Ayet:
78- NEBE’ SÛRESİ
78- NEBE’ SÛRESİ
(Mekke’de inmiştir. 40 âyettir)
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adı ile.
Ayet: 1 - 5 #
{عَمَّ يَتَسَاءَلُونَ (1) عَنِ النَّبَإِ الْعَظِيمِ (2) الَّذِي هُمْ فِيهِ مُخْتَلِفُونَ (3) كَلَّا سَيَعْلَمُونَ (4) ثُمَّ كَلَّا سَيَعْلَمُونَ (5)}.
1- Birbirlerine neyi soruyorlar? 2, 3- Hakkında anlaşmazlığa düştükleri o büyük haberi 4- Asla (ihtilafa yer yok), onlar yakında bilecekler. 5- Yine asla! Onlar yakında anlayacaklar.
#
{1 ـ 5} أي: عن أيِّ شيءٍ يتساءل المكذِّبون بآيات الله؟ ثم بيَّن ما يتساءلون عنه فقال: {عن النبإ العظيم. الذي هم فيه مختلفونَ}؛ أي: عن الخبر العظيم الذي طال فيه نزاعُهم وانتشر فيه خلافُهم على وجه التَّكذيب والاستبعاد، وهو النبأ الذي لا يقبل الشكَّ ولا يدخُلُه الريبُ، ولكن المكذِّبون بلقاء ربِّهم لا يؤمنون، ولو جاءتهم كلُّ آيةٍ، حتى يَرَوُا العذاب الأليم، ولهذا قال: {كلاَّ سيعلمونَ. ثم كلاَّ سيعلمونَ}؛ أي: سيعلمون إذا نزل بهم العذابُ ما كانوا به يكذبون حين {يُدَعُّون إلى نار جَهَنَّم دعًّا}. ويقال لهم: {هذه النَّار التي كنتُم بها تكذِّبونَ}.
1-3. Yani şu Allah’ın âyetlerini yalanlayanlar, ne hakkında soruşturup duruyorlar? Daha sonra hakkında soruşturup durdukları hususu açıklayarak şöyle buyurmaktadır: “Hakkında anlaşmazlığa düştükleri o büyük haberi.” Yani yalanlamak ve uzak bir ihtimal görmek yönünde aralarında uzun boylu ihtilafa düştükleri ve anlaşmazıkların yaygınlık kazandığı o büyük haber hakkında birbirlerine soru sorup duruyorlar. Halbuki o, herhangi bir şüpheyi kabil olmayan ve herhangi bir tereddüdün yaklaşamayacağı bir haberdir. Ancak Rablerine kavuşacaklarını yalanlayanlar, can yakıcı azabı görmedikleri sürece kendilerine her türlü âyet, belge ve mucize gelecek olsa dahi iman etmezler. Bundan dolayı Allah, şöyle buyurmaktadır: 4-5. Azap tepelerine indiği vakit, cehenneme sürüklene sürüklene, itile kakıla götürülecekleri vakit yalanladıkları şeyin mahiyetini bileceklerdir. O vakit onlara şöyle denilecek: “İşte bu, sizin yalan saydığınız ateştir.” (et-Tûr, 52/14)
Daha sonra Yüce Allah, peygamberlerin getirdiklerine delil teşkil eden belgeleri ve nimetleri söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:
Ayet: 6 - 16 #
{أَلَمْ نَجْعَلِ الْأَرْضَ مِهَادًا (6) وَالْجِبَالَ أَوْتَادًا (7) وَخَلَقْنَاكُمْ أَزْوَاجًا (8) وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتًا (9) وَجَعَلْنَا اللَّيْلَ لِبَاسًا (10) وَجَعَلْنَا النَّهَارَ مَعَاشًا (11) وَبَنَيْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعًا شِدَادًا (12) وَجَعَلْنَا سِرَاجًا وَهَّاجًا (13) وَأَنْزَلْنَا مِنَ الْمُعْصِرَاتِ مَاءً ثَجَّاجًا (14) لِنُخْرِجَ بِهِ حَبًّا وَنَبَاتًا (15) وَجَنَّاتٍ أَلْفَافًا (16)}.
