Ayet:
76- İNSAN SÛRESİ
76- İNSAN SÛRESİ
(Mekke’de inmiştir. 31 âyettir)
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adı ile.
Ayet: 1 - 3 #
{هَلْ أَتَى عَلَى الْإِنْسَانِ حِينٌ مِنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُنْ شَيْئًا مَذْكُورًا (1) إِنَّا خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ أَمْشَاجٍ نَبْتَلِيهِ فَجَعَلْنَاهُ سَمِيعًا بَصِيرًا (ضض 2) إِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّبِيلَ إِمَّا شَاكِرًا وَإِمَّا كَفُورًا (3)}.
1- İnsan üzerinden öyle uzun bir süre geçti ki o, (bu süre zarfında) anılmaya değer bir şey değildi. 2- Şüphesiz Biz insanı imtihan etmek üzere karışık bir sudan yarattık ve bu sebeple onu işiten ve gören bir varlık kıldık. 3- Gerçekten Biz ona doğru yolu gösterdik. Artık ya şükreden biri olur ya da bir nankör/kafir!
#
{1} ذكر الله في هذه السورة أول حال الإنسان ومنتهاها ومتوسِّطها: فذكر أنَّه مرَّ عليه دهرٌ طويلٌ، وهو الذي قبل وجوده، وهو معدوم، بل ليس مذكوراً.
1. Yüce Allah, bu sûrede insanın ilk durumunu, sonunu ve orta dönemlerdeki halini söz konusu ederek; onun üzerinden “uzun bir süre” geçtiğini bildirmektedir. Bu süre, o daha var olmadan önce, yokluk halinde ikenki dönemini dile getirmektedir. “Ki o” bu süre zarfında “anılmaya değer bir şey değildi.”
#
{2} ثمَّ لمَّا أراد خلقه؛ خلق أباه آدم من طين، ثم جعل نسله متسلسلاً {من نطفةٍ أمشاج}؛ أي: ماء مَهينٍ مستقذرٍ، {نبتليه}: بذلك؛ لنعلم هل يرى حاله الأولى ويتفطن لها أم ينساها وتغرُّه نفسه؟ فأنشأه الله وخَلَقَ له القُوى الظاهرة والباطنة ؛ كالسمع والبصر وسائر الأعضاء، فأتمَّها له وجعلها سالمةً يتمكَّن بها من تحصيل مقاصده.
2. Yüce Allah, insanı yaratmayı dileyince babası Âdem’i çamurdan yarattı, sonra da ardı arkasına onun neslini var etti: “Gerçekten Biz insanı… karışık bir sudan” hakir ve tiksinti veren bir sudan “yarattık.” “imtihan etmek üzere” Acaba ilk halini düşünüp bunun farkına mı varacak yoksa nefsi onu kandırıp aldatacak mı, ortaya çıkaralım diye. Yüce Allah insanı yaratmış, ona görme, işitme ve diğer azalar gibi gizli ve açık güçler vermiştir. Bunları da tam ve sağlıklı bir şekilde maksatlarını elde etmesine imkân verecek şekilde yaratmıştır.
#
{3} ثم أرسل إليه الرُّسل، وأنزل عليه الكتب، وهداه الطريق الموصلة إليه ، وبيَّنها، ورغَّبه فيها، وأخبره بما له عند الوصول إليه ، ثم أخبره بالطريق الموصلة إلى الهلاك، ورهَّبه عنها ، وأخبره بما له إذا سلكها، وابتلاه بذلك، فانقسم الناس إلى شاكرٍ لنعمة الله عليه، قائم بما حمله الله من حقوقه. وإلى كفورٍ للنعم أنعم الله عليه بالنعم الدينيَّة والدنيويَّة، فردَّها وكفر بربه، وسلك الطريق الموصلة إلى الهلاك. [ثم ذكر تعالى الفريقين عند الجزاء، فقال]:
3. Sonra da ona peygamberler göndermiş, peygamberlere de Kitaplar indirmiştir. Kendisine ulaştıran yolunu gösterip açıklamış ve bu yolu izlemeye teşvik etmiştir. Huzuruna varacağı vakit nezdinde kendisine neler saklamış olduğunu da haber vermiştir. Diğer taraftan helâke götüren yolu da bildirip bu yolu izlemekten sakındırmıştır. Bu yolu izlediği takdirde nelerle karşılaşacağını da bildirmiş ve bu şekilde onu imtihana tabi tutmuştur. Bunun sonucunda da insanlar iki kısma ayrılmışlardır: Biri, Allah’ın nimetlerine şükreden ve O’nun yerine getirilmesini istediği hakları ifa eden kimselerdir. Diğeri de Allah’ın kendisine ihsan etmiş olduğu dinî ve dünyevî nimetlere nankörlük edip Rabbini inkar eden ve helâke götüren yola giren kimselerdir.
