Ayet:
65- TALÂK SÛRESİ
65- TALÂK SÛRESİ
(Medine’de inmiştir. 12 âyettir)
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adı ile.
Ayet: 1 - 3 #
{يَاأَيُّهَا النَّبِيُّ إِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَطَلِّقُوهُنَّ لِعِدَّتِهِنَّ وَأَحْصُوا الْعِدَّةَ وَاتَّقُوا اللَّهَ رَبَّكُمْ لَا تُخْرِجُوهُنَّ مِنْ بُيُوتِهِنَّ وَلَا يَخْرُجْنَ إِلَّا أَنْ يَأْتِينَ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍ وَتِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللَّهِ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُ لَا تَدْرِي لَعَلَّ اللَّهَ يُحْدِثُ بَعْدَ ذَلِكَ أَمْرًا (1) فَإِذَا بَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَأَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ أَوْ فَارِقُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ وَأَشْهِدُوا ذَوَيْ عَدْلٍ مِنْكُمْ وَأَقِيمُوا الشَّهَادَةَ لِلَّهِ ذَلِكُمْ يُوعَظُ بِهِ مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَمَنْ يَتَّقِ اللَّهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجًا (2) وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا (3)}.
1- Ey peygamber! Kadınları boşayacağınız zaman iddetlerini gözeterek boşayın ve iddeti de sayın. Rabbiniz olan Allah’tan korkup sakının. Apaçık bir hayasızlıkta bulunmaları dışında (iddet bitinceye kadar) onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. İşte bunlar, Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa şüphe yok ki kendisine zulmetmiş olur. Bilemezsin, belki de Allah bu (boşamanın) ardından yeni bir kapı açar. 2- Bu kadınlar iddet sürelerinin sonuna geldiklerinde ya onları iyilikle tutun ya da onlardan iyilikle ayrılın. İçinizden adalet sahibi iki kişiyi şahit tutun ve şahitliği de Allah için dosdoğru yapın. İşte bu, Allah’a ve âhiret gününe iman edenlere verilen bir öğüttür. Kim Allah’a karşı takvalı olursa O, ona bir çıkış yolu ihsan eder. 3- Ve ona hiç ummadığı bir yerden rızık verir. Kim Allah’a tevekkül ederse O, ona yeter. Şüphesiz Allah dilediğini yerine getirendir. Allah, her şey için bir vakit/ölçü belirlemiştir.