6- Biz yeryüzünü bir beşik yapmadık mı? 7- Dağları da birer kazık? 8- Sizi de çift çift yarattık. 9- Uykunuzu bir istirahat yaptık. 10- Geceyi bir elbise yaptık. 11- Gündüzü de geçim zamanı kıldık. 12- Üstünüzde sapasağlam yedi (gök) bina ettik. 13- (Orada) alev alev yanan bir kandil (ısı ve ışık kaynağı) yarattık. 14- Yağmur yüklü bulutlardan sağanak sağanak yağan bir su indirdik. 15, 16- Ki onunla tahıl, bitki ve ağaçları sarmaş dolaş olmuş bahçeler çıkaralım diye.
#
{6 ـ 16}؛ أي: أما أنعمنا عليكم بنعمٍ جليلةٍ، فجعلنا لكم {الأرضَ مِهاداً}؛ أي: ممهَّدة مذلَّلة لكم ولمصالحكم من الحروث والمساكن والسُّبل، {والجبالَ أوتاداً}: تمسك الأرض لئلاَّ تضطرب بكم وتميدَ، {وخَلَقْناكم أزواجاً}؛ أي: ذكوراً وإناثاً من جنس واحدٍ؛ ليسكن كلٌّ منهما إلى الآخر، فتتكوَّن الموَّدة والرحمة، وتنشأ عنهما الذُّرِّيَّة. وفي ضمن هذا الامتنان بلذَّة المنكح. {وجَعَلْنا نومَكم سُباتاً}؛ أى: راحةً لكم وقطعاً لأشغالكم التي متى تمادت بكم؛ أضرَّت بأبدانكم، فجعل الله الليل والنوم يُغْشي الناس لتسكنَ حركاتُهم الضارَّة وتحصل راحتُهم النافعةُ، {وبنينا فوقَكم سبعاً شِداداً}؛ أي: سبع سماواتٍ في غاية القوَّة والصَّلابة والشِّدَّة، وقد أمسكها الله بقدرته، وجعلها سقفاً للأرض، فيها عدَّة منافع لهم، ولهذا ذكر من منافعها الشمس، فقال: {وجَعَلْنا سراجاً وهَّاجاً}: نبَّه بالسِّراج على النِّعمة بنورها الذي صار ضرورةً للخلق، وبالوهَّاج ـ وهي حرارتها ـ على ما فيها من الإنضاج والمنافع ، {وأنزلنا من المعصِراتِ}؛ أي: السَّحاب {ماءً ثَجَّاجاً}؛ أي: كثيراً جدًّا؛ {لِنُخْرِجَ به حبًّا}: من برٍّ وشعيرٍ وذرةٍ وأرزٍّ وغير ذلك ممّا يأكله الآدميُّون، {ونباتاً}: يشملُ سائر النَّبات الذي جعله الله قوتاً لمواشيهم، {وجناتٍ ألفافاً}؛ أي: بساتين ملتفَّة فيها من جميع أصناف الفواكه اللَّذيذة؛ فالذي أنعم [عليكم] بهذه النِّعم الجليلة التي لا يقدر قدرها ولا يحصى عددها؛ كيف تكفُرون به وتكذِّبون ما أخبركم به من البعث والنُّشور؟! أم كيف تستعينون بنعمِهِ على معاصيه وتجحَدونها؟!