Ayet: 4 - 31 #
{إِنَّا أَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ سَلَاسِلَ وَأَغْلَالًا وَسَعِيرًا (4) إِنَّ الْأَبْرَارَ يَشْرَبُونَ مِنْ كَأْسٍ كَانَ مِزَاجُهَا كَافُورًا (5) عَيْنًا يَشْرَبُ بِهَا عِبَادُ اللَّهِ يُفَجِّرُونَهَا تَفْجِيرًا (6) يُوفُونَ بِالنَّذْرِ وَيَخَافُونَ يَوْمًا كَانَ شَرُّهُ مُسْتَطِيرًا (7) وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلَى حُبِّهِ مِسْكِينًا وَيَتِيمًا وَأَسِيرًا (8) إِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللَّهِ لَا نُرِيدُ مِنْكُمْ جَزَاءً وَلَا شُكُورًا (9) إِنَّا نَخَافُ مِنْ رَبِّنَا يَوْمًا عَبُوسًا قَمْطَرِيرًا (10) فَوَقَاهُمُ اللَّهُ شَرَّ ذَلِكَ الْيَوْمِ وَلَقَّاهُمْ نَضْرَةً وَسُرُورًا (11) وَجَزَاهُمْ بِمَا صَبَرُوا جَنَّةً وَحَرِيرًا (12) مُتَّكِئِينَ فِيهَا عَلَى الْأَرَائِكِ لَا يَرَوْنَ فِيهَا شَمْسًا وَلَا زَمْهَرِيرًا (13) وَدَانِيَةً عَلَيْهِمْ ظِلَالُهَا وَذُلِّلَتْ قُطُوفُهَا تَذْلِيلًا (14) وَيُطَافُ عَلَيْهِمْ بِآنِيَةٍ مِنْ فِضَّةٍ وَأَكْوَابٍ كَانَتْ قَوَارِيرَا (15) قَوَارِيرَ مِنْ فِضَّةٍ قَدَّرُوهَا تَقْدِيرًا (16) وَيُسْقَوْنَ فِيهَا كَأْسًا كَانَ مِزَاجُهَا زَنْجَبِيلًا (17) عَيْنًا فِيهَا تُسَمَّى سَلْسَبِيلًا (18) وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ إِذَا رَأَيْتَهُمْ حَسِبْتَهُمْ لُؤْلُؤًا مَنْثُورًا (19) وَإِذَا رَأَيْتَ ثَمَّ رَأَيْتَ نَعِيمًا وَمُلْكًا كَبِيرًا (20) عَالِيَهُمْ ثِيَابُ سُنْدُسٍ خُضْرٌ وَإِسْتَبْرَقٌ وَحُلُّوا أَسَاوِرَ مِنْ فِضَّةٍ وَسَقَاهُمْ رَبُّهُمْ شَرَابًا طَهُورًا (21) إِنَّ هَذَا كَانَ لَكُمْ جَزَاءً وَكَانَ سَعْيُكُمْ مَشْكُورًا (22) إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْآنَ تَنْزِيلًا (23) فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تُطِعْ مِنْهُمْ آثِمًا أَوْ كَفُورًا (24) وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ بُكْرَةً وَأَصِيلًا (25) وَمِنَ اللَّيْلِ فَاسْجُدْ لَهُ وَسَبِّحْهُ لَيْلًا طَوِيلًا (26) إِنَّ هَؤُلَاءِ يُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ وَيَذَرُونَ وَرَاءَهُمْ يَوْمًا ثَقِيلًا (27) نَحْنُ خَلَقْنَاهُمْ وَشَدَدْنَا أَسْرَهُمْ وَإِذَا شِئْنَا بَدَّلْنَا أَمْثَالَهُمْ تَبْدِيلًا (28) إِنَّ هَذِهِ تَذْكِرَةٌ فَمَنْ شَاءَ اتَّخَذَ إِلَى رَبِّهِ سَبِيلًا (29) وَمَا تَشَاءُونَ إِلَّا أَنْ يَشَاءَ اللَّهُ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيمًا حَكِيمًا (30) يُدْخِلُ مَنْ يَشَاءُ فِي رَحْمَتِهِ وَالظَّالِمِينَ أَعَدَّ لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا (31)}.
4- Şüphesiz Biz kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırladık. 5- İyi ve itaatkar (müminler) ise kâfûr karıştırılmış bir kâdehten (cennet şarabı) içerler. 6- O, Allah’ın (has) kullarının kendisinden içtikleri ve diledikleri gibi akıttıkları bir pınardır. 7- Onlar, adakları/sözleri yerine getirirler ve şerri dört bir tarafa yayılan bir günden korkarlar. 8- Yemeğe olan arzularına rağmen onu yoksula, yetime ve esire yedirirler. 9- (Ve derler ki:) “Biz, size ancak Allah rızası için yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür istiyoruz.” 10- “Çünkü biz, yüzlerin asık ve kaşların çatık olacağı bir günden dolayı Rabbimizden korkarız.” 11- Allah da o günün şerrinden onları korur ve (yüzlerine) bir aydınlık, (gönüllerine de) bir sevinç verir. 12- Sabretmeleri sebebi ile de onları cennetlerle ve ipeklerle mükâfatlandırır. 13- Orada tahtlara yaslanırlar ve ne güneş/sıcak görürler orada ne de soğuk. 14- Ağaçların gölgeleri üzerlerindedir, olgun meyvelerinin toplanması da son derece kolaydır. 15- Etraflarında gümüşten kaplar ve billur bardaklar dolaştırılır. 16- Bu billurlar gümüştendir ve onlar, içeceklerin miktarını istedikleri ölçüde belirlerler. 17- Orada onlara zencefil karıştırılmış kâdehler sunulur. 18- Bu da orada “Selsebil” diye adlandırılan bir pınardır. 19- Etraflarında ölümsüz, hizmetçi çocuklar dolaşır. Onları bir görsen kendilerini etrafa dağılmış birer inci sanırsın. 20- Cenneti bir görsen orada pek çok nimetler ve büyük bir saltanat görürsün. 21- Üzerlerinde ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler vardır. Gümüşten bileziklerle süslenmişlerdir ve Rableri onlara son derece temiz bir şarap içirir. 22- “İşte bu, amellerinizin karşılığı/mükâfatıdır. Yaptıklarınız karşılıksız kalmadı.” 23- Hiç şüphesiz Kur’ân’ı sana kısım kısım Biz indirdik. 24- O halde Rabbinin hükmüne sabret ve onlardan günahkâr ya da kafir/nankör hiçbir kimseye itaat etme! 25- Sabah ve akşam Rabbinin ismini zikret! 26- Gecenin bir kısmında O’na secde et. Gecenin uzun bir bölümünde de O’nu tesbih et! 27- Şüphesiz bunlar, çabuk elde edilen (dünyayı) seviyorlar ve çok ağır bir günü de arkalarına atıyorlar. 28- Onları Biz yarattık ve yaratılışlarını Biz sağlamlaştırdık. Dilediğimiz zaman da onların yerine benzerlerini getiririz. 29- Şüphesiz bunlar, bir öğüttür. Artık kim dilerse Rabbine giden yolu tutar. 30- Ama Allah dilemedikçe siz (bir şey) dileyemezsiniz. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. 31- O, dilediğini rahmetine alır. Zalimlere gelince O, onlar için can yakıcı bir azap hazırlamıştır.
