(Mekke’de inmiştir. 37 âyettir)
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adı ile.
{حم (1) تَنْزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ (2) إِنَّ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ لَآيَاتٍ لِلْمُؤْمِنِينَ (3) وَفِي خَلْقِكُمْ وَمَا يَبُثُّ مِنْ دَابَّةٍ آيَاتٌ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ (4) وَاخْتِلَافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَا أَنْزَلَ اللَّهُ مِنَ السَّمَاءِ مِنْ رِزْقٍ فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ آيَاتٌ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ (5) تِلْكَ آيَاتُ اللَّهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّ فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَ اللَّهِ وَآيَاتِهِ يُؤْمِنُونَ (6) وَيْلٌ لِكُلِّ أَفَّاكٍ أَثِيمٍ (7) يَسْمَعُ آيَاتِ اللَّهِ تُتْلَى عَلَيْهِ ثُمَّ يُصِرُّ مُسْتَكْبِرًا كَأَنْ لَمْ يَسْمَعْهَا فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ أَلِيمٍ (8) وَإِذَا عَلِمَ مِنْ آيَاتِنَا شَيْئًا اتَّخَذَهَا هُزُوًا أُولَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُهِينٌ (9) مِنْ وَرَائِهِمْ جَهَنَّمُ وَلَا يُغْنِي عَنْهُمْ مَا كَسَبُوا شَيْئًا وَلَا مَا اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاءَ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ (10) هَذَا هُدًى وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ لَهُمْ عَذَابٌ مِنْ رِجْزٍ أَلِيمٌ (11)}.
1- Hâ, Mîm.
2- Bu kitap, Azîz ve Hakîm olan Allah tarafından indirilmiştir.
3- Şüphesiz göklerde ve yerde mü’minler için deliller vardır.
4- Sizin yaratılışınızda ve
(yeryüzünde) yaymakta olduğu her bir canlıda da kesin inanç sahibi bir toplum için deliller vardır.
5- Gece ve gündüzün değişmesinde, Allah’ın gökten bir rızık indirip onunla yeri ölümünden sonra diriltmesinde ve rüzgârların estirilişinde de aklını kullanan bir toplum için deliller vardır.
6- İşte bunlar, Allah’ın âyetleridir. Biz, onları sana hak ile okuyoruz. Artık onlar, Allah’tan ve O’nun âyetlerinden sonra hangi söze inanacaklar?
7- Çok yalancı ve çok günahkâr olan her bir kimseye yazıklar olsun!
8- O, kendisine okunmakta olan Allah’ın âyetleri işitir de sonra onları hiç işitmemiş gibi büyüklük taslayarak
(küfründe) ısrar eder. Sen de ona can yakıcı bir azabı müjdele!
9- O, ayetlerimizden bir şey öğrendiğinde de onları alaya alır. İşte onlar için alçaltıcı bir azap vardır.
10- Cehennem de önlerindedir. Ne kazandıklarının ne de Allah’ın dışında edindikleri dostların onlara hiçbir faydası olmayacaktır. Onlar için çok büyük bir azap vardır.
11- İşte bu
(Kur'ân), bir hidâyettir. Rablerinin âyetlerini inkâr edenlere gelince; onlar için can yakıcı, feci bir azap vardır.
#
{1 ـ 2} يخبرُ تعالى خبراً يتضمَّن الأمرَ بتعظيم القرآن والاعتناء به؛ أنَّه {تنْزيلٌ من اللهِ}: المألوه المعبود؛ لما اتَّصف به من صفاتِ الكمال، وانفردَ به من النعم، الذي له العزَّة الكاملة والحكمة التَّامَّة.
1-2. Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîm’in tazim edilmesi, ona gereken itinanın gösterilmesi emrini ihtiva eden bir üslupla Kur’ân-ı Kerîm’in
“Azîz ve Hakîm olan Allah tarafından” indirildiğini bildirmektedir.
Yüce Allah, sahip olduğu kemal sıfatları ve tek başına ihsan etmiş olduğu nimetler dolayısı ile yegane ilâh ve ma’bûddur. Kâmil izzet ve eksiksiz hikmet sahibidir.
#
{3 ـ 5} ثم أيَّد ذلك بما ذكره من الآيات الأفقيَّة والنفسيَّة؛ من خلق السماوات والأرض، وما بثَّ فيهما من الدوابِّ، وما أودعَ فيهما من المنافع، وما أنزل اللهُ من الماءِ الذي يحيي به اللهُ البلاد والعباد؛ فهذه كلُّها آياتٌ بيناتٌ وأدلة واضحاتٌ على صدقِ هذا القرآن العظيم وصحَّة ما اشتمل عليه من الحكم والأحكام، ودالاَّت أيضاً على ما لله تعالى من الكمال، وعلى البعث والنُّشور.
3-5. Daha sonra Yüce Allah, sözünü ettiği göklerin ve yerin yaratılması, yeryüzüne yaymış olduğu canlılar, bunlardaki menfaatler, Allah’ın kendisi vasıtası ile topraklara ve kullarına hayat vermesi, gökten indirdiği su vb. gibi hem dış hem de iç dünyaya ait delil ve ibretlerden söz etmekle bu hususu pekiştirmektedir.
İşte bütün bunlar, bu Kur’ân-ı Azim’in doğruluğuna, onun kapsadığı hikmet ve hükümlerin sağlıklı oluşuna apaçık belge ve delillerdir. Aynı zamanda bunlar, Yüce Allah’ın kemaline, öldükten sonra dirilişe ve kabirlerden kalkışa da delildirler.
#
{6 ـ 10} ثم قسَّم تعالى الناسَ بالنسبة إلى الانتفاع بآياتِهِ وعدمِهِ إلى قسمين:
قسمٌ يستدلُّون بها، ويتفكَّرون بها، وينتفعون فيرتفعون، وهم المؤمنون باللهِ وملائكتِهِ وكتبِهِ ورسلِهِ واليوم الآخر إيماناً تامًّا، وصل بهم إلى درجة اليقين، فزكَّى منهم العقول، وازدادتْ به معارفُهم وألبابُهم وعلومُهم.
وقسمٌ يسمعُ آيات اللة سماعاً تقومُ به الحجةُ عليه، ثم يعرِض عنها ويستكبرُ، كأنه ما سمعها؛ لأنها لم تزكِّ قلبه ولا طهَّرته، بل بسبب استكباره عنها؛ ازداد طغيانُهُ، وأنه إذا علم من آيات الله شيئاً؛ اتَّخذها هزواً، فتوعَّده الله تعالى بالويل، فقال: {ويلٌ لكلِّ أفَّاكٍ أثيم}؛ أي: كذابٍ في مقاله، أثيمٍ في فعاله، وأخبر أن له عذاباً أليماً، وأن {من ورائهم جهنَّم}: تكفي في عقوبتهم البليغة، وأنه {لا يُغني عنهم ما كَسَبوا}: من الأموال {شيئاً ولا ما اتَّخذوا من دون اللهِ أولياءَ}: يستنصرون بهم، فخذلوهم أحوجَ ما كانوا إليهم لو نفعوا.
6-10. Daha sonra Yüce Allah,
bu âyetlerden yararlanıp yararlanmama açısından insanların iki kısma ayrıldığını bildirmektedir:
Bir kısım, bu âyetleri delil olarak görürler, bunlar vasıtası ile tefekkür ederler ve onlardan faydalanırlar. Bunlarla yücelirler. Onlar Allah’a, meleklere, kitaplara ve âhiret gününe tam bir iman ile inanan ve bunlar vasıtası ile yakîn derecesinde inanca ulaşan kimselerdir. Böylelikle bunların akılları arınıp yücelmiş, bu âyetlerle bilgileri artmış, akılları ve ilimleri kemal derecesine doğru ilerlemiştir.