#
{1} يقول تعالى مخاطباً لنبيِّه [محمد]- صلى الله عليه وسلم - وللمؤمنين: {يا أيُّها النبيُّ إذا طلَّقْتُم النساءَ}؛ أي: [إذا] أردتم طلاقهنَّ، {فـ}: التمسوا لطلاقهنَّ الأمر المشروع، ولا تبادروا بالطَّلاق من حين يوجد سببه من غير مراعاةٍ لأمر الله، بل {طلِّقوهُنَّ لِعِدَّتِهِنَّ}؛ أي: لأجل عدَّتهن؛ بأن يطلِّقَها زوجها وهي طاهرٌ في طهرٍ لم يجامِعْها فيه؛ فهذا الطلاق هو الذي تكون العدَّة فيه واضحةً بيِّنة؛ بخلاف ما لو طلَّقَها وهي حائضٌ؛ فإنَّها لا تحتسب تلك الحيضة التي وقع فيها الطلاق، وتطول عليها العدَّة بسبب ذلك، وكذلك لو طلَّقَها في طهرٍ وطئ فيه؛ فإنَّه لا يؤمَن حملها، فلا يتبيَّن ولا يتَّضح بأيِّ عدَّةٍ تعتدُّ، وأمر تعالى بإحصاء العدَّة، أي: ضبطها بالحيض إن كانت تحيض، أو بالأشهر إن لم تكن تحيضُ وليست حاملاً؛ فإنَّ في إحصائها أداءً لحقِّ الله، وحق الزوج المطلِّق، وحقِّ من سيتزوجها بعد، وحقِّها في النفقة ونحوها؛ فإذا ضبطت عدَّتها؛ علمت حالها على بصيرةٍ، وعلم ما يترتّب عليها من الحقوق وما لها منها، وهذا الأمر بإحصاء العدَّة يتوجَّه للزوج وللمرأة إن كانت مكلَّفة، وإلاَّ؛ فلوليِّها. وقوله: {واتَّقوا الله ربَّكم}؛ أي: في جميع أموركم، وخافوه في حقِّ الزوجات المطلَّقات. فـ {لا تخرجوهنَّ من بيوتهنَّ}: مدة العدَّة، بل تلزم بيتها الذي طلَّقها زوجها وهي فيه. {ولا يَخْرُجْنَ}؛ أي: لا يجوز لهنَّ الخروج منها، أما النَّهي عن إخراجها؛ فلأنَّ المسكن يجب على الزوج للزوجة لتستكمل فيه عدَّتها التي هي حقٌّ من حقوقه، وأما النهي عن خروجها؛ فلما في خروجها من إضاعة حقِّ الزوج وعدم صونه، ويستمرُّ هذا النهي عن الخروج من البيوت والإخراج إلى تمام العدَّة. {إلاَّ أن يأتينَ بفاحشةٍ مُبَيِّنَةٍ}؛ أي: بأمر قبيح واضح موجبٍ لإخراجها؛ بحيث يُدْخِلُ على أهل البيت الضَّرر من عدم إخراجها؛ كالأذى بالأقوال والأفعال الفاحشة؛ ففي هذه الحال يجوز لهم إخراجُها؛ لأنَّها هي التي تسبَّبت لإخراج نفسها، والإسكانُ فيه جبرٌ لخاطرها ورفقٌ بها؛ فهي التي أدخلت الضرر عليها. وهذا في المعتدَّة الرجعيَّة، وأمَّا البائن؛ فليس لها سكنى واجبةٌ؛ لأنَّ السكنى تبعٌ للنفقة، والنفقة تجب للرجعيَّة دون البائن. {وتلك حدودُ الله}؛ أي: التي حدَّها لعباده وشرعها لهم وأمرهم بلزومها والوقوف معها، {ومن يتعدَّ حدودَ الله}: بأن لم يقف معها، بل تجاوَزها أو قصَّر عنها، {فقد ظلم نفسَه}؛ أي: بخسها حقَّها ، وأضاع نصيبه من اتِّباع حدود الله التي هي الصلاحُ في الدُّنيا والآخرة. {لاتَدْري لعلَّ الله يحدِثُ بعد ذلك أمراً}؛ أي: شرع الله العدَّة، وحدَّد الطلاق بها لحِكَم عظيمةٍ: فمنها: أنَّه لعلَّ الله يحدِثُ في قلب المطلِّق الرحمة والمودَّة، فيراجع من طلَّقها، ويستأنف عشرتها، فيتمكَّن من ذلك مدَّة العدة، أو لعلَّه يطلِّقها لسبب منها، فيزول ذلك السبب في مدَّة العدَّة، فيراجعها؛ لانتفاء سبب الطلاق. ومن الحِكَم أنَّها مدة التربُّص يُعلم براءة رحمها من زوجها.
