Ayet:
62- CUMA SÛRESİ
62- CUMA SÛRESİ
(Medine’de inmiştir. 11 âyettir)
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adı ile.
Ayet: 1 #
{يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ (1)}.
1- Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Melik, Kuddûs, Azîz ve Hakîm olan Allah’ı tesbih eder.
#
{1} {الملكِ القدوسِ العزيزِ الحكيمِ}؛ أي: يسبح لله وينقاد لأمره ويتألَّهه ويعبده جميعُ ما في السموات والأرض؛ لأنَّه الكامل الملك، الذي له ملك العالم العلويِّ والسفليِّ؛ فالجميعُ مماليكه وتحت تدبيره. القُدُّوس المعظَّم المنزَّه عن كل آفة ونقص. العزيز القاهر للأشياء كلِّها. الحكيم في خلقه وأمره؛ فهذه الأوصاف العظيمة تدعو إلى عبادة الله وحدَه لا شريك له.
1. Yani göklerde ve yerde bulunan her şey, Allah’ı tesbih etmekte, emrine boyun eğmekte, O’nu ilâh tanıyarak O’na ibadet etmektedir. Çünkü O, ulvi ve süfli âlemlerin mutlak sahibi ve egemeni olan, mülkü kemâl derecesinde olan Meliktir. Hepsi O’nun mülküdürler. O’nun iradesi ve tasarrufu altındadırlar. O, “Kuddûs” Ta’zim olunan, her türlü afet ve eksiklikten münezzeh olandır; “Azîz” her şeye boyun eğdirendir; “Hakîm” yaratması ve emirleri sonsuz hikmetler ihtiva edendir. İşte bütün bu yüce sıfatlar hiçbir şeyi ortak koşmaksızın yalnızca Yüce Allah’a ibadet etmeye çağırmaktadır.
Ayet: 2 - 4 #
{هُوَ الَّذِي بَعَثَ فِي الْأُمِّيِّينَ رَسُولًا مِنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ (2) وَآخَرِينَ مِنْهُمْ لَمَّا يَلْحَقُوا بِهِمْ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ (3) ذَلِكَ فَضْلُ اللَّهِ يُؤْتِيهِ مَنْ يَشَاءُ وَاللَّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ (4)}.
2- Ümmîlere kendi içlerinden onlara Allah'ın âyetlerini okuyan, onları arındıran, onlara Kitap ve hikmeti/sünneti öğreten bir Peygamber gönderen O’dur. Halbuki daha önce onlar gerçekten apaçık bir sapkınlık içinde idiler. 3- (O, bu peygamberi) henüz onlara yetişmemiş olan diğer insanlara da (göndermiştir). O Azîzdir, Hakîmdir. 4- İşte bu, Allah’ın lütfudur ki O, onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.
#
{2} {هو الذي بَعَثَ في الأمِّيِّين رسولاً}: المراد بالأمِّيِّين الذين لا كتاب عندهم ولا أثر رسالة من العرب وغيرهم ممَّن ليسوا من أهل الكتاب، فامتنَّ الله تعالى عليهم منَّةً عظيمةً أعظم من منَّته على غيرهم؛ لأنهم عادمون للعلم والخير، وكانوا في {ضلال مبين}؛ يتعبدون للأصنام والأشجار والأحجار، ويتخلَّقون بأخلاق السباع الضارية، يأكل قويُّهم ضعيفَهم، وقد كانوا في غاية الجهل بعلوم الأنبياء، فبعث الله فيهم رسولاً منهم يعرِفون نسبه وأوصافه الجميلة وصدقه، وأنزل عليه كتابه، {يَتْلو عليهم آياتِهِ}: القاطعة الموجبة للإيمان واليقين، {ويزكِّيهم}: بأن يفصِّل لهم الأخلاق الفاضلة ويحثَّهم عليها ويزجرهم عن الأخلاق الرذيلة، {ويعلِّمُهم الكتاب والحكمة}؛ أي: علم الكتاب والسنة، المشتمل على علوم الأوَّلين والآخرين، فكانوا بعد هذا التعليم والتزكية من أعلم الخلق، بل كانوا أئمة أهل العلم والدين وأكمل الخلق أخلاقاً وأحسنهم هدياً وسمتاً، اهتدوا بأنفسهم، وهَدَوا غيرهم، فصاروا أئمة المهتدين وقادة المتقين ، فلله تعالى عليهم ببعثة هذا الرسول أكملُ نعمة وأجلُّ منحة.