Diğer bir kısım ise Allah’ın âyetlerini kendisine karşı mazereti kesecek delil gerçekleşecek şekilde işittikten sonra bu âyetlerden yüz çevirir ve onlara karşı büyüklük taslar. Adeta onları işitmemiş gibi davranır. Çünkü bu âyetler, onun kalbini arındırmamış, temizlememiştir. Aksine bunlara karşı büyüklük tasladığından dolayı azgınlığı daha da artmıştır. O, Allah’ın âyetlerinden bir şey öğrenecek olursa onunla alay eder.
İşte böylelerini Yüce Allah azapla tehdit ederek şöyle buyurmaktadır: “Çok yalancı ve çok günahkâr olan her bir kimseye yazıklar olsun.” Yani sözlerinde çok yalan söyleyen, yaptıkları ile pek günahkâr olan kimseye yazıklar olsun, vay onun haline!
Yine Yüce Allah,
böylesi için çok acıklı ve can yakıcı bir azap bulunduğunu da haber vermekte ve şunu eklemektedir: “Cehennem de önlerindedir” ve orası, onların ileri derecedeki cezaları için yeterlidir. Üstelik
“Ne kazandıklarının” mallarının
“ne de Allah’ın dışında edindikleri” ve yardımlarını isteyip umdukları
“dostlarının kendilerine hiçbir faydası olmayacaktır.” Bu dost ve yardımcıları, onların yardımına en çok muhtaç oldukları bir zamanda onları yardımsız bırakacaklardı.
Yüce Allah, Kur’ân’ın âyetlerini ve gözle görülen
(kevnî) âyetleri söz konusu edip bunlara karşı insanların iki kısma ayrıldıklarını açıkladıktan sonra bu üstün hedefleri gösteren ve kapsayan Kur’ân-
ı Kerîm’den haber vermekte ve onun bir hidâyet olduğunu belirterek şöyle buyurmaktadır:
#
{11} فلمَّا بيَّن آياته القرآنيَّة والعيانيَّة، وأن الناس فيها على قسمين؛ أخبر أن القرآن المشتملَ على هذه المطالب العالية؛ أنَّه هدىً، فقال: {هذا هدىً}: وهذا وصفٌ عامٌّ لجميع القرآن؛ فإنَّه يهدي إلى معرفة الله تعالى بصفاته المقدَّسة وأفعاله الحميدة، ويهدي إلى معرفة رسله وأوليائهم وأعدائهم وأوصافهم، ويهدي إلى الأعمال الصالحة، ويدعو إليها، ويبيِّن الأعمال السَّيئة وينهى عنها، ويهدي إلى بيان الجزاء على الأعمال، ويبيِّن الجزاء الدُّنيويَّ والأخرويَّ؛ فالمهتدون اهتَدَوا به فأفلحوا وسعدوا. {والذين كَفَروا بآيات ربِّهم}: الواضحة القاطعة، التي لا يكفرُ بها إلاَّ من اشتدَّ ظلمُه، وتضاعف طغيانه، {لهم عذابٌ من رجزٍ أليم}.
11.
“İşte bu (Kur'ân), bir hidâyettir.” Bu, Kur’ân-ı Kerîm’in tamamının bir vasfıdır. O, Yüce Allah’ı mukaddes sıfatları ve hamdedilmeye layık fiilleri ile tanıtır. Peygamberlerini, peygamberlerin dostlarını, düşmanlarını ve bunların niteliklerini bildirir. Salih amelleri anlatır ve onlara çağırır. Kötü amelleri de açıklar ve onlardan vazgeçilmesini ister.
Aynı şekilde amellerin karşılıklarına dair açıklamalar da yapar. Onların dünyevî ve uhrevî karşılıklarını bildirir. İşte hidâyette olanlar, onunla doğru yolu bulur ve böylelikle kurtuluşa erip bahtiyar olurlar.
“Rablerinin” son derece zalimlik edenlerle azgınlıkları katmerli olanların dışında hiç kimsenin inkâra yeltenmediği
“âyetlerini inkâr edenlere gelince; onlar için can yakıcı, feci bir azap vardır.”
{اللَّهُ الَّذِي سَخَّرَ لَكُمُ الْبَحْرَ لِتَجْرِيَ الْفُلْكُ فِيهِ بِأَمْرِهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ (12) وَسَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا مِنْهُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ (13)}
12- Gemiler emri ile akıp gitsin, siz de O’nun lütfundan
(rızkınızı) arayasınız ve şükredesiniz diye denizi size amade kılan, Allah’tır.
13- O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini kendinden
(bir lütuf olarak) hizmetinize sunmuştur. Hiç şüphesiz bunda düşünen bir toplum için deliller vardır.
#
{12} يخبر تعالى عن فضله على عباده وإحسانه إليهم بتسخير البحر لسير المراكب والسُّفن بأمره وتيسيره ، {لتَبْتَغوا من فضله}: بأنواع التجارات والمكاسب، {ولعلَّكم تشكرون}: الله تعالى؛ فإنكم إذا شكرتُموه؛ زادكم من نعمِهِ وأثابكم على شكركم أجراً جزيلاً.
12. Yüce Allah, kolaylaştırması sonucu içerisinde gemiler aksıp gitsinler diye denizi, emriyle amade kıldığını, bu yolla kullarına lütuf ve ihsanda bulunduğunu haber vermektedir.
Bu, çeşitli ticaret ve kazanç yolları ile
“O’nun lütfundan (rızkınızı) arayasınız ve” Yüce Allah’a
“şükredesiniz diye”dir. Sizler, O’na şükredecek olursanız O, üzerinizdeki nimetlerini artırır. Üstelik şükrünüze karşı da size pek büyük mükâfatlar verir.
#
{13} {وسخَّر لكم ما في السمواتِ وما في الأرض جميعاً منه}؛ أي: من فضله وإحسانه، وهذا شامل لأجرام السماواتِ والأرض، ولما أودعَ الله فيهما من الشمس والقمر والكواكب الثَّوابت والسيَّارات وأنواع الحيوانات وأصناف الأشجار والثَّمرات وأجناس المعادن وغير ذلك ممَّا هو معدٌّ لمصالح بني آدم ومصالح ما هو من ضروراتِهِ؛ فهذا يوجب عليهم أن يبذلوا غايةَ جهدِهِم في شكر نعمته، وأن تغلغلَ أفكارهم في تدبُّر آياته وحكمِهِ، ولهذا قال: {إنَّ في ذلك لآياتٍ لقوم يتفكَّرون}. وجملة ذلك أنَّ خلقها وتدبيرها وتسخيرها دالٌّ على نفوذ مشيئة الله وكمال قدرتِهِ.
وما فيها من الإحكام والإتقان وبديع الصنعة وحسن الخِلْقة دالٌّ على كمال حكمته وعلمه.
وما فيها من السعة والعظمة والكثرة دالٌّ على سعة ملكه وسلطانه.
وما فيها من التخصيصات والأشياء المتضادَّات دليلٌ على أنه الفعَّال لما يريد.
وما فيها من المنافع والمصالح الدينيَّة والدنيويَّة دليلٌ على سعة رحمته وشمول فضلِهِ وإحسانِهِ وبديع لطفهِ وبرِّه، وكلُّ ذلك دالٌّ على أنّه وحدَه المألوه المعبودُ الذي لا تنبغي العبادة والذُّلُّ والمحبَّة إلا له، وأنَّ رسله صادقون فيما جاؤوا به. فهذه أدلةٌ عقليةٌ واضحةٌ لا تقبل ريباً ولا شكًّا.
13.
“O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini kendinden” lütuf ve ihsanından ötürü
“hizmetinize sunmuştur.” Bu, hizmete sunuş, göklerde ve yerde bulunan bütün cisimleri, bunlarda yaratılmış bulunan güneşi, ayı, gezegenleri, yıldızları, çeşitli hayvan ve canlıları, türlü ağaç ve mahsulleri, madenleri vb. gibi Âdemoğullarının maslahatları için hazırlanmış ve zorunlu ihtiyaçları için gerekli olan bütün şeyleri kapsar.
Bütün bunlar, onların Yüce Allah’ın nimetine şükretmek için bütün gayretlerini ortaya koymalarını, O’nun âyetleri ve hikmetleri hakkında düşünerek, bunların inceliklerini kavramaya gayret göstermelerini gerektirmektedir.
