Ayet:
75- KIYÂME SÛRESİ
75- KIYÂME SÛRESİ
(Mekke’de inmiştir. 40 âyettir)
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adı ile.
Ayet: 1 - 6 #
{لَا أُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيَامَةِ (1) وَلَا أُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ (2) أَيَحْسَبُ الْإِنْسَانُ أَلَّنْ نَجْمَعَ عِظَامَهُ (3) بَلَى قَادِرِينَ عَلَى أَنْ نُسَوِّيَ بَنَانَهُ (4) بَلْ يُرِيدُ الْإِنْسَانُ لِيَفْجُرَ أَمَامَهُ (5) يَسْأَلُ أَيَّانَ يَوْمُ الْقِيَامَةِ (6)}.
1- Kıyamet gününe yemin olsun, 2- Kendini kınayan nefse de yemin olsun ki (siz kesinlikle diriltileceksiniz). 3- İnsan, Bizim onun (çürüyüp dağılmış) kemiklerini bir araya getir(ip dirilt)emeyeceğimizi mi sanıyor? 4- Elbette (bunu yapabiliriz); hatta biz, onun parmak uçlarını dahi düzenleyip (eski haline getirmeye) kâdiriz. 5- Ama insan, günah işlemek için önündeki (kıyameti) yalanlamayı tercih eder. 6- “Ne zamanmış o kıyamet günü?” diye sorar.
#
{1} ليست {لا} ها هنا نافية ولا زائدة، وإنَّما أتي بها للاستفتاح والاهتمام بما بعدها، ولكثرة الإتيان بها مع اليمين لا يستغرب الاستفتاح بها، وإن لم تكن في الأصل موضوعة للاستفتاح؛ فالمقسم به في هذا الموضع هو المقسَم عليه، وهو البعث بعد الموت، وقيام الناس من قبورهم، ثم وقوفهم ينتظرون ما يَحْكُمُ به الربُّ عليهم.
1. Burada “لا: hayır” kelimesi, ne nafiye/olumsuzluk edatıdır, ne de zaid/fazladan gelmiştir. Bu, kendisi ile başlanılmak ve daha sonraki buyruklara gereken önemi verip dikkati çekmek için kullanılmıştır. Bu edat, yemin ile birlikte çokça kullanıldığından dolayı -aslı itibari ile söz başlangıcında kullanılmasa da- bununla söze başlamanın garip kaçacak bir tarafı yoktur. Burada kendisine yemin edilen şeyle hakkında yemin edilen şeyler aynıdır. O da ölümden sonra diriliş, insanların kabirlerinden kalkmaları, sonra da yüce Rableri haklarında ne hüküm verecek diye beklemek üzere durmalarıdır.
#
{2} {ولا أقسم بالنَّفس اللَّوَّامةِ}: وهي جميع النفوس الخيِّرة والفاجرة، سميِّت لوَّامةً لكثرة تلوُّنها وتردُّدها وعدم ثبوتها على حالةٍ من أحوالها، ولأنَّها عند الموت تلوم صاحبها على ما فعلت ، بل نفسُ المؤمن تلومُ صاحبها في الدُّنيا على ما حصل منه من تفريطٍ أو تقصيرٍ في حقٍّ من الحقوق أو غفلةٍ، فجمع بين الإقسام بالجزاء وعلى الجزاء وبين مستحقِّ الجزاء.
2. “Kendini kınayan nefse de yemin olsun ki…” Kasıt, iyi ve kötü bütün nefislerdir. Bunlara “kendini kınayan” denmesinin sebebi, çokça değişip durması, değişik noktalar arasında gidip gelmesi, belli bir hal üzerinde sebat göstermemesidir. Diğer bir sebep de şudur: Nefis, ölüm esnasında yaptıkları dolayısı ile sahibini kınayacaktır. Hatta mü’minin nefsi bile dünyada iken yaptığı kusurlardan, herhangi bir hakkı yerine getirmemekten yahut gaflete düşmekten dolayı kendini kınar. O halde bu yemin ile hem amellerin karşılığının verileceğine, hem amellerin karşılığının kendisine, hem de amelinin karşılığını hak edene bir arada yemin edilmiş olmaktadır.
#
{3 ـ 4} ثم أخبر مع هذا أنَّ بعض المعاندين يكذِّبون بيوم القيامة، فقال: {أيحسبُ الإنسانُ أن لن نَجْمَعَ عظامَه}: بعد الموت؛ كما قال [في الآية الأخرى]: {قال مَن يُحيي العظامَ وهي رميمٌ}، فاستبعد من جهله وعدوانه قدرةَ الله على خلق عظامه التي هي عمادُ البدن، فردَّ عليه بقوله: {بلى قادرينَ على أن نُسَوِّيَ بَنانَه}؛ أي: أطراف أصابعه وعظامه، وذلك مستلزمٌ لخلق جميع أجزاء البدن؛ لأنَّها إذا وُجِدت الأنامل والبنان؛ فقد تمَّتْ خلقة الجسد.