6. Biz, sizlere pek üstün ve değerli nimetler ihsan ederek sizin için “yeryüzünü bir beşik yapmadık mı?” Yani orası size boyun eğmiş, hazırlanmış, ekin ekmek, meskenler yapmak ve yollar açmak gibi maslahatlarınız için hazır hale getirilmiştir. 7. “Dağları da” sizi çalkalamasın ve sallayıp durmasın diye yeryüzünü sağlamlaştıran “birer kazık” kıldık. 8. “Sizi de çift çift” aynı cinsten erkek ve dişiler olarak “yarattık.” Böylelikle onların birinin diğeri ile sükûn bulmasını, aralarında sevgi ve merhametin oluşmasını, bu çiftten zürriyetin meydana gelmesini sağladık. Bu lütfun kapsamı içerisinde eşlerin birbirleri ile nikâhlanmaları ve bu yolla lezzet almaları da vardır. 9-11. Uykuyu sizin için rahatlayacağınız ve işlerinize ara vereceğiniz bir hâl kıldık. Çünkü çalışma zamanınız sürekli devam edecek olursa bedenlerinize zarar verir. Yüce Allah, gece ve uyku ile insanları bürüyerek, gündüzün devam eden yorucu hareketlerinin sükûn bulmasını ve faydalı bir şekilde dinlenmelerini sağlamıştır. 12. “Üstünüzde sapasağlam” son derece güçlü ve dayanıklı “yedi” gök “bina ettik.” Yüce Allah, bu gökleri kudreti ile ayakta tutmuş ve onları yeryüzüne bir tavan yapmıştır. Göklerin pek çok faydaları vardır. Bundan dolayı Yüce Allah, bunun faydalı unsurlarından birisi olarak güneşi söz konusu edip şöyle buyurmaktadır: 13. (Orada) alev alev yanan (ısı ve ışık yayan) bir kandil yarattık.” “Kandil” ifadesiyle Allah, insanlar için zorunlu bir ihtiyaç olan güneşin ışık nimetine dikkat çekmektedir. “Alev alev yanan” ifadesi ile de onun yaydığı ısının mahsulleri olgunlaştırma ve benzeri başka faydalarına dikkat çekmektedir. 14. “Yağmur yüklü bulutlardan sağanak sağanak” oldukça çok miktarda “yağan bir su indirdik.” 15-16. “Ki onunla” buğday, arpa, darı, pirinç ve buna benzer Âdemoğlunun yediği “tahıl, bitki” bu da Yüce Allah’ın, hayvanlara gıda olarak yarattığı tüm bitkileri kapsar “ve ağaçları sarmaş dolaş olmuş” birbiri üzerine sarılmış ve lezzetli bütün meyve türlerinden bulunan “bahçeler çıkaralım diye.” Değeri ölçülemeyen ve sayılamayacak kadar çok olan bu üstün nimetleri ihsan edeni nasıl inkâr edersiniz? O’nun size haber verdiği öldükten sonra dirilişi ve amellerinizin karşılıklarının görülmesini nasıl yalanlarsınız? Yahut nasıl olur da O’nun nimetlerini O’na isyan yolunda kullanırsınız ve bunca nimetlere nankörlük edersiniz?
Ayet: 17 - 30 #
{إِنَّ يَوْمَ الْفَصْلِ كَانَ مِيقَاتًا (17) يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَتَأْتُونَ أَفْوَاجًا (18) وَفُتِحَتِ السَّمَاءُ فَكَانَتْ أَبْوَابًا (19) وَسُيِّرَتِ الْجِبَالُ فَكَانَتْ سَرَابًا (20) إِنَّ جَهَنَّمَ كَانَتْ مِرْصَادًا (21) لِلطَّاغِينَ مَآبًا (22) لَابِثِينَ فِيهَا أَحْقَابًا (23) لَا يَذُوقُونَ فِيهَا بَرْدًا وَلَا شَرَابًا (24) إِلَّا حَمِيمًا وَغَسَّاقًا (25) جَزَاءً وِفَاقًا (26) إِنَّهُمْ كَانُوا لَا يَرْجُونَ حِسَابًا (27) وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا كِذَّابًا (28) وَكُلَّ شَيْءٍ أَحْصَيْنَاهُ كِتَابًا (29) فَذُوقُوا فَلَنْ نَزِيدَكُمْ إِلَّا عَذَابًا (30)}.