Bundan dolayı Yüce Allah: “Hiç şüphesiz bunda düşünen bir toplum için deliller vardır” buyurmaktadır.
Bunların hepsinin yaratılması, işlerinin idare edilmesi, hizmete sunulmaları, Yüce Allah’ın meşîetinin geçerliliğine ve kudretinin kemaline delildir. Bunlardaki muhkemlik, sağlamlık, harikulade sanat ve güzel yaratılış da Yüce Allah’ın hikmet ve ilminin kemaline delildir.
Bunların genişlikleri, azametleri ve çoklukları ise Yüce Allah’ın mülk ve saltanatının genişliğini göstermektedir. Bunlardaki özel haller, tercihler ve birbirine zıt varlıkların mevcudiyeti de O’nu dilediğini yaptığına delilidir. Bu varlıklardaki menfaatler, dinî ve dünyevî maslahatlar, rahmetinin genişliğine, ihsan ve bağışlarının kapsayıcılığına, lütfunun ve iyiliklerinin fevkalâde oluşuna delildir.
Bütün bunlar da O’nun bir ve tek olduğuna, yegane ilâh ve mabud olduğuna, O’ndan başkasına ibadet edilmemesi ve boyun bükülmemesi gerektiğine, sevginin de yalnız O’na yöneltilmesi gerektiğine, yine O’nun peygamberlerinin getirdiklerinin de doğru olduğuna delildir.
Bunlar, hiçbir şüphe ve tereddüt kabul etmeyen açık aklî delillerdir.
{قُلْ لِلَّذِينَ آمَنُوا يَغْفِرُوا لِلَّذِينَ لَا يَرْجُونَ أَيَّامَ اللَّهِ لِيَجْزِيَ قَوْمًا بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ (14) مَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِنَفْسِهِ وَمَنْ أَسَاءَ فَعَلَيْهَا ثُمَّ إِلَى رَبِّكُمْ تُرْجَعُونَ (15)}.
14- İman edenlere söyle de Allah’ın
(azap) günlerini beklemeyenlerin eziyetlerine aldırmasınlar. Çünkü Allah, her bir topluluğa kazanmakta olduklarının karşılığını verecektir.
15- Kim salih bir amel işlerse kendi lehinedir. Kim kötülük işlerse o da kendi aleyhinedir. Sonra
(hepiniz) Rabbinize döndürüleceksiniz.
#
{14 ـ 15} يأمر تعالى عبادَه المؤمنين بحسن الخلق والصَّبر على أذيَّة المشركين به الذين {لا يرجون أيام الله}؛ أي: لا يرجون ثوابَه ولا يخافون وقائعَه في العاصين؛ فإنَّه تعالى سيجزي كلَّ قوم {بما كانوا يكسبون}: فأنتم يا معشر المؤمنين يجزيكم على إيمانكم وصفحكم وصبركم ثواباً جزيلاً، وهم إن استمرُّوا على تكذيبهم؛ فلا يحلُّ بكم ما حلَّ بهم من العذاب الشديد والخزي، ولهذا قال: {مَن عَمِلَ صالحاً فلنفسِهِ ومَن أساءَ فعليها ثم إلى ربِّكم تُرْجَعون}.
14-15. Yüce Allah, mü’min kullarına güzel ahlâklı olmalarını,
“Allah’ın (azap) günlerini beklemeyenlerin” yani Allah’ın mükâfatını ummayan ve isyankârları karşı karşıya bırakacağı musibetlerden de korkmayan müşriklerin eziyetlerine sabretmelerini emretmektedir.
Çünkü Yüce Allah, her bir topluluğa kazdıklarının karşılığını verecektir. Sizleri -ey mü’minler- Yüce Allah, imanınız, affedip bağışlamanız ve sabretmeniz dolayısı ile pek büyük bir mükâfat ile mükâfatlandıracaktır.
Onların -eğer yalanlamalarını sürdürecek olurlarsa- başına gelecek olan çetin azap, rezil ve rüsvay oluş ise sizin başınıza gelmeyecektir.
İşte bundan dolayı Yüce Allah,
şöyle buyurmaktadır: “Kim salih bir amel işlerse kendi lehinedir. Kim de kötülük işlerse o da kendi aleyhinedir. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.”
ثم قال تعالى: {وَلَقَدْ آتَيْنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى الْعَالَمِينَ (16) وَآتَيْنَاهُمْ بَيِّنَاتٍ مِنَ الْأَمْرِ فَمَا اخْتَلَفُوا إِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ إِنَّ رَبَّكَ يَقْضِي بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ (17)}.
16- Andolsun Biz İsrailoğulları’na Kitabı, hükmü ve peygamberliği vermiş, onları hoş ve temiz şeylerle rızıklandırmış ve onları âlemlere üstün kılmıştık.
17- Onlara din hususunda apaçık deliller verdik. Onlar, ancak kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki haset yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Şüphesiz Rabbin, anlaşmazlığa düştükleri hususlar hakkında Kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.
#
{16} أي: ولقد أنعمنا على بني إسرائيل نعماً لم تحصُل لغيرهم من الناس، وآتيناهم {الكتاب}؛ أي: التوراة والإنجيل والحكم بين الناس والنبوَّة التي امتازوا بها، وصارت النبوَّة في ذرِّيَّة إبراهيم عليه السلام، أكثرهم من بني إسرائيل، {ورزَقْناهم من الطيِّبات}: من المآكل والمشارب والملابس وإنزال المنِّ والسلوى عليهم، {وفضَّلناهم على العالمين}؛ أي: على الخلق بهذه النعم. ويخرج من هذا العموم اللفظي هذه الأمة؛ فإنهم خير أمة أخرجت للناس، والسياق يدلُّ على أن المراد غير هذه الأمة؛ فإن الله يقصُّ علينا ما امتنَّ به على بني إسرائيل وميَّزهم على غيرهم.
وأيضاً؛ فإن الفضائل التي فاق بها بنو إسرائيل من الكتاب والحكم والنبوة وغيرها من النعوت قد حصلت كلُّها لهذه الأمة، وزادت عليهم هذه الأمة فضائل كثيرة؛ فهذه الشريعة شريعة بني إسرائيل جزء منها؛ فإنَّ هذا الكتاب مهيمنٌ على سائر الكتب السابقة، ومحمدٌ - صلى الله عليه وسلم - مصدِّق لجميع المرسلين.
16. Yani Biz, İsrailoğulları’na başka insanlar hakkında söz konusu olmayan nimetler ihsan etmiştik. Onlara Kitabı yani Tevrat’ı ve İncil’i, insanlar arasında hüküm ve idareyi ve kendisi ile diğer insanlardan ayrıcalıklı kılındıkları nübüvveti/peygamberliği verdik. Nitekim İbrahim aleyhisselam’ın soyundan gelen peygamberlerin büyük çoğunluğu İsrailoğullarındandır.
“Onları” yiyecek, içecek ve giyecek türünden, bir de üzerlerine men ve selvâyı indirmek sureti ile “hoş ve temiz şeylerle rızıklandırmış ve onları âlemlere” yani bu nimetler ile insanlara
“üstün kılmıştık.”
Genellik ifade eden “alemlere” lafzının kapsamından, bu ümmet
(Muhammed ümmeti) müstesnâdır. Çünkü bu ümmet, bütün insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmettir. Ayrıca ifadelerin akışı/siyâk da maksadın, bu ümmetin dışındakiler olduğunu göstermektedir. Çünkü Yüce Allah, bize İsrailoğularına vermiş olduğu lütufları ve onları kendileri ile başkalarından ayrıcalıklı kılmış olduğu hususları anlatmaktadır.
Aynı şekilde İsrailoğullarının üstünlüğünü sağlayan Kitap, insanlar arasında hükmetme, nübüvvet ve buna benzer vasıfların tümü, bu ümmet için de söz konusudur. Ayrıca bu ümmet, fazladan pek çok fazilet ve üstünlüklere de sahiptir. İsrailoğullarının şeriati de bu ümmetin şeriatinin sadece bir parçasıdır. Diğer taraftan bu Kitap
(Kur’ân-ı Kerîm) kendisinden önceki diğer kitaplar üzerinde hakim konumundadır. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem de bütün peygamberleri tasdik etmiştir.
