Ayet:
64- TEĞÂBUN SÛRESİ
64- TEĞÂBUN SÛRESİ
(Medine’de inmiştir. 18 âyettir)
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adı ile.
Ayet: 1 - 4 #
{يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ (1) هُوَ الَّذِي خَلَقَكُمْ فَمِنْكُمْ كَافِرٌ وَمِنْكُمْ مُؤْمِنٌ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ (2) خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ وَصَوَّرَكُمْ فَأَحْسَنَ صُوَرَكُمْ وَإِلَيْهِ الْمَصِيرُ (3) يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُسِرُّونَ وَمَا تُعْلِنُونَ وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ (4)}.
1- Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih eder. Hükümranlık yalnız O’nundur. Hamd O’na mahsustur. O, her şeye kâdirdir. 2- Sizi yaratan O’dur. Buna rağmen içinizden kâfir olanlar da var, mü’min olanlar da. Allah yaptıklarınızı çok iyi görendir. 3- O, gökleri ve yeri hak (bir amaç) ile yaratmıştır. Size suret vermiş ve suretlerinizi de güzel kılmıştır. Dönüş yalnız O’nadır. 4- O, göklerde ve yerde olan her şeyi bilir. Sizin gizlediğiniz ve açıkladığınız şeyleri de bilir. Allah, kalplerde olanı çok iyi bilendir.
#
{1} هذه الآيات الكريمات مشتملاتٌ على جملةٍ كثيرةٍ واسعة من أوصاف الباري العظيمة، فذَكَرَ كمال ألوهيَّته سبحانه [وتعالى]، وسعة غناه، وافتقارَ جميع الخلائق إليه، وتسبيح من في السماوات والأرض بحمد ربِّها، وأنَّ المُلْكَ كلَّه لله؛ فلا يخرج عن ملكه مخلوقٌ ، والحمد كله له؛ حمدٌ على ما له من صفات الكمال، وحمدٌ على ما أوجده من الأشياء، وحمدٌ على ما شرعه من الأحكام وأسداه من النِّعم، وقدرتُه شاملةٌ لا يخرج عنها موجودٌ؛ فلا يعجِزُهُ شيءٌ يريده.
1. Bu âyet-i kerimeler, yüce yaratıcının pek azametli birçok sıfatını ihtiva etmektedir. Yüce Allah ulûhiyetinin kemâlini, zenginliğinin genişliğini, buna karşılık bütün yaratıkların O’na muhtaç oluşunu, göklerde ve yerde bulunan herkesin ve her şeyin Rabbini hamd ile tesbih ettiğini, hükümranlığın tümü ile yalnız O’nun olduğunu, hiçbir yaratılmışın O’nun hükümranlığının kapsamı dışında bulunmadığını zikretmektedir. Hamd de bütünü ile O’nadır, yalnız O’nundur. Kemâl sıfatlarına sahip olduğu için hamd O’nadır; yaratmış olduğu bunca varlıklar dolayısıyla hamd O’nadır; şeraiti, indirdiği hükümleri ve ihsan etmiş olduğu nimetleri dolayısı ile de hamd O’nadır. O’nun kudreti her şeyi kapsar. Hiçbir varlık O’nun kudreti dışına çıkamaz. O’nun dilediği hiçbir şey O’na karşı koyamaz.
#
{2} وذكر أنَّه خلق العباد، وجعل منهم المؤمن والكافر؛ فإيمانهم وكفرُهم كلُّه بقضاء الله وقدره، وهو الذي شاء ذلك منهم؛ بأنْ جعل لهم قدرةً وإرادةً بها يتمكَّنون من كلِّ ما يريدون من الأمر والنهي. {والله بما تعلمون بصيرٌ}.
2. Yüce Allah, kulları yaratmış olduğunu ve onlardan kimini mü’min, kimini kâfir kıldığını da zikretmektedir. Onların imanları da küfürleri de tamamıyla Allah’ın kaza ve kaderi dahilindedir. Zira onlara yerine getirmek istedikleri emir ve yasakları gerçekleştirebilecekleri kudret ve irade vermek sureti ile onların bu şekilde iradelerini kullanmalarını dileyen O’dur. “Allah yaptıklarınızı çok iyi görendir.”
#
{3} فلمَّا ذكر خلق الإنسان المأمور المنهيِّ؛ ذكر خلق باقي المخلوقات، فقال: {خَلَقَ السمواتِ والأرض}؛ أي: أجرامهما وجميع ما فيهما فأحسنَ خَلْقَهما {بالحقِّ}؛ أي: بالحكمة والغاية المقصودة له تعالى، {وصَوَّرَكم فأحسن صُوَرَكم}؛ كما قال تعالى: {لقد خَلَقْنا الإنسان في أحسن تقويم}: فالإنسان أحسن المخلوقات صورةً، وأبهاها منظراً. {وإليه المصيرُ}؛ أي: المرجع يوم القيامةِ، فيجازيكم على إيمانكم وكفركم، ويسألكم عن النِّعم والنعيم الذي أولاكم؛ هل قمتُم بشكره أم لم تقوموا به ؟
3. Yüce Allah kendisine birtakım emir ve yasaklar verilmiş olan insanın yaratılışını söz konusu ettikten sonra diğer yaratıkların da yaratıcısının kendisi olduğunu belirterek şöyle buyurmaktadır: “O, gökleri ve yeri hak (bir amaç) ile yaratmıştır.” Yani bunların kendilerini de her ikisinde bulunanları da en güzel şekilde yaratan O’dur. O’nun bu yaratması “hak (bir amaç) ile”dir. Yani hikmet ile ve Yüce Allah’ın gözetmiş olduğu belli bir gaye ve maksada göer yaratılmışlardır. "Size suret vermiş ve suretlerinizi de güzel kılmıştır” buyruğu Yüce Allah’ın: “Andolsun Biz insanı gerçekten en güzel kıvamda/ölçüde yarattık” (et-Tîn, 95/4) buyruğuna benzemektedir. İnsan suret itibari ile bütün yaratıkların en güzeli, görünüşü de en üstün olanıdır. "Dönüş yalnız O’nadır.” Kıyamet gününde yalnız O’na dönülecektir, O da iman ve küfrünüzün karşılığını size verecektir. Sizi, size ihsan etmiş olduğu pek büyük nimetler dolayısı ile sorgulayacak, bu nimetlerin şükrünü yerine getirip getirmemekten dolayı hesaba çekecektir.
