(Medine’de inmiştir. 11 âyettir)
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adı ile.
{إِذَا جَاءَكَ الْمُنَافِقُونَ قَالُوا نَشْهَدُ إِنَّكَ لَرَسُولُ اللَّهِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ إِنَّكَ لَرَسُولُهُ وَاللَّهُ يَشْهَدُ إِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَكَاذِبُونَ (1) اتَّخَذُوا أَيْمَانَهُمْ جُنَّةً فَصَدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ إِنَّهُمْ سَاءَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (2) ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ آمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا فَطُبِعَ عَلَى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ (3) وَإِذَا رَأَيْتَهُمْ تُعْجِبُكَ أَجْسَامُهُمْ وَإِنْ يَقُولُوا تَسْمَعْ لِقَوْلِهِمْ كَأَنَّهُمْ خُشُبٌ مُسَنَّدَةٌ يَحْسَبُونَ كُلَّ صَيْحَةٍ عَلَيْهِمْ هُمُ الْعَدُوُّ فَاحْذَرْهُمْ قَاتَلَهُمُ اللَّهُ أَنَّى يُؤْفَكُونَ (4) وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْا يَسْتَغْفِرْ لَكُمْ رَسُولُ اللَّهِ لَوَّوْا رُءُوسَهُمْ وَرَأَيْتَهُمْ يَصُدُّونَ وَهُمْ مُسْتَكْبِرُونَ (5) سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَسْتَغْفَرْتَ لَهُمْ أَمْ لَمْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ لَنْ يَغْفِرَ اللَّهُ لَهُمْ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ (6)}
1-
Münâfıklar sana geldikleri vakit: “Şahitlik ederiz ki sen kesinlikle Allah’ın Rasûlüsün.” derler. Allah da biliyor ki sen kesinlikle O’nun Rasûlüsün. Fakat Allah şahitlik eder ki o münâfıklar kesinlikle yalancıdırlar.
2- Onlar yeminlerini kalkan edindiler de Allah’ın yolundan alıkoydular. Gerçekten onların yaptıkları ne kötüdür!
3- Bunun sebebi, onların iman edip sonra da kâfir olmalarıdır. Bu yüzden de kalplerine mühür vurulmuştur. Artık onlar anlamazlar.
4- Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Halbuki onlar, duvara yaslanmış odun gibidirler. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Asıl düşmanlar onlardır. O halde onlara karşı önlemini al. Allah kahretsin onları! Nasıl da döndürülüyorlar?
5-
Onlara: “Gelin de Allah Rasûlü sizin için mağfiret dilesin” denildiğinde başlarını çevirirler ve sen, onların büyüklenerek yüz çevirdiklerini görürsün.
6- Zaten onlar için mağfiret dilesen de dilemesen de onlar için birdir. Allah onları asla bağışlamaz. Çünkü Allah fâsık toplumu hidâyete erdirmez.
#
{1} لمَّا قدم النبيُّ (- صلى الله عليه وسلم -) المدينة، وكَثُرَ الإسلام فيها وعزَّ ؛ صار أناس من أهلها من الأوس والخزرج يظهِرون الإيمان ويبطِنون الكفر؛ ليبقى جاهُهم وتُحْقَنَ دماؤهم وتَسْلَم أموالهم، فذكر الله من أوصافهم ما به يُعرفون؛ لكي يحذر العباد منهم ويكونوا منهم على بصيرةٍ، فقال: {إذا جاءك المنافقون قالوا}: على وجه الكذب: {نشهدُ إنَّك لرسولُ اللهِ}: وهذه الشهادة من المنافقين على وجه الكذب والنفاق، مع أنَّه لا حاجة لشهادتهم في تأييد رسوله، فإنَّ اللَّه {يعلمُ إنَّك لرسوله واللهُ يشهدُ إنَّ المنافقين لَكاذبونَ}: في قولهم ودعواهم، وأنَّ ذلك ليس بحقيقة منهم.