2. “Ümmîlere kendi içlerinden… bir Peygamber gönderen O’dur.” Ümmîlerden kasıt, ilâhi Kitapları olmayan, risaletten yana ellerinde bir miras bulunmayan, gerek Araplardan gerek Arap olmayanlar arasından Kitap ehli olmayan kimseler demektir. Yüce Allah, onlara öyle büyük bir lütuf ve ihsanda bulunmuştur ki bu, başkalarına olan lütuf ve ihsanından daha büyüktür. Çünkü onlar, ilim ve hayırdan yoksun ve apaçık bir sapıklık içindeydiler. Putlara, ağaçlara, taşlara tapıyorlardı Yırtıcı hayvanlar gibi davranıyorlar, güçlüleri güçsüzlerini yiyip bitiriyordu. Peygamberlerin getirdiği bilgileri bilmeyen, son derece cahil kimselerdiler. İşte Allah onlara kendi içlerinden nesebini, güzel sıfatlarını ve doğruluğunu bildikleri bir peygamber gönderdi. Bu peygambere Kitabını indirdi. Bu peygamber de onlara o Kitabı, iman etmelerini ve yakine ulaşmalarını gerektiren ve son derece kesin olan Allah'ın âyetlerini okuyordu. Yine bu peygamber üstün ahlâkı kendilerine geniş geniş açıklayarak, bu ahlâka sahip olmayı onlara teşvik ederek, kötü ve bayağı huylardan da uzak durmalarını isteyerek onları arındırmaktaydı. O, “onlara Kitap ve hikmeti/sünneti öğreten” bir peygamberdi. Yani öncekilerin de sonrakilerin de ilimlerini ihtiva eden Kitap ve sünnet ilmini öğretirdi. Bu öğretme ve arındırmanın akabinde onlar, insanların en bilginleri oldular. Hatta ilim ve din sahibi kimselerin önderleri, insanların ahlâken en mükemmelleri, doğruluk ve yaşayışları itibari ile en güzelleri oldular. Hem bizzat kendileri hidâyet buldular, hem de başkalarını hidâyete erdirdiler. Böylelikle hidâyete ermişlerin önderleri, takvâ sahiplerinin liderleri oldular. Bu yüzden bu peygamberi göndermesi sebebi ile Allah’ın onlara ihsan ettiği nimet, en mükemmel nimet, bu bağış en üstün ve en değerli bağıştır.
#
{3} وقوله: {وآخرين منهم لَمَّا يَلْحَقوا بهم}؛ أي: وامتنَّ على آخرين من غيرهم، أي: من غير الأمِّيِّين ممَّن يأتي بعدهم ومن أهل الكتاب {لما يلحقوا بهم}؛ أي: فيمن باشر دعوة الرسول؛ يحتمل أنَّهم لَمَّا يلحقوا بهم في الفضل، ويحتمل أن يكونوا لمَّا يلحقوا بهم في الزمان، وعلى كلٍّ؛ فكلا المعنيين صحيحٌ؛ فإن الذين بعث الله فيهم رسوله وشاهدوه وباشروا دعوته حصل لهم من الخصائص والفضائل ما لا يمكن أحداً أن يلحقَهم فيها.
3. (O, bu peygamberi) henüz onlara yetişmemiş olan diğer insanlara da (göndermiştir).” Böylece o ümmilerin dışında başkalarına da lütuf ve ihsanda bulunmuştur. Yani o, ümmîlerin dışında kalıp kendilerinden sonra gelenlere de Kitap ehlinden olup da kendilerine yetişmemiş olanlara da kısaca Allah Rasûlünün davetine muhatap olanlar içerisinde bulunmayanlara da bir lütuftur. "onlara yetişmemiş olan” ifadesinin, “fazilet yönünden onlara yetişememiş olanlar” manasına gelme ihtimali olduğu gibi “zaman itibari ile onlara yetişmemiş olanlar” manasına gelmesi de ihtimal dahilindedir. Mana her iki halde de doğrudur. Çünkü Allah’ın, kendilerine peygamberini gönderdiği, onu gören, onun davetine doğrudan muhatap olan ve bu daveti kabul eden kimseler, öyle özellik ve faziletlere kavuşmuşlardır ki, bu fazilet ve özellikler noktasında herhangi bir kimsenin onlara yetişmesine imkân yoktur. Bu da Yüce Allah’ın izzet ve hikmetinin bir tecellisidir.