#
{4} أي: إنَّا هيَّأنا وأرصدنا لمن كفر باللَّه وكذَّب رسله وتجرَّأ على معاصيه، {سلاسل}: في نار جهنَّم؛ كما قال تعالى: {ثمَّ في سلسلةٍ ذَرْعُها سبعونَ ذِراعاً فاسلكوه}، {وأغلالاً}: تُغَلُّ بها أيديهم إلى أعناقهم ويوثقون بها، {وسعيراً}؛ أي: ناراً تستعر بها أجسامُهم وتُحرق بها أبدانُهم، كلَّما نَضِجَتْ جلودُهم؛ بدَّلناهم جلوداً غيرها ليذوقوا العذاب، وهذا العذاب الدَّائم مؤبَّدٌ لهم ، مخلَّدون فيه سرمداً.
4. Yani bizler, Allah’ı inkâr eden, peygamberleri yalanlayan ve Allah’a isyan etme cesaretini gösteren kimselere cehennem ateşinde “zincirler” hazırlamışızdır. Nitekim Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: “Sonra onu yetmiş arşın uzunluğunda bir zincire vurun.” (el-Hâkka, 69/32) “Kâfirler için” ellerini boyunlarına bağlayan ve böylelikle kendilerini sımsıkı bir şekilde zincire vuran “demir halkalar ve alevli bir ateş” bedenlerini cayır cayır yakacak bir alev “hazırladık.” “Derileri piştikçe onları azabı tatmaları için başka derilerle değiştireceğiz.” (en-Nisâ, 4/56) İşte bu, onlar için sürekli ve ebedi bir azaptır. Bu azapta onlar ebediyen kalacaklardır.
#
{5} وأمَّا {الأبرار}، وهم الذين بَرَّتْ قلوبُهم بما فيها من معرفة الله ومحبَّته والأخلاق الجميلة؛ فبرَّت أعمالُهم ، واستعملوها بأعمال البرِّ، فأخبر أنَّهم {يشربون من كأسٍ}؛ أي: شرابٍ لذيذٍ من خمرٍ [قد] مُزِجَ بكافورٍ؛ أي: خلط به ليبرِّده ويكسر حدَّته، وهذا الكافور في غاية اللَّذَّة، قد سلم من كلِّ مكدِّرٍ ومنغِّص موجودٍ في كافور الدُّنيا؛ فإنَّ الآفة الموجودة في الدُّنيا تعدم من الأسماء التي ذكرها الله في الجنة ؛ كما قال تعالى: {في سِدْرٍ مخضودٍ. وطلح منضودٍ}، {وأزواجٌ مطهرةٌ}، {لهم دارُ السلام عند ربِّهم}، {وفيها ما تشتهيهِ الأنفسُ وتَلَذُّ الأعينُ}.
5. “İyi ve itaatkar (müminler) ise” yani kalplerindeki marifetullah, muhabbetullah ve güzel ahlâk dolayısı ile kalpleri iyi, buna bağlı olarak da amelleri iyi ve bunları hep iyi işlerde kullanmış olanlara gelince Yüce Allah onların “kâfûr karıştırılmış bir kadehten” çok lezzetli bir şarap içeceklerini haber vermektedir. Bu şaraba kâfûr katılacaktır. Yani onu soğutması ve keskinliğini kırması için kâfûr karıştırılacaktır. Kâfûr ise son derece lezzetlidir. Dünyadaki kâfûrda bulunan rahatsız edici özelliklerinden uzaktır. Çünkü dünyada var olan her türlü rahatsızlık verici unsur, Yüce Allah’ın cennette bulunacağını isimleri ile belirttiği şeylerde bulunmayacaktır. Nitekim Yüce Allah, bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Dikensiz arabistan kirazı, meyveleri birbirine girmiş muz ağaçları altında...” (el-Vakıa, 56/28-29); “Tertemiz kılınmış zevceler...” (el-Bakara, 2/25); “Onlar için Rableri nezdinde esenlik yurdu vardır.” (el-En’âm, 6/143); “Orada canların istediği, gözlerin lezzet aldığı şeyler vardır.” (ez-Zuhruf, 43/71)
#
{6} {عيناً يشربُ بها عبادُ اللهِ}؛ أي: ذلك الكأس اللذيذ الذي يشربونه لا يخافون نفاذه، بل له مادَّة لا تنقطع، وهي عينٌ دائمةُ الفيضان والجريان، يفجِّرها عباد الله تفجيراً أنَّى شاؤوا وكيف أرادوا؛ فإن شاؤوا؛ صرفوها إلى البساتين الزاهرات أو إلى الرياض النضرات، أو بين جوانب القصور والمساكن المزخرفات، أو إلى أيِّ جهةٍ يَرَوْنَها من الجهات المؤنَّقات.