#
{17} {وآتيناهم}؛ أي: آتينا بني إسرائيل {بيناتٍ}؛ أي: دلالاتٍ تبيِّن الحقَّ من الباطل {من الأمر}: القدريّ الذي أوصله الله إليهم، وتلك الآيات هي المعجزاتُ التي رأوها على يد موسى عليه السلام؛ فهذه النعم التي أنعم الله بها على بني إسرائيل تقتضي الحالُ أن يقوموا بها على أكمل الوجوه، وأنْ يجتمعوا على الحقِّ الذي بيَّنه الله لهم، ولكن انعكسَ الأمر، فعاملوها بعكس ما يجبُ، وافترقوا فيما أمروا بالاجتماع به، ولهذا قال: {فما اختلفوا إلاَّ من بعدِ ما جاءهم العلمُ}؛ أي: الموجب لعدم الاختلاف، وإنَّما حملهم على الاختلاف، البغيُ من بعضهم على بعض والظُّلم. {إنَّ ربَّك يقضي بينهم يوم القيامةِ فيما كانوا فيه يختلفون}: فيميِّز المحقَّ من المبطل، والذي حمله على الاختلاف الهوى أو غيره.
17.
“Onlara” İsrailoğullarına “din hususunda” Yüce Allah’ın kendilerine ulaştırdığı takdiri emri gereğince; hakkı batıldan ayırt eden
“apaçık deliller verdi.”
Bu apaçık deliller, Mûsâ aleyhisselam tarafından kendilerine gösterilen mucizelerdir. Bunlar, Yüce Allah’ın İsrailoğullarına ihsan etmiş olduğu nimetler olup bu durum, onların bu nimetlerin gereğini en mükemmel şekilde yerine getirmelerini ve Allah’ın kendilerine açıklamış olduğu hakkın etrafında birleşmelerini gerektirmekte idi. Ancak tam aksini yaptılar ve bunca nimete karşı gerekenin aksi davranışları gösterdiler.
Etrafında toplanmaları emrolundukları hususlarda ayrılığa düştüler. Bundan dolayı Yüce Allah,
şöyle buyurmaktadır: “Onlar ancak kendilerine” ayrılığa düşmemeyi gerektiren
“ilim geldikten sonra aralarındaki haset yüzünden anlaşmazlığa düştüler.” Onları anlaşmazlığa iten, birbirlerine karşı duydukları kıskançlıkları ve haksızlıkları olmuştu.
“Şüphesiz Rabbin, anlaşmazlığa düştükleri hususlar hakkında Kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.” Haklı ile haksızı ayırt edecek, hevâdan mı başka husustan dolayı mı ihtilâf ve ayrılık çıktığını ortaya koyacaktır.
{ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلَى شَرِيعَةٍ مِنَ الْأَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَ الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ (18) إِنَّهُمْ لَنْ يُغْنُوا عَنْكَ مِنَ اللَّهِ شَيْئًا وَإِنَّ الظَّالِمِينَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ وَاللَّهُ وَلِيُّ الْمُتَّقِينَ (19)}.
18- Sonra Biz seni de dinde bir şeriat sahibi kıldık. O halde sen ona uy! Bilmeyenlerin hevâlarına uyma!
19- Çünkü onlar, Allah’a karşı sana hiçbir fayda sağlayamazlar. Şüphesiz zalimler birbirlerinin dostlarıdır. Allah ise takvâ sahiplerinin dostudur.
#
{18} أي: ثمَّ شرعنا لك شريعةً كاملةً تدعو إلى كلِّ خير، وتنهى عن كل شرٍّ من أمرنا الشرعيِّ، {فاتَّبِعْها}؛ فإنَّ في اتِّباعها السعادة الأبديَّة والصلاح والفلاح، {ولا تتَّبِعْ أهواء الذين لا يعلمونَ}؛ أي: الذين تكون أهويتُهم غيرَ تابعةٍ للعلم ولا ماشيةٍ خلفه، وهم كلُّ من خالف شريعةَ الرسول - صلى الله عليه وسلم - هواه وإرادتُه؛ فإنَّه من أهواء الذين لا يعلمون.
18. Yani Biz, sana bütün hayırlara çağıran, her türlü kötülüklerden vazgeçirmeyi emreden ve şer’î emrimizin bir tecellisi olan kâmil bir şeriat göndermiş bulunuyoruz.
“O halde sen ona uy!” Çünkü ebedi mutluluk ve kurtuluş ona uymaya bağlıdır.
“Bilmeyenlerin hevâlarına uyma!” Hevâları ilme uymayan ve ilmin arkasından yürümeyen kimselerin arkasından gitme! Bunlar ise hevâ ve iradesi, Allah Rasûlünün şeriatine aykırı olan herkestir. İşte böylelerine uymak, bilmeyenlerin hevâlarına uymak demektir.
#
{19} {إنَّهم لن يُغنوا عنك من اللهِ شيئاً}؛ أي: لا ينفعونك عند الله، فيحصِّلوا لك الخير، ويدفعوا عنك الشرَّ إنِ اتَّبعتهم على أهوائهم، ولا تصلُحُ أن توافِقَهم وتوالِيَهم؛ فإنَّك وإياهم متباينون، وبعضهم وليٌّ لبعض. {والله وليُّ المتَّقين}: يخرجهم من الظلمات إلى النور بسبب تقواهم وعملهم بطاعته.
19.
“Çünkü onlar, Allah’a karşı sana hiçbir fayda sağlayamazlar.” Allah nezdinde bunların sana faydaları olmayacaktır. O bakımdan sen, onların hevâlarına uyacak olursan bil ki onlar, senin için bir fayda sağlayamayacaklar ve sana gelen bir kötülüğü de engelleyemeyeceklerdir. Esasında senin onlara uyman ve onları dost edinmen de uygun değildir.
Çünkü onlar ve sen,
birbirinizden çok farklısınız: “Şüphesiz zalimler birbirlerinin dostlarıdır. Allah ise takvâ sahiplerinin dostudur.” Takvâları sebebi ile O’na itaat ederek amelde bulundukları için O da kendilerini karanlıklardan aydınlığa çıkartır.
{هَذَا بَصَائِرُ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ (20)}
20- İşte bu
(Kur'ân), insanlar için basiret ve kesin inanan bir toplum için de hidâyet ve rahmettir.
#
{20} أي: {هذا} القرآن الكريم والذِّكْر الحكيم {بصائرُ للناس}؛ أي: يحصُلُ به التبصرةُ في جميع الأمور للناس، فيحصُلُ به الانتفاع للمؤمنين، {و} الهدى والرحمةُ {لقوم يوقنونَ}: فيهتدون به إلى الصراط المستقيم في أصول الدِّين وفروعه، ويحصُلُ به الخير والسرور والسعادة في الدُّنيا والآخرة، وهي الرحمة، فتزكو به نفوسُهم، وتزدادُ به عقولُهم، ويزيدُ به إيمانُهم ويقينُهم، وتقوم به الحجَّةُ على من أصرَّ وعاند.
20.
“İşte bu” Kur’ân-ı Kerîm ve Zikr-i Hakîm (sonsuz hikmetler ihtivâ eden sapasağlam öğüt) “insanlar için basiret” bütün hususlarda insanların basiretlerini açan ve kendisi vasıtası ile mü’minlerin faydalar sağladığı
“ve kesin inanan bir toplum için de hidâyet ve rahmettir.”
Onun vasıtası ile dinin aslî/itikadî ve fer’î/şer’î hükümleri hususunda dosdoğru yola hidâyet bulurlar. Onunla hayra ulaşırlar, sevince gark olurlar. Dünya ve âhirette bahtiyar olurlar. İşte rahmet budur.