1. Ne zaman ki Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Medine’ye gelip yerleşti ve orada müslümanlar çoğalıp İslâm güç kazanmaya başladı, Medine’nin yerlisi olan Evs ve Hazrec’e mensup bazı kimseler, küfrü içlerinde gizledikleri halde iman etmiş gibi gözüktüler. Bununla mevkileri korunsun, canları ve malları da kurtulsun istiyorlardı.
Bunun üzerine Yüce Allah, kendileri vasıtasıyla tanınabilecekleri bazı sıfatlarını söz konusu etti ki kulları onlardan sakınabilsin ve onlardan yana uyanık bulunsunlar.
"Münâfıklar sana geldikleri vakit” yalan söyleyrek
“Şahitlik ederiz ki sen kesinlikle Allah’ın rasûlüsün, derler.” Münâfıkların bu şahitlikleri, yalan yere ve münâfıklık/ikiyüzlülük etmek sureti ile yapılmıştı. Kaldı ki Allah Rasûlünün desteklenmesi için onların şahitliklerine ihtiyaç da yoktur. Çünkü
“Allah da biliyor ki sen kesinlikle O’nun Rasûlüsün. Fakat Allah şahitlik eder ki o münâfıklar” sözlerinde ve iddialarında
“kesinlikle yalancıdırlar.” Onlar, bu sözü gerçekten öyle inandıkları için söylemiyorlar.
#
{2} {اتَّخذوا أيمانَهم جُنَّة}؛ أي: ترساً يتترَّسون بها من نسبتهم إلى النفاق، فصدُّوا عن سبيله بأنفسهم، وصدُّوا غيرهم ممَّن يخفى عليه حالُهم. {إنَّهم ساء ما كانوا يعملونَ}: حيث أظهروا الإيمان وأبطنوا الكفر وأقسموا على ذلك وأوهموا صدقهم.
2.
“Onlar yeminlerini kalkan edindiler” Böylelikle münâfık olarak nitelenmeyecek şekilde kendilerini korumaya ve gizlemeye çalıştılar.
"Allah’ın yolundan alıkoydular.” Hem bizzat kendileri saptılar hem de onların gerçek durumlarını bilmeyen başkalarını Allah’ın yolundan alıkoydular.
"Gerçekten onların yaptıkları ne kötüdür!” Çünkü onlar imanı açığa vururken küfürlerini gizlemiş, mü’min olduklarına dair yemin ederek doğru oldukları izlenimini uyandırmaya çalışmışlardır.
#
{3} {ذلك}: الذي زين لهم النفاق، {بـ} سبب {أنَّهم} لا يَثْبُتون على الإيمان، بل {آمنوا ثم كفروا فَطُبِعَ على قلوبهم}: بحيث لا يدخلها الخيرُ أبداً. {فهم لا يَفْقَهون}: ما ينفعهم ولا يَعونَ ما يعودُ بمصالحهم.
3.
“Bunun sebebi” yani kendilerine münâfıklıklarını süsleyen şey
“onların iman edip sonra” iman üzerinde sebat etmeyerek
“kâfir olmalarıdır. Bunun yüzden de kalplerine” ebediyen hayır girmemek üzere
“mühür vurulmuşturç Artık onlar” kendilerine fayda sağlayacak şeyleri
“anlamazlar” kendi maslahatlarını belleyemezler.
#
{4} {وإذا رأيتَهم تُعْجِبُكَ أجسامُهم}: من روائها ونضارتها، {وإن يقولوا تَسْمَعْ لقولِهم}؛ أي: من حسن منطقهم تستلذُّ لاستماعه؛ فأجسامُهم وأقوالُهم معجبةٌ، ولكن ليس وراء ذلك من الأخلاق الفاضلة والهَدي الصالح شيءٌ، ولهذا قال: {كأنَّهم خُشُبٌ مُسَنَّدَةٌ}: لا منفعة فيها ولا يُنال منها إلاَّ الضَّرر المحض. {يَحْسَبون كلَّ صيحةٍ عليهم}: وذلك لجبنهم وفزعهم وضعف قلوبِهم ورَيْبها ؛ يخافون أن يُطَّلع عليها؛ فهؤلاء {هم العدو} على الحقيقة؛ لأنَّ العدوَّ البارز المتميِّز أهونُ من العدوِّ الذي لا يشعَر به، وهو مخادعٌ ماكرٌ، يزعم أنَّه وليٌّ، وهو العدو المبين. {فاحذَرْهم قاتَلَهُمُ الله أنَّى يُؤْفَكونَ}؛ أي: كيف يُصْرَفُون عن الدين الإسلاميِّ بعدما تبينت أدلَّته واتَّضحت معالمه إلى الكفر الذي لا يُفيدهم إلاَّ الخسار والشقاء.