3. Daha sonra yüce Allah, buna rağmen kimi inatçıların, Kıyamet gününü yalanlamakta olduklarını haber vererek şöyle buyurmaktadır: “İnsan, Bizim onun (çürüyüp dağılmış) kemiklerini” ölümünden sonra “bir araya getir(ip dirilt)emeyeceğimizi mi sanıyor?” Nitekim Yüce Allah, bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Çürümüş haldeki kemikleri kim diriltecekmiş? dedi.” (Yâsîn, 36/78) Bu kimse, cahilliği ve haksızlığı sebebiyle Allah’ın, bedenin direği durumunda olan kemiklerini yaratmaya kâdir oluşunu çok uzak bir ihtimal olarak görmektedir. 4. Yüce Allah da onun bu kanaatini reddederek şöyle buyurmaktadır: “Elbette (bunu yapabiliriz); hatta biz, onun parmak uçlarını dahi düzenleyip (eski haline getirmeye) kâdiriz.” Onun parmak uçlarını ve bunların kemiklerini toplayıp bir araya getireceğiz. Bu da bedenin bütün bölümlerinin diriltileceğini ifade eder. Çünkü parmak uçları dahi tekrar yaratılacağına göre artık beden tamamen yaratılacak demektir.
#
{5 ـ 6} وليس إنكارُه لقدرة الله تعالى قصوراً بالدَّليل الدَّالِّ على ذلك، وإنَّما وقع ذلك منه لأنَّ إرادته وقصده التكذيبُ بما أمامه من البعث. والفجور: الكذب مع التعمُّد.
5-6. Onun Yüce Allah’ın kudretini inkâr edişi, bu kudrete delil teşkil eden hususların azlığından değildir. Onun bu hale düşmesi, ileride karşı karşıya kalacağı öldükten sonra dirilişi yalanlama irade ve maksadına sahip oluşundan dolayıdır. Âyet-i kerimede geçen fücur; bile bile ve kastî olarak yalanlamak demektir.
Daha sonra Yüce Allah, Kıyametin hallerini söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır.
Ayet: 7 - 15 #
{فَإِذَا بَرِقَ الْبَصَرُ (7) وَخَسَفَ الْقَمَرُ (8) وَجُمِعَ الشَّمْسُ وَالْقَمَرُ (9) يَقُولُ الْإِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ أَيْنَ الْمَفَرُّ (10) كَلَّا لَا وَزَرَ (11) إِلَى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمُسْتَقَرُّ (12) يُنَبَّأُ الْإِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ بِمَا قَدَّمَ وَأَخَّرَ (13) بَلِ الْإِنْسَانُ عَلَى نَفْسِهِ بَصِيرَةٌ (14) وَلَوْ أَلْقَى مَعَاذِيرَهُ (15)}.
7, 8, 9- Gözler (dehşetten) donup kaldığı, ay tutulduğu, güneş ve ay bir araya getirildiği zaman; 10- O gün insan: “Kaçacak yer neresi?” der. 11- Asla! Kaçıp sığınacak hiçbir yer yok! 12- O gün varıp durulacak yer, yalnız Rabbinin huzurudur. 13- O gün insana yaptığı ve ertelediği her şey haber verilir. 14- Ama zaten insan, kendisini çok iyi bilir; 15- Türlü mazeretler ortaya atsa bile.