Onun vasıtası ile ruhları saflaşır, akılları daha bir aydınlanır. İman ve yakînleri artar. Batıl üzerinde ısrar ve inat eden kimselere karşı da onun vasıtası ile delil ortaya konulmuş olur.
{أَمْ حَسِبَ الَّذِينَ اجْتَرَحُوا السَّيِّئَاتِ أَنْ نَجْعَلَهُمْ كَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَوَاءً مَحْيَاهُمْ وَمَمَاتُهُمْ سَاءَ مَا يَحْكُمُونَ (21)}.
21- Yoksa kötülük işleyenler, kendilerini iman edip salih ameller işleyenlerle bir tutacağımızı, hayatları ile ölümlerinin eşit olacağını mı sanıyorlar? Ne kötü hüküm veriyorlar!
#
{21} أي: أم حسب المسيئون المكثِرون من الذُّنوب المقصِّرون في حقوق ربِّهم، {أن نجعَلَهم كالذين آمنوا وعملوا الصالحات}: بأن قاموا بحقوق ربِّهم، واجتنبوا مساخِطَه، ولم يزالوا مؤثِرين رضاه على هوى أنفسهم؛ أي: أحسبوا أن يكونوا {سواءً} في الدُّنيا والآخرة؟ ساء ما ظنُّوا وحسبوا، وساء ما حكموا به؛ فإنَّه حكمٌ يخالف حكمة أحكم الحاكمين وخير العادلين، ويناقِضُ العقول السليمة والفطر المستقيمة، ويضادُّ ما نزلت به الكتب وأخبرت به الرُّسل، بل الحكم الواقع القطعيُّ أنَّ المؤمنين العاملين الصالحات، لهم النَّصر والفلاح والسعادة والثواب في العاجل والآجل؛ كلٌّ على قدر إحسانه، وأنَّ المسيئين لهم الغضبُ والإهانةُ والعذاب والشقاء في الدُّنيا والآخرة.
21. Kötülükler ve pek çok günah işleyenler, Rablerinin haklarını yerine getirmeyip kusurlu davrananlar
“kendilerini iman edip” yani Rablerinin haklarını yerine getirmek, O’nu gazaplandıran şeylerden uzak kalmak ve sürekli O’nun rızasını kendi nefislerinin arzularına tercih etmek sureti ile
“salih ameller işleyenlerle bir tutacağımızı... mı sandılar?”
Yani bunlar, dünya ve âhirette eşit olacaklarını mı zannediyorlar? Onların zannı ne kadar kötü, kanaatleri ne kadar yersiz, verdikleri bu hüküm ne kadar kötü!
Çünkü onların bu hükümleri, hakimler hakimi ve adiller adilinin hükmüne aykırıdır.
Sağlıklı akıllar ve dosdoğru fıtratlar ile çelişmektedir. İlâhî kitapların bildirdikleri ve peygamberlerin haber verdikleri ile taban tabana zıttır.
Aksine gerçek kesin hüküm şudur: Salih amel işleyen mü’minler için dünya ve âhirette zafer, kurtuluş, mutluluk ve mükâfat vardır. Herkese ihsanı oranında bu mükâfat verilecektir. Kötülük işleyenler ise dünya ve âhirette ilâhî gazaba, zillete, azap ve bedbahtlığa duçar olacaklardır.
{وَخَلَقَ اللَّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ وَلِتُجْزَى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ (22)}
22- Halbuki Allah, gökleri ve yeri hak
(bir amaç) ile ve herkese kazandığının karşılığı hiçbir zulme uğratılmadan verilsin diye yaratmıştır.
#
{22} أي: خلق الله السماواتِ والأرضَ بالحكمة، ولِيُعْبَدَ وحدَه لا شريك له، ثم يجازي بعد ذلك من أمرهم بعبادته، وأنعم عليهم بالنِّعم الظاهرة والباطنة؛ هل شكروا الله تعالى وقاموا بالمأمور؟ أم كفروا فاستحقُّوا جزاء الكَفور؟
22. Yani Yüce Allah, gökleri ve yeri hikmet ile, hiçbir hususta ortak koşulmaksızın sadece kendisine ibadet edilsin diye yaratmıştır.
Bundan sonra kendisine ibadet etmelerini emretmiş olduğu, üzerlerine açık ve gizli nimetlerini ihsan ettiği kimseleri, Allah’a şükrettiler ve emrolunduklarını yerine getirdiler mi yoksa küfür ve nankörlüğe saparak cezayı hak ettiler mi? diye hesaba çekip karşılıklarını verecektir.
{أَفَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ وَأَضَلَّهُ اللَّهُ عَلَى عِلْمٍ وَخَتَمَ عَلَى سَمْعِهِ وَقَلْبِهِ وَجَعَلَ عَلَى بَصَرِهِ غِشَاوَةً فَمَنْ يَهْدِيهِ مِنْ بَعْدِ اللَّهِ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ (23) وَقَالُوا مَا هِيَ إِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا يُهْلِكُنَا إِلَّا الدَّهْرُ وَمَا لَهُمْ بِذَلِكَ مِنْ عِلْمٍ إِنْ هُمْ إِلَّا يَظُنُّونَ (24) وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ مَا كَانَ حُجَّتَهُمْ إِلَّا أَنْ قَالُوا ائْتُوا بِآبَائِنَا إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ (25) قُلِ اللَّهُ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يَجْمَعُكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لَا رَيْبَ فِيهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ (26)}.
23- Hevâsını kendine ilâh edinen, Allah’ın
(katındaki) bir bilgiye göre saptırdığı, kulağına ve kalbine mühür vurduğu ve gözü üzerine de bir perde çektiği kimse hakkında ne dersin? Ona Allah’tan başka kim hidâyet verebilir? Hala düşünüp öğüt almayacak mısınız?
24-
“Hayat, ancak dünya hayatımızdan ibarettir. (Kimimiz) ölürüz ve (kimimiz de) yaşarız. Bizi ancak zaman yok eder.” dediler. Halbuki onların bu konuda hiçbir bilgisi yoktur. Onlar, sadece zanda bulunuyorlar.
25-
Onlara âyetlerimiz apaçık deliller halinde okunduğunda ileri sürdükleri tek delil: “Eğer doğru söylüyorsanız, haydi babalarımızı getirin (de görelim)” demekten ibarettir.
26-
De ki: “Sizi Allah yaşatır, sonra da öldürür. Sonra da O, kendisinde hiçbir şüphe bulunmayan Kıyamet gününde sizi bir araya toplayacaktır. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler.”
#
{23} يقول تعالى: {أفرأيتَ}: الرجل الضالَّ الذي، {اتَّخذ إلهه هواهُ}: فما هَوِيَهُ سلكه؛ سواء كان يُرْضي الله أم يسخطه، {وأضلَّه الله على علم}: من الله [تعالى] أنَّه لا تَليق به الهداية. ولا يزكو عليها، {وخَتَمَ على سمعِهِ}: فلا يسمع ما ينفعُه، {وقلبِهِ}: فلا يعي الخير، {وجَعَلَ على بصرِهِ غشاوةً}: تمنعُه من نظر الحقِّ. {فمن يهديه من بعد الله}؛ أي: لا أحد يهديه، وقد سدَّ الله عليه أبوابَ الهداية، وفتح له أبواب الغِواية، وما ظلمه الله، ولكن هو الذي ظلم نفسه، وتسبَّب لمنع رحمة الله عليه. {أفلا تذكَّرون}: ما ينفعكم فتسلكونه وما يضرُّكم فتجتنبونه؟!
23.
“Hevâsını kendine ilâh edinen” arzu ettiğini Allah ister razı olsun, ister gazaplansın yapan,
“Allah’ın (katındaki) bir bilgiye göre” hidâyete layık olmadığını, bundan dolayı da arınıp temizlenmeyeceğini bildiği için
“saptırdığı, kulağına” kendisine faydalı olacak şeyleri işitmeyecek şekilde
“ve kalbine” hayrı anlayamayacak şekilde
“mühür vurduğu ve gözü üzerine de” hakkı görmesini engelleyecek
“bir perde çektiği” sapık
“kimse hakkında ne dersin?”