#
{4} ثم ذكر عموم علمه، فقال: {يعلم ما في السمواتِ والأرض}؛ أي: من السرائر والظواهر والغيب والشهادة، {ويعلمُ ما تُسِرُّون وما تُعْلِنونَ والله عليمٌ بذاتِ الصُّدور}؛ أي: بما فيها من الأسرار الطيِّبة والخبايا الخبيثة والنيَّات الصالحة والمقاصد الفاسدة؛ فإذا كان عليماً بذات الصُّدور؛ تعيَّن على العاقل البصير أن يحرص ويجتهد في حفظ باطِنِه من الأخلاق الرذيلة واتِّصافه بالأخلاق الجميلة.
4. Daha sonra Yüce Allah, ilminin her şeyi kapsadığını söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır: “O, göklerde ve yerde olan her şeyi bilir.” yani gizli-açık, görünen ve görünmeyen her şeyi bilir. "Sizin gizlediğiniz ve açıkladığınız şeyleri de bilir. Allah, kalplerde olanı çok iyi bilendir.” Yani göğüslerin içinde saklı bulunan iyi ve kötü düşünceleri, iyi niyetleri, kötü niyetleri ve bozuk maksatları bilir. Yüce Allah, kalplerin özünde bulunanı çok iyi bildiğine göre akıl ve basiret sahibi olan kimsenin iç dünyasını da kötü huylardan ve düşüncelerden korumaya ve güzel ahlâkî sıfatları elde etmeye çaba harcamalıdır.
Ayet: 5 - 6 #
{أَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَأُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ قَبْلُ فَذَاقُوا وَبَالَ أَمْرِهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ (5) ذَلِكَ بِأَنَّهُ كَانَتْ تَأْتِيهِمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَقَالُوا أَبَشَرٌ يَهْدُونَنَا فَكَفَرُوا وَتَوَلَّوْا وَاسْتَغْنَى اللَّهُ وَاللَّهُ غَنِيٌّ حَمِيدٌ (6)}.
5- Daha önce küfre sapıp da yaptıklarının cezasını (dünyada) tadanların haberi size gelmedi mi? Onlar için (ahirette de) can yakıcı bir azap vardır. 6- Bu (azabın) sebebi şudur: Peygamberleri onlara apaçık deliller getiriyorlardı da onlar (her defasında): “Bize bir insan mı yol gösterecekmiş!?” deyip inkara sapıyor ve yüz çeviriyorlardı. Allah da (onlara) muhtaç olmadığını gösterdi. Allah'ın hiçbir şeye/kimseye ihtiyacı yoktur, her türlü hamde layık olandır.
#
{5} لما ذكر تعالى من أوصافه الكاملة العظيمة ما به يُعرف، ويُعبد، ويُبذل الجهدُ في مرضاته، وتُجتنبُ مساخِطُه؛ أخبر بما فعل بالأمم السابقين والقرون الماضين، الذين لم تَزَلْ أنباؤهم يتحدَّثُ بها المتأخرون، ويُخْبِرُ بها الصادقون، وأنَّهم حين جاءتهم رسلُهم بالحقِّ؛ كذَّبوهم، وعاندوهم فأذاقهم الله وَبالَ أمرِهم في الدُّنيا، وأخزاهم فيها. {ولهم عذابٌ أليمٌ}: في الدار الآخرة.
5. Yüce Allah, tanınmasını ve bunun sonucunda kendisine ibadet edilmesine, rızasını kazanmak için olanca gayreti harcamaya ve O’nu gazaplandıracak şeylerden de uzak kalmaya sevkedecek olan mükemmel ve pek büyük bazı sıfatlarını söz konusu ettikten sonra geçmiş ümmet ve nesillere neler yaptıklarını bize haber vermektedir ki bu ümmet ve nesillere dair haberler sonradan gelenler arasına anlatılmakta ve doğru sözlüler bunlara dair bilgiler vermektedir. Onlar, kendilerine hakkı getiren peygamberleri yalanlamışlar ve onlara karşı inatla direnmişlerdir. Bu sebeple de Allah “yaptıklarının cezasını” onlara dünyada tattırmış ve onları rezil rüsvay etmiştir. Âhirette ise “onlar için can yakıcı bir azap vardır.” Yüce Allah, onların bu şekilde cezaya çarptırılmanın sebebini de söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:
#
{6} ولهذا ذكر السبب في هذه العقوبة، فقال: {ذلك}: النكال والوبال الذي أحللناه بهم {بأنَّه كانت تأتيهم رُسُلُهم بالبيناتِ}؛ أي: بالآيات الواضحات الدالَّة على الحقِّ والباطل، فاشمأزُّوا واستكبروا على رسلهم، وقالوا: {أبشرٌ يهدونَنا}؛ أي: ليس لهم فضلٌ علينا؛ ولأيِّ شيءٍ خصَّهم الله دوننا؟! كما قال في الآية الأخرى: {قالتْ لهم رسُلُهم إن نحنُ إلاَّ بشرٌ مثلُكم ولكنَّ الله يمنُّ على مَن يشاءُ من عبادِه}: فهم حجروا فضل الله ومنَّته على أنبيائه أن يكونوا رسلاً للخلق، واستكبروا عن الانقياد لهم، فابْتُلوا بعبادة الأشجار والأحجار ونحوها، {فكفروا} بالله، {وتولَّوا} عن طاعته، {واستغنى الله} عنهم؛ فلا يبالي بهم ولا يضرُّه ضلالهم شيئاً. {والله غنيٌّ حميدٌ}؛ أي: هو الغنيُّ الذي له الغنى التامُّ المطلقُ من جميع الوجوه، الحميد في أقواله وأفعاله وأوصافه.