17- Şüphe yok ki hüküm/ayrım günü belirlenmiş bir vakittir. 18- O gün Sûr’a üfürülecek ve siz de bölük bölük geleceksiniz. 19- Gök açılacak ve her yeri kapı olacaktır. 20- Dağlar yürütülecek ve adeta bir serap olacaktır. 21- Şüphesiz cehennem pusuda bekleyecektir. 22- Azgınların varacakları yer orasıdır. 23- Onlar sonsuz devirler boyu orada kalacaklardır. 24- Orada ne bir serinlik tadacaklar ne de bir içecek. 25- Ancak kaynar bir su ve irin (içeceklerdir). 26- Tam da (amellerine) uygun bir karşılık olmak üzere. 27- Çünkü onlar hesaba çekileceklerini ummuyorlardı. 28- Âyetlerimizi de yalanladıkça yalanlıyorlardı. 29- Biz ise her şeyi tek tek yazıp kaydetmiştik. 30- “O halde tadın (azabı)! Artık yalnızca azabınızı artıracağız.”
#
{17 ـ 25} ذكر الله تعالى ما يكون في يوم القيامةِ الذي يتساءل عنه المكذِّبون ويجحده المعاندون؛ أنَّه يومٌ عظيمٌ، وأن الله جعله {ميقاتاً} للخلق، {يُنفَخُ في الصُّور} فيأتون {أفواجاً}: ويجري فيه من الزعازع والقلاقل ما يَشيبُ له المولودُ وتنزعجُ له القلوبُ، فتسير الجبال حتى تكون كالهباء المبثوثِ، وتنشقُّ السماء حتى تكون أبواباً، ويفصل الله بين الخلائق بحكمه الذي لا يجور، وتوقدُ نارُ جهنَّم التي أرصدها الله وأعدَّها للطَّاغين وجعلها مثوىً لهم ومآباً، وأنَّهم يلبَثون فيها أحقاباً كثيرةً، والحقبُ على ما قاله كثيرٌ من المفسِّرين ثمانون سنة؛ فإذا وردوها ؛ {لا يذوقون فيها برداً ولا شراباً}؛ أي: لا ما يبرِّدُ جلودَهم ولا ما يدفع ظمأهم؛ {إلاَّ حميماً}؛ أي: ماءً حارًّا يشوي وجوههم ويقطِّع أمعاءهم {وغَسَّاقاً}: وهو صديدُ أهل النار: الذي هو في غاية النتن وكراهة المذاق.
17. Yüce Allah, yalanlayıcıların hakkında soru sordukları ve inatçıların inkâr ettikleri Kıyamet gününde olacakları söz konusu etmekte, onun pek büyük bir gün olduğunu, Yüce Allah’ın o günü insanlar için “belirlenmiş bir vakit” kıldığını zikretmektedir. 18-20. “O gün Sûr’a üfürülecek ve siz de bölük bölük geleceksiniz.” O gün yeni doğmuş bebeklerin dahi saçını ağartacak ve kalpleri yerinden oynatacak korkunç sarsıntılar ve büyük olaylar meydana gelecektir. Dağlar yürütülecek de etrafa savrulmuş toz toprak gibi olacak, semâ yarılıp çatlayacak da kapı kapı olacak. Derken Yüce Allah, mükellefler arasında asla haksızlığın söz konusu olmayacağı hükmü ile hükmedip haklıyı haksızdan ayırt edecektir. 21-23. Yüce Allah’ın azgınlar için pusu olarak hazırladığı ve onların dönüp varacakları, barınacakları yer kıldığı cehennem ateşi de tutuşturulacaktır. Onlar, orada upuzun devirler boyunca kalacaklardır. Çoğu müfessirlerin dediklerine göre “devirler” (diye meâli verilen) “أحقاب”ın tekili olan “الحقب”; seksen yıllık zaman dilimine verilen addır. 24. Onlar, bu cehenneme girdiklerinde artık “orada ne bir serinlik tadacaklar ne de bir içecek.” Ne derilerini soğutacak bir şey bulacaklar, ne de susuzluklarını giderecek bir şey. 25. “Ancak” içmek için yüzlerini kavuracak ve bağırsaklarını paramparça edecek oldukça “kaynar bir su” ve cehennemliklerin vücudundan akan “irin” bulacaklardır ki bu da son derece iğrenç ve tadı oldukça kötüdür.