6. “O, Allah’ın (has) kullarının kendisinden içtikleri ve diledikleri gibi akıttıkları bir pınardır.” Onların içtikleri bu kadehin içindeki içeceğin tükeneceğinden yana bir korkuları yoktur. Aksine bunun kaynağı kesilmez. Çünkü o, sürekli akıp coşan, taşkın bir pınardır. Allah’ın kulları ne zaman ve ne şekilde isterlerse bu pınarı öylece akıtırlar. İsterlerse bunları çiçek vermiş, göz kamaştırıcı bahçelere akıtırlar, dilerlerse köşk ve süslü meskenlerinin etrafına ve arasına, arzu ederlerse de oldukça güzel olan uygun görecekleri herhangi bir tarafa akıtabileceklerdir. Daha sonra Yüce Allah, bu kimselerin birtakım amellerini söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:
#
{7} ثم ذكر جملةً من أعمالهم ، فقال: {يوفون بالنَّذْرِ}؛ أي: بما ألزموا به أنفسهم للَّه من النذور والمعاهدات، وإذا كانوا يوفون بالنذر الذي هو غير واجبٍ في الأصل عليهم إلا بإيجابهم على أنفسهم؛ كان فعلُهم وقيامهم بالفروض الأصليَّة من باب أولى وأحرى، {ويخافون يوماً كان شَرُّه مستطيراً}؛ أي: فاشياً منتشراً، فخافوا أن ينالهم شرُّه، فتركوا كلَّ سببٍ موجبٍ لذلك.
7. “Onlar, adakları/sözleri yerine getirirler.” Yerine getirmeyi taahhüt ettikleri adak ve antlaşmaları yerine getirirler. Onlar, esas itibari ile kendilerine farz olmayan adakları sırf kendilerine vacip kıldıkları için eksiksiz yerine getirdiklerine göre asıl itibari ile farz olan ibadet ve görevleri haydi haydi yerne getirirler. "Ve şerri dört bir tarafa yayılan bir günden korkarlar.” Şerrinin kendilerini gelip bulmasından korkarlar ve bunun için de ona götürecek her türlü sebebi terk ederler.
#
{8 ـ 10} {ويطعِمونَ الطَّعامَ على حبِّه}؛ أي: وهم في حال يحبُّون فيها المال والطعام، لكنَّهم قدَّموا محبَّة الله على محبَّة نفوسهم، ويتحرَّوْن في إطعامهم أولى الناس وأحوجَهم، {مسكيناً ويتيماً وأسيراً}: ويقصدون بإنفاقهم وإطعامهم وجهَ الله تعالى، ويقولون بلسان الحال: {إنَّما نطعِمُكم لوجه الله لا نريدُ منكم جزاءً ولا شكوراً}؛ أي: لا جزاءً ماليًّا ولا ثناءً قوليًّا، {إنا نخاف من ربِّنا يوماً عبوساً}؛ أي: شديد الجهمة والشرِّ، {قمطريراً}؛ أي: ضنكاً ضيقاً.
8. “Yemeğe olan arzularına rağmen” kendileri malı ve yemeği arzuladıkları bir halde olmalarına rağmen Allah sevgisini kendi nefislerine duydukları sevginin önüne geçirirler ve insanların arasında yemek yedirilmeye en lâyık ve muhtaç olanları araştırıp “yoksula, yetime ve esire yedirirler.” 9. Onlar, bu infak ve yemek yedirmeleri ile de yalnızca Yüce Allah’ın rızasını gözetirler. Hallerinin dili ile de şöyle derler: “Biz, size ancak Allah’ın rızası için yediriyoruz, sizden ne bir karşılık, ne bir teşekkür istemiyoruz.” Maddi bir karşılık da beklemeyiz, sözlü bir övgü de. 10. “Çünkü biz yüzlerin asık ve kaşların çatık olacağı” kapkaranlık, kötü, dar ve sıkıntılı “bir günden dolayı Rabbimizden korkarız.”
#
{11} {فوقاهُمُ اللهُ شرَّ ذلك اليوم}: فلا يحزنهم الفزعُ الأكبر، وتتلقَّاهم الملائكة هذا يومكم الذي كنتُم توعدون، {ولَقَّاهُم}؛ أي: أكرمهم وأعطاهم {نضرةً}: في وجوههم، {وسروراً}: في قلوبهم، فجمع لهم بين نعيم الظَّاهر والباطن.
11. “Allah da o günün şerrinden onları korur.” “O en büyük korku ve dehşet onları üzmez. Melekler onları karşılar: Size vaat edilen gününüz işte budur, derler.” (el-Enbiya, 21/103) “Ve” yüzlerine “bir güzellik” ve kalplerine de “bir sevinç verir.” Böylelikle onları taltif eder ve hem dış hem de iç dünyalarını nimetlerle donatmış olur.
#
{12} {وجزاهم بما صبروا}: على طاعته فعملوا ما أمكنهم منها، وعن معاصيه فتركوها، وعلى أقداره المؤلمة فلم يتسخَّطوها {جنَّةً}: جامعةً لكلِّ نعيمٍ سالمةً من كلِّ مكدِّرٍ ومنغِّص، {وحريراً}؛ كما قال تعالى: {ولباسُهم فيها حريرٌ}: ولعلَّ اللهَ إنَّما خصَّ الحريرَ لأنَّه لباسهم الظَّاهر الدالُّ على حال صاحبه.
12. “Sabretmeleri” itaati üzere sabrederek imkânları çerçevesinde onları yerine getirmeleri, O’na isyanlardan uzak kalmakta sabır göstermeleri ve can yakıcı takdirlere de sabredip onlardan dolayı öfke göstermemeleri “sebebi ile de onları” her türlü nimetleri ihtiva eden ve sevince gölge düşürücü, hevesi kursakta bırakıcı her bir husustan uzak bulunan “cennetlerle ve ipeklerle mükâfatlandırır.” Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Onların orada giyecekleri elbiseleri ipektendir.” (el-Hac, 22/23; Fâtır, 35/33) Yüce Allah’ın özellikle ipeği söz konusu etmesi onların, dışardan görülen ve sahibinin konumunu gösteren elbiseleri oluşundan dolayıdır.