1. Yüce Allah peygamberi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e ve mü’minlere hitaben şöyle buyurmaktadır: “Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınız” yani boşamak istediğiniz “zaman iddetlerini gözeterek boşayın” yani onları boşamak için meşru olan durumu bekleyin ve Allah’ın emrine riâyet etmeksizin boşama sebebi var olur olmaz hemen boşamaya kalkışmayın. Bilakis onları iddetlerini gözeterek boşayın. Yani kocası, hanımını (hayızdan) temiz iken ve bu temizlik halinde de onunla cima etmeden boşasın. İşte iddetin açık seçik bir şekilde tespit edilebileceği boşama budur. Halbuki hanımını hayız (ay hali) iken boşayacak olursa, boşamanın gerçekleştiği bu hayız hali hesaba kaıtlmaz, bundan dolayı da kadının aleyhine olmak üzere iddet süresi uzar. Aynı şekilde ilişkide bulunduğu bir temizlik halinde onu boşayacak olursa hamile olup olmadığından emin olunamaz ve durum netlik kazanmaz. Hangi iddeti bekleyeceği de açığa çıkmaz. Yüce Allah iddetin sayılmasını da emretmektedir. İddetin sayılması da eğer kadın hayız oluyor ise hayız esas alınarak, hayız olmuyor ise ve hamile de değilse ay hesabı ile tespit edilir. Çünkü iddetin sayılması, Allah’ın hakkını yerine getirmektir. Diğer taraftan boşayan kocanın da bir hakkıdır. Daha sonra onunla evlenecek olan erkeğin de hakkıdır. Nafaka ve benzeri hususlardaki hakkı dolayısı kadının kendisinin de hakkıdır. O nedenle iddetini tespit edecek olursa halini açıkça bilmiş, yerine getirmesi gereken haklarla sahip olduğu haklar bilinmiş olur. İddetin sayılması ile ilgili bu emir, hem kocaya hem de mükellef olması halinde kadına yöneliktir. Kadın mükellef değilse bu mükellefiyet onun velisine aittir. "Rabbiniz olan Allah’tan korkup sakının.” Bütün işlerinizde ve özellikle boşanan hanımların hakkı hususunda O’ndan korkun. "Apaçık bir hayasızlıkta bulunmaları dışında onları evlerinden” iddet süresince “çıkarmayın.” Kocasının kendisini boşarken içinde bulunduğu evde kalsın. “kendileri de çıkmasınlar.” Yani o evlerden dışarı çıkıp gitmeleri onlara caiz değildir. Onların evden çıkarılmalarının yasaklanması, kocanın hanımına iddetini bekleyip tamamlayacağı bir yer hazırlamakla ykümlü oluşundan dolayıdır. Kadının dışarı çıkmasının yasaklanması ise dışarı çıkması halinde kocanın hakkının zayi olacağı ve korunamayacağı dolayısıyladır. Kadının evden çıkma ve çıkarılma yasağı, iddetin tamamlanacağı vakte kadar devam eder. “Apaçık bir hayasızlıkta bulunmaları dışında” yani evden çıkarılmamaları halinde aile halkına zarar verecek türden olup çıkarılmalarını gerektiren ve açıkça çirkin olduğu görülen bir husus söz konusu olmadıkça kadın evden çıkarılamaz. Çirkin fiiller, sözler ve eziyetler çıkarılmasını haklı kılan sebeplere örnektir. İşte bu durumda kadının, kocası tarafından evden çıkarılması caiz olur. Çünkü kendisinin çıkarılmasına sebep, kendisi olmuştur. Zira onun evde barındırılması, onun gönlünü hoş etmek içindir ve ona karşı iyi bir muamele gereğidir. Ancak bu şekilde davranmak sureti ile o, kendisinin zarar görmesine kendisi sebep olmuştur. Ric’î talâk/geri dönme imkanı olan boşamada iddet bekleyen kadının hükmü budur. Bâin/geri dönüş imkanı olmayan boşamanın iddetini bekleyen kadına ise kocasının evinde kalma hakkı yoktur. Çünkü evde kalma hakkı nafakaya tabidir. Nafaka ise ric’î talâk ile boşanmış kadının hakkıdır. Bâin talâk ile boşanmış kadının ise böyle bir hakkı yoktur. "İşte bunlar Allah’ın sınırlarıdır.” O’nun kulları için çizdiği, şeriat olarak tespit ettiği, bağlı kalmalarını ve aşmamalarını istediği sınırlar bunlardır. "Kim Allah’ın sınırlarını” o sınırlarda durmamak suretiyle “aşarsa” yahut gereklerini yerine getirmekte kusur ederse “şüphe yok ki kendisine zulmetmiş olur.” Nefsine hak ettiğini vermemiş, dünya ve âhiretin düzeni demek olan Allah’ın sınırlarını izlememek sureti ile onun nasibini zayi etmiş olur. "Bilemezsin, belki de Allah bu (boşamanın) ardından yeni bir kapı açar.” Yani Allah, iddeti şer’î bir hüküm olarak belirlemiş ve boşamanın sınırını da pek büyük hikmetler dolayısı ile iddete bağlamıştır. Bu hikmetlerden birisi de şudur: Olur ki Yüce Allah, boşayan kocanın kalbinde merhamet ve sevgi yaratır da böylece o boşadığı hanımına geri döner, tekrar onunla geçim yolunu tutar. Bu imkanı da bu iddet süresi içinde bulur. Belki de kadından kaynaklanan ve onun boşanmasını gerektiren sebe, bu iddet süresi içinde ortadan kalkar ve boşama sebebi kalmadığı için de koca ona geri döner. Bu hikmetlerden birisi de kadının bu iddet bekleme süresi içerisinde kocasından gebe olup olmadığının anlaşılmasıdır.