#
{26 ـ 30} وإنَّما استحقُّوا هذه العقوبات الفظيعة جزاءً لهم وفاقاً على ما عملوا من الأعمال الموصلة إليها، لم يظلمهم الله ولكن ظلموا أنفسهم، ولهذا ذكر أعمالهم التي استحقُّوا بها هذا الجزاء، فقال: {إنَّهم كانوا لا يرجونَ حساباً}؛ أي: لا يؤمنون بالبعث، ولا أنَّ الله يجازي الخلق بالخير والشرِّ؛ فلذلك أهملوا العمل للآخرة، {وكذَّبوا بآياتِنا كِذَّاباً}؛ أي: كذَّبوا بها تكذيباً واضحاً صريحاً، وجاءتهم البيِّنات فعاندوها، {وكلَّ شيءٍ}: من قليلٍ وكثيرٍ وخيرٍ وشرٍّ، {أحصيناه كتاباً}؛ أي: أثبتناه في اللوح المحفوظ؛ فلا يحسب المجرمون أنَّا عذَّبناهم بذنوب لم يعملوها، ولا يحسبوا أنَّه يضيع من أعمالهم شيءٌ أو يُنسى منها مثقالُ ذرَّةٍ؛ كما قال تعالى: {ووُضِعَ الكتابُ فترى المجرمين مشفقين ممَّا فيه ويقولون يا ويلتنا مالِ هذا الكتاب لا يغادِرُ صغيرةً ولا كبيرةً إلاَّ أحصاها ووجدَوا ما عمِلوا حاضراً ولا يظلِمُ ربُّك أحداً}. {فذوقوا}: أيُّها المكذِّبون هذا العذاب الأليم والخزيَ الدائم، {فلن نزيدكم إلاَّ عذاباً}: فكلُّ وقتٍ وحينٍ يزدادُ عذابُهم. وهذه الآيةُ أشدُّ الآيات في شدَّة عذاب أهل النار، أجارنا الله منها.
26. Bu korkunç cezaları hak etmelerine gelince bu, ancak amellerine “uygun bir karşılık olmak üzere” onlara verilecektir. Kendilerini buralara kadar getiren ameller işledikleri için bu cezaya çarptırılacaklar. Allah onlara zulmetmeyecektir, aksine kendi nefislerine kendileri zalimlik etmişlerdir. Bundan dolayı Yüce Allah, böyle bir cezayı hak etmelerine sebep teşkil eden amellerini söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır: 27. “Çünkü onlar hesaba çekileceklerini ummuyorlardı.” Öldükten sonra dirilişe de Allah’ın insanların yaptıkları iyiliklere ve kötülüklere karşılık vereceğine de inanmıyorlardı. Ondan dolayı âhiret için amelde bulunmayı da terk ettiler. 28. “Âyetlerimizi de yalanladıkça yalanlıyorlardı.” Ayetlerimizi açık açık yalanladılar. Onlara apaçık âyetlerimiz geldiği halde onlara karşı inatla direndiler. 29. “Biz ise” az ya da çok hayır ya da şer “her şeyi tek tek yazıp kaydetmiştik.” Levh-i Mahfuz’da tespit etmişizdir. O bakımdan günahkârlar, bizim kendilerini işlemedikleri günahlar dolayısı ile cezalandıracağımızı sanmasınlar. Yaptıkları amellerden herhangi bir şeyin kaybolacağını yahut zerre ağırlığı kadarının dahi unutulacağını da zannetmesinler. Nitekim Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: “Kitap (amel defterleri) ortaya konmuş olacak. Günahkârları onun içindekilerden korkuya kapılmış göreceksin. “Vay halimize! Ne olmuş bu Kitaba? Küçük büyük hiçbir şey bırakmamış, hepsini sayıp dökmüş!” diyecekler. Onlar işlediklerini önlerinde hazır bulacaklardır. Rabbin kimseye zulmetmez.” (el-Kehf, 18/49) 30. “O halde” ey yalanlayıcılar! “tadın” bu can yakıcı azabı ve bu ebedi rüsvaylığı! “Artık yalnızca azabınızı artıracağız.” Her an, her zaman azapları artıp duracaktır. Cehennem ehlinin azabının ne kadar çetin olacağına dair en ağır ayetlerden biri budur. Allah bizi ondan muhafaza buyursun.