#
{13} {متَّكئين فيها على الأرائكِ}: الاتِّكاء: التمكُّن من الجلوس في حال الطُّمأنينة والراحة والرَّفاهية ، والأرائك هي السُّرُر التي عليها اللباس المزيَّن، {لا يَرَوْن فيها}؛ أي: في الجنة {شمساً}: يضرُّهم حرُّها، {ولا زمهريراً}؛ أي: برداً شديداً، بل جميع أوقاتهم في ظلٍّ ظليلٍ، لا حرٌّ ولا بردٌ؛ بحيث تلتذُّ به الأجساد ولا تتألَّم من حرٍّ ولا بردٍ.
13. “Orada tahtlara yaslanırlar.” Yaslanmak, rahat, huzur ve refah içinde oturup kurulmak demektir. Tahtlar ise üzerlerinde süslü örtüler bulunan yüksekçe oturma yerleridir. "Ne güneş/sıcak görürler orada” yani cennette kendilerine zarar verecek türden bir sıcak ve “ne de” şiddetli derecede “soğuk” görmezler. Aksine bütün vakitleri koyu gölgeliklerde geçecektir. Ne sıcak ne de soğuk olmayacaktır. Böylece bedenler zevk alacak, sıcak ve soğuktan dolayı rahatsız olmaları söz konusu olmayacaktır.
#
{14} {ودانيةً عليهم ظِلالها وذُلِّلَتْ قطوفُها تذليلاً}؛ أي: قُرِّبَتْ ثمراتها من مريدها تقريباً، ينالها وهو قائمٌ أو قاعدٌ أو مضطجعٌ.
14. Yani oranın meyveleri, onları almak isteyene ayakta iken, otururken yahut yanı üzerinde yatarken eliyle uzanıp alabileceği kadar yakın olacaktır.
#
{15 ـ 16} {ويُطافُ عليهم}؛ أي: يدور الولدان والخدم على أهل الجنة ، {بآنيةٍ من فضَّةٍ وأكوابٍ كانت قواريرَ. قواريرَ من فضَّةٍ}؛ أي: مادتها فضَّةٌ، وهي على صفاء القوارير، وهذا من أعجب الأشياء؛ أن تكون الفضَّةُ الكثيفة من صفاء جوهرها وطيب معدنها على صفاء القوارير، {قدَّروها تَقْديراً}؛ أي: قدَّروا الأواني المذكورة على قدرِ رِيِّهم؛ لا تزيدُ ولا تنقصُ؛ لأنَّها لو زادت؛ نقصتْ لذَّتها، ولو نقصت؛ لم تكفِهِم لرِيِّهم. ويُحتمل أنَّ المراد: قدَّرها أهلُ الجنة بمقدارٍ يوافقُ لذَّتَهم، فأتتْهم على ما قدَّروا في خواطرهم.
15. “Etraflarında” genç hizmetçiler (vildân) ile cennetliklerin hizmetkârları tarafından “gümüşten kaplar ve billur bardaklar dolaştırılır.” 16. “Bu billurlar gümüştendir” Bu kapların ana maddesi gümüş olacaktır, aynı zamanda billur gibi de saydam olacaktır. Saydam bir cisim olmayan gümüşün cevherinin saflığı ve madenin güzelliği dolayısıyla billur saydamlığında olması, en hayret edilecek işlerdendir. “ve onlar, içeceklerin miktarını istedikleri ölçüde belirlerler.” yani sözü edilen kapların miktarlarını fazla veya eksik olmaksızın, tam içkiye kanacakları şekilde kendileri tespit edeceklerdir. Çünkü bu miktarlar, fazla olursa lezzeti azalır, eksik olursa onların kana kana içmelerine yetmez. Maksadın şu olma ihtimali de vardır: Cennetlikler, kendi zevk ve lezzetlerine uygun şekilde bunların miktarlarını içlerinden geçirecekler ve bu kaplar içlerinden geçtiği miktara uygun olarak huzurlarına getirilecektir.
#
{17 ـ 18} {ويُسْقَوْنَ فيها}؛ أي: الجنة {كأساً}: وهو الإناء [المملوء] من خمرٍ ورحيقٍ. {كان مِزاجُها}؛ أي: خلطها {زنجبيلاً}: ليطيب طعمُه وريحُه. {عيناً فيها}؛ [أي: في الجنة] {تسمّى سَلْسَبيلاً}: سمِّيت بذلك لسلاستها ولذَّتها وحسنها.
17. “Orada” cennette “onlara” tadının ve kokusunun güzelleşmesi için “zencefil karıştırılmış bir kâdehler sunulur.” Kadeh, içi şarap dolu kaba denir. 18. Bu pınara bu ismin veriliş sebebi akıcı, lezzetli ve güzel oluşundan dolayıdır.
#
{19} {ويطوفُ}: على أهل الجنة في طعامهم وشرابهم وخدمتهم، {ولدانٌ مخلَّدون}؛ أي: خلقوا من الجنة للبقاء؛ لا يتغيَّرون ولا يكبرون، وهم في غاية الحسن، {إذا رأيتَهم}: منتشرين في خدمتهم، {حسبتَهم}: من حسنهم {لؤلؤاً منثوراً}: وهذا من تمام لذَّة أهل الجنة؛ أن يكون خُدَّامُهم الولدان المخلَّدون، الذين تَسُرُّ رؤيتُهم، ويدخُلون في مساكنهم آمنين من تَبِعَتِهِم، ويأتونَهم بما يدَّعون وتطلُبُه نفوسُهم.
