Ayet:
77- MÜRSELÂT SÛRESİ
77- MÜRSELÂT SÛRESİ
(Mekke’de inmiştir. 50 âyettir)
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adı ile.
Ayet: 1 - 15 #
{وَالْمُرْسَلَاتِ عُرْفًا (1) فَالْعَاصِفَاتِ عَصْفًا (2) وَالنَّاشِرَاتِ نَشْرًا (3) فَالْفَارِقَاتِ فَرْقًا (4) فَالْمُلْقِيَاتِ ذِكْرًا (5 ضض) عُذْرًا أَوْ نُذْرًا (6) إِنَّمَا تُوعَدُونَ لَوَاقِعٌ (7) فَإِذَا النُّجُومُ طُمِسَتْ (8) وَإِذَا السَّمَاءُ فُرِجَتْ (9) وَإِذَا الْجِبَالُ نُسِفَتْ (10) وَإِذَا الرُّسُلُ أُقِّتَتْ (11) لِأَيِّ يَوْمٍ أُجِّلَتْ (12) لِيَوْمِ الْفَصْلِ (13) وَمَا أَدْرَاكَ مَا يَوْمُ الْفَصْلِ (14) وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ (15)}.
1- Andolsun iyilikle gönderilenlere, 2- Şiddetlice esenlere; 3- İyice yayanlara, 4- Tam anlamı ile ayırt edenlere; 5, 6- Gerek mazeret kapısını kapatmak gerekse de uyarmak üzere zikri getirip bırakanlara ki, 7- Tehdit olunduğunuz şey elbette gerçekleşecektir. 8- Yıldızlar söndürüldüğü zaman, 9- Gök yarıldığı zaman, 10- Dağlar parçalanıp savrulduğu zaman, 11- Peygamberlerin (ümmetlerine şahitlik etme) vakti geldiği zaman (kıyamet kopmuş olacaktır.) 12- Peki, onlar hangi güne ertelendiler? 13- Hüküm/ayrım gününe! 14- Hüküm/ayrım gününün ne olduğunu nereden bilebilirsin ki? 15- O gün yalanlayanların vay haline!
#
{1 ـ 6} أقسم تعالى على البعث والجزاء على الأعمال بـ {المُرْسَلات عُرْفاً}: وهي الملائكةُ التي يرسِلُها الله تعالى بشؤونه القدريَّة وتدبير العالم، وبشؤونه الشرعيَّة ووحيه إلى رسله، و {عُرْفاً}: حال من المرسلات؛ أي: أرسلت بالعُرْف والحكمة والمصلحة، لا بالنُّكر والعبث. {فالعاصفاتِ عصفاً}: وهي أيضاً الملائكة التي يرسِلُها الله تعالى، وَصَفَها بالمبادرة لأمره وسرعة تنفيذ أوامره كالريح العاصف أو أنَّ العاصفات الرياح الشديدة التي يُسْرِعُ هبوبها، {والناشرات نشراً}: يُحتمل أنَّ المراد بها الملائكة ؛ تنشر ما دُبِّرت على نشره، أو أنَّها السحاب التي يَنْشُرُ الله بها الأرض فيحييها بعد موتها. {فالمُلْقِياتِ ذِكْراً}: هي الملائكة تلقي أشرفَ الأوامر، وهو الذِّكْرُ الذي يرحم الله به عباده، ويذكِّرهم فيه منافعهم ومصالحهم؛ تلقيه إلى الرسل {عُذْراً أو نُذْراً}؛ أي: إعذاراً وإنذاراً للناس؛ تنذر الناس ما أمامهم من المخاوف وتقطَعُ أعذارهم ؛ فلا يكون لهم حُجَّةٌ على الله.