6. “Bu” başlarına getirdiğimiz ibretlik ceza ve musibetlerin “sebebi şudur: Peygamberleri onlara apaçık deliller” hak ve bâtıla delil teşkil eden apaçık belgeler “getiriyorlardı da” onlar bunlardan hoşlanmıyor ve peygamberlerine karşı büyüklenip: “Bize” herhangi bir üstünlüğü bulunmayan “bir insan mı yol gösterecekmiş!?” deyip küfre sapıyor ve yüz çeviriyorlardı.” Allah, hangi sebep dolayısı ile biz dururken özellikle onlara bu görevi vermiş? diyorlardı. Bir başka âyet-i kerimede de şöyle buyurulmaktadır: “Peygamberleri onlara şöyle demişti: Biz, ancak sizin gibi bir insanız. Ancak Allah kulları arasından dilediği kimselere lütufta bulunur.” (İbrahim, 14/11) Onlara inanmayanlar ise Allah’ın lütfunu ve peygamberlerine olan ihsanını sınırlandırmaya kalkıştılar, bu peygamberlerin insanlara elçi olarak gönderilmesini kabul etmeyip onlara itaatle boyun eğmeyi gururlarına yediremediler. Bundan dolayı da taşlara, ağaçlara ve benzeri varlıklara ibadet etmek belâ ve musibetine duçar oldular. Allah’ı “inkara sapıyor” ve O’na itaatten “yüz çeviriyorlardı.” Allah da onlara “muhtaç olmadığını”, onlara aldırmadığını ve onların sapıklıklarının kendisine hiçbir zarar vermediğini gösterdi. “Allah'ın hiçbir şeye/kimseye ihtiyacı yoktur, her türlü hamde layık olandır.” Yani bütün yönleri ile tam ve mutlak zengin ve hiçbir şeye muhtaç olmayandır; sözleri, fiilleri ve vasıfları dolayısı ile hamde, senâya ve övgüye layık olandır.
Ayet: 7 #
{زَعَمَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنْ لَنْ يُبْعَثُوا قُلْ بَلَى وَرَبِّي لَتُبْعَثُنَّ ثُمَّ لَتُنَبَّؤُنَّ بِمَا عَمِلْتُمْ وَذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ (7)}
7- Kâfir olanlar, öldükten sonra asla diriltilmeyeceklerini iddia ettiler. De ki: “Hayır, Rabbime yemin olsun ki mutlaka diriltileceksiniz. Sonra da yaptıklarınız size haber verilecektir. Bu Allah’a göre pek kolaydır.”
#
{7} يخبر تعالى عن عناد الكافرين وزعمهم الباطل وتكذيبهم بالبعث بغير علمٍ ولا هدىً ولا كتابٍ منيرٍ، فأمر أشرف خلقِهِ أن يُقْسِمَ بربِّه على بعثهم وجزائهم بأعمالهم الخبيثة وتكذيبهم بالحقِّ. {وذلك على الله يسيرٌ}: فإنَّه وإن كان عسيراً، بل متعذِّراً بالنسبة إلى الخلق؛ فإنَّ قُواهم كلهم لو اجتمعت على إحياء ميتٍ واحدٍ؛ ما قدروا على ذلك، وأمَّا الله تعالى، فإنَّه إذا أراد شيئاً؛ قال له: كنْ فيكون؛ قال تعالى: {ونُفِخَ في الصُّورِ فَصَعِقَ مَن في السموات ومن في الأرض إلاَّ مَن شاء الله ثم نُفِخَ فيه أخرى فإذا هم قيامٌ ينظُرونَ}.
7. Yüce Allah, kâfirlerin inatlarını, bâtıl kanâatlerini ve herhangi bir bilgiye dayanmaksızın, herhangi bir yol gösterici ve aydınlatıcı Kitap olmaksızın öldükten sonra dirilişi inkâr ettiklerini haber vermektedir. Bundan dolayı Yüce Allah, yarattıklarının en şereflisine, Rabbinin adına öldükten sonra onları dirilteceğine, kötü amellerinin ve hakkı yalanlayışlarının cezasını da onlara vereceğine dair yemin etmesini emretmektedir. "Bu, Allah’a göre pek kolaydır.” Yaratılmış varlıklar için bu çok zor, daha doğrusu imkânsız olsa da, onların hepsi tek bir ölüyü diriltmek için bütün güçleriyle bir araya gelseler bile buna güç yetiremeyecek olsalar da Yüce Allah, bir şeyin var olmasını diledi mi ona: Ol, der, o da hemen oluverir. “Sûra üfürülmüş -Allah’ın diledikleri müstesnâ- göklerde ve yerde olanların hepsi ölmüş olacaktır. Sonra ona ikinci bir defa üfürülür. O anda onlar ayağa kalkar ve bakınırlar.” (ez-Zümer, 39/68)
Ayet: 8 #
{فَآمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَالنُّورِ الَّذِي أَنْزَلْنَا وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ (8)}
8- O halde Allah’a, Rasulüne ve indirdiğimiz nura iman edin. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
#
{8} لمَّا ذكر تعالى إنكارَ مَنْ أنكر البعث، وأنَّ ذلك منهم موجبٌ كفرَهم بالله وآياته؛ أمر بما يعصمُ من الهلكة والشقاء، وهو الإيمان به وبرسوله وبكتابه ، وسمَّاه الله نوراً؛ لأنَّ النور ضدُّ الظلمة؛ فما في الكتاب الذي أنزله الله من الأحكام والشرائع والأخبار أنوارٌ يُهتدى بها في ظُلمات الجهل المدلهمَّة، ويمشى بها في حِنْدِسِ الليل البهيم، وما سوى الاهتداء بكتاب الله؛ فهي علومٌ ضررها أكثر من نفعها، وشرُّها أكثر من خيرها، بل لا خير فيها ولا نفع؛ إلاَّ ما وافق ما جاءت به الرسل، والإيمانُ بالله ورسوله وكتابه يقتضي الجزم التامَّ واليقين الصادق بها والعمل بمقتضى ذاك التصديق من امتثال الأوامر واجتناب النواهي. {والله بما تعملونَ خبيرٌ}: فيجازيكم بأعمالكم الصالحة والسيِّئة.
8. Yüce Allah, öldükten sonra dirilişi inkâr edenlerin inkârlarını söz konusu ettikten ve bu tutumlarının Allah’a ve O’nun âyetlerini inkâra götürdüğünü belirttikten sonra, helâk olmaktan ve bedbahtlıktan kurtarıcak hususu emretmektedir. Bu da Allah’a, Rasûlüne ve O’nun Kitabına iman etmektir. Allah, Kitabını Nur diye adlandırmaktadır. Çünkü nur, karanlığın zıddıdır. Allah’ın, Kitabında indirmiş olduğu hükümler, şer’î buyruklar ve bütün haberler, cahilliğin kopkoyu karanlıklarında kurtarıp hidâyet yolunu gösteren birer nurdur. Bunların aydınlığı ile kapkaranlık gecelerin karanlığında yürünülür. Hidâyet konusunda Allah’ın Kitabı dışındaki bilgilerin ise faydaları zararlarından, hayırları şerlerinden fazladır. Hatta peygamberlerin getirdikleri ile uyum arzedenler dışındakilerde hayır ve faydanın varlığından dahi söz edilemez. Allah’a, Rasûlüne ve Kitabına iman etmek, bunlara kesin olarak ve samimiyetle inanmayı, onları tasdik etmeyi, bu tasdikin gereği olan emirleri yerine getirip yasaklardan da kaçınmak sureti ile de amel etmeyi gerektirir. "Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” İyi amellerinizin mükâfatını ve kötü amellerinizin cezasını size verecektir.