4.
“Onları gördüğün zaman” görünüşlerinin güzelliği ve göz alıcılığı dolayısı ile
“kalıpları hoşuna gider. Konuşurlarsa” güzel konuştuklarından dolayı onları dinlemekten hoşlanır ve
“sözlerini dinlersin.”
Dış görünüşleri de sözleri de beğenilecek durumdadır. Fakat bunun ötesinde üstün bir ahlâkları, doğru yol üzere yürümek namına hiçbir faziletleri yoktur.
Bundan dolayı şöyle buyrulmaktadır:
"Halbuki onlar duvara yaslanmış odun gibidirler” hiçbir faydası bulunmayan, katıksız zarardan başka bir şey ifade etmeyen kimselerdir.
"Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar.” Bu ise korkaklıklarından ve kalplerindeki zayıflık ve şüpheden dolayıdır. Çünkü içlerindeki gerçek niyetlerin fark edilmesinden korkarlar.
İşte
“asıl düşmanlar onlardır.” Gerçek düşmanlar bunlardır. Çünkü açık ve meydanda olan düşmanın durumu, fark edilemeyen, gizlice hile ve tuzak kuran, apaçık düşman olduğu halde dost olduğunu iddia eden düşmandan daha kolaydır.
"O halde onlara karşı önlemini al. Allah kahretsin onları! Nasıl da döndürülüyorlar?” Açık delilleri ortaya konulduktan ve belirgin özellikleri netlik kazandıktan sonra nasıl olur da İslâm dininden, kendilerine hüsran ve bedbahtlıklarını artırmaktan başka fayda sağlamayan küfre nasıl dönüyorlar?
#
{5} {وإذا قيل}: لهؤلاء المنافقين: {تعالَوْا يَسْتَغْفِرْ لكم رسولُ الله}: عمَّا صدر منكم؛ لتحسن أحوالكم، وتُقبل أعمالكم؛ امتنعوا من ذلك أشدَّ الامتناع، و {لَوَّوْا رؤوسَهم}: امتناعاً من طلب الدُّعاء من الرسول، {ورأيتَهم يصدُّون}: عن الحقِّ بغضاً له، {وهم مستكبِرونَ}: عن اتِّباعه بغياً وعناداً. فهذه حالُهم عندما يُدْعَوْنَ إلى طلب الدُّعاء من الرسول.
5.
“Onlara” bu münâfıklara: “Gelin de Allah Rasûlü sizin için” yaptıklarınızdan ötürü hallerinizin düzelmesi ve amellerinizin kabul edilmesi için
“mağfiret dilesin, denildiğinde” bunu şiddetle ve alabildiğine reddedip Rasûlün dua etmesini istemeyi kabul etmeyerek
“başlarını çevirirler ve sen onların” azgınlık ve inatları sebebi ile hakka uymak istemeyip
“büyüklenerek” nefret içinde haktan
“yüz çevirdiklerini görürsün.”
İşte Allah Rasûlünden kendilerine dua etmesini istemeye çağrıldıkları vakit onların hali budur.