19. “Etraflarında ölümsüz.” Cennet ehlinin çevresinde yiyecek ve içeceklerini sunmak, onlara hizmet etmek üzere cennette hiç değişmeksizin ve yaşlanmaksızın kalmak üzere ve son derece güzel olarak yaratılmış “hizmetçi çocuklar dolaşır.” “Onları” cennetliklerin hizmetinde etrafa yayılmış olarak “bir görsen kendilerini” güzelliklerinden ötürü “etrafa dağılmış birer inci sanırsın.” Cennetliklere hizmet edecek olanların görüldüklerinde insanı sevindiren, ebedi kılınmış genç çocuklardan olmaları, cennet ehlinin lezzetinin mükemmelliğinin bir parçasıdır. Onlar cennet ehlinin meskenlerine herhangi bir rahatsızlıktan yana güven içerisinde girerler ve onların istediklerini ve canlarının arzuladıklarını onlara getirirler.
#
{20} {وإذا رأيتَ ثَمَّ}؛ أي: رمقتَ ما أهل الجنة عليه من النعيم الكامل، {رأيتَ نعيماً وملكاً كبيراً}: فتجد الواحد منهم عنده من [القصور و] المساكن والغرف المزيَّنة المزخرفة ما لا يدرِكُه الوصفُ، ولديه من البساتين الزاهرة والثِّمار الدَّانية والفواكه اللَّذيذة والأنهار الجارية والرِّياض المعجِبَة والطُّيور المطربة المُشْجِيَة، ما يأخُذُ بالقلوب ويُفْرِحُ النفوس، وعنده من الزَّوْجاتِ اللاَّتي هنَّ في غاية الحسن والإحسان الجامعات لجمال الظاهر والباطن الخَيِّراتِ الحسانِ، ما يملأ القلبَ سروراً ولذَّةً وحبوراً، وحوله من الوِلْدان المخلَّدين والخدم المؤبَّدين ما به تحصل الراحة والطُّمأنينة، وتتمُّ لَذَّة العيش وتكمل الغِبطة، ثم علاوة ذلك ومعظمه الفوز برضا الربِّ الرحيم وسماع خطابه ولَذَّة قربه والابتهاج برضاه والخلود الدائم، وتزايد ما هم فيه من النعيم كلَّ وقتٍ وحينٍ؛ فسبحان المالك الملك الحقِّ المُبين، الذي لا تَنْفَدُ خزائنُه ولا يقلُّ خيرُه؛ كما لا نهاية لأوصافِهِ؛ فلا نهايةَ لبرِّه وإحسانه.
20. “Cenneti bir görsen” cennet ehlinin mükemmel derecedeki nimetlerine bir göz atsan “orada pek çok nimetler ve büyük bir saltanat görürsün.” Onlardan her birisinin anlatılması dahi mümkün olmayacak çapta pek çok saraylara, süslü ve güzel köşklere, göz kamaştırıcı ve meyveleri olgun bahçelere, lezzetli meyvelere, akıp giden ırmaklara, hoş bağ ve bahçelere, insanı neşelendiren, kalpleri etkileyen, ruhlara sevinç veren bir şekilde şakıyan kuşlara sahip olduğunu göreceğin gibi; son derece güzel, iç ve dış güzelliğe sahip, hayırlı ve pek hoş, kalpleri sevinçle ve huzurla dolduran eşlerinin bulunduğunu, etrafında ebedi kılınmış genç hizmetçilerin dolaştığını, ebedi hizmetkârlarının bulunduğunu, bunların kendisine rahat ve huzur verdiğini, hayatını zevkli ve lezzetli kıldığını, tam bir mutluluğa erişmiş olduğunu görürsün. Orada bunlara ek olarak ve daha büyük bir mükafat olmak üzere pek merhametli Rabbin rızasına nail olunacak, hitabı işitilecek, O’na yakın olmanın zevki tadılacak, rızasına nail olmakla neşeye gark olunacak ve orada ebedi kalınacak. Her an, içinde bulundukları nimetler de sürekli artıp duracak. Hazineleri bitmez tükenmez, hayırları asla azalmaz. Apaçık hak, mutlak hükümran, mülkün yegane sahibi olan Allah’ın şanı ne yücedir! O’nun sıfatlarının sonu olmadığı gibi, iyilik ve ihsanlarının da sonu yoktur.
#
{21} {عاليهم ثيابُ سندسٍ خضرٌ}؛ أي: قد جلَّلتهم ثياب السندس والإستبرق الأخضران اللَّذان هما أجلُّ أنواع الحرير، فالسُّندس ما غلظ من الحرير، والإستبرقُ ما رقَّ منه، {وحُلُّوا أساوِرَ من فضَّةٍ}؛ أي: حُلُّوا في أيديهم أساور الفضَّة؛ ذكورهم وإناثهم. وهذا وعدٌ وَعَدَهم الله، وكان وعدُه مفعولاً؛ لأنَّه لا أصدق منه قيلاً ولا حديثاً. وقوله: {وسقاهم ربُّهم شراباً طهوراً}؛ أي: لا كدر فيه بوجهٍ من الوجوه، مطهراً لما في بطونهم من كلِّ أذىً وقذىً.
21. “Üzerlerinde ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler vardır.” Yani üzerlerindeki elbiseler, ince ve kalın ipekten ve yeşil renkte olacaktır. Bunlar ise ipek türlerinin en değerlileridir. "Gümüşten bileziklerle süslenmişlerdir.” Erkeklerinin de kadınlarının da ellerinde bilezikler bulunacaktır. Bu, Allah’ın onlara bir vaadidir. O’nun vaadi mutlaka gerçekleşir. Çünkü O’ndan daha doğru sözlü yoktur. "Ve Rableri onlara son derece temiz bir şarap içirir” Hiçbir şekilde o şarapta rahatsız edici bir husus olmayacaktır. Karınlarındaki her türlü rahatsızlığı ve sıkıntıyı giderip tertemiz edecektir.
#
{22} {[إنَّ] هذا}: الجزاء الجزيل [والعطاء الجميل] {كان لكم جزاءً}: على ما أسلَفْتموه من الأعمال، {وكان سعيُكم مشكوراً}؛ أي: القليل [منه] يجعل الله لكم به من النعيم [المقيم] ما لا يمكن حصره.