#
{7 ـ 10} أي: {فإذا} كانت القيامة؛ برقت الأبصار من الهول العظيم وشخصت فلا تطرف؛ كما قال تعالى: {إنَّما يؤخِّرُهم ليومٍ تَشْخَصُ فيه الأبصارُ. مهطِعين مُقْنِعي رؤوسهم لا يرتدُّ إليهم طرفُهم وأفئِدَتُهم هواءٌ}، {وخسف القمر}؛ أي: ذهب نورُه وسُلطانه، {وجُمِعَ الشمسُ والقمرُ}: وهما لم يجتمعا منذ خلقهما الله تعالى، فيجمع الله بينهما يوم القيامةِ، ويُخسف القمر، وتكوَّر الشمس، ثم يقذفان في النار؛ ليرى العباد أنَّهما عبدان مسخَّران، وليرى مَنْ عَبَدَهما أنَّهم كانوا كاذبين، {يقول الإنسانُ}: حين يرى تلك القلاقل المزعجات: {أين المفرُّ}؛ أي: أين الخلاص والفكاك ممَّا طرقنا وألمَّ بنا ؟
7. “Gözler (dehşetten) donup kaldığı zaman” artık Kıyamet kopmuş olacaktır. O pek büyük dehşetlerden dolayı gözler yuvalarından dışarı fırlayacak ve göz kapakları hareket etmeyecektir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “...O, onları ancak gözlerin dehşetle yerinden fırlayacağı bir güne erteliyor. Hepsi de başlarını dikerek koşacaklar, gözleri (ile) kendilerine bile dönüp bakamayacaklar. Kalpleri ise bomboş olacaktır.” (İbrahim, 14/42-43) 8-9. “Ay tutulduğu” ışığı ve gücü gittiği “güneş ve ay bir araya getirildiği zaman.” Halbuki Yüce Allah, onları yarattığı günden beri bir arada bulunmamışlardır. Ama Allah Kıyamet gününde onları bir araya getirecektir. Ayın ışığı söndürülecek, güneş tortop edilecek ve kullar ayın da güneşin de Allah’ın emrine göre hareket eden iki kul olduğunu ve onlara ibadet edenler de yalancı olduklarını görsünler diye ikisi de cehenneme atılacaktır. 10. “O gün insan” bu dehşet verici, tedirgin edici hususları gördüğünde; Şu karşı karşıya bulunduğumuz musibetlerden ve dehşetli hallerden kaçıp yakamızı kurtarmak için “Kaçacak yer neresi?” der.”
#
{11 ـ 13} {كلاَّ لا وَزَرَ}؛ أي: لا ملجأ لأحدٍ دون الله، {إلى ربِّكَ يومئذٍ المستقرُّ}: لسائر العباد، فليس في إمكان أحدٍ أن يستترَ أو يهرب عن ذلك الموضع، بل لا بدَّ من إيقافه؛ ليجزى بعمله، ولهذا قال: {يُنَبَّأ الإنسانُ يومئذٍ بما قَدَّمَ وأخَّرَ}؛ أي: بجميع عمله الحسن والسيئ، في أول وقته وآخره، وينبَّأ بخبرٍ لا ينكِرُه.
11. “Asla! Kaçıp sığınacak hiçbir yer yok.” Hiç kimsenin Allah’tan başka sığınacak bir yeri olmayacaktır. 12. “O gün” bütün kullar için “varılıp durulacak yer, yalnız Rabbinin huzurudur.” Hiç kimse bu yerden kaçamaz yahut bir yere gizlenemez. Amelinin karşılığının kendisine verilmesi için mutlaka Rabbinin huzurunda durdurulacaktır. Bundan dolayı şöyle buyurulmaktadır: 13. “O gün insana yaptığı ve ertelediği her şey haber verilir.” İyisi ile kötüsü ile ilk dönemlerinde de son dönemlerinde de işlediği bütün amelleri ona bildirilir ve kendisinin reddedemeyeceği bir şekilde ona bunlar haber verilir.
#
{14 ـ 15} {بل الإنسانُ على نفسِهِ بصيرةٌ}؛ أي: شاهدٌ ومحاسبٌ، {ولو ألقى معاذيرَةُ}: فإنَّها معاذيرُ لا تُقبل، بل يقرَّر بعمله ، فَيُقِرُّ به؛ كما قال تعالى: {اقرأ كتابَكَ كفى بنفسِكَ اليوم عليك حَسيباً}: فالعبدُ وإن أنكر أو اعتذر عمَّا عمله؛ فإنكارُه واعتذارُه لا يفيدانه شيئاً؛ لأنَّه يشهد عليه سمعُه وبصره وجميعُ جوارحه بما كان يعمل، ولأنَّ استعتابه قد ذهب وقتُه وزال نفعُه، {فيومئذٍ لا ينفعُ الذين ظلموا معذِرَتُهم ولا هم يُسْتَعْتَبونَ}.