Ayet: 9 - 10 #
{يَوْمَ يَجْمَعُكُمْ لِيَوْمِ الْجَمْعِ ذَلِكَ يَوْمُ التَّغَابُنِ وَمَنْ يُؤْمِنْ بِاللَّهِ وَيَعْمَلْ صَالِحًا يُكَفِّرْ عَنْهُ سَيِّئَاتِهِ وَيُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ (9) وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا أُولَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ خَالِدِينَ فِيهَا وَبِئْسَ الْمَصِيرُ (10)}
9- O gün Allah, sizleri toplanma gününde (diriltip) bir araya toplayacaktır. İşte bu, aldanış günüdür. Kim Allah’a iman edip salih amel işlerse Allah onun kötülüklerini örter ve onu ebedi kalmak üzere altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş da budur. 10- Kâfir olup âyetlerimizi yalanlayanlara gelince işte onlar da cehennemliklerdir ve orada ebediyen kalacaklardır. O, ne kötü bir dönüş yeridir!
#
{9} يعني: اذكُروا يومَ الجمع الذي يجمع الله به الأوَّلين والآخرين، ويقفُهم موقفاً هائلا عظيماً، وينبِّئهم بما عملوا؛ فحينئذٍ يظهر الفرق والتغابن بين الخلائق، ويُرفع أقوامٌ إلى علِّيين في الغرف العاليات والمنازل المرتفعات المشتملة على جميع اللَّذَّات والشهوات، ويُخفض أقوامٌ إلى أسفل سافلين محلِّ الهمِّ والغمِّ والحزن والعذاب الشديد، وذلك نتيجة ما قدَّموه لأنفسهم وأسلفوه أيَّام حياتهم، ولهذا قال: {ذلك يومُ التغابنِ}؛ أي: يظهر فيه التغابن والتفاوت بين الخلائق، ويغبن المؤمنون الفاسقين، ويعرِفُ المجرمون أنَّهم على غير شيء، وأنَّهم هم الخاسرون. فكأنَّه قيل: بأيِّ شيءٍ يحصلُ الفلاحُ والشقاء والنعيم والعذاب؟ فذكر [تعالى] أسباب ذلك بقوله: {ومَن يؤمِن بالله}: إيماناً تامًّا شاملاً لجميع ما أمر الله بالإيمان به، {ويعملْ صالحاً}: من الفرائض والنوافل؛ من أداء حقوق الله وحقوق عباده، {يُدْخِلْه جناتٍ تجري من تحتها الأنهار}: فيها ما تشتهيه الأنفسُ، وتلذُّ الأعينُ، وتختارهُ الأرواح، وتحنُّ إليه القلوب، ويكون نهاية كلِّ مرغوب. {خالدين فيها أبداً ذلك الفوزُ العظيمُ}.
9. Yani Yüce Allah’ın öncekileri ve sonrakileri toplayıp bir araya getireceği toplanma gününü düşünün. O gün Allah, onları çok dehşetli olan mahşerde durduracak ve yaptıklarını kendilerine haber verecektir. İşte o vakit insanlar arasındaki fark ve aldanış açıkça ortaya çıkacaktır. Birtakım kimseler, her türlü lezzet ve arzuyu ihtiva eden pek yüksek köşklerde, çok yüce konaklarda yüceler yücesine (a’lây-ı illiyîne) yükseltilecektir. Buna karşılık birtakım topluluklar da gam, keder, üzüntü ve çetin azabın yeri olan, aşağılar aşağısına (esfel-i safiline) alçaltacaktır. Bu ise kendileri için dünya hayatında iken yapıp gönderdiklerinin bir sonucudur. Bundan dolayı Yüce Allah “İşte bu, aldanış günüdür” buyurmaktadır. Yani o günde insanların aldanışlarının ve onlar arasındaki farklılıkların açığa çıkacağı bir gündür. O gün mü’minlerin durumu, fasıkların aldanmış olduklarını ortaya çıkaracak ve günahkârlar hakikat namına hiçbir şeye sahip olmadıklarını, gerçekten hüsrana uğrayanlar olduklarını anlamış olacaklardır. Sanki: Kurtuluş ile bedbahtlık, nimetlere nail olmak ile azaba mahkûm olmak neye göre olur? diye sorulmuş gibi Yüce Allah bunların sebeplerini söz konusu etmekte ve şöyle buyurmaktadır: "Kim Allah’a iman edip” Allah’ın iman edilmesini emretmiş olduğu bütün hususları kapsayacak şekilde tam anlamı ile iman ederse, Allah’ın da kullarının da haklarını edâ etmek sureti ile de farz ve nafile kabilinden “salih amel işlerse, Allah onun kötülüklerini örter ve onu ebedi kalmak üzere altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar.” O cennetler, canların çektiği, gözlerin zevk aldığı, ruhların tatmin olduğu, kalplerin kendisine bağlandığı, her türlü istek ve arzunun en nihai noktasının bulunduğu bir yerdir. “İşte büyük kurtuluş da budur.”
#
{10} {والذين كفروا وكذَّبوا بآياتنا}؛ أي: كفروا بها من غير مستندٍ شرعيٍّ ولا عقليٍّ، بل جاءتهم الأدلَّة والبيِّنات، فكذَّبوا بها وعاندوا ما دلَّت عليه، {أولئك أصحابُ النار خالدين فيها وبئسَ المصيرُ}: لأنَّها جمعت كلَّ بؤسٍ وشدةٍ وشقاءٍ وعذابٍ.
10. “Kâfir olup âyetlerimizi yalanlayanlara” şer’î ve aklî herhangi bir dayanakları olmaksızın bunları inkâr edenlere, kendilerine apaçık belgeler ve deliller gelmiş olmakla birlikte bunların gösterdikleri gerçekleri yalanlayarak onlara karşı inat edenlere “gelince onlar cehennemliklerdir ve orada ebediyen kalacaklardır. O, ne kötü bir dönüş yeridir!” Çünkü orada her türlü bedbahtlık, sıkıntı, ağır ve çetin azaplar vardır.
Ayet: 11 - 13 #
{مَا أَصَابَ مِنْ مُصِيبَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ وَمَنْ يُؤْمِنْ بِاللَّهِ يَهْدِ قَلْبَهُ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ (11) وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ فَإِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَإِنَّمَا عَلَى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ (12) اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ (13)}.