#
{2} وقوله: {فإذا بَلَغْنَ أجَلَهُنَّ}؛ أي: [إذا] قاربن انقضاء العدَّة؛ لأنهنَّ لو خرجنَ من العدَّة؛ لم يكن الزوج مخيَّراً بين الإمساك والفراق، {فأمسكوهنَّ بمعروفٍ}؛ أي: على وجه المعاشرة الحسنة والصحبة الجميلة، لا على وجه الضِّرار وإرادة الشرِّ والحبس؛ فإنَّ إمساكها على هذا الوجه لا يجوز، {أو فارِقوهنَّ بمعروفٍ}؛ أي: فراقاً لا محذور فيه، من غير تشاتُم ولا تخاصُم ولا قهرٍ لها على أخذ شيءٍ من مالها، {وأشهدوا}: على طلاقها ورجعتها، {ذَوَيْ عدلٍ منكم}؛ أي: رجلين مسلميْنِ عَدْلَيْنِ؛ لأنَّ في الإشهاد المذكور سدًّا لباب المخاصمة وكتمان كلٍّ منهما ما يلزم بيانه، {وأقيموا}: أيُّها الشهداء {الشهادةَ لله}؛ أي: ائتوا بها على وجهها من غير زيادةٍ ولا نقصٍ، واقصدوا بإقامتها وجهَ الله تعالى ، ولا تُراعوا بها قريباً لقرابته ولا صاحباً لمحبَّته. {ذلكم}: الذي ذكَرنا لكم من الأحكام والحدود، {يوعَظُ به مَن كان يؤمنُ باللهِ واليوم الآخر}: فإنَّ الإيمان بالله واليوم الآخر يوجِبُ لصاحبه أن يتَّعِظَ بمواعظ الله وأن يقدِّم لآخرته من الأعمال الصالحة ما يتمكَّن منها ؛ بخلاف من ترحَّل الإيمان من قلبه؛ فإنَّه لا يبالي بما أقدم عليه من الشرِّ، ولا يعظِّم مواعظ الله؛ لعدم الموجب لذلك. ولما كان الطلاق قد يوقع في الضيق والكرب والغمِّ؛ أمر تعالى بتقواه، ووعد مَنْ اتَّقاه في الطلاق وغيره بأن يجعل له فرجاً ومخرجاً. فإذا أراد العبد الطلاق، ففعله على الوجه الشرعيِّ، بأن أوقعه طلقةً واحدةً في غير حيضٍ ولا طهرٍ أصابها فيه ؛ فإنه لا يضيق عليه الأمر، بل جعل الله له فرجاً وسعةً يتمكَّن بها من الرجوع إلى النّكاح إذا ندم على الطلاق. والآية وإن كانت في سياق الطلاق والرجعة؛ فإنَّ العبرة بعموم اللفظ فكل من اتقى الله [تعالى] ولازم مرضاته في جميع أحواله؛ فإنَّ الله يثيبه في الدُّنيا والآخرة، ومن جملة ثوابه أن يجعل له فرجاً ومخرجاً من كلِّ شدَّة ومشقَّة، وكما أنَّ من اتَّقى الله؛ جعل له فرجاً ومخرجاً؛ فمن لم يتَّق الله؛ يقع في الآصار والأغلال التي لا يقدر على التخلُّص منها والخروج من تَبِعَتها، واعتبرْ ذلك في الطلاق ؛ فإنَّ العبد إذا لم يَتَّق الله فيه، بل أوقعه على الوجه المحرَّم؛ كالثلاث ونحوها؛ فإنَّه لا بدَّ أن يندم ندامةً لا يتمكَّن من استدراكها والخروج منها.