Ayet: 31 - 36 #
{إِنَّ لِلْمُتَّقِينَ مَفَازًا (31) حَدَائِقَ وَأَعْنَابًا (32) وَكَوَاعِبَ أَتْرَابًا (33) وَكَأْسًا دِهَاقًا (34) لَا يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْوًا وَلَا كِذَّابًا (35) جَزَاءً مِنْ رَبِّكَ عَطَاءً حِسَابًا (36)}.
31- Şüphesiz takvâ sahipleri için bir kurtuluş vardır. 32- Bahçeler ve üzüm bağları, 33- Göğüsleri kabarmış yaşıt kızlar, 34- Ve dolu dolu kadehler vardır. 35- Orada ne boş bir söz işitirler, ne de yalan. 36- Bunlar, Rabbinden amellerine bir karşılık ve büyük bir lütuftur.
#
{31 ـ 36} لمَّا ذكر حال المجرمين؛ ذَكَرَ مآلَ المتَّقين، فقال: {إنَّ للمتَّقين مفازاً}؛ أي: الذين اتَّقوا سَخَطَ ربِّهم بالتَّمسُّك بطاعته والانكفاف عن معصيته ؛ فلهم مفازٌ ومنجىً وبعدٌ عن النار، وفي ذلك المفاز لهم {حدائق}: وهي البساتين الجامعة لأصناف الأشجار الزاهية بالثِّمار التي تتفجَّر بين خلالها الأنهار، وخصَّ العنب لشرفه وكثرته في تلك الحدائق. ولهم فيها زوجاتٌ على مطالب النُّفوس {كواعبَ}: وهي النواهِدُ اللاَّتي لم تتكسَّر ثديُهُنَّ من شبابهنَّ وقوَّتهن ونضارتهنَّ. والأتراب اللاَّتي على سنٍّ واحدٍ متقاربٍ، ومن عادة الأتراب أن يكنَّ متآلفاتٍ متعاشراتٍ، وذلك السنُّ الذي هنَّ فيه ثلاثٌ وثلاثونَ سنةً أعدل ما يكون من الشباب ، {وكأساً دِهاقاً}؛ أي: مملوءة من رحيقٍ لَذَّةٍ للشاربين، {لا يسمعون فيها لغواً}؛ أي: كلاماً لا فائدة فيه، {ولا كِذَّاباً}؛ أي: إثماً؛ كما قال تعالى: {لا يسمعون فيها لغواً ولا تأثيماً. إلاَّ قِيلاً سلاماً سلاماً}، وإنَّما أعطاهم الله هذا الثَّواب الجزيل من فضله وإحسانه. {عطاءً حساباً}؛ أي: بسبب أعمالهم التي وفَّقهم الله لها، وجعلها سبباً للوصول إلى كرامته.
31. Yüce Rabbimiz, günahkârların durumunu söz konusu ettikten sonra takvâ sahiplerinin âkıbetini söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz takvâ sahipleri için bir kurtuluş vardır.” O’na itaate sımsıkı sarılmak ve O’na isyanı gerektiren hususlardan uzak durmak suretiyle Rablerinin gazabından sakınan kimseler için bir kurtuluş vardır. Onlar cehennem ateşinden de uzak kalacaklardır. 32. Onların kurtuluşa erdikleri yerde de onlar için “bahçeler ve üzüm bağları” vardır. Meyvelerle dolup taşan, güzel, çeşitli ağaçları ihtiva eden bahçeler ve etrafında ırmakların kaynayıp coştuğu üzüm bağları vardır. Özellikle üzümün söz konusu edilmesi, o bahçelerde çok olacağından ve üzümün üstün ve ayrıcalıklı bir meyve oluşundan dolayıdır. 33. Ayrıca onlar için canların arzuladığı türden eşler de vardır. “Göğüsleri kabarmış, yaşıt” aynı ve birbirine yakın yaşlarda “kızlar.” Bunların göğüsleri, gençliklerinden, güçlü ve taze olduklarından dolayı sarkık olmayacaktır. Yaşıt kızların niteliklerinden birisi de çabuk kaynaşan ve iyi geçimli kimseler olmalarıdır. Onların yaşları ise gençliğin en orta yaşı olan otuz üç yaş olacaktır. 34. “Ve” içenlere lezzet veren şarapla “dolu dolu kadehler vardır.” 35. “Orada ne boş” faydası bulunmayan “bir söz işitirler ne de yalan” yani günahı gerektiren bir söz. Nitekim Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: “Onlar orada ne boş ne de günahı gerektiren bir söz işitirler. Ancak Selâm, selâm sözü başka.” (el-Vâkıa, 56/25-26) 36. Yüce Allah’ın onlara bu kadar büyük mükâfatları bağışlaması, O’nun lütuf ve ihsanındandır: “Rabbinden amellerine bir karşılık ve büyük bir ihsan olmak üzere.” Yani Yüce Allah, bunu kendilerine, kendilerini işlemeye muvaffak kıldığı, lütuf ve ihsanına ulaşmaya vesile yaptığı amellerine karşılık bir mükâfat olmak üzere ihsan etmiştir.