#
{6} وهذا من لطف الله وكرامته لرسوله؛ حيث لم يأتوا إليه فيستغفر لهم، فإنَّه {سواءٌ} أستغفر لهم أمْ لم يَسْتَغْفِر لهم فَـ {لن يَغْفِرَ اللهُ لهم}؟ وذلك لأنَّهم قومٌ فاسقون خارجون عن طاعة الله مؤثِرون للكفر على الإيمان؛ فلذلك لا ينفع فيهم استغفارُ الرسول لو استغفر لهم؛ كما قال تعالى: {استَغْفِر لهم أو لا تَسْتَغْفِرْ لهم إن تَسْتَغْفِرْ لهم سبعينَ مرةً فلن يَغْفِرَ الله لهم}. {إنَّ الله لا يَهْدي القوم الفاسقينَ}.
6. Münafıkların Peygamber’e gelip de ondan kendilerine mağfiret dilemesini istememeleri Allah’ın, Rasûlüne bir lütuf ve ihsanıdır. Çünkü onlar, Allah’a itaatin sınırlarının dışına çıkmış fâsık bir topluluktur. Küfrü imana tercih etmişlerdir. Bundan dolayı eğer onlar için mağfiret dileyecek olsa bile Rasûlün mağfiret isteğinin kendilerine hiçbir faydası olmaz. Nitekim Yüce Allah,
başka bir yerde de şöyle buyurmaktadır: “Onlar için ister mağfiret dile, ister dileme! Onlar için yetmiş defa mağfiret dilesen de yine Allah onları bağışlamayacaktır.” (et-Tevbe, 9/80) “Çünkü Allah fâsık toplumu hidâyete erdirmez.”
{هُمُ الَّذِينَ يَقُولُونَ لَا تُنْفِقُوا عَلَى مَنْ عِنْدَ رَسُولِ اللَّهِ حَتَّى يَنْفَضُّوا وَلِلَّهِ خَزَائِنُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَا يَفْقَهُونَ (7) يَقُولُونَ لَئِنْ رَجَعْنَا إِلَى الْمَدِينَةِ لَيُخْرِجَنَّ الْأَعَزُّ مِنْهَا الْأَذَلَّ وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلَكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَا يَعْلَمُونَ (8)}.
7-
“Rasûlullah’ın yanındakilere hiçbirşey vermeyin ki dağılıp gitsinler” diyenler onlardır. Halbuki göklerin ve yerin hazineleri yalnız Allah’ındır. Fakat münâfıklar anlamazlar.
8-
Derler ki: “Eğer Medine’ye dönersek en aziz olan, en zelil olanı mutlaka oradan çıkartacaktır.” Halbuki izzet yalnız Allah’ındır, Rasûlünündür ve müminlerindir. Fakat münâfıklar bilmezler.
#
{7} وهذا من شدَّة عداوتهم للنبيِّ - صلى الله عليه وسلم - والمسلمين، لما رأوا اجتماع أصحابه وائتلافَهم ومسارعتَهم في مرضاة الرسول - صلى الله عليه وسلم -؛ قالوا بزعمهم الفاسد: {لا تُنفِقوا على مَنْ عندَ رسول حتى يَنفَضُّوا}: فإنَّهم على زعمهم لولا أموالُ المنافقين ونفقاتُهم عليهم؛ لما اجتمعوا في نصرة دين الله! وهذا من أعجب العجب أن يدَّعِيَ هؤلاء المنافقون الذين هم أحرصُ الناس على خذلان الدين وأذيَّة المسلمين مثل هذه الدَّعوى التي لا تَروجُ إلاَّ على مَنْ لا علم له بالحقائق ، ولهذا قال تعالى ردًّا لقولهم: {ولله خزائنُ السمواتِ والأرض}: فيؤتي الرزق مَنْ يشاءُ، ويمنعه من يشاء، وييسِّر الأسباب لمن يشاء، ويعسِّرها على مَنْ يشاء. {ولكنَّ المنافقينَ لا يفقهونَ} فلذلك قالوا تلك المقالة التي مضمونُها أنَّ خزائن الرزقِ في أيديهم وتحت مشيئتهم.
7. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e ve müslümanlara aşırı düşmanlıklarından ötürü ashab-ı kiramın bir araya gelmiş ve birbirleri ile kaynaşmış olduklarını,
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i hoşnut etmek için birbirleri ile yarıştıklarını görünce kendi bozuk kanâatleri uyarınca şöyle dediler: “Rasûlullah’ın yanındakilere hiçbirşey vermeyin ki dağılıp gitsinler.” Çünkü kendi kanaatlerine göre eğer münâfıkların malları ve onlara yönelik harcamaları olmasaydı, Allah’ın dinine yardımcı olmak için bir araya gelemezlerdi. Ama insanlar arasında dinin yardımsız kalmasını ve müslümanların eziyet görmesini en çok arzu eden bu münâfıkların, ancak gerçekleri bilmeyen kimseler tarafından kabul edilebilecek şekildeki bu basit iddiaları çok hayret edilecek hususlardan birisidir.
Bundan dolayı Yüce Allah,
onların bu sözlerini reddetmek üzere şöyle buyurmaktadır: “Halbuki göklerin ve yerin hazineleri yalnız Allah’ındır.” O, rızkı dilediğine verir, dilediğine vermez. Dilediği kimselere sebepleri kolaylaştırır, dilediği kimselere de zorlaştırır.
"Fakat münâfıklar anlamazlar.” Bundan dolayı rızık hazinelerinin kendi ellerinde ve iradeleri altında bulunduğu anlamına gelecek bu tür sözleri söyleyebilmişlerdir.
#
{8} {يقولون لئن رَجَعْنا إلى المدينة لَيُخْرِجَنَّ الأعزُّ منها الأذلَّ}: وذلك في غزوة المريسيع، حين صار بين بعض المهاجرين والأنصار بعض كلام كدَّرَ الخواطر؛ ظهر حينئد نفاقُ المنافقين، وتبيَّن ما في قلوبهم ، وقال كبيرهم عبدُ الله بنُ أبيِّ بنُ سلول: ما مَثَلُنا ومَثَلُ هؤلاء ـ يعني: المهاجرين ـ إلاَّ كما قال القائل: سَمِّنْ كلبك يأكلك. وقال: لئنْ رجَعْنا إلى المدينة لَيُخْرِجَنَّ الأعزُّ منها الأذلَّ؛ بزعمه أنَّه هو وإخوانه المنافقين الأعزُّون، وأنَّ رسول الله ومن اتَّبعه هم الأذلُّون، والأمر بعكس ما قال هذا المنافق، فلهذا قال تعالى: {ولله العزَّةُ ولرسوله وللمؤمنين}: فهم الأعزَّاء، والمنافقون وإخوانُهم من الكفار هم الأذلاَّء. {ولكنَّ المنافقين لا يعلمون}: ذلك؛ فلذلك زعموا أنَّهم الأعزَّاء اغتراراً بما هم عليه من الباطل.
8.
“Derler ki: “Eğer Medine’ye dönersek en aziz olan, en zelil olanı mutlaka oradan çıkartacaktır.” Bu sözleri Mureysi’ gazvesi sırasında söylemişlerdi. O sırada bazı Ensar ve Muhacirler arasında üzücü birtakım söz alışverişinde bulunulmuştu. O vakit münâfıkların münâfıklığı aşikar olmuş ve kalplerinde gizledikleri de açığa çıkmıştı. Başları olan Abdullah b. Ubey b.
Selûl şöyle demişti: “Bizlerle bunların -Muhacirleri kastediyor- misali tıpkı: “Besle köpeğini yesin seni/Besle kargayı oysun gözünü” misalinde dile getirilen gerçeği anlatmaktadır.
”
Sonra da şunu söyledi: “Eğer Medine’ye dönersek en aziz olan, en zelil olanı mutlaka oradan çıkartacaktır.” Kendi kanaatine göre o ve diğer münâfık kardeşleri en aziz olanlar, Allah Rasûlü ve ona uyanlar ise en zelil olanlardı. Halbuki durum bu münâfıkın söylediğinin tam aksine idi.