14. “Ama zaten insan, kendisini çok iyi bilir.” Kendi hakkında tanık olacak ve kendisini hesaba çekecektir. 15. “Türlü mazeretler ortaya atsa bile.” Bunlar, kabul olunacak mazeretler olmayacaktır. Aksine kendi amelleri kendisine söyletilecek, o da bütün bunları tek tek itiraf edecektir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Oku amel defterini! Bugün kendine karşı hesap görücü olarak kendin yetersin.” (el-İsrâ, 17/14) Kul, yaptıklarını inkâr etse yahut mazeret bildirecek olsa dahi, onun bu inkâr ve mazeretinin kendisine en ufak bir faydası olmayacaktır. Çünkü onun kulakları, gözleri ve bütün azaları yaptıklarına şahitlik edeceklerdir. Diğer taraftan Rabbini razı etmeye çalışmasının vakti geçip gitmiş ve artık bunun faydası kalmamış olacaktır: “O gün zulmedenlere mazeret bildirmeleri fayda vermez ve onlardan Rablerini razı etmeleri de istenmez.” (er-Rûm, 30/57)
Ayet: 16 - 19 #
{لَا تُحَرِّكْ بِهِ لِسَانَكَ لِتَعْجَلَ بِهِ (16) إِنَّ عَلَيْنَا جَمْعَهُ وَقُرْآنَهُ (17) فَإِذَا قَرَأْنَاهُ فَاتَّبِعْ قُرْآنَهُ (18) ثُمَّ إِنَّ عَلَيْنَا بَيَانَهُ (19)}.
16- Kur'ân’ı (vahyedilmesi tamamlanmadan önce unutmadan bellemek için) acele edip de dilini kıpırdatarak tekrarlama! 17- Çünkü onu (sana) belletmek de okutmak da Bize düşer. 18- O halde Biz onu okuduğumuz zaman sen, onun okunuşunu takip et. 19- Sonra onu açıklamak da hiç şüphesiz Bize düşer.
#
{16 ـ 19} كان النبيُّ - صلى الله عليه وسلم - إذا جاءه جبريلُ بالوحي وشرع في تلاوته [عليه]؛ بادَرَهُ النبيُّ - صلى الله عليه وسلم - من الحرص قبل أن يفرغ، وتلاه مع تلاوة جبريل إيَّاه ، فنهاه الله عن ذلك، وقال: {ولا تعجل بالقرآن من قبل أن يقضى إليك وحيه}: وقال هنا: {لا تُحرِّكَ به لسَانَكَ لِتَعْجَلَ به}. ثم ضمن له تعالى أنَّه لا بدَّ أن يحفظَه ويقرأه ويجمعه الله في صدره، فقال: {إنَّ علينا جمعَه وقرآنَه}؛ فالحرص الذي في خاطرك إنَّما الداعي له حذر الفوات والنسيان؛ فإذا ضَمِنَه الله لك؛ فلا موجب لذلك، {فإذا قَرَأناه فاتَّبِعْ قرآنه}؛ أي: إذا أكمل جبريلُ ما يوحى إليك ؛ فحينئذٍ اتَّبع ما قرأه فاقرأه ، {ثمَّ إنَّ علينا بيانه}؛ أي: بيان معانيه. فوعده بحفظ لفظه وحفظ معانيه، وهذا أعلى ما يكون، فامتثل - صلى الله عليه وسلم - لأدب ربِّه، فكان إذا تلا عليه جبريلُ القرآن بعد هذا؛ أنصتَ له؛ فإذا فرغ؛ قرأه. وفي هذه الآية أدبٌ لأخذ العلم: أن لا يبادر المتعلِّم للعلم قبل أن يفرغ المعلِّم من المسألة التي شرع فيها؛ فإذا فرغ منها؛ سأله عمَّا أشكل عليه. وكذلك إذا كان في أول الكلام ما يوجب الردَّ أو الاستحسان أن لا يبادِرَ بردِّه أو قَبوله قبل الفراغ من ذلك الكلام؛ ليتبيَّن ما فيه من حقٍّ أو باطل، وليفهمه فهماً يتمكَّن فيه من الكلام فيه على وجه الصواب. وفيها أنَّ النبيَّ - صلى الله عليه وسلم - كما بيَّن للأمَّة ألفاظ الوحي؛ فإنَّه قد بيَّن لهم معانيه.
16. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e Cebrail vahiy getirip de Kur’ân’ı okumaya başladığında Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Kur’ân’ı belleme tutkusu dolayısı ile daha o vahyi bitirmeden onu telaffuz etmeye kalkışır, Cebrail’in okuması ile birlikte okumaya gayret ederdi. Yüce Allah, ona bu işten vazgeçmesini emretmiş ve şöyle buyurmuştur: “Sana onun vahyi tamamlanmadan önce Kur’ân’ı okumada acele etme!” (Tâ-Hâ, 20/114) İşte burada da şöyle buyurmaktadır: “Onu çabuklaştırmak için dilini onunla kıpırdatma!” 17. Daha sonra Yüce Allah, ona Kur’ân-ı Kerîm’i bellemesini, okumasını ve kalbinde onu toplayacağını taahhüt ederek şöyle buyurmaktadır: “Çünkü onu (sana) belletmek de okutmak da Bize düşer.” Senin bu tutkuna sebep teşkil eden şey de onun bazı kelimelerini kaçırmak ve unutmak korkusudur. Allah ise sana bunun teminatını verdiğine göre artık bunu gerektiren bir sebep kalmamıştır. 18. “O halde Biz onu okuduğumuz zaman sen, onun okunuşunu takip et.” Yani Cebrail, sana getirdiği vahyi tamamladıktan sonra o vakit sen de onun okumasını takip et ve onun arkasından sen de oku. 19. “Sonra onu açıklamak da hiç şüphesiz Bize düşer.” Yani manalarını açıklamak da bize aittir. Yüce Allah, ona lafzını korumayı da manalarını korumayı da taahhüt etmiştir. Bu ise korumanın olabilecek en ileri derecesidir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de Allah’ın istediği bu edebi takındı. Cebrail, ona bundan böyle Kur’ân okudu mu (vahyetti mi) onu dinler, o bitirdikten sonra kendisi onu okurdu. Bu âyet-i kerimede ilim öğrenme edebi de gösterilmektedir. Öğrenci, hoca açıklamakta olduğu meseleyi bitirmeden önce acele etmemelidir. Aksine hoca, açıkladığı meseleyi bitirdikten sonra kavrayamadığı hususu sorma yolunu seçmelidir. Aynı şekilde eğer sözlerinin baş tarafında reddi yahut güzel bulup onaylamayı gerektiren bir husus var ise yine yapılan bu açıklamayı bitirmeden önce o hususu ret veya kabule kalkışmamalıdır. Böylelikle yapılan açıklamanın doğru veya yanlış olduğu tam manasıyla anlamış olur, anlatılan hususu iyice beller ve o konuda doğru bir şekilde açıklamalarda bulunmak imkânını elde eder. Aynı şekilde bu ayetler, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmete vahyin lafızlarını açıkladığı gibi manalarını da açıklamış olduğunu göstermektedir.
Ayet: 20 - 25 #
{كَلَّا بَلْ تُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ (20) وَتَذَرُونَ الْآخِرَةَ (21) وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاضِرَةٌ (22) إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ (23) وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ بَاسِرَةٌ (24) تَظُنُّ أَنْ يُفْعَلَ بِهَا فَاقِرَةٌ (25)}
20- Asla! Doğrusu siz, çabuk elde edilen (dünyayı) seviyorsunuz. 21- Ahireti ise bir kenara atıyorsunuz. 22- O gün birtakım yüzler vardır ki apaydınlıktır. 23- Rablerine bakmaktadırlar. 24- O gün birtakım yüzler de vardır ki asıktır. 25- Başlarına çok büyük bir felaket geleceğini anlarlar.
#
{20 ـ 21} أي: هذا الذي أوجب لكم الغفلة والإعراض عن وعظ الله وتذكيره أنَّكم {تحبُّونَ العاجلةَ}، وتسعون فيما يحصِّلها وفي لذَّاتها وشهواتها، وتؤثرونها على الآخرة، فتذرون العمل لها؛ لأنَّ الدُّنيا نعيمها ولذاتها عاجلة، والإنسان مولعٌ بحبِّ العاجل، والآخرة متأخِّر ما فيها من النعيم المقيم؛ فلذلك غفلتم عنها وتركتُموها كأنَّكم لم تُخلقوا لها وكأنَّ هذه الدار هي دار القرار التي تُبْذَلُ فيها نفائس الأعمار ويُسعى لها آناء الليل والنهار، وبهذا انقلبت عليكم الحقيقة، وحصل من الخسار ما حصل؛ فلو آثرتُم الآخرة على الدُّنيا ونظرتم العواقب نظر البصير العاقل؛ لأنجحتم وربحتم ربحاً لا خسار معه، وفزتم فوزاً لا شقاء يصحبه.
20-21. Yani Yüce Allah’ın verdiği öğütlerden, hatırlatmalardan, gaflete düşüp yüz çevirmenize sebeb teşkil eden husus, sizlerin “çabuk elde edilen (dünyayı) seviyor” olmanız, onun zevk ve arzularını elde etmenize sebep olacak hususlar için çalışmanız ve bunu âhirete tercih etmenizdir. O bakımdan âhiret için çalışmayı da terk ediyorsunuz. Çünkü dünya nimet ve lezzetleri, hemen elde edilen şeylerdir. İnsan da çabuk elde edilen şeyleri sevmeye meyyaldir. Âhiretteki ebedi nimetler ise hemen de ilerde elde edilecektir. Bundan dolayı sizler, âhiretten gafilsiniz, âhirete yönelmeyi terk ediyorsunuz. Sanki onun için yaratılmamış gibisiniz ve sanki bu dünya yurdu değerli ömürlerin uğrunda harcanacağı, gece ve gündüz kendisi için çalışılacak, ebedi kalınacak bir yurtmuş gibi çalışıp didiniyorsunuz. Böylelikle sizler hakikati alt-üst ettiniz ve pek büyük hüsrana uğradınız. Sizler âhireti dünyaya tercih etmiş, akıllı ve basiret sahibi kimselerin baktığı gibi sonuçlara bakmış olsaydınız, hiç şüphesiz kazançlı çıkar, ziyana uğramak söz konusu olmaksızın kâr elde edersiniz. Beraberinde hiçbir bedbahtlığın söz konusu olmayacağı bir bahtiyarlığa kavuşurdunuz.