Ayet: 37 - 40 #
{رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا الرَّحْمَنِ لَا يَمْلِكُونَ مِنْهُ خِطَابًا (37) يَوْمَ يَقُومُ الرُّوحُ وَالْمَلَائِكَةُ صَفًّا لَا يَتَكَلَّمُونَ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَنُ وَقَالَ صَوَابًا (38) ذَلِكَ الْيَوْمُ الْحَقُّ فَمَنْ شَاءَ اتَّخَذَ إِلَى رَبِّهِ مَآبًا (39) إِنَّا أَنْذَرْنَاكُمْ عَذَابًا قَرِيبًا يَوْمَ يَنْظُرُ الْمَرْءُ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ وَيَقُولُ الْكَافِرُ يَالَيْتَنِي كُنْتُ تُرَابًا (40)}.
37- Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi olan Rahmân’dan (bir mükâfattır). O’nun huzurunda (O izin vermedikçe) kimse konuşmaya cesaret edemez. 38- O gün Ruh ve melekler saf halinde duracaklardır. Rahmân’ın izin verdiği ve doğruyu söyleyen kimselerden başkası konuşamayacaktır. 39- İşte bu, hak gündür. O halde kim dilerse, Rabbine yönelsin. 40- Şüphesiz Biz, sizi yakın bir azap ile uyardık. O gün kişi kendi elleriyle işlediklerini görecek ve kâfir: “Ah, keşke toprak olsaydım!” diyecek.
#
{37 ـ 39} أي: الذي أعطاهم هذه العطايا هو ربُّهم، {ربُّ السمواتِ والأرضِ}: الذي خلقها ودبَّرها. {الرحمن}: الذي رحمته وسعتْ كلَّ شيءٍ، فربَّاهم ورحمهم ولطف بهم حتى أدركوا ما أدركوا. ثم ذكر عَظَمَتَه وملكَه العظيم يوم القيامةِ، وأنَّ جميع الخلق كلَّهم ساكتون ذلك اليوم لا يتكلَّمون و {لا يملِكونَ منه خطاباً}؛ {إلاَّ مَنْ أذِنَ له الرحمن وقال صواباً}: فلا يتكلَّم أحدٌ إلاَّ بهذين الشرطين: أن يأذنَ الله له في الكلام، وأنْ يكونَ ما تكلَّم به صواباً؛ لأنَّ {ذلك اليوم} [هو] {الحقُّ}: الذي لا يَروج فيه الباطلُ ولا ينفعُ فيه الكذب. وفي ذلك اليوم {يقومُ الرُّوح}: وهو جبريلُ عليه السلام، الذي هو أفضلُ الملائكة، {والملائكةُ}: أيضاً يقوم الجميع {صفًّا}: خاضعين لله، لا يتكلَّمون إلاَّ بإذنه. فلمَّا رَغَّب ورَهَّب وبشَّرَ وأنذر؛ قال: {فَمَن شاء اتَّخذ إلى ربِّه مآباً}؛ أي: عملاً وقَدَمَ صدقٍ يرجع إليه يوم القيامةِ.