11- Allah’ın izni olmadıkça (kimsenin başına) hiçbir musibet gelmez. Kim Allah’a iman ederse O, onun kalbine hidâyet verir. Allah, her şeyi en iyi bilendir. 12- Allah’a itaat edin, peygambere de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz (bilin ki) peygamberimize düşen ancak apaçık bir tebliğdir. 13- Allah; O’ndan başka (hak) ilâh yoktur. O halde mü’minler yalnız Allah’a tevekkül etsinler.
#
{11} يقول تعالى: {ما أصاب من مصيبةٍ إلاَّ بإذنِ الله}: وهذا عامٌّ لجميع المصائب في النفس والمال والولد والأحباب ونحوهم؛ فجميع ما أصاب العباد بقضاء الله وقدره؛ قد سبق بذلك علمُ الله وجرى به قلمُه ونفذت به مشيئتُه واقتضتْه حكمتُه، ولكنَّ الشأن كل الشأن: هل يقومُ العبد بالوظيفة التي عليه في هذا المقام أم لا يقوم بها؟ فإنْ قام بها؛ فله الثواب الجزيل والأجر الجميل في الدُّنيا والآخرة؛ فإذا آمن أنها من عند الله، فرضي بذلك وسلَّم لأمره؛ هدى الله قلبه، فاطمأنَّ ولم ينزعجْ عند المصائب؛ كما يجري ممَّن لم يهدِ الله قلبه، بل يرزقه الله الثبات عند ورودِها والقيام بموجب الصبر، فيحصل له بذلك ثوابٌ عاجلٌ مع ما يدَّخر اللهُ له يوم الجزاء من الأجر العظيم ؛ كما قال تعالى: {إنَّما يُوَفَّى الصابرون أجرهم بغير حساب}. وعُلِمَ من ذلك أنَّ من لم يؤمنْ بالله عند ورود المصائب؛ بأن لم يلحظْ قضاء الله وقدره بل وقف مع مجرَّد الأسباب؛ أنَّه يُخذل ويَكِلُه الله إلى نفسه، وإذا وُكِلَ العبد إلى نفسه؛ فالنفس ليس عندها إلاَّ الهلع والجزع الذي هو عقوبةٌ عاجلةٌ على العبد قبل عقوبة الآخرة على ما فرَّط في واجب الصبر، هذا ما يتعلَّق بقوله: {ومَن يؤمِنْ بالله يَهْدِ قلبَه} في مقام المصائب الخاصِّ، وأمَّا ما يتعلَّق بها من حيث العموم اللَّفظيُّ؛ فإنَّ الله أخبر أنَّ كلَّ مَنْ آمنَ؛ أي: الإيمان المأمور به، وهو الإيمان بالله وملائكته وكتبه ورسله واليوم الآخر والقدر خيره وشرِّه، وصدَّق إيمانه بما يقتضيه الإيمان من لوازمه وواجباته؛ أنَّ هذا السبب الذي قام به العبدُ أكبرُ سببٍ لهداية الله له في أقواله وأفعاله وجميع أحواله وفي علمه وعمله، وهذا أفضل جزاءٍ يعطيه الله لأهل الإيمان؛ كما قال تعالى مخبراً أنَّه يثبِّت المؤمنين في الحياة الدنيا وفي الآخرة، وأصل الثبات ثباتُ القلب وصبرُه ويقينُه عند ورود كلِّ فتنة، فقال: {يُثبِّتُ الله الذين آمنوا بالقول الثابتِ في الحياة الدُّنيا وفي الآخرة}؛ فأهلُ الإيمان أهدى الناس قلوباً وأثبتُهم عند المزعجات والمقلقات، وذلك لما معهم من الإيمان.
11. “Allah’ın izni olmadıkça (kimsenin başına) hiçbir musibet gelmez.” Bu; can, mal, evlât, sevilen şeyler vb. gibi her bir konuda gelip çatan bütün musibetler hakkında umumidir. Kullara ne isabet ederse Allah’ın kaza ve kaderi iledir. Yüce Allah, bunların olacaklarını önceden bilmiştir, Kalemi bunları yazmıştır, bu konuda meşîeti gerçekleşmiştir ve hikmeti de bunu gerektirmiştir. Fakat esas mesele şudur: Kul, böyle bir konumda üzerindeki görevi yerine getirecek midir getirmeyecek midir? Eğer görevini yerine getirecek olursa onun için dünyada da âhirette de pek büyük ecir ve oldukça güzel bir mükâfat vardır. Eğer bu musibetin Allah’tan geldiğine inanıp buna razı olur ve işini Allah’a havale ederse, Allah kalbine hidâyet verir ve bunun sonucunda kalbi huzur ve sükun bulur. Allah’ın kalbine hidâyet vermediği kimselerde görüldüğü şekli ile musibetler dolayısı ile dehşete düşüp feveran etmez. Aksine ona Yüce Allah, bu musibetlerin gelmesi esnasında sebat ihsan eder ve sabrın gereklerini yerine getirmesini sağlar. Böylelikle o, onun için Kıyamet gününe saklanacak pek büyük mükâfatların yanında dünyevî mükâfatları da elde eder. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Sabredenlere mükafatları hiç şüphesiz hesapsız verilir.” (ez-Zümer, 39/10) Buradan şu da anlaşılmaktadır: Musibetlerin geldiği esnada Allah’ın kaza ve kaderini göz önünde bulundurmayarak Allah’a iman etmeyen, aksine sadece sebeplere bağlı kalan kimselere Allah’ın yardımı erişmez ve Allah, o kimseleri kendi hallerine bırakır. Kul, kendi haline bırakılacak olursa onda tahammülsüzlükten ve sabırsızlıktan başka bir şey görülmez. Bu ise kulun âhiretteki cezasından önce daha dünyada iken cezalandırılması demektir. Bu cezaya sebep ise yerine getirmesi gereken sabırdaki kusurudur. Yüce Allah’ın: “Kim Allah’a iman ederse O, onun kalbine hidâyet verir” buyruğunun, musibetlerle ilgili özel konumuna dair hususi açıklaması böyledir. Buyruğun umumi anlamı açısından söyleneceklere gelince Yüce Allah şunu haber vermektedir: Allah’a, meleklerine, Kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, hayrı ve şerri ile kadere inanıp emrolunduğu şekilde iman etmek ve imanın gerektirdiği vazifeleri yerine getirerek imanı doğrulamak… işte kulun yerine getireceği bu sebep, Allah’ın, kendisine sözlerinde, fiillerinde, bütün hallerinde, ilim ve amellerinde hidâyet nasip etmesini sağlayan en büyük sebeptir. Bu, Yüce Allah’ın iman ehline vermiş olduğu en üstün ve en değerli mükâfattır. Nitekim Yüce Allah, mü’minlere dünya hayatında da âhiret hayatında da sebat vereceğini bildirmiştir. Asıl sebat ise her türlü imtihan ve sıkıntı ile karşı karşıya kalınması esnasında kalbin sabır ve sebat göstermesi ve sağlam inancının hiçbir şekilde sarsıntıya uğramamasıdır. Yüce Allah, bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Allah iman edenlere dünya hayatında da âhirette de sarsılmaz sözle sebat verir.” (İbrahim, 14/27) İnsanlar arasında kalpleri en doğru olan, insanı tedirgin ve huzursuz eden olaylar karşısında en sarsılmaz olanlar iman ehli kimselerdir. Bunun sebebi de sahip oldukları imandır.