1. Yüce Allah, öldükten sonra dirilişin ve amellerin karşılıklarının verileceğinin gerçekleşeceğini bildirmek üzere birtakım hususlara yemin etmektedir: “Andolsun iyilikle gönderilenlere” Bunlar, Yüce Allah’ın gerek kaderin ve âlemin işlerinin idare edilmesi için, gerekse de dini hususlar ve peygamberlere vahyi getirmek için gönderegeldiği meleklerdir. Âyet-i kerimedeki “عُرۡفٗا / iylikle” ifadesi, bu gönderilenlerin halini anlatmaktadır. Yani melekler, iyilik, hikmet ve maslahat ile gönderilirler. Çirkin ve boş işlerle gönderilmezler. 2. “Şiddetlice esenlere” bunlar da aynı şekilde Yüce Allah’ın gönderdiği meleklerdir. Allah, onları verdiği emirleri çabucak yerine getirmekle ve emirlerini uygulamakta şiddetlice esen rüzgar gibi hareket etmekle nitelendirmektedir. "Şiddetlice esenler”den kasıt, hızla ve şiddetlice esen rüzgârlar da olabilir. 3. “İyice yayanlara” bununla yaymakla görevli olduğu hususları yayan melekler kastedilmiş olabileceği gibi Yüce Allah’ın kendileri vasıtası ile yeryüzünü canlandırdığı, ona ölümünden sonra hayat verdiği bulutları kastetmiş olma ihtimali de vardır. [4. “Tam anlamı ile ayırt edenlere”, Bunlar da Allah katından hak ile batılı ve helal ile haramı birbirinden ayırt edecek şeyler indiren meleklerdir.] 5-6. “Gerek mazeret kapısını kapatmak gerekse de uyarmak üzere zikri getirip bırakanlara;” bunlar da en şerefli emirleri getirip bırakan meleklerdir. Buradaki zikir, Yüce Allah’ın kendisi ile kullarına rahmet buyurduğu, onunla menfaat ve maslahatlarını kendilerine hatırlattığı zikirdir/vahiydir ki melekler bunu peygamberlere getirip bırakırlar. Onun gönderilişi de insanlara ileri sürecekleri bir mazeret bırakmamak yahut bir uyarı olmak içindir. Onunla insanlar ileride kendilerini bekleyen tehlike ve korkulu şeylere karşı uyarılmakta ve onlara ileri sürecekleri bir mazeret bırakılmamaktadır. Buna bağlı olarak onların da Allah’a karşı ileri sürecekleri bir delilleri kalmamaktadır.
#
{7} {إنَّما توعَدون}: من البعث والجزاء على الأعمال {لَواقِعٌ}؛ أي: متحتِّم وقوعه من غير شكٍّ ولا ارتياب.
7. “Tehdit olunduğunuz şey” öldükten sonra diriliş ve amellerin karşılıklarının görülmesi, “elbette gerçekleşecektir.” Onun gerçekleşmesi kaçınılmazdır, bunda herhangi bir şüphe ve tereddüt yoktur.
#
{8 ـ 14} فإذا وقع؛ حصل من التغيُّر للعالم والأهوال الشَّديدة ما يزعج القلوبَ وتشتدُّ له الكروب فتنطمس النُّجوم؛ أي: تتناثر وتزول عن أماكِنِها، وتُنْسَفُ الجبال، فتكون كالهباء المنثور، وتكون هي والأرض قاعاً صفصفاً، لا ترى فيها عوجاً ولا أمتاً، وذلك اليوم هو اليوم الذي {أُقِّتَتْ} فيه الرسل، وأجِّلَتْ للحكم بينها وبين أممها، ولهذا قال: {لأيِّ يوم أجِّلَتْ}: استفهامٌ للتعظيم والتفخيم والتهويل، ثم أجاب بقوله: {ليوم الفصل}؛ أي: بين الخلائق بعضهم من بعض، وحساب كلٍّ منهم منفرداً.
8-14. Diriliş ve hesap günü gerçekleşeceğinde kâinatta öyle korkunç ve dehşetli değişiklikler meydana gelecektir ki, bunlar kalpleri dehşete düşürecek ve onları pek çok ağır sıkıntılarla karşı karşıya bırakacaktır. Yıldızlar söndürülecek, etrafa savrulup dağılacak, yerlerinden oynayacaklardır. Dağlar da savrularak toz duman olacaktır. Dağlar ve yeryüzü, herhangi bir çukurun ya da tümseğin görülmediği dümdüz bir arazi haline gelecektir. İşte peygamberler için belirli vaktin tayin edildiği gün de budur. Peygamberlerle ümmetleri aralarında hüküm vermek için bugüne ertelenmişlerdir. Bundan dolayı: “Peki, onlar hangi güne ertelendiler?” buyrulmaktadır. Buradaki soru bugünün büyüklüğünü, ağırlığını ve dehşetini dile getirmek içindir. Daha sonra bu soruya: “Hüküm/ayrım gününe!” diye cevap verilmektedir. Yani o, hem insanlar arasında birbirleri ile ilgili olarak hem de herbirisinin ayrı ayrı hesabının görülüp hükme bağlanacağı gündür.