“Ona Allah’tan başka kim hidâyet verebilir?” Allah hidâyetin kapılarını onun yüzüne kapatmış ve azgınlığın kapılarını da onun önünde açmış iken kimse ona hidâyet veremez. Ancak bununla Allah ona zulmetmiş olmaz. Aksine kendisine zulmeden, Allah’ın kendisine gelecek olan rahmetinin engellenmesine sebep olan yine kendisidir.
“Hala” size fayda verecek olan şeyleri düşünüp izlemek, size zarar verecek şeyleri bilip onlardan sakınmak suretiyle “düşünüp öğüt almayacak mısınız?”
#
{24} {وقالوا}؛ أي: منكرو البعث: {ما هي إلاَّ حياتُنا الدُّنيا نموت ونحيا وما يُهْلِكُنا إلاَّ الدَّهر}: إن هي إلاَّ عاداتٌ وجريٌ على رسوم الليل والنهار، يموت أناس ويحيا أناس، وما مات؛ فليس براجع إلى الله ولا مجازيه بعمله. وقولهم هذا صادرٌ عن غير علم، {إنْ هم إلاَّ يظنُّون}: فأنكروا المعاد، وكذبوا الرسل الصادقين من غير دليل دلَّهم ولا برهان، إنْ هي إلاَّ ظنون واستبعاداتٌ خالية عن الحقيقة.
24.
Öldükten sonra dirilişi inkâr edenler: “Hayat, ancak dünya hayatımızdan ibarettir. (Kimimiz) ölürüz ve (kimimiz de) yaşarız. Bizi ancak zaman yok eder.” dediler.” Bunlar sadece
(doğa) kanunlarından ibarettir. Gece ve gündüzün değişip durmasının, geçip gitmesinin bir sonucudur. Bazı insanlar ölür, bazı insanlar yaşar. Ölen Allah’a dönüyor değildir, amelinin karşılığını da görmeyecektir.
Onların söyledikleri bu sözler, bilgisizce söylenen sözlerdir. Çünkü
“onlar sadece zanda bulunuyorlar.” Bu bakımdan öldükten sonra Allah’ın huzuruna dönmeyi inkâr etmişler, herhangi bir delil veya belge olmaksızın doğru sözlü peygamberlerin yalan söylediklerini ileri sürmüşlerdir.
Ama onların bu söyledikleri, zandan ibarettir ve bazı şeyleri uzak bir ihtimal olarak görmektir. Hakikatle hiçbir ilgileri yoktur.
Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
#
{25} ولهذا قال تعالى: {وإذا تُتلى عليهم آياتُنا بيِّناتٍ ما كان حجَّتَهم إلاَّ أن قالوا ائتوا بآبائنا إن كنتُم صادقين}: وهذا جراءة منهم على الله؛ حيث اقترحوا هذا الاقتراح، وزعموا أنَّ صدق رسل الله متوقِّف على الإتيان بآبائهم، وإنَّهم لو جاؤوهم بكلِّ آيةٍ؛ لم يؤمنوا؛ إلاَّ إن اتَّبعتهم الرسل على ما قالوا، وهم كَذَبَةٌ فيما قالوا، وإنما قصدُهم دفع دعوة الرسل، لا بيانُ الحق.
25. Bu, onların Allah’a karşı bir küstahlıklarıdır. Çünkü onlar, böyle bir teklifte bulunmuş ve Yüce Allah’ın peygamberlerinin doğru söylemelerinin, ölmüş atalarını geri getirmelerine bağlı olduğunu iddia etmişlerdir. Ancak peygamberler onlara her bir âyeti ve mucizeyi getirecek olsalar dahi, yine de -peygamberler onların dediklerine uymadıkça- onlara iman etmezler. Onlar, bu söylediklerinde de yalancıdırlar. Onların asıl maksatları hakkın açıklık kazanması değil, peygamberlerin çağrısını reddetmektir.
#
{26} قال تعالى: {قلِ اللهُ يحييكم ثم يميتُكم ثم يجمعُكم إلى يوم القيامةِ لا ريبَ فيه ولكنَّ أكثر الناس لا يعلمون}: وإلاَّ؛ فلو وصل العلم باليوم الآخر إلى قلوبهم؛ لعملوا له أعمالاً وتهيؤوا له.
26. Çünkü âhiret gününe dair bilgi, kalplerinde yer etmiş olsaydı, o gün için birtakım amellerde bulunur ve gerekli hazırlıkları yaparlardı.
{وَلِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَخْسَرُ الْمُبْطِلُونَ (27) وَتَرَى كُلَّ أُمَّةٍ جَاثِيَةً كُلُّ أُمَّةٍ تُدْعَى إِلَى كِتَابِهَا الْيَوْمَ تُجْزَوْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (28) هَذَا كِتَابُنَا يَنْطِقُ عَلَيْكُمْ بِالْحَقِّ إِنَّا كُنَّا نَسْتَنْسِخُ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (29) فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُدْخِلُهُمْ رَبُّهُمْ فِي رَحْمَتِهِ ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْمُبِينُ (30) وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُوا أَفَلَمْ تَكُنْ آيَاتِي تُتْلَى عَلَيْكُمْ فَاسْتَكْبَرْتُمْ وَكُنْتُمْ قَوْمًا مُجْرِمِينَ (31) وَإِذَا قِيلَ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَالسَّاعَةُ لَا رَيْبَ فِيهَا قُلْتُمْ مَا نَدْرِي مَا السَّاعَةُ إِنْ نَظُنُّ إِلَّا ظَنًّا وَمَا نَحْنُ بِمُسْتَيْقِنِينَ (32) وَبَدَا لَهُمْ سَيِّئَاتُ مَا عَمِلُوا وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ (33) وَقِيلَ الْيَوْمَ نَنْسَاكُمْ كَمَا نَسِيتُمْ لِقَاءَ يَوْمِكُمْ هَذَا وَمَأْوَاكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَاصِرِينَ (34) ذَلِكُمْ بِأَنَّكُمُ اتَّخَذْتُمْ آيَاتِ اللَّهِ هُزُوًا وَغَرَّتْكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا فَالْيَوْمَ لَا يُخْرَجُونَ مِنْهَا وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ (35) فَلِلَّهِ الْحَمْدُ رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَرَبِّ الْأَرْضِ رَبِّ الْعَالَمِينَ (36) وَلَهُ الْكِبْرِيَاءُ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ (37)}.
27- Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Kıyametin kopacağı gün, işte o günde bâtıl peşinde gidenler, hüsrana uğrayacaklardır.
28-
(O gün) her ümmeti diz çökmüş halde görürsün. Her bir ümmet kitabına/amel defterine çağırılır
(ve onlara şöyle denir):
“Bugün sizlere yaptıklarınızın karşılığı verilecektir.”
29-
“İşte bu, size hakkı söyleyen kitabımızdır. Zira Biz, yaptıklarınızı kaydediyorduk.”
30- İman edip salih ameller işleyenlere gelince; Rableri onları rahmetine alacaktır. İşte apaçık kurtuluş da budur.
31- Kâfir olanlara gelince
(onlara şöyle denecek):
“Âyetlerim sizlere okunmuyor muydu? Siz de büyüklük taslayıp günahkâr kimseler olmamışmıydınız?”
32-
“Allah’ın vaadi haktır ve Kıyamet hakkında şüphe yoktur’ denildiğinde de siz şöyle derdiniz: “Kıyamet nedir biz bilmeyiz. Bizim (onun vukuu hakkındaki bilgimiz) sadece tahminden ibarettir, yoksa kesin bir bilgiye sahip değiliz.”
33- Onlara işledikleri çirkin ameller, apaçık görünmüş ve alay ettikleri
(azap) da kendilerini çepeçevre kuşatmıştır.
34-
(Yine onlara) denecek ki:
“Siz bugüne kavuşacağınızı nasıl unuttuysanız Biz de bugün sizi (cehennemde) unutacağız. Yeriniz ateştir. Size yardım edecek hiç kimse de yoktur.”