#
{12} وقوله: {وأطيعوا الله وأطيعوا الرسولَ}؛ أي: في امتثال أمرهما واجتناب نهيهما؛ فإنَّ طاعة الله وطاعة رسولِهِ مدارُ السعادة وعنوانُ الفلاح، {فإن تولَّيْتُم}؛ أي: عن طاعة الله وطاعة رسوله، {فإنَّما على رسولنا البلاغُ المبينُ}؛ أي: يبلِّغُكم ما أرسل به إليكم بلاغاً بيِّناً واضحاً، فتقوم عليكم به الحجَّة، وليس بيده من هدايتكم ولا من حسابكم شيءٌ ، وإنَّما يحاسبكم على القيام بطاعة الله وطاعة رسوله أو عدم ذلك، عالمُ الغيب والشهادة.
12. “Allah’a itaat edin, peygambere de itaat edin.” Yani onların emirlerini yerine getirin ve yasaklarından uzak durun. Şüphesiz ki Allah’a itaat de peygamberine itaat de mutluluğun temeli ve kurtuluşun adresidir. “Eğer” Allah’a ve Rasûlüne itaat etmekten “yüz çevirirseniz (bilin ki) peygamberimize düşen ancak apaçık bir tebliğdir.” Yani o, kendisi ile gönderilenleri size tebliğ etmek üzere açık seçik bir şekilde bildirir, açıklar. Böylelikle size karşı delil ortaya konmuş olur. Sizin hidâyete iletilmeniz onun elinde olmadığı gibi sizin hesabınızı görmek de ona düşmez. Allah’a ve Rasûlüne itaat edip etmemekten dolayı sizi hesaba çekecek olan, gizli ve açık her şeyi bilen Yüce Allah’tır.
#
{13} {الله} الذي {لا إله إلاَّ هو}؛ أي: هو المستحق للعبادة والألوهيَّة؛ فكل معبودٍ سواه فباطلٌ. {وعلى الله فليتوكَّل المؤمنون}؛ أي: فليعتمدوا عليه في كلِّ أمرٍ نابهم وفيما يريدون القيام به؛ فإنَّه لا يتيسَّر أمرٌ من الأمور إلاَّ بالله ولا سبيل إلى ذلك إلاَّ بالاعتماد على الله، ولا يتمُّ الاعتماد على الله حتى يُحْسِنَ العبدُ ظنَّه بربِّه ويثق به في كفايته الأمر الذي يعتمد عليه به، وبحسب إيمان العبد يكون توكُّله قوةً وضعفاً.
13. “Allah; O’ndan başka (hak) ilâh yoktur.” İbadete ve uluhiyete/ilâhlığa lâyık olan yalnız O’dur. O’nun dışındaki bütün mabudlar ise bâtıldır, sahtedir. "O halde mü’minler yalnız Allah’a tevekkül etsinler.” Karşı karşıya kaldıkları bütün hususlarda, yerine getirmek istedikleri her şeyde sadece O’na güvenip dayansınlar. Çünkü Allah’ın yardımı olmadan hiçbir iş kolayca yerine getirilemez. Bunun tek yolu, Allah’a güvenip dayanmaktır. Allah’a güvenip dayanmak ise kulun Rabbi hakkında hüsn-ü zan beslemesi, O’na güvenip dayandığı hususlarda Allah’ın kendisine yeterli olacağına tam olarak güven duyması ile gerçekleşir. Kulun, tevekkülünün güçlü ya da zayıf olması da sahip olduğu iman oranındadır.
Ayet: 14 - 15 #
{يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ مِنْ أَزْوَاجِكُمْ وَأَوْلَادِكُمْ عَدُوًّا لَكُمْ فَاحْذَرُوهُمْ وَإِنْ تَعْفُوا وَتَصْفَحُوا وَتَغْفِرُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (14) إِنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌ وَاللَّهُ عِنْدَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ (15)}
14- Ey iman edenler! Şüphesiz eşleriniz ve evlâtlarınız içinde size düşman olanlar vardır. O halde onlara karşı dikkatli olun. Bununla beraber şâyet affeder, kusurlarına aldırmaz ve bağışlarsanız (bilin ki) Allah da çok bağışlayıcıdır, pek merhametlidir. 15- Mallarınız da evlâtlarınız da ancak bir imtihandır. Büyük mükâfat ise yalnız Allah katındadır.
#
{14 ـ 15} هذا تحذيرٌ من الله للمؤمنين عن الاغترار بالأزواج والأولاد؛ فإنَّ بعضهم عدوٌّ لكم، والعدوُّ هو الذي يريد لك الشرَّ، فوظيفتُك الحذرُ ممَّن هذه صفته ، والنفس مجبولة على محبّة الأزواج والأولاد، فنصح تعالى عباده أن توجب لهم هذه المحبة الانقياد لمطالب الأزواج والأولاد، التي فيها محذورٌ شرعيٌّ ، ورغَّبهم في امتثال أوامره وتقديم مرضاته بما عنده من الأجر العظيم، المشتمل على المطالب العالية والمحابِّ الغالية، وأن يؤثِروا الآخرة على الدُّنيا الفانية المنقضية. ولما كان النهيُ عن طاعة الأزواج والأولاد فيما هو ضررٌ على العبد والتحذير من ذلك قد يوهِمُ الغِلْظَةَ عليهم وعقابهم؛ أمَرَ تعالى بالحذر منهم والصفح عنهم والعفو؛ فإنَّ في ذلك من المصالح ما لا يمكن حصرُه، فقال: {وإن تَعْفوا وتَصْفَحوا وتَغْفِروا فإنَّ الله غفورٌ رحيمٌ}؛ لأنَّ الجزاء من جنس العمل؛ فمن عفا؛ عفا الله عنه، ومن صَفَحَ؛ صفح [اللَّه] عنه، ومن عامَلَ الله [تعالى] فيما يحبُّ، وعامل عباده بما يحبُّون وينفعهم؛ نال محبَّة الله ومحبَّة عباده واستوسق له أمره.