#
{15} ثم توعَّد المكذِّب بهذا اليوم، فقال: {ويلٌ يومئذٍ للمكذِّبينَ}؛ أي: يا حسرتهم وشدَّة عذابهم وسوءَ منقلبهم، أخبرهم الله وأقسم لهم فلم يصدقوه؛ فلذلك استحقُّوا العقوبة البليغةَ.
15. Daha sonra Yüce Allah, bu günü yalanlayanları tehdit ederek: “O gün yalanlayanların vay haline!” buyurmaktadır. Yani onlar, o günde geçmişlerine ne kadar çok pişman olup yanacaklar, ne kadar çetin azap görecekler ve ne kadar kötü bir âkıbet ile karşılaşacaklardır! Yüce Allah, onlara haber verdiği ve bu hususta onlara yemin de ettiği halde onlar onu tasdik etmediler. İşte bundan dolayı en ileri derecede cezayı hak ettiler.
Ayet: 16 - 19 #
{أَلَمْ نُهْلِكِ الْأَوَّلِينَ (16) ثُمَّ نُتْبِعُهُمُ الْآخِرِينَ (17) كَذَلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمِينَ (18) وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ (19)}.
16- Biz öncekileri helâk etmedik mi? 17- Sonra arkadan gelenleri de (helakte) onların peşine takarız. 18- İşte Biz günahkârlara böyle yaparız. 19- O gün yalanlayanların vay haline!
#
{16 ـ 19} أي: أما أهلكنا المكذِّبين السابقين، ثم نتبعهم بإهلاك من كَذَّب من الآخرين، وهذه سنَّتُه السابقة واللاحقة في كلِّ مجرم، لا بدَّ من عقابه ، فلِمَ لا تعتبرون بما ترون وتسمعون؟! {ويلٌ يومئذٍ للمكذِّبين}: بعدما شاهدوا من الآيات البينات والعقوباتِ والمَثُلات.
16-18. Yani biz öncekilerden yalanlayanları helâk etmedik mi? Daha sonra gelenler arasından yine yalanlayanları helâk ederek bunları öncekilerin peşine katıyoruz. İşte Allah'ın her bir günahkâr hakkında önceden de sonradan da uygulayageldiği sünneti/kanunu budur. Günahkârların cezalandırılması kaçınılmaz bir şeydir. Niçin görüp duyduğunuz şeylerden gereği gibi ibret almıyorsunuz? 19. “O gün” gördükleri bunca âyet ve belgelere, ibretlik ceza örneklerine rağmen “yalanlayanların vay haline!”
Ayet: 20 - 24 #
{أَلَمْ نَخْلُقْكُمْ مِنْ مَاءٍ مَهِينٍ (20) فَجَعَلْنَاهُ فِي قَرَارٍ مَكِينٍ (21) إِلَى قَدَرٍ مَعْلُومٍ (22) فَقَدَرْنَا فَنِعْمَ الْقَادِرُونَ (23) وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ (24)}.
20- Biz sizi hakir bir sudan yaratmadık mı? 21- Onu sağlam bir yere yerleştirdik; 22- Malum bir süreye kadar. 23- Bunu biz takdir ettik ki ne güzel takdir edenleriz Biz! 24- O gün yalanlayanların vay haline!
#
{20 ـ 24} أي: أما خلقناكم أيُّها الآدميُّون {من ماءٍ مَهينٍ}؛ أي: في غاية الحقارة، خرج من بين الصُّلب والتَّرائب، حتى جعله الله {في قرارٍ مَكينٍ}: وهو الرحم به يستقرُّ وينمو، {إلى قدرٍ معلومٍ}: ووقتٍ مقدَّرٍ. {فقَدَرْنا}؛ أي: قدَّرْنا ودَبَّرْنا ذلك الجنين في تلك الظُّلمات، ونقلناه من النُّطفة إلى العلقة إلى المضغة إلى أن جعله الله جسداً و نفخ فيه الروح، ومنهم من يموت قبل ذلك. {فنعم القادِرونَ}؛ يعني بذلك نفسه المقدَّسة؛ لأنَّ قَدَرَه تابعٌ لحكمته موافقٌ للحمد. {ويلٌ يومئذٍ للمكذِّبينَ}، [بعد ما بَيَّن اللهُ لهم الآياتِ وأراهم العبَر والبيِّناتِ].