Bundan dolayı Yüce Allah,
şöyle buyurmaktadır: “Halbuki izzet yalnız Allah’ındır, Rasûlünündür ve müminlerindir.” Asıl aziz olanlar bunlardır, münâfıklar ile diğer kâfir kardeşleri ise zelil ve hakir olanlardır.
"Fakat münâfıklar” bunu
“bilmezler.” Bundan dolayı üzerinde bulundukları batıla aldanarak kendilerinin aziz olduğu iddiasında bulunabilmişlerdir.
Daha sonra Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
{يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُلْهِكُمْ أَمْوَالُكُمْ وَلَا أَوْلَادُكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللَّهِ وَمَنْ يَفْعَلْ ذَلِكَ فَأُولَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ (9) وَأَنْفِقُوا مِنْ مَا رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ أَنْ يَأْتِيَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ فَيَقُولَ رَبِّ لَوْلَا أَخَّرْتَنِي إِلَى أَجَلٍ قَرِيبٍ فَأَصَّدَّقَ وَأَكُنْ مِنَ الصَّالِحِينَ (10) وَلَنْ يُؤَخِّرَ اللَّهُ نَفْسًا إِذَا جَاءَ أَجَلُهَا وَاللَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ (11)}.
9- Ey iman edenler! Mallarınız da çocuklarınız da sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar, hüsrana uğrayanların ta kendileridir.
10-
Herhangi birinize ölüm gelip de: “Rabbim! Beni(m ölümü) yakın bir zamana kadar ertelesen de çokça sadaka versem ve salihlerden olsam” diyeceği an gelmeden önce size verdiğimiz rızıklardan infâk edin.
11- Zira Allah, eceli geldiğinde hiçbir kimse
(nin ölmünü) asla ertelemez. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
#
{9} يأمر تعالى عباده المؤمنين بالإكثار من ذِكْرِه؛ فإنَّ في ذلك الربح والفلاح والخيراتِ الكثيرةَ، وينهاهم أنْ تَشْغَلَهم أموالُهم وأولادُهم عن ذِكره؛ فإنَّ محبَّة المال والأولاد مجبولةٌ عليها أكثر النفوس، فتقدِّمها على محبة الله، وفي ذلك الخسارة العظيمة، ولهذا قال تعالى: {ومَن يفعلْ ذلك}؛ أي: يُلْهِهِ مالُه وولدُه عن ذكر الله، {فأولئك هم الخاسرونَ}: للسعادة الأبديَّة والنعيم المقيم؛ لأنَّهم آثروا ما يفنى على ما يبقى؛ قال تعالى: {إنَّما أموالكم وأولادُكم فتنةٌ والله عنده أجرٌ عظيمٌ}.
9. Yüce Allah, mü’min kullarına kendisini çokça anmalarını emretmektedir. Çünkü gerçek kâr, kurtuluş ve pek çok hayırlar bununla elde edilir. Onlara mal ve evlâtlarının, kendisini anmaktan alıkoymasına fırsat vermelerini da yasaklamaktadır. Çünkü mal ve evlât sevgisi, çoğu nefislerin mayasında vardır. Birçokları bunlara olan sevgiyi Allah’a olan sevginin önüne geçirirler. Bu ise pek büyük bir zarardır.
Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurur:
"Kim bunu yaparsa” yani malı ve evladı Allah’ı hatırlamasını engelleyecek şekilde onu oyalarsa
“işte onlar” ebedi mutluluğu ve sonu gelmez nimetleri kaybettiklerinden
“hüsrana uğrayanların ta kendileridir.” Çünkü bunlar fani olanı kalıcı olana tercih etmişlerdir.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Mallarınız da evlâtlarınız da ancak bir imtihandır. Büyük mükafat ise Allah nezdindedir.” (et-Teğâbun, 64/15)
#
{10} وقوله: {وأنفقوا ممَّا رَزَقْنَاكُم}: يدخلُ في هذه النفقات الواجبة من الزكاة والكفارات ، ونفقة الزوجات والمماليك، ونحو ذلك، والنفقات المستحبَّة؛ كبذل المال في جميع المصالح، وقال: {ممَّا رَزَقْناكم}: ليدلَّ ذلك على أنَّه تعالى لم يكلِّف العباد من النفقة ما يُعْنِتُهُمْ ويشقُّ عليهم، بل أمرهم بإخراج جزءٍ ممَّا رزقهم ويسَّره ويسَّر أسبابه، فليشكروا الذي أعطاهم بمواساة إخوانهم المحتاجين، وليبادروا بذلك، الموت الذي إذا جاء؛ لم يمكن العبد أن يأتي بمثقال ذرَّة من الخير، ولهذا قال: {من قبل أن يأتيَ أحدَكم الموتُ فيقولَ}: متحسراً على ما فَرَّطَ في وقت الإمكان، سائلاً الرجعةَ التي هي محالٌ: {ربِّ لولا أخَّرْتَني إلى أجل قريبٍ}؛ أي: لأتدارك ما فرَّطتُ فيه، {فأصَّدَّقَ}: من مالي ما به أنجو من العذاب، وأستحقُّ [به] جزيل الثواب، {وأكن من الصالحين}: بأداء المأموراتِ كلِّها واجتناب المنهيَّات، ويدخل في هذا الحجُّ وغيره.
10.
Yüce Allah’ın: “Size verdiğimiz rızıktan infâk edin” buyruğunun kapsamına, zekât, keffâretler, hanımların, kölelerin ve benzerlerinin nafakaları gibi farz olan infâk da, bütün hayırlı alanlarda malı cömertçe harcamak şeklindeki müstehap nafakalar da girmektedir.
Yüce Allah’ın: “Size verdiğimiz rızıklardan” buyurması, kullarını kendileri için zor ve ağır gelecek şekilde infakta bulunmakla mükellef tutmadığını göstermektedir. O, kendilerine vermiş olduğu ve elde etme sebeplerini de onlara kolaylaştırdığı rızıkların hepsini değil sadece bir bölümünü infâk etmelerini emretmiştir.
O bakımdan muhtaç kardeşlerini gözetmek sureti ile O’nun, kendilerine verdiklerinin şükrünü yerine getirsinler ve böylelikle ölümden önce bu işi yapmaya çalışsınlar. Çünkü ölüm geldikten sonra kulun zerre ağırlığı kadar dahi olsa bir hayır yapabilme imkânı kalmaz.
Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Herhangi birinize ölüm gelip de” imkân ollduğu vakitlerde işlediği kusurlara pişman olup imkânsız olan geri dönüşü isteyerek:
“Rabbim! Beni(m ölümü) yakın bir zamana kadar ertelesen de” yaptığım kusurları telafi etsem; azaptan kurtuluşuma vesile olacak ve pek çok mükâfata hak kazandıracak şekilde malımdan
“çokça sadaka versem” emrolunduğum bütün hususları yerine getirmek ve yasaklardan sakınmak sureti ile de
“salihlerden olsam.” Bunun kapsamına da hac ve diğer
(ertelenen) ameller girmektedir.
#
{11} وهذا السؤال والتَّمني قد فات وقتُه، ولا يمكن تداركه، ولهذا قال: {ولن يؤخِّرَ اللهُ نفساً إذا جاء أجَلُها}: المحتوم لها. {والله خبيرٌ بما تعملون}: من خير وشرٍّ، فيجازيكم على ما علمه منكم من النيِّات والأعمال.
11. Ama böyle bir dilek ve temenninin vakti geçmiş, böyle bir şeyin telâfi edilmesine imkân kalmamış olacaktır.
Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Zira Allah” kesin olarak kararlaştırılmış olan
“eceli geldiğinde hiçbir kimse(nin ölmünü) asla ertelemez. Allah” hayır ve şer bütün
“yaptıklarınızdan haberdardır.” Sahip olduğunuzu bildiği niyet ve amellerinize göre de size karşılıklarını verecektir.
Münafikûn Sûresi’nin tefsiri burada sona ermektedir.
Yüce Allah’a hamdolsun.
***