#
{22 ـ 23} ثم ذكر ما يدعو إلى إيثار الآخرة ببيان حال أهلها وتفاوتهم فيها، فقال في جزاء المؤثرين للآخرة على الدُّنيا: {وجوهٌ يومئذٍ ناضرةٌ}؛ أي: حسنة بهيَّة لها رونقٌ ونورٌ مما هم فيه من نعيم القلوب وبهجة النفوس ولذَّة الأرواح، {إلى ربِّها ناظرةٌ}؛ أي: ينظرون إلى ربِّهم على حسب مراتبهم؛ منهم مَنْ ينظره كلَّ يوم بكرةً وعشيًّا، ومنهم من ينظره كلَّ جمعة مرةً واحدةً، فيتمتَّعون بالنَّظر إلى وجهه الكريم وجماله الباهر الذي ليس كمثله شيءٌ؛ فإذا رأوه؛ نسوا ما هم فيه من النعيم، وحصل لهم من اللَّذَّة والسرور ما لا يمكن التعبير عنه، ونضرت وجوهُهم، فازدادوا جمالاً إلى جمالهم، فنسأل الله الكريم أن يجعَلنَا معهم.
22. Daha sonra Yüce Allah, âhirette insanların durumunu ve farklı hallerini açıklamak sureti ile âhiret nimetlerini tercih etmeye sevkedecek hususları söz konusu etmektedir. Âhireti dünyaya tercih edenlerin mükâfatlarını dile getirerek şöyle buyurmaktadır: “O gün birtakım yüzler vardır ki apaydınlıktır.” Güzeldir, parlaktır, içinde bulundukları kalbî nimetler, ruhî sevinçler ve maddi lezzetlerden ötürü yüzleri aydınlıktır, ışıl ışıl parıldar. 23. “Rablerine bakmaktadırlar.” Mertebelerine uygun olarak Rablerine bakacaklardır. Onların kimisi sabah akşam Rabbini görecek, kimisi cumadan cumaya bir defa Rabbini görecektir. O’nun kerim yüzüne, hiçbir benzeri bulunmayan, göz kamaştırıcı cemaline bakacak ve bundan lezzet alacaktır. O’nu görecekleri vakit içinde bulundukları nimetleri unutacaklardır. İfade edilmesi mümkün olamayacak kadar lezzet alacaklar ve sevineceklerdir. Gözleri parıldayacak, güzelliklerine güzellik katılacaktır. Keremi sonsuz Allah’tan bizleri de onlardan kılmasını niyaz ederiz.
#
{24 ـ 25} وقال في المؤثرين العاجلة على الآجلة، [و] {وجوهٌ يومئذٍ باسرةٌ}؛ أي: معبسةٌ كدرةٌ خاشعةٌ ذليلةٌ، {تظنُّ أن يُفْعَلَ بها فاقرةٌ}؛ أي: عقوبةٌ شديدةٌ وعذابٌ أليمٌ؛ فلذلك تغيَّرت وجوههم وعبست.
24. Dünyayı âhirete tercih edenler hakkında da şöyle buyurmaktadır: “O gün birtakım yüzler de vardır ki asıktır” kederli, hor, hakir ve zelildir. 25. “Başlarına çok büyük bir felaket geleceğini anlarlar.” Çok çetin bir şekilde cezalandırılacaklarını, can yakıcı bir azaba uğrayacaklarını anlarlar. İşte bundan dolayı yüzlerinin şekli değişmiş, suratları asılmış olacaktır.