14-15. Bu buyruklarla Yüce Allah, mü’minleri eşlere ve çocuklara aldanmaktan sakındırmaktadır. Çünkü bunların kimisi sizin için düşmandır. Düşman ise senin kötülüğünü isteyen kimsedir. O halde senin görevin bu nitelikte olan kimselere karşı dikkatli olmaktır. Eşleri ve çocukları sevmek, insanın mayasında olan bir özelliktir. O bakımdan Yüce Allah, kullarına öğüt vererek mayalarında bulunan bu sevginin, eş ve çocukların dini bakımdan sakıncalı olan isteklerine boyun eğmeye götürmemesi gerektiğini bildirmekte, kendi emirlerini yerine getirmeye, nezdindeki bulunan pek üstün gayeleri ve çok değerli şeyleri ihtiva eden pek büyük mükâfatı da kapsayan rızasını öncelemelerini ve âhireti geçip giden fani dünyaya tercih etmelerini emretmektedir. Kula zararlı olan hususlarda eşlere ve çocuklara itaati yasaklayıp bundan sakındırmanın, onlara karşı sert ve kaba davranmayı ve onları cezalandırmayı ihtimal olarak beraberinde getirebileceğinden dolayı Yüce Allah, onlara karşı dikkatli olmayı emretmekle birlikte onları affedip bağışlamayı da emretmektedir. Çünkü böylesi bir tutumda sayılamayacak kadar çok faydalar vardır. Bu sebeple Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Bununla beraber şâyet affeder, kusurlarına aldırmaz ve bağışlarsanız (bilin ki) Allah da çok bağışlayıcıdır, pek merhametlidir.” Çünkü amel ne tür olursa ona verilecek olan karşılık da o türdendir. Dolayısıyla affedeni Allah da affeder, bağışlayanı Allah da bağışlar. Allah’a karşı O’nun sevdiği şekilde hareket eden, kullarına karşı da onların sevdikleri ve onlara faydalı olacak şekilde muamele eden bir kimse, hem Allah’ın sevgisine nail olur, hem de kulların sevgisini kazanır ve işi derli toplu olur.
Ayet: 16 - 18 #
{فَاتَّقُوا اللَّهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَأَطِيعُوا وَأَنْفِقُوا خَيْرًا لِأَنْفُسِكُمْ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (16) إِنْ تُقْرِضُوا اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا يُضَاعِفْهُ لَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ وَاللَّهُ شَكُورٌ حَلِيمٌ (17) عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ (18)}.
16- O halde Allah’a karşı gücünüz yettiği kadar takvalı olun, dinleyin, itaat edin ve kendi yararınıza olmak üzere infâk edin. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. 17- Eğer Allah’a güzel bir borç verirseniz O, onun mükafatını size kat kat fazlasıyla verir ve sizi bağışlar. Allah Şekûrdur, Halîmdir. 18- Gizliyi de açığı da bilendir. Azîzdir, Hakîmdir.
#
{16} يأمر تعالى بتقواه التي هي امتثالُ أوامره واجتنابُ نواهيه، وقيَّد ذلك بالاستطاعة والقدرة. فهذه الآية تدلُّ على أنَّ كلَّ واجبٍ عجز عنه العبد يسقُطُ عنه، وأنَّه إذا قدر على بعض المأمور وعجز عن بعضه؛ فإنَّه يأتي بما يقدر عليه ويسقُطُ عنه ما يعجزُ عنه؛ كما قال النبيُّ - صلى الله عليه وسلم -: «إذا أمرتُكم بأمرٍ؛ فأتوا منه ما استطعتُم ». ويدخل تحت هذه القاعدة الشرعيَّة من الفروع ما لا يدخُل تحت الحصر. وقوله: {واسمعوا}؛ أي: اسمعوا ما يعِظُكم الله به وما يَشْرَعُه لكم من الأحكام واعلموا ذلك وانقادوا له، {وأطيعوا}: الله ورسولَه في جميع أموركم، {وأنفِقوا}: من النفقات [الشرعية] الواجبة والمستحبَّة؛ يَكُنْ ذلك الفعل منكم خيراً لكم في الدُّنيا والآخرة؛ فإنَّ الخير كلَّه في امتثال أوامر الله [تعالى] وقَبول نصائحه والانقياد لشرعه، والشرَّ كلَّه في مخالفة ذلك، ولكن ثَمَّ آفةٌ تمنعُ كثيراً من الناس من النفقة المأمور بها، وهو الشحُّ المجبولة عليه أكثر النفوس؛ فإنَّها تشحُّ بالمال وتحبُّ وجوده وتكره خروجه من اليد غاية الكراهة، فمن وقاه اللَّهُ [تعالى] {شُحَّ نفسِه}: بأن سمحت نفسه بالإنفاق النافع لها، {فأولئك هم المفلحونَ}: لأنَّهم أدركوا المطلوب ونجوا من المرهوب، بل لعلَّ ذلك شاملٌّ لكلِّ ما أمر به العبدُ ونهي عنه؛ فإنَّه إن كانت نفسُه شحيحةً لا تنقاد لما أمرت به ولا تخرِج ما قِبَلَها؛ لم يفلح، بل خسر الدنيا والآخرة، وإن كانت نفسه نفساً سمحة مطمئنةً منشرحةً لشرع الله طالبةً لمرضاته ؛ فإنَّها ليس بينها وبين فعل ما كلِّفت به إلاَّ العلم به ووصول معرفته إليها والبصيرة بأنَّه مُرضٍ لله [تعالى]، وبذلك تفلح وتنجح وتفوز كلَّ الفوز.