22. “İşte bu” pek büyük mükâfat, güzel bağış “amellerinizin karşılığı/mükâfatıdır” dünyada iken yapmış olduğunuz amellere karşılık olmak üzere size verilmiştir. “Yaptıklarınız karşılıksız kalmadı.” Az amelinize Yüce Allah, sınırlandırılması mümkün olmayacak kadar pek çok nimetler ihsan etmiştir.
#
{23} وقوله تعالى لما ذكر نعيم الجنة: {إنَّا نحن نزَّلْنا عليك القرآن تنزيلاً}: فيه الوعد والوعيد وبيانُ كلِّ ما يحتاجه العباد، وفيه الأمر بالقيام بأوامره وشرائعه أتمَّ القيام والسعي في تنفيذها والصبر على ذلك.
23. Cennet nimetlerini zikrettikten sonra Yüce Allah: “Hiç şüphesiz Kur’ân’ı sana kısım kısım Biz indirdik” buyurmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de hem vaat hem de tehdit vardır. Kulların ihtiyaç duydukları her şey açıklanmıştır. O, Yüce Allah’ın emirlerinin, şer’î hükümlerinin en mükemmel bir şekilde yerine getirilmesi, bunların uygulanması için çalışılması ve bu uğurda sabır gösterilmesi emrini de ihtiva etmektedir. Bundan dolayı da Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
#
{24} ولهذا قال: {فاصبر لحكم ربِّكَ ولا تُطِعْ منهم آثماً أو كفوراً}؛ أي: اصبر لحكمه القدريِّ؛ فلا تسخطه، ولحكمه الدينيِّ؛ فامض عليه، ولا يعوقَنَّك عنه عائقٌ، {ولا تطعْ}: من المعاندين الذين يريدونَ أن يَصُدُّوك {آثماً}؛ أي: فاعلاً إثماً ومعصيةً، {ولا كفوراً}: فإنَّ طاعة الكفَّار والفجَّار والفسَّاق لا بدَّ أن تكون معصيةً لله ؛ فإنَّهم لا يأمرون إلاَّ بما تهواه أنفسهم.
24. Yani Yüce Allah’ın kaderî hükmüne sabredip katlan ve ondan dolayı öfkelenme. Dinî hükümlerini uygulamakta da sabır göster, onlar üzerinde sebatla yürü ve hiçbir engel seni bundan alıkoymasın. Bununla birlikte seni yolundan alıkoymak isteyen inatçılara, günah ve masiyet işleyen “günahkâr ya da kafir/nankör hiçbir kimseye itaat etme!” Çünkü nankör/kâfirlere, günahkârlara ve fasıklara itaatin Allah’a isyan olması kaçınılmaz bir şeydir. Zira bunlar, ancak kendi nefislerinin hevâsı doğrultusunda emir verirler.
#
{25} ولما كان الصبر يُسْتَمَدُّ من القيام بطاعة الله والإكثار من ذِكْرِه؛ أمر الله بذلك، فقال: {واذكُرِ اسمَ ربِّك بكرةً وأصيلاً}؛ أي: أول النهار وآخره، فدخل في ذلك الصلوات المكتوبات، وما يتبعها من النَّوافل والذِّكْر والتَّسبيح والتَّهليل والتَّكبير في هذه الأوقات.
25. Sabrın kaynağı Yüce Allah’a itaat ve O’nu çokça zikretmek olduğundan dolayı Yüce Allah bunu emretmek üzere şöyle buyurmaktadır: “Sabah ve akşam Rabbinin ismini zikret!” Yani gündüzün ilk bölümünde de son bölümünde de O’nu an! Bunun kapsamına bu vakitlerde kılınan farz namazlar, bunlarla birlikte kılınan nafileler, yapılan zikirler, tesbihler, tehlil ve tekbirler de girmektedir.
#
{26} {ومن الليل فاسْجُدْ له}؛ أي: أكثر له من السُّجود، وذلك متضمِّن لكثرة الصلاة ، {وسبِّحْه ليلاً طويلاً}: وقد تقدَّم تقييد هذا المطلق بقوله: {يا أيُّها المزَّمِّلُ. قم الليلَ إلاَّ قليلاً. نِصْفَهُ أو انقُصْ منه قليلاً. أو زِدْ عليه ... }.
26. “Gecenin bir kısmında O’na secde et!” Yani O’na çokça secde et, bu ise çokça namaz kılma manasınadır. "Gecenin uzun bir bölümünde de O’nu tesbih et.” Bu mutlak ifade, Yüce Allah’ın daha önce geçen: “Ey elbisesine sarınıp bürünen! Kalk ve birazı müstesnâ geceyi namazla geçir; yarısını veya ondan biraz azını yahut da ondan biraz fazlasını!” (el-Müzzemmil, 73/14) buyruğu ile kayıtlıdır.
#
{27} وقوله: {إنَّ هؤلاء}؛ أي: المكَذِّبين لك أيها الرسول بعدما بُيِّنَتْ لهم الآيات ورُغِّبوا ورُهِّبوا، ومع ذلك لم يُفِدْ فيهم ذلك شيئاً، بل لا يزالون يُؤْثرون {العاجلةَ}: ويطمئنُّون إليها، {ويذرونَ}؛ أي: يتركون العمل ويهملون {وراءهم}؛ أي: أمامهم {يوماً ثقيلاً}: وهو يوم القيامةِ، الذي مقداره خمسون ألفَ سنةٍ ممَّا تعدُّون، وقال تعالى: {يقولُ الكافرون هذا يومٌ عَسِرٌ}؛ فكأنَّهم ما خُلِقوا إلاَّ للدُّنيا والإقامة فيها.