#
{4} وهذا من عزَّته وحكمته؛ حيث لم يترك عباده هَمَلاً ولا سُدىً، بل ابتعث فيهم الرسل وأمرهم ونهاهم، وذلك من [فضل اللَّه العظيم] الذي يؤتيه مَن يشاءُ من عباده، وهو أفضل من نعمته عليهم بعافية البدن وسعة الرزق وغير ذلك من النِّعم الدُّنيوية؛ فلا أفضل من نعمة الدين التي هي مادة الفوز والسعادة الأبديَّة.
4. Çünkü O, kullarını ihmal etmemiş, başıboş bırakmamıştır. Aksine aralarından peygamberler göndermiş, onlara emir ve yasaklarını bildirmiştir. Bu da Yüce Allah’ın kulları arasından dilediği kimselere ihsan ettiği pek büyük lütfunun bir tecellisidir. Böyle bir lütuf, bedeni âfiyet, rızık bolluğu ve ibenzer dünyevî nimetlerin hepsinden daha büyük ve daha üstündür. Kurtuluşun ve ebedî mutluluğun kaynağı olan din nimetinden daha büyük hiçbir nimet yoktur.
Ayet: 5 - 8 #
{مَثَلُ الَّذِينَ حُمِّلُوا التَّوْرَاةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ أَسْفَارًا بِئْسَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ (5) قُلْ يَاأَيُّهَا الَّذِينَ هَادُوا إِنْ زَعَمْتُمْ أَنَّكُمْ أَوْلِيَاءُ لِلَّهِ مِنْ دُونِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ (6) وَلَا يَتَمَنَّوْنَهُ أَبَدًا بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِالظَّالِمِينَ (7) قُلْ إِنَّ الْمَوْتَ الَّذِي تَفِرُّونَ مِنْهُ فَإِنَّهُ مُلَاقِيكُمْ ثُمَّ تُرَدُّونَ إِلَى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (8)}.
5- Tevrat’la yükümlü tutulup da sonra bu yükümlülüğü yerine getirmeyenlerin misali, koca koca kitaplar taşıyan eşeğin misali gibidir. Allah’ın âyetlerini yalanlayan toplumun misali ne kötüdür! Allah zalim toplumu hidâyete iletmez. 6- De ki: “Ey Yahudiler! Madem siz, insanlar içinde sadece kendinizin Allah’ın dostları olduğunuzu iddia ediyorsunuz o halde eğer (bu iddianızda) samimi iseniz haydi ölümü temenni edin (de görelim).” 7- Ama kendi elleriyle yaptıklarından ötürü ölümü asla temenni etmezler. Allah zâlimleri çok iyi bilir. 8- De ki: “Sizin kendisinden kaçıp durduğunuz o ölüm var ya, işte o kesinlikle karşınıza çıkacaktır. Sonra gizliyi de açığı da bilen Allah’a döndürüleceksiniz de O da yapmakta olduklarınızı size haber verecektir.”