20-21. Yani ey Âdemoğulları “Biz sizi hakir bir sudan” son derece değersiz, sırt ile göğüs kemiği arasından çıkan bir sudan “yaratmadık mı? Onu sağlam bir yere” rahme “yerleştirdik.” O, orada yerleşip gelişir. 22. “Malum bir süreye” süresi tayin edilmiş bir vakte “kadar.” 23. “Bunu biz takdir ettik.” Yani Biz, o ceninin o karanlıklar içerisinde kalmasını takdir ettik ve bunun tedbirini aldık. Onu nutfeden bir kan damlacığına, ondan da bir lokmacık ete dönüştürdük. Sonunda Allah onu bir bedene döndürdü ve sonra da ona ruh üfledi. Bundan önce ölenler de vardır. "ki ne güzel takdir edenleriz Biz!” Bununla Yüce Allah, kendi mukaddes zatını kastetmektedir. Çünkü O’nun takdiri, hikmetine tabidir ve hamde lâyıktır. 24. “O gün” Allah kendilerine ayetleri açıkladığı, ibret ve apaçık delilleri gösterdiği halde “yalanlayanların vay haline!”
Ayet: 25 - 28 #
{أَلَمْ نَجْعَلِ الْأَرْضَ كِفَاتًا (25) أَحْيَاءً وَأَمْوَاتًا (26) وَجَعَلْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ شَامِخَاتٍ وَأَسْقَيْنَاكُمْ مَاءً فُرَاتًا (27) وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ (28)}.
25- Biz yeryüzünü toplanma yeri kılmadık mı? 26- Dirilere de ölülere de. 27- Orada köklü ve yüksek dağlar yarattık ve size tatlı su içirdik. 28- O gün yalanlayanların vay haline!
#
{25 ـ 28} أي: أما مَنَنَّا عليكم وأنعمنا بتسخير الأرض لمصالحكم فجعلناها {كفاتاً}: لكم، {أحياءً}: في الدور، {وأمواتاً}: في القبور؛ فكما أنَّ الدور والقصور من نعم الله على عباده ومنَّته؛ فكذلك القبور رحمة في حقِّهم وسترٌ لهم عن كون أجسادهم باديةً للسِّباع وغيرها. {وجعلنا فيها رواسيَ}؛ أي: جبالاً ترسي الأرض لئلاَّ تميدَ بأهلها، فثبَّتها الله بالجبال الراسيات الشامخات؛ أي: الطوال العراض. {وأسْقَيْناكم ماءً فُراتاً}؛ أي: عذباً زلالاً؛ قال تعالى: {أفرأيْتُم الماءَ الذي تشربونَ. أأنتُم أنزَلْتُموه من المُزْنِ أمْ نحنُ المنزِلونَ. لو نشاءُ جعلناه أُجاجاً فلولا تَشْكُرونَ}. {ويلٌ يومئذٍ للمكذِّبين}: مع ما أراهم الله من النعم التي انفرد بها، واختصَّهم بها فقابلوها بالتكذيب.
25-26. Yani biz yeryüzünü sizin maslahatlarınız ve faydanız için amade kılmak suretiyle size lütufta bulunmadık mı? Sizlere bunca nimetleri bu yolla bağışlamadık mı? Buna bağlı olarak Biz orayı sizin için “toplanma yeri kılmadık mı?” Evlerde “dirilere” kabirlerde de “ölülere.” Nasıl ki evler, köşkler Yüce Allah’ın kullarına nimet ve lütufları arasındadır, kabirler de aynı şekilde onlar için -cesetlerinin yırtıcı hayvanların ve başka şeylerin önünde bırakılmayarak oraya gömülmesi dolayısıyla- bir rahmettir. 27. “Orada köklü ve yüksek dağlar yarattık.” Yeryüzü üzerindekileri sarsmasın diye yeri sağlamlaştıran dağlar var ettik. Allah yeryüzünü enli-boylu, muazzam ve sapasağlam dağlarla sağlamlaştırıp güçlendirmiştir. "Size tatlı” içimi hoş “su içirdik.” Yüce Allah, bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: “İçtiğiniz sudan bana haber verin. Onu buluttan siz mi indirdiniz yoksa indirenler Biz miyiz? Dileseydik onu acı kılardık. Şükretmeniz gerekmez mi?” (el-Vâkıa, 56/68-70) 28. “O gün yalanlayanların” Allah, kendilerine tek başına yarattığı ve özellikle onlara lütfetmiş olduğu bu nimetleri göstermiş olmasına rağmen bunlara yalanlayarak karşılık verenlerin “vay haline!”