Ayet: 26 - 40 #
{كَلَّا إِذَا بَلَغَتِ التَّرَاقِيَ (26) وَقِيلَ مَنْ رَاقٍ (27) وَظَنَّ أَنَّهُ الْفِرَاقُ (28) وَالْتَفَّتِ السَّاقُ بِالسَّاقِ (29) إِلَى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمَسَاقُ (30) فَلَا صَدَّقَ وَلَا صَلَّى (31) وَلَكِنْ كَذَّبَ وَتَوَلَّى (32) ثُمَّ ذَهَبَ إِلَى أَهْلِهِ يَتَمَطَّى (33) أَوْلَى لَكَ فَأَوْلَى (34) ثُمَّ أَوْلَى لَكَ فَأَوْلَى (35) أَيَحْسَبُ الْإِنْسَانُ أَنْ يُتْرَكَ سُدًى (36) أَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِنْ مَنِيٍّ يُمْنَى (37) ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوَّى (38) فَجَعَلَ مِنْهُ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْأُنْثَى (39) أَلَيْسَ ذَلِكَ بِقَادِرٍ عَلَى أَنْ يُحْيِيَ الْمَوْتَى (40)}
26- Hayır! Gerçek şu ki can, köprücük kemiğine gelip dayandığı; 27- “Kim (şifa bulsun diye ona) okuyup üfleyecek?” denildiği; 28- Artık (ölüm döşeğinde olanın, dünyadan) ayrılık vaktinin geldiğini anladığı; 29- Ve bacaklar birbirine dolaştığı zaman; 30- İşte o gün (kulların) götürüleceği yer, yalnız Rabbinin huzuru olacaktır. 31- Ama o (kafir insan), tasdik etmemiş, namaz da kılmamıştı. 32- Aksine yalanlamış ve yüz çevirmişti. 33- Sonra da kibirle gerine gerine ailesinin/taraftarlarının yanına gitmişti. 34- Sana lâyıktır (o azap), lâyık! 35- Evet; o sana lâyıktır, hem de ne lâyık! 36- Yoksa insan başıboş bırakılacağını mı sanır? 37- O, (rahme) dökülen bir damla meni değil miydi? 38- Sonra (rahme) yapışan bir kan pıhtısı olmuş, sonra da Allah onu yaratıp şekil vermiştir. 39- Ondan da erkek ve dişi iki eş yaratmıştır. 40- Hiç bunları yapanın ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi?
#
{26 ـ 30} يَعِظُ تعالى عبادَه بذكر المحتضر حال السياق ، وأنَّه إذا بلغت روحه {التراقي}: وهي العظام المكتنفة لثُغْرَةِ النَّحر؛ فحينئذٍ يشتدُّ الكربُ، ويطلب كلَّ وسيلةٍ وسببٍ يظنُّ أن يحصل به الشفاء والراحة، ولهذا قال: {وقيلَ مَنْ راقٍ}؛ أي: من يرقيه، من الرُّقية؛ لأنَّهم انقطعت آمالهم من الأسباب العاديَّة، فتعلَّقوا بالأسباب الإلهيَّة ، ولكنَّ القضاء والقدر إذا حتم وجاء؛ فلا مردَّ له، {وظنَّ أنَّه الفراقُ}: للدنيا، {والتفَّتِ السَّاقُ بالسَّاق}؛ أي: اجتمعت الشدائد والتفَّت، وعظُم الأمر، وصعُب الكرب، وأريد أن تخرجَ الرُّوح من البدن الذي ألفته ولم تزل معه، فتساق إلى الله تعالى ليجازيها بأعمالها ويقرِّرها بفعالها؛ فهذا الزجر الذي ذكره الله يسوقُ القلوب إلى ما فيه نجاتُها ويزجُرُها عمَّا فيه هلاكها.
26-27. Yüce Allah, kullarına ölüm döşeğindeki kişinin halini hatırlatarak öğüt vermektedir. Onun ruhu gırtlağın kenarındaki kemiklere gelip dayandığında, işte o vakit, kişi oldukça büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalır. Kendisini şifaya kavuşturacağını, rahata kavuşturacağını zannettiği her bir çare ve sebebe başvurmak ister. İşte bundan dolayı devamla: “Kim (şifa bulsun diye ona) okuyup üfleyecek?” denildiği…” buyrulmaktadır. Yani onu okuyup üflemek gibi manevi bir yolla tedavi edecek kimse var mıdır?, diye sorarlar. Çünkü normal tedavi sebeplerinden ümitlerini kesmişlerdir ve artık ilâhî sebeplere yönelirler. Fakat kaza ve kaderin gerçekleşmesi kesinlik kazanıp da bu hale geldiğinde onu hiçbir kimse geri çeviremez. 28-30. “Artık” dünyadan “ayrılık vaktinin geldiğini anladığı ve bacaklar birbirine dolaştığı zaman.” Yani zorluklar bir araya gelecek, sarmaş dolaş olacak, alabildiğine büyük ve sıkıntılı bir hal alacak, ruhun alışageldiği, onunla birlikte olduğu bedenden çıkması istenecek. Amellerinin karşılığını vermesi ve yaptıklarını kendisine itiraf ettirmesi için Yüce Allah’a götürülecek. İşte Yüce Allah’ın sözünü ettiği bu öğüt, gerçekten kalpleri kurtuluşa götürecek yollara sevkeder. Helake götürecek yolları izlemekten de alıkoyar.