35-
“Bunun sebebi ise Allah’ın âyetlerini alay konusu edinmiş olmanız ve dünya hayatının da sizi aldatmış olmasıdır.” Artık bugün onlar, oradan çıkarılmayacaktır ve onlardan
(Rablerini) razı etmeleri de istenmeyecektir.
36- Hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.
37- Büyüklük ve azamet, göklerde de yerde de yalnız O’nundur. O, Azîzdir, Hakîmdir.
#
{27} يخبر تعالى عن سعة ملكِهِ وانفرادِهِ بالتصرُّف والتدبير في جميع الأوقات، وأنَّه {يوم تقومُ الساعةُ}؛ ويَجمع الخلائق لموقف القيامة؛ يحصُلُ الخسار على المبطلين، الذين أتوا بالباطل ليدحِضوا به الحقَّ، وكانت أعمالهم باطلةً لأنَّها متعلِّقة بالباطل، فبطلت في يوم القيامة، اليوم الذي تستبين فيه الحقائق واضمحلَّت عنهم، وفاتَهم الثوابُ، وحصلوا على أليم العقاب.
27. Yüce Allah, mülkünün genişliğini ve bütün zamanlarda tek başına tasarruf ve idarenin kendisinde bulunduğunu haber vermekte ve
“Kıyametin kopacağı gün” Mahşer yerinde bütün mahlukatın toplanıp bir araya geleceğini, hakkı çürütmek üzere batılı ortaya koyan batıl yolcularının hüsrana uğradıklarının görüleceğini bildirmektedir.
Zira onların amelleri batıldır. Çünkü amelleri batıla yöneliktir. Kıyamet gününde de batıl oldukları ortaya çıkacaktır. Çünkü o günde gerçekler açıklanmış olacak ve bu batıllar onları terk edip uzaklaşacaktır. Mükâfatı kaçırmış olacaklar ve buna karşılık can yakıcı azaba mahkûm edileceklerdir.
Daha sonra Yüce Allah,
insanlar gereği gibi kaçınarak tedbirlerini alsınlar ve abidler de onun için hazırlansınlar diye Kıyamet gününün şiddet ve dehşetini şöylece açıklamaktadır:
#
{28} ثم وصف تعالى شدَّة يوم القيامةِ وهَوْلَهُ ليحذره العباد ويستعدَّ له العُبَّاد، فقال: {وترى}: أيُّها الرائي لذلك اليوم، {كلَّ أمَّةٍ جاثيةً}: على ركبها خوفاً وذعراً وانتظاراً لحكم الملك الرحمن. {كلُّ أمة تُدعى إلى كتابها}؛ أي: إلى شريعة نبيِّهم الذي جاءهم من عند الله، وهل قاموا بها فيحصُلُ [لهم] الثواب والنجاة؟ أم ضيعوها فيحصُلُ لهم الخسران؟ فأمَّة موسى يُدعون إلى شريعة موسى، وأمَّة عيسى كذلك، وأمَّة محمد كذلك، وهكذا غيرهم؛ كلُّ أمة تُدعى إلى شرعها الذي كلفت به، هذا أحد الاحتمالات في الآية، وهو معنى صحيحٌ في نفسه، غير مشكوك فيه.
ويحتمل أن المراد بقوله: {كلُّ أمَّة تُدعى إلى كتابها}؛ أي: إلى كتاب أعمالها وما سطر عليها من خير وشرٍّ، وأنَّ كلَّ أحدٍ يُجازى بما عمله بنفسه؛ كقوله تعالى: {مَنْ عَمِلَ صالحاً فلنفسه ومن أساء فعليها}.
ويحتمل أن المعنيين كليهما مرادٌ من الآية.
28. Ey o günü görecek olan kişi! Sen
“her ümmeti” korkudan ve dehşetten, mutlak egemen ve Rahman olan Allah’ın hükmünü bekleyerek
“diz çökmüş bir halde görürsün. Her bir ümmet kitabına” Allah tarafından kendilerine gönderilen peygamberlerinin şeriatına
“çağrılacak.” Bu şeriati yerine getirmişler ise mükâfat görecekler ve kurtulacaklar, gereğine uymamışlar ise o takdirde hüsranla karşılaşacaklardır.
“Bugün sizlere yaptıklarınızın karşılığı verilecektir.” Mûsâ ümmeti Mûsâ şeriatına çağırılacaklar. İsa ümmeti de Muhammed ümmeti de diğerleri de aynı şekilde olacaktır. Her bir ümmet, vakti ile yükümlü kılındığı şeriate çağrılacaktır. Kitabın anlamı ile ilgili ihtimallerden birisi budur ve bu mana, özü itibari ile doğrudur. Bunda herhangi bir şüphe yoktur.
Diğer taraftan Yüce Allah’ın: “Her bir ümmet kitabına çağrılır” buyruğunun,
“Onlar amellerinin yazılı olduğu kitaba ve bu kitaplarda yazılı bulunan hayır ile şerre çağrılacaklardır”, anlamına gelme ihtimali de vardır. Buna göre herkes, bizzat yaptıklarının karşılığını görecektir.
Bu da Yüce Allah’ın şu buyruğuna benzemektedir: “Kim salih bir amel işlerse kendi lehinedir, kim de kötülük işlerde o da kendi aleyhinedir.” (el-Casiye, 15/45)
Âyet-i kerimede her iki anlamın bir arada kastedilmiş olması da muhtemeldir.
Buna da bir sonraki ayet delildir:
#
{29} ويدل على هذا قولُه: {هذا كتابُنا ينطِقُ عليكم بالحقِّ}؛ أي: هذا كتابنا الذي أنزلنا عليكم يفصِلُ [بينكم] بالحقِّ الذي هو العدل، {إنَّا كنا نَسْتَنسِخُ ما كنتُم تعملون}: فهذا كتابُ الأعمال.
29.
“İşte bu, size hakkı söyleyen kitabımızdır” Yani Bizim size indirmiş olduğumuz bu Kitap, size adaletin ta kendisi olan hak ile hüküm vermektedir.
“Zira Biz yaptıklarınızı kaydediyorduk.” Bu da amel defterleri ile ilgilidir.
Bundan sonra Yüce Allah’ın her iki kesime yapacakları şöylece bildirilmektedir:
#
{30} ولهذا فصَّل ما يفعل الله بالفريقين، فقال: {فأمَّا الذين آمنوا وعملوا الصالحات}: إيماناً صحيحاً، وصدَّقوا إيمانَهم بالأعمال الصالحة من واجبات ومستحبَّات، {فيدخِلُهم ربُّهم في رحمتِهِ}: التي محلُّها الجنة، وما فيها من النعيم المقيم والعيش السليم. {ذلك هو الفوزُ المبينُ}؛ أي: المفاز والنجاة والربح والفلاح الواضح البيِّن، الذي إذا حصل للعبد؛ حصل له كلُّ خير، واندفع عنه كلُّ شرٍّ.
30.
“İman edip salih ameller işleyenlere” sahih bir imana sahip olup imanlarını da farz ve müstehab kabilinden salih ameller ile tasdik edenlere
“gelince; Rableri onları rahmetine alacaktır.” Bu rahmet yeri ise cennet, bu cennetteki ebedi nimetler ve her türlü kötülükten uzak yaşayışdır.
“İşte apaçık kurtuluş” kâr, kazanç ve başarı “budur.” Kul, bu kurtuluşa nail oldu mu, artık her türlü hayrı elde etmiş olur ve her türlü kötülük de ondan uzaklaşmış olur.
#
{31} {وأمَّا الذين كفروا}: بالله، فيقال لهم توبيخاً وتقريعاً: {أفلم تكن آياتي تُتْلى عليكم}، وقد دلَّتكم على ما فيه صلاحكم ونهتْكم عما فيه ضررُكم، وهي أكبر نعمة وصلت إليكم لو وفِّقتم لها، ولكن استكبرتُم عنها وأعرضتُم وكفرتُم بها، فجنيتُم أكبر جناية، وأجرمتم أشدَّ الجرم؛ فاليوم تجزون ما كنتم تعملون.