16. Yüce Allah, emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmak demek olan takvâyı emretmektedir. Bu takvâya da güç yetirebilme kaydını getirmektedir. Bu âyet-i kerime, kulun âciz olduğu her bir görevin kuldan düşeceğine, birtakım işlere güç yetirebildiği halde bazılarından âcce düşecek olursa güç yetirebileceği kadarını yerine getereceğine, âciz kaldığı hususların da ondan düşeceğine delil teşkil etmektedir. Nitekim Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmaktadır: “Size bir hususu emredecek olursam, onu gücünüz yettiği kadarı ile yerine getirin.” Bu şer’î kaidenin kapsamına sayılamayacak kadar çok fer’î hüküm girmektedir. "Dinleyin” Allah’ın size verdiği öğütlere, size teşrî’ etmiş olduğu hükümlere kulak verin. Bunları iyice öğrenin, belleyin, onlara gereği gibi bağlanın. Allah’a ve Rasûlüne de bütün işlerinizde “itaat edin.” Dünya ve âhirette “kendi yararınıza olmak üzere” farz ve müstehab türünden olan nafakaları vermek sureti ile “infâk edin.” Bu sizin için hayırlıdır. Çünkü hayır, tamamı ile Allah’ın emirlerini yerine getirmek, O’nun öğütlerini kabul etmek, şeriatine tam anlamı ile bağlanmaktır. Şer ise tamamı ile bunlara muhalefet etmektir. Ancak ortada insanların birçoğunu, emrolunan infâkı yerine getirmekten alıkoyan bir âfet vardır. O da pek çok kişinin mayasında bulunan cimriliktir. Nefis mala düşkündür, cimrilik gösterir. Malın var olmasını arzu eder ve malın elden çıkmasından hiç hoşlanmaz. İşte “kim nefsinin cimriliğinden” faydasına olan infâkı gönül hoşluğu ile yapmak sureti “ile korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” Çünkü bunlar istediklerini elde etmiş ve korktukları şeylerden kurtulmuş kimselerdir. Bu buyruğun, kula verilen bütün emirleri ve bütün yasakları kapsaması da muhtemeldir. Çünkü kişinin nefsinde cimrilik varsa, verilen emirlere itaat etmez ve yerine getirmesi emrolunduğu nafakaları çıkarıp vermezse asla kurtuluşa eremez. Aksine dünyayı da âhireti de kaybeder. Ama eğer kişi cömert olursa, Allah’ın şeriatını gönül hoşluğu ve huzur ile kabul ederse, rızasını talep ederse, mükellef kılındığı şeyleri yerine getirmesi için sadece bu mükellefiyetleri bilmesi, bunları öğrenmesi ve onların Allah’ı razı edecek şeyler olduğunu görmesi yeterlidir. Böylelikle o kişi kurtulur, başarıya ulaşır ve istediklerine nâil olur.
#
{17} ثم رغَّب تعالى في النفقة، فقال: {إن تقرِضوا الله قرضاً حسناً}: وهو كلُّ نفقة كانت من الحلال إذا قَصَدَ بها العبدُ وجه الله تعالى ووضعها موضعها، {يضاعِفْه لكم}: النفقة بعشر أمثالها إلى سبعمائة ضعفٍ إلى أضعافٍ كثيرة، {و} مع المضاعفة أيضاً {يَغْفِرْ} اللهُ {لكم}: بسبب الإنفاق والصدقة ذنوبَكم؛ فإنَّ الذُّنوبَ يكفرها [اللَّهُ] بالصدقات والحسنات؛ {إنَّ الحسنات يُذْهِبْنَ السيئات}. {والله شكورٌ حليمٌ}: لا يعاجِلُ من عصاه، بل يُمْهِلُه ولا يُهْمِلُه، {ولو يؤاخِذُ اللهُ الناس بما كَسَبوا ما ترك على ظهرها من دابَّةٍ ولكن يؤخِّرُهم إلى أجلٍ مسمًّى}، والله تعالى شكورٌ، يقبلُ من عباده اليسير من العمل، ويجازيهم عليه الكثير من الأجر، ويشكر تعالى لمن تحمَّل من أجله المشاقَّ والأثقال وأنواع التَّكاليف الثقال، ومن ترك شيئاً لله؛ عوَّضه الله خيراً منه.
17. Daha sonra Yüce Allah, infâkta bulunmayı teşvik ederek şöyle buyurmaktadır: “Eğer Allah’a güzel bir borç verirseniz” bu; helâl kazançtan yapılan her türül infâktır. Kul, eğer bu yaptığı infaklarla Allah’ın rızasını gözetir ve bu harcamaları gereken yerde yapacak olursa Allah “onun mükafatını size kat kat fazlasıyla verir.” Yaptığınız infakı on katından yedi yüz katına ve daha pek çok katına kadar mükâfatlandırır “ve” bu mükâfatlandırma ile birlikte günahlarınızı da bu infâk ve sadakadan ötürü “bağışlar.” Çünkü sadakalar ve yapılan iyilikler, günahlara kefarettir, onları örter: “Çünkü iyilikler kötülükleri giderir.” (Hûd, 11/114) “Allah Şekûrdur, Halimdir.” Kendisine isyan edenlerin cezasını çabucak vermez. Aksine onlara mühlet verir, fakat cezalandırmayı da ihmal etmez: “Eğer Allah kazandıkları sebebi ile insanları cezalandıracak olsa o (yeryüzünün) sırtında dolaşanların hiçbirini bırakmazdı. Fakat O, bunları belirlenmiş bir vakte kadar ertelemektedir.” (Fâtır, 35/45) Yüce “Allah Şekûrdur” kullarının iyi amellerini az dahi olsa kabul eder ve bu amellerine çok mükafat verir. Ayrıca Yüce Allah, kendi uğrunda zorluklara ve ağır yükümlülüklere katlananlara, çeşitli türden ağır mükellefiyetleri yerine getirmeye çalışanlara mükafat verir. Bu uğurda birtakım şeyleri terk edenlere de onlardan daha hayırlısını verir.
#
{18} {عالمُ الغيبِ والشهادةِ}؛ أي: ما غاب من العباد من الجنود التي لا يعلمها إلاَّ هو وما يشاهدونه من المخلوقات. {العزيزُ}: الذي لا يغالَب ولا يمانَع، الذي قهر جميع الأشياء. {الحكيمُ}: في خلقه وأمره، الذي يضع الأشياء مواضعها.
18. “Gizliyi de açığı da bilendir.” Yani kullar için gizli kalan ve kendisinden başka hiçkimsenin bilmediği orduları da onların görüp tanık oldukları varlıkları da O bilir. “Azîzdir.” Hiçbir kimse O’nu yenik düşüremez, kimse O’na karşı koyamaz, her şey O’nun emrinin mahkûmudur. "Hakîmdir.” Yaratması da emri de yerli yerince olandır, her şeyi hak ettiği yere yerleştirendir.
Teğâbun Sûresi’nin tefsiri burada sona ermektedir. Yüce Allah’a hamdolsun.
***