#
{5} لمَّا ذكر تعالى منَّته على هذه الأمة الذين بَعَثَ فيهم النبيَّ الأميَّ وما خصَّهم الله [به] من المزايا والمناقب التي لا يلحقهم فيها أحدٌ، وهم الأمة الأميَّة، الذين فاقوا الأوَّلين والآخرين، حتى أهل الكتاب الذين يزعمون أنهم العلماء الربانيون والأحبار المتقدِّمون؛ ذكر أن الذين حمَّلهم الله التوراة من اليهود وكذا النصارى وأمرهم أن يتعلَّموها ويعملوا بها فلم يحملوها ولم يقوموا بما حُمِّلوا به؛ أنَّهم لا فضيلة لَهم، وأنَّ مَثَلَهم كمثل الحمار الذي يحمل فوق ظهره أسفاراً من كتب العلم؛ فهل يستفيد ذلك الحمار من تلك الكتب التي فوق ظهره؟! وهل تلحقه فضيلةٌ بسبب ذلك؟! أم حظُّه منها حملها فقط؟ فهذا مَثَلُ علماء أهل الكتاب ، الذين لم يعملوا بما في التوراة الذي من أجلِّه وأعظمه الأمر باتِّباع محمدٍ - صلى الله عليه وسلم - والبشارة به والإيمان بما جاء به من القرآن؛ فهل استفاد مَن هذا وصفه من التوراة إلاَّ الخيبة والخسران وإقامة الحجَّة عليه؛ فهذا المثل مطابقٌ لأحوالهم. {بئس مَثَلُ القوم الذين كذَّبوا} بآياتنا الدالَّة على صدق رسولنا وصحة ما جاء به {والله لا يَهْدي القوم الظالمين}؛ أي: لا يرشدهم إلى مصالحهم ما دام الظلم لهم وصفاً والعناد لهم نعتاً.
5. Yüce Allah, kendilerine ümmî peygamberi gönderdiği bu ümmete olan lütfunu, hiçbir kimsenin kendilerine yetişmesi söz konusu olmayan meziyet ve üstünlüklerle onları seçkin kılmasını söz konusu etmişti ki bunlar, ümmî bir ümmet idiler. Ancak bu üstünlükleri ile onlar, öncekileri de sonrakileri de hatta kendilerinin Rabbâni âlimler ve önde gelen bilginler olduklarını iddia eden Kitap ehlini dahi geride bırakmışlardır. İşte bundan sonra Yüce Allah, şunu bildirmektedir: Allah’ın kendilerini Tevrat’ı taşımakla yükümlü tuttuğu, Tevrat’ı öğrenmelerini ve gereğince amel etmelerini emrettiği, ancak kendilerine yüklenen sorumlulukların gereğini yerine getirmeyen yahudilerle hristiyanların hiçbir faziletleri, üstünlükleri yoktur. Onların misali, sırtında koca koca ilim kitapları taşıyan eşeğe benzer. Şimdi böyle bir eşek sırtında taşıdığı bu kitaplardan yararlanabilir mi? Hiç onun bundan dolayı bir fazilet sahibi olduğu söylenebilir mi? Bu koca kitapları taşımakyan başka bir kârı var mıdır? İşte Tevrat’ın içindeki hükümler gereğince amel etmeyen Kitap ehli âlimleri de buna benzerler. Tevrat’ın içindeki en büyük ve en değerli hüküm ise Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e uymayı emreden, onun geleceğini müjdeleyen ve getireceği Kur’ân-ı Kerîm’e iman etmeyi bildiren emirlerdir. Şimdi bu niteliğe sahip olanların, Tevrat’tan yan -hüsrana uğramanın ve onlara karşı delilin ortaya konulmuş olmasının dışında- herhangi bir faydaları oldu mu? İşte bu örnek, gerçekten de onların durumuna tam olarak uygun bir örnektir. Rasûlümüzün de getirdiklerinin de doğruluğuna delil teşkil eden “Allah’ın âyetlerini yalanlayan toplumun misali ne kötüdür!” “Allah zalim toplumu hidâyete iletmez.” Yani zulüm, ayrılmaz nitelikleri, inat temel özellikleri olarak devam ettiği sürece onları menfaatlerine olacak şeylere iletmez. Bâtıl üzere olduklarını bildikleri halde yalan yere hak üzere olduklarını iddia etmeleri ve insanlar içinde sadece kendilerinin Allah’ın dostları olduklarını söylemeleri de yahudilerin zalimliklerinin ve inatlarının bir göstergesidir. Bundan dolayı Yüce Allah, rasûlüne şunları söylemesini emretmektedir:
#
{6} ومن ظلم اليهود وعنادهم أنَّهم يعلمون أنَّهم على باطل ويزعمون أنَّهم على حقٍّ، وأنَّهم أولياء لله من دون الناس! ولهذا أمر الله رسوله أن يقولَ لهم: إن كنتُم صادقين في زعمِكُم أنَّكم على الحقِّ وأولياء الله؛ {فَتَمَنَّوُا الموتَ}: وهذا أمرٌ خفيفٌ؛ فإنَّهم لو علموا أنَّهم على حقٍّ؛ لما توقَّفوا عن هذا التحدِّي الذي جعله الله دليلاً على صدقهم إن تَمَنَّوْه و كَذِبِهم إن لم يَتَمَنَّوْه.