2. “Bu kadınlar iddet sürelerinin sonuna geldiklerinde” yani iddeti tamamen bitirmeleri halinde artık kocanın hanımını nikâhı altında tutmak yahut ondan ayrılmak şeklinde bir seçeneği kalmayacağından dolayı iddetlerinin bitmesi yaklaştığında “ya onları iyilikle tutun” yani onlarla güzel bir şekilde geçinmek, iyi arkadaşlık etmek üzere yanınızda tutun. Zarar vermek ve onlara kötülük edip onların başkasıyla evlenmelerini engellemek maksadı ile tutmayın. Çünkü bu maksatla o kadınları tutmak caiz değildir. “ya da onlardan iyilikle ayrılın.” Karşılıklı olarak kötü sözler söylemeksizin, düşmanlık beslemeksizin, malından bir şey almak maksadı ile onu zorlamaksızın, sakıncalı herhangi bir husus olmaksızın onlardan ayrılın. “İçinizden” hanımlarınızı boşama halinde de onlara dönme halinde de “adalet sahibi iki kişiyi şahit tutun.” Adaletli müslüman iki erkek buna şahit olsunlar. Çünkü sözü geçen şekilde şahit tutmak sureti ile hem tarafların birbirlerine düşmanlık etme kapısı kapanır, hem de açıklanması gereken hususlardan birisini, onlardan herhangi birisinin saklaması önlenmiş olur. “Şahitliği de” ey şahitler “Allah için dosdoğru yapın.” Fazlasız ve eksiksiz olarak gerçek şekli ile şahitlik edin. Şahitlikte bulunmakla Allah’ın rızasını gözetin. Yakın akrabadır diye akrabalığı gözetmeye, arkadaştır diye onu kayırmaya kalkışmayın. “İşte bu” size sözünü ettiğimiz hükümler ve sınırlar “Allah’a ve âhiret gününe iman edenlere verilen bir öğüttür.” Çünkü Allah’a ve âhiret gününe iman etmek, kişinin Allah’ın öğütlerini tutmasını, dünyada iken âhireti için imkânı dahilinde olan salih amelleri önden göndermesini gerektirir. Halbuki imanın kalbinden uzaklaşıp gittiği kimseler, yaptıkları kötülüklere aldırmazlar. Allah’ın verdiği öğütlere kulak asmazlar. Çünkü onlar için bunu gerektiren bir sebep yoktur. Boşama bazen darlığa, sıkıntı ve kedere düşürdüğünden dolayı Yüce Allah kendisinden korkmayı (takvâyı) emretmekte ve boşama hususunda olsun diğer hususlarda olsun kendisinden korkan kimselere bir kurtuluş ve bir çıkış yolu göstereceği vaadinde bulunmaktadır. Kul, hanımını boşamak isteyip de onu hayız değilken ve onunla ilişkide bulunmadığı bir temizlik halinde bir defa boşamak sureti ile dine uygun olarak boşayacak olursa, onun aleyhine bir sıkıntı söz konusu olmaz. Aksine Yüce Allah, onun için bir kurtuluş ve bir genişlik yaratır. Ona bu sayede boşamaya pişman olması halinde nikâha geri dönme imkânını verir. Âyet-i kerime, her ne kadar boşama ve boşamadan dönme hakkında ise de asıl göz önünde bulundurulması gereken lafzın, umumiliğidir. Allah’tan korkan, bütün hallerinde O’nun rızasını gözeten takva sahibi kimseye Allah, dünya ve âhirette sevap ve mükâfat verir. Ona her türlü zorluk ve sıkıntıdan bir kurtuluş ve çıkış yolu göstermesi de bu mükâfatın bir parçasıdır. Allah’tan korkan takvâlı kimselere Yüce Allah, bir çıkar yol ve bir kurtuluş gösterdiği gibi Allah’tan korkmayan kimseler de kurtulma imkânı bulamayacakları, yüklerinin altından kalkamayacakları oldukça ağır sıkıntıların ve zahmetlerin içine düşerler. Bu hususa boşama örnek verilebilir. Kul, boşamada Allah’tan korkmayacak olur da üç talâkı bir defada vermek gibi haram şekillerde boşamada bulunacak olursa onun, telafi etme imkânını bulamayacağı ve içinden çıkamayacağı bir pişmanlık ile karşıkarşıya kalması kaçınılmazdır.