37. Yani onlara bunca bağışları veren, lütufları ihsan eden, onların Rabbidir ki, O “göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi”; onları yaratan ve işlerini çekip çeviren, rahmeti her şeyi kuşatan, kendilerini rubûbiyeti ile terbiye eden, merhamet eden ve bunca nimetlere kavuşmalarını sağlayıncaya kadar onlara lütuflarda bulunan “Rahmân’dan” bir mükâfattır. Daha sonra Allah, kıyamet günündeki azametini ve mülkünü söz konusu etmekte, bütün mahlukatın o günde konuşmayacaklarını, aksine susacaklarını şöyle belirtmektedir: “O’nun huzurunda söz söylemeye kimse cesaret edemez.” 38-39. “Rahmân’ın izin verdiği ve doğruyu söyleyen kimselerden başkası konuşamayacaktır.” O gün konuşanlar, ancak bu iki şartla konuşurlar: Allah’ın konuşmasına izin vermesi ve söylediklerinin doğru olması. Çünkü o gün “hak gündür” ve o günde batılın geçerliliği yoktur, yalanın da o günde faydası olmayacaktır. Bu günde “Ruh” meleklerin en faziletlisi olan Cebrail aleyhisselam “ve melekler” hepsi de Allah’ın önünde saygı ile boyun eğmiş olarak “saf saf halinde duracaklardır.” Yüce Allah teşvik edip uyardıktan ve müjdeleyip korkuttuktan sonra şöyle buyurmaktadır: “O halde kim dilerse, Rabbine yönelsin.” Yani Kıyamet gününde Allah’ın huzurunda kendisine yarayacak ameller yapsın.
#
{40} {إنَّا أنذَرْناكم عذاباً قريباً}: لأنَّه قد أزِفَ مقبلاً، وكلُّ ما هو آتٍ [فهو] قريبٌ. {يوم ينظُرُ المرءُ ما قدَّمتْ يداه}؛ أي: هذا الذي يهمُّه ويفزع إليه، فلينظر في هذه الدار ما قدَّم لدار القرار ، {يا أيُّها الذين آمنوا اتَّقوا الله وَلْتَنظُرْ نفسٌ ما قدَّمت لغدٍ واتَّقوا اللهَ إنَّ الله خبيرٌ بما تعملونَ ... } الآيات؛ فإن وجد خيراً؛ فليحمدِ الله، وإن وجدَ غير ذلك؛ فلا يلومنَّ إلاَّ نفسه. ولهذا كان الكفار يتمنَّوْن الموت من شدَّة الحسرة والندم. نسأل الله أن يعافِيَنا من الكفر والشرِّ كلِّه إنَّه جوادٌ كريمٌ.
40. “Şüphesiz Biz sizi yakın bir azap ile uyardık.” Çünkü bu azap size doğru gelmektedir ve gelmekte olan her şey de yakındır. "O gün kişi kendi elleriyle işlediklerini görecek.” Yani onun için tek önemli şey amelidir. O, ona sığınmaya çalışacak. O halde bu dünya yurdunda, ebedi kalınacak yurt için neler gönderdiğine iyice baksın: “Ey iman edenler! Allah’tan korkup sakının ve herkes yarın için ne hazırladığına bir baksın. Allah’tan korkup sakının. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır...” (el-Haşr, 59/18) Eğer hayırla karşılaşırsa Allah’a hamdetsin, başkasını bulursa kendisinden başkasını kınamasın. İşte bundan dolayı kâfirler ileri derecedeki pişmanlıklarından dolayı ölümü temenni edeceklerdir: “ve kâfir: “Ah, keşke toprak olsaydım!” diyecek.” Yüce Allah’tan bize küfürden ve bütün kötülüklerden esenlik vermesini dileriz. O, bağışı pek bol olandır, lütuf ve kerem sahibidir.
Nebe’ Sûresi’nin tefsiri burada sona ermektedir. Hamd, Yüce Allah’a mahsusdur.
***