6. Yani sizler kendi iddianıza göre hak üzere iseniz ve gerçekten Allah’ın dostları iseniz “haydi ölümü temenni edin.” Bu basit bir istektir. Eğer kendilerinin hak üzere olduklarını biliyor olsalardı, Yüce Allah’ın, eğer temenni ederlerse doğruluklarına, etmeyecek olurlarsa yalancı olduklarına delil olarak ortaya koyduğu bu meydan okumanın gereğini yerine getirmekte hiçbir şekilde tereddüt etmezlerdi. Bu, onlara karşı açıkça ilan edilmekle birlikte böyle bir temennide bulunmadıklarına göre izlemekte oldukları yolun bâtıl ve çürük olduğunu bildikleri açıkça ortaya çıkmış olmaktadır. Bundan dolayı da şöyle buyrulmaktadır:
#
{7} ولمَّا لم يقعْ منهم مع الإعلانِ لهم بذلك؛ عُلِمَ أنَّهم عالمون ببطلان ما هم عليه وفساده، ولهذا قال: {ولا يَتَمَنَّوْنَه أبداً بما قدَّمت أيديهم}؛ أي: من الذنوب والمعاصي التي يستوحشون من الموت من أجلها، {واللهُ عليمٌ بالظالمين}: فلا يمكن أن يَخْفى عليه من ظلمهم شيءٌ.
7. “Ama kendi elleriyle yaptıklarından” yani kendileri sebebi ile ölümden çekindikleri günah ve masiyetlerinden “ötürü ölümü asla temenni etmezler. Allah zâlimleri çok iyi bilir.” Zalimliklerinden hiçbir şeyin O’na gizli kalmasına imkân yoktur.
#
{8} هذا؛ وإن كانوا لا يَتَمَنَّوْنَ الموت بما قدَّمت أيديهم، بل يفرُّون منه غايةَ الفرار؛ فإنَّ ذلك لا يُنجيهم، بل لابدَّ أن يُلاقيهم الموتُ الذي قد حَتَّمه الله على العباد [وكتبه عليهم]، ثم بعد الموت واستكمال الآجال يُرَدُّ الخَلْقُ كلُّهم يوم القيامةِ إلى عالم الغيب والشهادة، فينبِّئهم بما كانوا يعملون من خيرٍ وشرٍّ قليل وكثيرٍ.
8. Eğer ellerinin yaptıkları sebebiyle ölümü temenni etmiyor, aksine ondan alabildiğine kaçıyor iseler şüphesiz ki bu, kendilerini kurtarmaya yetmeyecektir. Bilakis Allah’ın kulları için kesin olarak takdir etmiş olduğu ölüm ile karşılaşmaları kaçınılmaz bir şeydir. Ölümden ve ecellerin tamamlanmasından sonra bütün insanlar, Kıyamet gününde gizliyi ve açığı bilen Allah'ın huzuruna döndürülecekler, O da dünyada iken yaptıkları hayır ve şer, az ya da çok her şeyi kendilerine bildirecektir.
Ayet: 9 - 11 #
{يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا نُودِيَ لِلصَّلَاةِ مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ وَذَرُوا الْبَيْعَ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ (9) فَإِذَا قُضِيَتِ الصَّلَاةُ فَانْتَشِرُوا فِي الْأَرْضِ وَابْتَغُوا مِنْ فَضْلِ اللَّهِ وَاذْكُرُوا اللَّهَ كَثِيرًا لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ (10) وَإِذَا رَأَوْا تِجَارَةً أَوْ لَهْوًا انْفَضُّوا إِلَيْهَا وَتَرَكُوكَ قَائِمًا قُلْ مَا عِنْدَ اللَّهِ خَيْرٌ مِنَ اللَّهْوِ وَمِنَ التِّجَارَةِ وَاللَّهُ خَيْرُ الرَّازِقِينَ (11)}.
9- Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrıda bulunulduğu vakit Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. 10- Namaz kılındığı zaman da yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan (rızkınızı) arayın. Allah’ı da çokça anın ki kurtuluşa eresiniz. 11- Onlar, bir ticaret veya bir eğlence görünce dağılıp ona yöneldiler ve seni ayakta (hutbenin ortasında öylece) bıraktılar. De ki: “Allah’ın katındakiler, eğlenceden de ticaretten de hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”
#
{9} يأمر تعالى عباده المؤمنين بالحضور لصلاة الجمعة والمبادرة إليها من حين يُنادى لها والسعي إليها، والمراد بالسَّعْي هنا المبادرة [إليها] والاهتمام لها وجعلها أهمَّ الأشغال، لا العدو الذي قد نُهِيَ عنه عند المضيِّ إلى الصلاة. وقوله: {وذَروا البيعَ}؛ أي: اتركوا البيع إذا نودي للصلاة وامضوا إليها؛ فإنَّ {ذلكم خيرٌ لكم}: من اشتغالكم بالبيع، أو تفويتكم الصلاة الفريضة التي هي من آكدِ الفروض {إن كنتُم تعلمون}: أن ما عند الله خيرٌ وأبقى، وأنَّ مَنْ آثر الدُّنيا على الدين؛ فقد خسر الخسارة الحقيقيَّة؛ من حيث يظنُّ أنَّه يربح.
9. Yüce Allah, mü’min kullarına Cuma namazına gitmeyi ve Cuma namazı için ezan okunduğunda namaza gitmek için eli çabuk tutmayı ve koşmayı emretmektedir. Koşmaktan kasıt ise namaza gitmekte eli çabuk tutmak, ona önem vermek ve onu en önemli bir iş olarak görmektir. Yoksa normal anlamda koşmak kastedilmemektedir; çünkü namaza giderken koşmak yasaklanmıştır. "ve alışverişi bırakın.” Yani namaza çağrıldığında alışverişi bırakıp namaza gidin. Çünkü “eğer bilirseniz bu sizin için” alışverişle uğraşmaktan yahut farzların en pekiştirilmişi olan bu farz namazı geçirmenizden “daha hayırlıdır.” Çünkü Allah’ın nezdindekiler daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Dünyayı dine tercih eden kimse ise kâr sağlayacağını zannederken gerçek anlamda ziyana uğrar.
#
{10} وهذا الأمر بترك البيع موقَّت مدَّة الصلاة؛ {فإذا قُضِيَتِ الصلاةُ فانتشروا في الأرض}: لطلب المكاسب والتجارات، ولما كان الاشتغال بالتجارة مَظِنَّةُ الغفلة عن ذكر الله؛ أمر الله بالإكثار من ذكره؛ لينجبر بهذا، فقال: {واذكروا الله كثيراً}؛ أي: في حال قيامكم وقعودكم وعلى جنوبكم، {لعلَّكم تفلحون}: فإنَّ الإكثار من ذِكْر الله أكبر أسباب الفلاح.
10. Bu alışverişi terk etme emri, namaz süresince söz konusudur. “Namaz kılındığı zaman da yeryüzüne” kazanç elde etmek ve ticaret yapmak üzere “dağılın.” Ticaretle uğraşmak, Allah’ın zikrinden gafil olma ihtimalini beraberinde getirdiğinden dolayı Yüce Allah, bunun telafi edilmesi için adının çokça anılmasını emrederek: “Allah’ı da çokça anın.” yani ayakta iken, otururken ve yanlarınız üzerinde yatarken O’nu zikredin, buyurmaktadır. “ki kurtuluşa eresiniz.” Çünkü Allah’ın adını çokça anmak, kurtuluşun en büyük sebepleri arasındadır.