31. Allah’ı inkâr edip
“kâfir olanlara gelince” onlara azarlayıcı bir üslupla şöyle denilecektir:
“Âyetlerim sizlere okunmuyor muydu?” Bu âyetler sizlere, iyiliğinize olan hayırlı şeyleri göstermiş, zararınıza olacak şeyleri yasaklamıştı. Eğer onları kabul etmek ve gereklerince hareket etmek tevfikine mazhar olmuş olsaydınız bu, size verilen en büyük nimet olurdu.
Ama
“siz” o âyetlere karşı “büyüklük taslayıp” onlardan yüz çevirerek ve onları inkâr ederek
“günahkâr kimseler olmamışmıydınız?” Böylelikle sizler en büyük bir cinâyeti, en ağır bir suçu işlemiş oldunuz. İşte bugün de yaptığınızın cezasını çekeceksiniz.
#
{32} ويوبَّخون أيضاً بقوله: {وإذا قيل إنَّ وعدَ الله حقٌّ والساعة لا ريبَ فيها قلتم}: منكرين لذلك: {ما ندري ما الساعة إن نظنُّ إلاَّ ظنًّا وما نحن بمستيقنينَ}: فهذه حالهم في الدُّنيا، وحال البعث الإنكار له، وردُّوا قولَ مَنْ جاء به.
32. Yine Yüce Allah,
onları şu buyrukları ile de azarlayacaktır:
“Allah’ın vaadi haktır ve Kıyamet hakkında şüphe yoktur’, denildiğinde de siz” bunları inkâr ederek
“şöyle derdiniz: Kıyamet nedir biz bilmeyiz. Bizim (onun vukuu hakkındaki bilgimiz) sadece tahminden ibarettir, yoksa kesin bir bilgiye sahip değiliz.”
Bu, onların dünyada iken öldükten sonra dirilişler hakkindeki tutumlarıdır. Onları onu inkâr etmiş ve öldükten sonra diriliş haberini getirenlerin sözlerini de reddetmişlerdi.
#
{33} قال تعالى: {وبدا لهم سيئاتُ ما عملوا}؛ أي: وظهر لهم يوم القيامةِ عقوباتُ أعمالهم، {وحاق بهم}؛ أي: نزل {ما كانوا به يستهزِئون}؛ أي: نزل بهم العذابُ الذي كانوا في الدُّنيا يستهزئون بوقوعه وبمن جاء به.
33. Yüce Allah,
şöyle buyurmaktadır: Kıyamet gününde
“onlara işledikleri çirkin ameller” amellerinin cezaları
“apaçık görülmüş ve alay ettikleri (azap) da kendilerini çepeçevre kuşatmıştır.” Dünyada iken gerçekleşeceğini de gerçekleşeceğini bildiren peygamberi de alaya aldıkları azap başlarına gelmiştir.
#
{34} {وقيل اليوم ننساكم}؛ أي: نترككم في العذاب {كما نسيتُم لقاء يومكم هذا}؛ فإنَّ الجزاء من جنس العمل، {ومأواكم النارُ}؛ أي: هي مقرُّكم ومصيركم. {وما لكم من ناصرينَ}: ينصرونَكم من عذابِ الله ويدفعون عنكم عقابه.
34.
“(Yine onlara) denecek ki: Siz bugüne kavuşacağınızı nasıl unuttuysanız Biz de bugün sizi (cehennemde) unutacağız.” Azap içerisinde terk edeceğiz. Zira amellere verilecek karşılık, amelin türünden olur.
“Yeriniz ateştir.” Sizin kalacağınız yer, dönüp varacağınız yer burasıdır.
“Size” Allah’ın azabından kurtarmak üzere “yardım edecek” ve O’nun azabını sizden uzaklaştıracak
“hiç kimse de yoktur.”
#
{35} {ذلكم}: الذي حصل لكم من العذاب. بسبب {أنَّكم اتَّخذتم آياتِ الله هزواً}: مع أنها موجبةٌ للجدِّ والاجتهاد وتلقِّيها بالسرور والاستبشار والفرح، {وغرَّتْكُم الحياة الدُّنيا}: بزخارفها ولذَّاتها وشهواتها، فاطمأننتُم إليها، وعملتم لها، وتركتم العمل للدار الباقية. {فاليومَ لا يُخْرَجونَ منها ولا هم يُسْتَعْتَبونَ}؛ أي: ولا يُمْهَلون ولا يردُّون إلى الدُّنيا ليعملوا صالحاً.
35.
“Bunun” başınıza gelen bu azabın “sebebi ise Allah’ın âyetlerini” onlar gayretle çalışıp çabalamayı, sevinçle, müjde ile ve neşe ile karşılanmayı gerektirdiği halde
“alay konusu edinmiş olmanız ve dünya hayatının” süsüyle, lezzet ve arzuları ile
“sizi aldatmış olmasıdır.”
Siz, bu hayatla yetindiniz, tatmin oldunuz. Onun için çalıştınız, ebedi kalıcı yurt olan âhiret için amelde bulunmayı terk ettiniz.
“Artık bugün onlar, oradan çıkarılmayacaktır ve onlardan (Rablerini) razı etmeleri de istenmeyecektir.” Onlara hiçbir şekilde mühlet verilmez, salih amel işlesinler diye de dünyaya geri de döndürülmezler.
#
{36} {فلله الحمدُ}: كما ينبغي لجلال وجهه وعظيم سلطانه، {ربِّ السمواتِ وربِّ الأرض ربِّ العالمين}؛ أي: له الحمد على ربوبيته لسائر الخلق ؛ حيث خلقهم وربَّاهم، وأنعم عليهم بالنعم الظاهرة والباطنة.
36.
“Hamd” zatının celaline, saltanatının azametine yakıştığı şekilde “göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.” Bütün mahlukat üzerindeki rububiyeti dolayısı ile O’na hamdolsun. Çünkü onları yaratmış, onları görüp gözetmiş, onlara gizli ve açık nimetlerini ihsan etmiştir.
#
{37} {وله الكبرياءُ في السمواتِ والأرض}؛ أي: له الجلال والعظمة والمجدُ؛ فالحمد فيه الثناء على الله بصفات الكمال ومحبَّته تعالى وإكرامه، والكبرياء فيها عظمتُه وجلالُه، والعبادة مبنيَّة على ركنين: محبة الله والذُّلُّ له، وهما ناشئان عن العلم بمحامد الله وجلاله وكبريائه، {وهو العزيز}: القاهر لكلِّ شيء. {الحكيم}: الذي يضعُ الأشياء مواضِعَها؛ فلا يشرع ما يشرعُه إلاَّ لحكمة ومصلحة، ولا يخلُقُ ما يخلُقُه إلاَّ لفائدةٍ ومنفعةٍ.
37.
“Büyüklük ve azamet, göklerde de yerde de yalnız O’nundur.” Celal, azamet, şan ve şeref O’na mahsustur.
Hamd, Yüce Allah’a, kemal sıfatları ile övgülerde bulunmak, O’na muhabbet ve ikramı ifade etmek anlamlarını ihtiva eder. Kibriyâ
(büyüklük) ise azamet ve celalini ihtiva eder.
İbadet de iki esas üzere kurulmuştur: Allah’ı sevmek ve O’nun huzurunda zillet ile boyun eğmek. Bunlar da hem Yüce Allah’ın hamdedilmesini gerektiren şeyleri hem de O’nun celâl ve kibriyâsını bilmekten kaynaklanırlar.
“O Azîzdir.” Her şeyi emrine boyun eğdirendir.
“Hakîmdir.” Her şeyi yerli yerince koyandır. O, hangi hükmü teşrî etmiş ise mutlaka bir hikmet ve maslahat dolayısı ile teşrî etmiştir. O, neyi yaratmış ise mutlaka bir fayda ve bir menfaat için yaratmıştır.
el-Câsiye Sûresi’nin tefsiri burada sona ermektedir.
Hamd, Allah’a mahsustur. Minnet duygularımız O’nadır. Lütuf O’ndandır.
***