27. “Şüphesiz bunlar” yani kendilerine bunca âyetler açıklandıktan, uyarılıp teşvik edildikten sonra bunlardan hiçbir şekilde yararlanmayıp aksine seni yalanlayanlar, hala daha “çabuk elde edilen” dünyayı seviyorlar ve onunla huzur buluyorlar. "ve çok ağır bir günü” Kıyamet gününü “de arkalarına atıyorlar” Onun için ameli terk ve ihmal ediyorlar. Halbuki o günün miktarı sizin saydıklarınızdan elli bin yıl kadardır. O gün hakkında da Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Kâfirler: Bu pek zor bir gündür, derler.” (el-Kamer, 54/8) Ama sanki onlar, yalnız dünya için ve orada kalmak için yaratılmışçasına davranırlar.
#
{28} ثم استدلَّ عليهم وعلى بعثهم بدليل عقليٍّ، وهو دليلُ الابتداء، فقال: {نحن خَلَقْناهم}؛ أي: أوجدناهم من العدم، {وشَدَدْنا أسْرَهم}؛ أي: أحكمنا خِلْقَتَهم بالأعصاب والعروق والأوتار والقُوى الظاهرة والباطنة، حتى تمَّ الجسم واستكمل وتمكَّن من كلِّ ما يريده؛ فالذي أوجدهم على هذه الحالة قادرٌ على أن يعيدَهم بعد موتهم لجزائهم، والذي نقَّلهم في هذه الدار إلى هذه الأطوار لا يَليقُ به أن يَتْرُكَهم سدىً، لا يُؤْمَرون، ولا يُنْهَوْن، ولا يُثابون، ولا يُعاقبون، ولهذا قال: {وإذا شِئْنا بَدَّلْنا أمثالَهم تَبْديلاً}؛ أي: أنشأناكم للبعث نشأةً أخرى، وأعدْناكم بأعيانكم، وهم بأنفسهم أمثالهم.
28. Daha sonra Yüce Allah, öldükten sonra diriltileceklerine dair aklî bir delil göstermektedir ki bu da ilk olarak yaratma delilidir. Şöyle buyurmaktadır: “Onları Biz yarattık.” Yoktan onları var eden Bizleriz. “ve yaratılışlarını da Biz sağlamlaştırdık.” Yani onların yaratılışlarını, sinirlerle, damarlarla, liflerle, gizli ve açık güçlerle sağlamlaştırdık. Öyle ki vücut eksiksiz hale gelmiş ve tamamlanmış, istediği şeyleri yapma gücüne kavuşmuştur. İnsanları bu şekilde var edip yaratan, ölümlerinden sonra amellerinin karşılığını vermek üzere onları tekrar yaratmaya kâdirdir. Bu dünya hayatında insanları bu şekilde aşamadan aşamaya aktaranın, onları emir vermeksizin, yasaklar koymaksızın, mükâfat ve ceza vermeksizin başıboş bırakması O’na yakışmaz. Bundan dolayı şöyle buyurmaktadır: “Dilediğimiz zaman da onların yerine benzerlerini getiririz.” Yani Biz, onları öldükten sonra diriliş için bir defa daha yaratacağız ve onları tıpatıp aynı şekilde tekrar var edeceğiz.
#
{29} {إنَّ هذه تذكرةٌ}؛ أي: يتذكَّر بها المؤمن، فينتفع بما فيها من التخويف والترغيب، {فمَن شاءَ اتَّخَذَ إلى ربِّه سَبيلاً}؛ أي: طريقاً موصلاً إليه؛ فالله يبيِّن الحقَّ والهدى، ثم يخيِّر الناس بين الاهتداء بها أو النُّفور عنها؛ إقامةً للحُجَّة ؛ ليهلكَ من هَلَكَ عن بيِّنةٍ، ويحيا من حيَّ عن بينةٍ.
29. “Şüphesiz bunlar, bir öğüttür.” Mü’min bunlarla öğüt alır. Bu yolla uyarı ve teşviklerden istifade eder. "Artık kim dilerse Rabbine giden yolu tutar.” Allah’a kendisine ulaştıracak bir yol izler. Yüce Allah, hakkı ve hidâyeti açıklar, sonra da insanları bununla yol bulma yahut ondan uzaklaşma konusunda -onlara karşı delili ortaya koymuş olmak için- serbest bırakır. “Ta ki helâk olan kişi apaçık bir delil üzere helâk olsun, hayatta kalan kişi de apaçık bir delil üzere yaşasın.” (el-Enfâl, 8/42)
#
{30} {وما تشاؤون إلاَّ أن يشاءَ اللهُ}: فإنَّ مشيئة الله نافذةٌ. {إنَّ الله كان عليماً حكيماً}: فله الحكمةُ في هداية المهتدي وإضلال الضالِّ.
30. “Ama Allah dilemedikçe siz (bir şey) dileyemezsiniz.” Çünkü geçerli olan Allah’ın dilemesidir. "Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” Hidâyet bulanı hidâyete iletmek, sapık olanı da sapıklıkta bırakmakta mutlaka O’nun gözettiği bir hikmet vardır.
#
{31} {يُدْخِلُ مَن يشاءُ في رحمتِهِ}: فيختصُّه بعنايته، ويوفِّقه لأسباب السعادة، ويهديه لطُرُقِها، {والظَّالمين}: الذين اختاروا الشقاء على الهدى، {أعدَّ لهم عذاباً أليماً}: بظلمهم وعدوانهم.
31. “O, dilediğini rahmetine alır” ona inâyetini ihsan eder, mutluluk yollarını izleme muvaffakiyetini verir ve ona götüren yolları gösterir. Bedbahtlığı hidâyete tercih eden “zalimlere gelince O, onlar için” zulüm ve düşmanlıkları sebebi ile “can yakıcı bir azap hazırlamıştır.”
İnsan Sûresi’nin tefsiri burada sona ermektedir. Hamd Yüce Allah’a mahsustur.
***