#
{11} {وإذا رَأوْا تجارةً أو لهواً انفضُّوا إليها}؛ أي: خرجوا من المسجد حرصاً على ذلك اللهو وتلك التجارة وتركوا الخير، {وتركوكَ قائماً}: تخطُبُ الناس، وذلك في يوم الجمعة، بينما النبيُّ - صلى الله عليه وسلم - يخطب الناس؛ إذ قَدِمَ المدينةَ عيرٌ تحمل تجارةً، فلمَّا سمع الناس بها وهم في المسجد؛ انفضُّوا من المسجد ، وتركوا النبيَّ - صلى الله عليه وسلم - يخطبُ استعجالاً لما لا ينبغي أن يُستعجل له وترك أدب، {قل ما عندَ الله}: من الأجر والثواب لمن لازم الخير وصَبَّرَ نفسَه على عبادة الله ، {خيرٌ من اللهوِ ومن التجارةِ}: التي وإن حَصَلَ منها بعض المقاصد؛ فإنَّ ذلك قليلٌ منقضٍ ، مفوتٌ لخير الآخرة، وليس الصبر على طاعة الله مفوتاً للرزق؛ {فإنَّ الله خير الرازقين}؛ فمن اتَّقى الله؛ رزقه من حيث لا يحتسب.
11. “Onlar, bir ticaret veya bir eğlence görünce dağılıp ona yöneldiler” bu eğlence ve ticarete duydukları ileri derecedeki ilgi dolayısı ile mescidin dışına çıktılar ve hayırlı olanı terk ettiler “ve seni ayakta” insanlara hutbe okuduğun halde “bıraktılar.” Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir cuma günü insanlara hutbe verirken Medine’ye ticaret malları taşıyan bir kervan gelmişti. Mescidde bulundukları sırada bunu haber alan ahali mescidden dağıldılar ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i hutbe verirken bırakıp gittiler. Halbuki onlar, böylelikle acele edilmemesi gereken bir şey için acele ettiler ve bir edebi terk ettiler. "De ki: Allah’ın katındakiler” ecir ve mükâfatlar, hayırlı olanı terk etmeyen ve Allah’a ibadet üzere sabreden kimseler için “eğlenceden de ticaretten de hayırlıdır.” Çünkü ticaretten birtakım maksatlar elde edilse bile şüphesiz ki bu, azdır ve gelip geçicidir. Âhiret azığını elden kaçırmaya sebeptir. Ama Allah’a itaat üzere sabretmek, rızkın elden kaçmasına sebep olmaz. "Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.” Allah’tan korkup sakınana O, ummadığı yerden rızık verir.
Bu son âyetlerde birkaç önemli husus dikkati çekmektedir: 1. Cuma namazı mü’minlere farz olup ona gitmekte eli çabuk tutmak ve ona gereken önemi vermek gerekir. 2. Cuma günü verilen iki hutbe farz olup bunlarda hazır bulunmak gerekir. Çünkü ayette geçen “Allah'ın zikri” ifadesi, Cuma günü irad edilen iki hutbe diye açıklanmıştır. Allah da bu zikre koşmayı emretmiştir. 3. Cuma günü için nidâ/ezan meşrudur ve emrolunmuştur. 4. Cuma ezanından sonra alışveriş yasaklanmış ve haram kılınmıştır. Bunun tek sebebi, alışverişin farzın kaçırılmasına sebep olması ve farzı eda etmeyi önleyecek şekilde kişiyi meşgul etmesidir. Bu da herhangi bir işi yapmak asıl itibari ile mubah olsa dahi bir farzı kaçırmaya sebep oluyor ise o işin bu durumda caiz olmayacağının delilidir. 5. Cuma günü iki hutbede hazır olmak emredilmekte ve bu hutbelerde hazır bulunmayanlar yerilmektedir. Bu hutbeleri can kulağıyla dinlemek de hazır bulunmanın bir gereğidir. 6. Nefsin eğlence, ticaret ve arzularını gerçekleştirmeyi istediği vakitlerde Allah’a ibadete yönelen kulun, Allah’ın nezdindeki hayırları düşünmesi ve O’nun rızasını kendi hevâsına tercih edenlere hazırladıklarını hatırına getirmesi gerekir.
Cuma Sûresi’nin tefsiri -Allah’ın yardımı ve lütfu ile- sona ermektedir. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.
***