Ayet: 29 - 34 #
{انْطَلِقُوا إِلَى مَا كُنْتُمْ بِهِ تُكَذِّبُونَ (29) انْطَلِقُوا إِلَى ظِلٍّ ذِي ثَلَاثِ شُعَبٍ (30) لَا ظَلِيلٍ وَلَا يُغْنِي مِنَ اللَّهَبِ (31) إِنَّهَا تَرْمِي بِشَرَرٍ كَالْقَصْرِ (32) كَأَنَّهُ جِمَالَتٌ صُفْرٌ (33) وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ (34)}.
29- Haydi gidip yalanlamakta olduğunuz (o azaba) girin! 30- Gidip üç kola ayrılmış bir gölgeye girin. 31- O, ne gölgelendirir ne de alevlere karşı fayda sağlar. 32- O, her biri saray kadar büyük kıvılcımlar atar. 33- Ki (her bir kıvılcım) kara-kızıl develeri andırır. 34- O gün yalanlayanların vay haline!
#
{29 ـ 34} هذا من الويل الذي أُعِدَّ للمجرمين المكذِّبين أنْ يقال لهم يوم القيامةِ: {انطَلِقوا إلى ما كُنتُم به تكذِّبونَ}: ثم فسَّر ذلك بقوله: {انطَلِقوا إلى ظِلٍّ ذي ثلاثٍ شُعَبٍ}؛ أي: إلى ظلِّ نار جهنَّم التي تتمايز في خلاله ثلاث شعب؛ أي: قطع من النار تتعاوره وتتناوبه وتجتمع به. {لا ظليلٍ}: ذلك الظلُّ؛ أي: لا راحة فيه ولا طمأنينة، {ولا يُغْني}: من مَكَثَ فيه {من اللَّهب}: بل اللهب قد أحاط به يمنةً ويسرةً ومن كلِّ جانب؛ كما قال تعالى: {لهم من فوقهم ظُلَلٌ من النار ومن تحتِهِم ظُلَلٌ}، {لهم من جَهنَّمَ مهادٌ ومن فوقِهِم غواشٍ وكذلك نجزي الظَّالمينَ}. ثم ذكر عِظَمَ شرر النار الدالِّ على عظمها وفظاعتها وسوء منظرها، فقال: {إنها تَرْمي بشررٍ كالقَصْر. كأنَّه جِمالةٌ صُفْرٌ}: وهي السود التي تضرِب إلى لونٍ فيه صفرة، وهذا يدلُّ على أن النار مظلمة لهبها وجمرها وشررها، وأنها سوداءُ كريهةُ المنظر شديدةُ الحرارة؛ نسأل الله العافية منها، ومن الأعمال المقرِّبة منها. {ويلٌ يومئذٍ للمكذِّبين}.
29. Yalancı günahkârlar için hazırlanıp onlara: “vay hallerine!” dedirten hususlardan birisi de Kıyamet gününde onlara söylenecek olan şu sözlerdir: “Haydi gidip yalanlamakta olduğunuz (o azaba) girin!” Daha sonra bu, şu buyruklarla açıklanmaktadır: 30-31. “Gidip üç kola ayrılmış bir gölgeye girin.” Yani ortasından üç kol, ateşten üç parça beliren, gidip gelen ve onunla bir arada bulunan cehennem ateşinin gölgesine gidin. Ancak “o, ne gölgelendirir.” Onda ne rahat, ne de huzur vardır. “ne de alevlere karşı” orada kalana bir “fayda sağlar.” Aksine alevler, sağından solundan, dört bir yanından onu çepeçevre kuşatır. Nitekim Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: “Onların üstlerinde de ateşten tabakalar vardır altlarında da.” (ez-Zümer, 39/16); “Onlara cehennemden bir döşek vardır. Üstlerinde de (ateşten) örtüler. İşte Biz zalimleri böyle cezalandırırız.” (el-Araf, 7/41) 32-33. Daha sonra Yüce Allah, cehennemdeki kıvılcımların büyüklüğüne, korkunç manzaralarına ve kötü görünüşlerine delil teşkil edecek şu ifadeleri zikretmektedir: "O, her biri saray kadar büyük kıvılcımlar atar ki (her bir kıvılcım) kara-kızıl develeri andırır.” Kara-kızıl develer, sarıya çalan siyah renkli develerdir. Bu da cehennem ateşinin alevinin, kor ateşinin ve kıvılcımlarının karanlık ve siyah renkli olduğuna, görünüşünün dehşet verici ve oldukça da sıcak olduğuna delildir. Yüce Allah’tan ateşten kurtarıp esenliğe kavuşturmasını, oraya yakınlaştırıcı amellerden de uzak tutmasını dileriz. “O gün yalanlayanların vay haline!”
