükmüne de kabul ve teslimiyetle ve emrine itaat etmek sureti ile karşılık verilir. “Ve balık sahibi gibi olma!” Balık sahibinden kasıt, Metta oğlu Yunus aleyhisselam’dır. Yani balığın karnında hapsolmasını gerektirecek duruma kadar kendisini götüren halinde ona benzeme! Sözü edilen bu hâl ise kavmine karşı göstermesi istenen sabrı göstermemesi, Rabbi için öfkelenerek kavminin yanından uzaklaşıp denizde yolculuğa çıkmasıdır. Gemi, yolcularının çokluğu dolayısı ile ağırlığından hareket edemeyince geminin yükünün hafiflemesi için kimin denize atılacağını tespit etmek üzere gemidekiler arasında kura çekildi. Kura da ona çıktı ve balık onu yuttu. “Hani o gamla dolu bir halde (Rabbine) seslenmişti.” Yani o, balık tarafından yutulmuş ve onun karnında iken dua etmişti. Yahut da kendisi gamlı ve kederli bir halde Rabbine dua ederek şöyle demişti: “Senden başka (hak) ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zulmedenlerden oldum.” (Enbiyâ, 21/87) Yüce Allah da onun duasını kabul buyurmuş ve balık onu karnından çıkarıp hasta bir halde açık bir alana atmıştı. Yüce Allah, onun için kabağa benzer bir ağaç bitirmişti. Bu konuda burada da şöyle buyrulmaktadır: 49. “Eğer Rabbinden bir nimet ona yetişmemiş olsa idi o açık alana” ıssız bir düzlüğe “kınanmış bir halde atılırdı.” Ama Yüce Allah, rahmeti ile onu kuşattı ve kınanmış değil övülmüş olarak oraya atılmış oldu. Onun hali ilk halinden daha da güzel oldu. Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: 50. “Ama Rabbi onu seçti de” ve her türlü kederden, olumsuzluktan onu arındırdı ve “onu salihlerden kıldı.” Amelleri, sözleri, niyetleri ve durumları düzgün olan kimselerden kıldı.
#
{51 ـ 52} فامتثل نبيُّنا محمدٌ - صلى الله عليه وسلم - أمر الله ، فصبر لحكم ربِّه صبراً لا يدركه [فيه] أحدٌ من العالمين، فجعل الله له العاقبة، والعاقبةُ للمتقين، ولم يبلغ أعداؤه فيه إلاَّ ما يسوؤهم، حتى إنَّهم حرصوا على أن يُزْلِقوه {بأبصارهم}؛ أي: يصيبوه بأعينهم من حسدهم وحنقهم وغيظهم. هذا منتهى ما قدروا عليه من الأذى الفعليِّ، والله حافظه وناصِرُه. وأمَّا الأذى القوليُّ؛ فيقولون فيه أقوالاً بحسب ما توحي إليهم قلوبهم، فيقولون تارةً: مجنونٌ! وتارةً: شاعرٌ! وتارة: ساحرٌ! قال تعالى: {وما هو إلا ذكرٌ للعالمين}؛ أي: وما هذا القرآن العظيم والذِّكر الحكيم إلاَّ ذكرٌ للعالمين، يتذكَّرون به مصالح دينهم ودنياهم. والحمد لله.
51. Peygamberimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem Allah’ın emrine uyarak Rabbinin hükmüne âlemlerden hiç kimsenin gösteremeyeceği şekilde sabır gösterdi. Yüce Allah da ona güzel âkıbeti gösterdi. Zaten güzel âkıbet hep takvâ sahiplerinindir. Düşmanlarının onun hakkında ulaştıkları sonuç ise kendilerinin hoşuna gitmeyecek şeylerden ibaretti. Hatta onlar, gözleri ile ayağını kaydırıp onu devirmeye çalıştılar. Yani kıskançlıklarından, ona duydukları kin ve öfkelerinden dolayı ona nazarları değsin istediler. İşte fiili olarak ona verebilecekleri eziyet en fazla bu kadardı. Zira onu koruyan ve ona yardım eden Allah’tı. Sözlü olarak ona eziyet vermelerine gelince onun hakkında kalplerinin vesveselerine uygun sözler söylüyorlardı. Kimi zaman deli, kimi zaman şair, kimi zaman da sihirbaz diyorlardı. 52. “Halbuki o” bu Kur’ân-ı Azîm ve Zikr-i Hakîm “ancak âlemler için bir öğüttür.” Onlar bununla öğüt alırlar, dini ve dünyevi maslahatlarını öğrenirler. Kalem Sûresi’nin tefsiri burada sona ermektedir. Allah’a hamdolsun.
***