#
{31 ـ 33} ولكنَّ المعاند الذي لا تنفع فيه الآياتُ لا يزال مستمرًّا على غيِّه وكفره وعناده، {فلا صدَّقَ}؛ أي لا آمن بالله وملائكته وكتبه ورسله واليوم الآخر والقدر خيره وشرِّه، {ولا صلَّى. ولكن كذَّبَ}: بالحقِّ في مقابلة التصديق، {وتولَّى}: عن الأمر والنَّهي، هذا وهو مطمئنٌّ قلبهُ غير خائفٍ من ربِّه، بل {ذهب إلى أهله يَتَمَطَّى}؛ أي: ليس على بَالِه شيءٌ.
31. Ne var ki ilâhî âyet ve delillerin hiçbir fayda vermediği inatçı kimseler sapıklıklarını, küfür ve inatlarını sürdürmeye devam ederler: “Ama o (kafir insan), tasdik etmemiş” Allah’a, meleklerine, kitaplarına, âhiret gününe, hayrı ve şerri ile kadere inanmamış; “namaz da kılmamıştı.” 32-33. “Aksine” tasdik edecek yerde hakkı “yalanlamış ve” ona verilen emir ve yasaklardan “yüz çevirmişti.” O, bütün bunları yaparken kalbi rahattı ve Rabbinden korkmuyordu. Aksine “kibirle gerine gerine ailesinin/taraftarlarının yanına gitmişti.” Yani hiçbir şey hatırına gelmemiş ve yaptıklarına hiç aldırmamıştı.
#
{34 ـ 35} ثم توعَّده بقوله: {أولى لك فأولى. ثم أولى لك فأولى}: وهذه كلماتُ وعيدٍ؛ كرَّرها لتكرير وعيدِهِ.
34-35. Yüce Allah, böylesini şu buyrukları ile tehdit etmektedir: “Sana lâyıktır (o azap), lâyık! Evet; o sana lâyıktır, hem de ne lâyık!” Bu sözler tehdit ifadeleridir. Yüce Allah tehdidini vurgulamak maksadı ile bunları aynen tekrarlamıştır.
#
{36 ـ 40} ثم ذكَّر الإنسان بخَلْقِهِ الأوَّل، فقال: {أيحسبُ الإنسانُ أن يُتْرَكَ سُدىً}؛ أي: مهملاً لا يؤمر ولا ينهى ولا يُثاب ولا يعاقب؟ هذا حسبانٌ باطلٌ وظنٌّ بالله غير ما يليق بحكمته. {ألم يكُ نطفةً مِن مَنِيٍّ يُمْنى. ثمَّ كان}: بعد المنيِّ {علقةً}؛ أي: دماً، {فَخَلَقَ}: الله منها الحيوان، وسواه؛ أي: أتقنه وأحكمه، {فجعل منه الزوجين الذَّكر والأنثى. أليس ذلك}؛ أي: الذي خلق الإنسان وطوَّره إلى هذه الأطوار المختلفة {بقادرٍ على أن يُحْيِيَ الموتى؟}: بلى إنَّه على كلِّ شيءٍ قديرٌ.
36. Daha sonra Allah, insana ilk yaratılışını hatırlatarak şöyle buyurmaktadır: “Yoksa insan başıboş bırakılacağını mı sanır?” Kendisine emir verilmeyecek, yasak konulmayacak, iyiliklerine mükâfat, kötülüklerine ceza verilmeyecek ve öylece bırakılacak mı zanneder? Bu, yanlış bir kanaattir. Allah hakkında O’nun hikmeti ile bağdaşmayan bir zandır. 37-38. “O, (rahme) dökülen bir damla meni değil miydi? Sonra” o meni halinden sonra (rahme) yapışan bir kan pıhtısı olmuş, sonra da Allah onu” canlı biri olarak “yaratıp şekil vermişti.” Son derece mükemmel ve sağlam bir yapıya sahip kılmıştır. 39-40. “Ondan da erkek ve dişi iki eş yaratmıştır. Hiç bunları yapanın” insanı yaratarak bu değişik aşamalardan geçirenin “ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi?” Elbette ki yeter. Şüphesiz O, her şeye kâdir olandır.
Kıyâme Sûresi’nin tefsiri burada sona ermektedir. Alemlerin Allah'a hamdolsun, Muhammed’e de salat ve selam olsun.
***