Ayet: 35 - 40 #
{هَذَا يَوْمُ لَا يَنْطِقُونَ (35) وَلَا يُؤْذَنُ لَهُمْ فَيَعْتَذِرُونَ (36) وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ (37) هَذَا يَوْمُ الْفَصْلِ جَمَعْنَاكُمْ وَالْأَوَّلِينَ (38) فَإِنْ كَانَ لَكُمْ كَيْدٌ فَكِيدُونِ (39) وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ (40)}.
35- Bu, onların konuşamayacakları gündür. 36- Onlara izin de verilmeyecek ki özür dilesinler. 37- O gün yalanlayanların vay haline! 38- İşte bu, hüküm/ayrım günüdür. Sizi de öncekileri de topladık. 39- Eğer (azaptan kurtulmak için) bana karşı kuracağınız bir tuzağınız varsa haydi durmayın kurun. 40- O gün yalanlayanların vay haline!
#
{35 ـ 37} أي: هذا اليوم العظيم الشَّديد على المكذِّبين، لا ينطِقون فيه من الخوف والوَجَل الشديد، {ولا يُؤْذَنُ لهم فيعتَذِرون}؛ أي: لا تُقبل معذرتُهم ولو اعتذروا. {فيومئذٍ لا ينفع الذينَ ظَلَموا معذِرَتُهم ولا هم يُسْتَعْتَبونَ}.
35. Yani yalanlayanlara çok çetin gelecek bu pek büyük günde yalanlayıcılar, korku ve aşırı dehşetlerinden dolayı konuşamayacaklardır. 36-37. “Onlara izin de verilmeyecek ki özür dilesinler.” Yani özür dileyecek olsalar dahi özürleri kabul olunmayacaktır: “O zulmedenlere mazeret bildirmeleri fayda vermez ve onlardan (Rablerini) razı etmeleri de istenmez.” (er-Rûm, 30/57)
#
{38 ـ 40} {هذا يومُ الفصل جَمَعْناكم والأوَّلينَ}: لنفصل بينَكم ونحكُمَ بين الخلائق. {فإن كانَ لكم كيدٌ}: تقدِرون على الخروج عن ملكي وتَنْجونَ به من عذابي، {فكيدونِ}؛ أي: ليس لكم قدرةٌ ولا سلطانٌ؛ كما قال تعالى: {يا معشرَ الجنِّ والإنسِ إنِ اسْتَطَعْتُم أن تنفُذوا من أقطارِ السمواتِ والأرضِ فانفُذوا، لا تَنفُذون إلاَّ بسلطانٍ}؛ ففي ذلك اليوم تبطُل حيل الظالمين، ويضمحلُّ مكرُهم وكيدُهم ويستسلمون لعذابِ الله، ويبين لهم كذِبُهم في تكذيبهم. {ويلٌ يومئذٍ للمكذِّبين}.
38. “İşte bu, hüküm/ayrım günüdür. Sizi de öncekileri de” aranızda ayırt edici hükmü verelim, bütün mahlukat arasında hükmedelim diye “topladık.” 39-40. “Eğer bana karşı kuracağınız bir tuzağınız varsa” benim mülkümün dışına çıkabiliyor ve azabımdan kurtulabiliyor iseniz “haydi durmayın kurun.” Yani sizin buna gücünüz yok, buna imkân bulamazsınız. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ey cin ve insan toplulukları! Eğer göklerle yerin bucaklarından kaçmaya gücünüz yetiyor ise kaçın. Ama güç ve imkânınız olmadıkça kaçamazsınız!” (er-Rahmân, 55/33) İşte o gün zalimlerin bütün hileleri, çareleri tükenir. Onların kurabilecekleri bütün tuzaklarda, gidebilecekleri bütün yollarda çaresizlikleri ortaya çıkar. Allah’ın azabına teslimiyet göstermekten başka yolları kalmaz ve o gün yalanlayışlarında yanlış yaptıkları açıkça ortaya çıkar. “O gün yalanlayanların vay haline”
Ayet: 41 - 45 #
{إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي ظِلَالٍ وَعُيُونٍ (41) وَفَوَاكِهَ مِمَّا يَشْتَهُونَ (42) كُلُوا وَاشْرَبُوا هَنِيئًا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (43) إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ (44) وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ (45)}.
41- Şüphesiz takvâ sahipleri gölge altlarında ve pınar başlarındadır. 42- Canlarının çektiği meyveler arasındadırlar. 43- Yaptıklarınız sebebiyle afiyetle yiyin, için. 44- İşte Biz ihsan sahiplerini böyle mükâfatlandırırız. 45- O gün yalanlayanların vay haline!
#
{41 ـ 45} لمَّا ذكر عقوبة المكذِّبين؛ ذكر مثوبة المحسنين، فقال: {إنَّ المتَّقين}؛ أي: للتكذيب، المتَّصفين بالتَّصديق في أقوالهم وأفعالهم وأعمالهم، ولا يكونون كذلك إلاَّ بأدائهم الواجبات وتركهم المحرَّمات، {في ظلالٍ}: من كثرة الأشجار المتنوِّعة الزاهرة البهيَّة، {وعيونٍ}: جاريةٍ من السلسبيل والرحيق وغيرهما، {وفواكهَ ممَّا يشتهونَ}؛ أي: من خيار الفواكه وأطيبها ، ويقال لهم: {كُلوا واشْرَبوا}: من المآكل الشهيَّة والأشربة اللَّذيذة، {هنيئاً}؛ أي: من غير منغِّص ولا مكدِّر، ولا يتمُّ هناؤه حتى يسلمَ الطعام والشرابُ من كلِّ آفةٍ ونقصٍ، وحتى يجزموا أنَّه غيرُ منقطع ولا زائل؛ {بما كنتُم تعملونَ}: فأعمالكم هي السبب الموصل لكم إلى جنَّات النعيم المقيم، وهكذا كلُّ من أحسن في عبادة الله وأحسن إلى عباد الله، ولهذا قال: {إنَّا كذلك نجزي المحسِنينَ. ويلٌ يومئذٍ للمكذِّبين}: ولو لم يكن من هذا الويل إلاَّ فوات هذا النعيم؛ لكفى به حزناً وحرماناً.
41. Yüce Allah, yalanlayanların cezasını söz konusu ettikten sonra iyilikte bulunanların mükâfatını söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz takvâ sahipleri” yani yalanlamaktan sakınan, söz, fiil ve davranışlarında tasdik vasfına sahip olan kimseler -ki ancak farzları eda etmek ve haramları terk etmek sureti ile bu hale ulaşabilirler- çiçekler açmış, göz kamaştırıcı türlü ağaçların çokluğundan dolayı “gölge altlarında” Selsebîl’den, Rahîk’den ve diğer pınarlardan oluşan türlü “pınar başlarındadır.” 42. “Canlarının çektiği” en iyi ve en lezzetli türden “meyveler arasındadırlar.” 43. Onlara: “Yaptıklarınız sebebiyle” canların çektiği yiyeceklerden ve lezzetli içeceklerden “afiyetle” boğazınızda kalmaksızın, rahatsız edici hiçbir sebep de bulunmaksızın “yiyin için” denilir. Tam anlamı ile afiyetin gerçekleşmesi ise yenilen ve içilen şeylerin her türlü olumsuzluktan ve kusurdan uzak kalması ile bir de bunların ardının arkasının kesilmeyeceğine ve sonlarının gelmeyeceğine kesin inanmaları ile mükmündür. Bu mükâfatlar size “yaptıklarınız sebebiyle” verilmektedir. Yani sizi ebedi ve kalıcı nimetlerle dolu cennetlere ulaştıran, sizin işlediğiniz amellerdir. 44-45. Allah’a ihsan ile ibadet eden, Allah’ın kullarına da ihsanda/iyilikte bulunan herkesin durumu böyledir. Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “İşte Biz ihsan sahiplerini böyle mükâfatlandırırız. O gün yalanlayanların vay haline!” Bu bedbahtlıklarından paylarına düşen, sadece bu nimetleri elden kaçırmak bile olsaydı, keder ve mahrumiyet olarak onlara bu tek başına yeterdi.
Ayet: 46 - 50 #
{كُلُوا وَتَمَتَّعُوا قَلِيلًا إِنَّكُمْ مُجْرِمُونَ (46) وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ (47) وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ ارْكَعُوا لَا يَرْكَعُونَ (48) وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ (49) فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ (50)}.
46- Biraz yiyin ve faydalanın (bakalım)! Çünkü siz günahkârsınız. 47- O gün yalanlayanların vay haline! 48- Onlara: “Rükû’ edin” denildiği zaman rükû’ etmezler. 49- O gün yalanlayanların vay haline! 50- Artık bundan sonra hangi söze inanacaklar ki?
#
{46 ـ 50} هذا تهديدٌ ووعيدٌ للمكذِّبين أنَّهم وإن أكلوا في الدُّنيا وشربوا وتمتَّعوا باللَّذَّات وغفلوا عن القُرُبات؛ فإنَّهم مجرمون يستحقُّون ما يستحقُّه المجرمون، فتنقطع عنهم اللَّذَّات، وتبقى عليهم التَّبِعات. ومن إجرامهم أنَّهم إذا أمِروا بالصَّلاة التي هي أشرف العبادات، و {قيل لهم اركعوا}: امتنعوا من ذلك؛ فأيُّ إجرام فوق هذا؟ وأيُّ تكذيب يزيد على هذا؟ {ويلٌ يومئذٍ للمكذِّبين}: ومن الويل عليهم أنَّهم تنسدُّ عنهم أبواب التوفيق ويُحْرَمون كلَّ خيرٍ؛ فإنَّهم إذا كذَّبوا هذا القرآن الذي هو أعلى مراتب الصدق واليقين على الإطلاق؛ {فبأيِّ حديثٍ بعدَه يؤمنونَ}: أبالباطل الذي هو كاسمه لا يقوم عليه شبهةٌ فضلاً عن الدليل؟ أم بكلام مشركٍ كذَّابٍ أفَّاكٍ مبينٍ؟ فليس بعد النُّور المبين إلاَّ دياجي الظلمات، ولا بعد الصدق الذي قامت الأدلة والبراهين القاطعة إلاَّ الإفك الصراح والكذب المبينُ الذي لا يَليقُ إلاَّ بمن يناسبه؛ فتبًّا لهم ما أعماهم! وويحاً لهم ما أخسرهم وأشقاهم! نسأل الله العفو والعافية؛ إنَّه جوادٌ كريمٌ.
46-47. Bu buyruk, inkarcılara yönelik bir tehdittir. Onlar dünyada yiyip içseler, lezzet verici şeylerden istifade etseler dahi, Allah’a yakınlaştırıcı şeylerden gaflete düştüklerinden dolayı günahkârdırlar. Ve günahkârların hak ettiklerini hak ederler. O bakımdan onların lezzetleri kesilir, ondan mahrum kalırlar, geriye sadece veballeri ve günah yükleri kalır. 48-49. Onların günahkârlıklarının bir parçası da kendilerine en şerefli ibadet olan namaz kılmaları emredildiği ve onlara: “Rükû’ edin” denildiği vakit bunu kabul etmeyişleridir. Bunun ötesinde bir günahkârlık olur mu? Bundan daha ileri derece bir yalanlama düşünülebilir mi? “Yalanlayanların o gün vay haline?” Çünkü ilâhî tevfike mazhar oluşun kapıları önlerine kapanır ve her türlü hayırdan mahrum kalırlar. 50. Onlar, doğruluğun ve kayıtsız şartsız olarak kesin bilginin en üst mertebesinde bulunan bu Kur’ân-ı Kerîm’i yalanladıktan sonra artık “hangi söze inanacaklar ki?” Adı gibi olan ve delillendirilmesi bir tarafa delile benzer bir dayanağı dahi bulunmayan bâtıla mı yoksa Allah’a ortak koşan, çok yalancı, kuru iftiracıların sözlerine mi? Apaydınlık nurun ötesinde koyu karanlıkların dışında ne vardır? Lehine pek çok delil ve kesin belgenin bulunduğu doğruluğun ötesinde, apaçık iftiranın ve ancak kendisine uygun olanlara yakışan apaçık yalanın dışında ne bulunabilir? Yazıklar olsun onlara! Ne kötü ameller işlediler. Yazık onlara! Ne kadar hüsrandadırlar! Ne kadar bedbahttırlar! Yüce Allah’tan bizleri affetmesini ve esenliğe kavuşturmasını dileriz. Şüphesiz O, pek cömerttir, çok lütufkârdır.
Murselat Sûresi’nin tefsiri burada sona ermektedir. Hamd, Allah’a mahsustur.
***