#
{3} وقوله: {ويرزُقْه من حيث لا يحتسِبُ}؛ أي: يسوق الله الرزق للمتَّقي من وجه لا يحتسبه ولا يشعر به، {ومن يَتَوَكَّلْ على الله}: في أمر دينه ودنياه؛ بأن يعتمد على الله في جلب ما ينفعه ودفع ما يضرُّه ويثق به في تسهيل ذلك {فهو حسبُه}؛ أي: كافيه الأمر الذي توكَّل عليه فيه ، وإذا كان الأمرُ في كفالة الغنيِّ القويِّ العزيز الرحيم؛ فهو أقرب إلى العبد من كل شيء، ولكن ربَّما أن الحكمة الإلهيَّة اقتضت تأخيره إلى الوقت المناسب له؛ فلهذا قال تعالى: {إنَّ الله بالغُ أمرِه}؛ أي: لا بدَّ من نفوذ قضائه وقدره، ولكنه قد جعل {لكلِّ شيءٍ قَدْرَاً}؛ أي: وقتاً ومقداراً لا يتعدَّاه ولا يقصر عنه.
3. “Ve ona hiç ummadığı bir yerden rızık verir.” Allah, takvâ sahibi olan kimseye ummadığı ve aklına gelmeyen bir yerden rızkını gönderir. “Kim” din ve dünyası hususunda kendisine faydalı olacak şeyleri elde etmek ve zarar verecek şeyleri de önlemek gibi hususlarda Allah’a güvenmek sureti ile din ve dünyası hakkında “Allah’a tevekkül ederse” ve bu işlerin kolaylaştırılması noktasında O’na güvenirse “O, ona yeter.” Allah’a tevekkül ettiği hususta Allah ona yeter. Eğer iş, hiçbir şeye muhtaç olmayan, gücü her şeye yeten Azîz ve Rahîm olan Allah’ın himayesine bırakılacak olursa hiç şüphesiz ki O, kula her şeyden daha yakındır. Ama bazen ilâhî hikmet, o işin uygun olan vakte ertelenmesini gerektirebilir. Bundan dolayı da Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz ki Allah dilediğini yerine getirendir.” O’nun kaza ve kaderinin gereği mutlaka tahakkuk eder. Ama “Allah, her şey için” ilerisine geçemeyeceği ve erkene de alınamayacağı belli “bir vakit/ölçü belirlemiştir.”
Ayet: 4 - 5 #
{وَاللَّائِي يَئِسْنَ مِنَ الْمَحِيضِ مِنْ نِسَائِكُمْ إِنِ ارْتَبْتُمْ فَعِدَّتُهُنَّ ثَلَاثَةُ أَشْهُرٍ وَاللَّائِي لَمْ يَحِضْنَ وَأُولَاتُ الْأَحْمَالِ أَجَلُهُنَّ أَنْ يَضَعْنَ حَمْلَهُنَّ وَمَنْ يَتَّقِ اللَّهَ يَجْعَلْ لَهُ مِنْ أَمْرِهِ يُسْرًا (4) ذَلِكَ أَمْرُ اللَّهِ أَنْزَلَهُ إِلَيْكُمْ وَمَنْ يَتَّقِ اللَّهَ يُكَفِّرْ عَنْهُ سَيِّئَاتِهِ وَيُعْظِمْ لَهُ أَجْرًا (5)}.
4- Kadınlarınız içinde hayızdan kesilmiş olanlarla hayız olmayanların (iddetleri) hakkında şüphe ederseniz (bilin ki) onların iddeti üç aydır. Hamile olanların (iddet bitiş) süreleri ise doğum yapmalarıdır. Kim Allah’a karşı takvalı olursa O, ona işinde bir kolaylık verir. 5- İşte bu, Allah’ın size indirdiği emridir. Kim Allah’a karşı takvalı olursa O, onun kötülüklerini örter ve ona büyük bir mükâfat verir.
#
{4} لمَّا ذكر تعالى أن الطلاق المأمور به يكون لعدَّة النساء؛ ذكر العدَّة، فقال: {واللاَّئي يَئِسْنَ من المحيض من نسائِكُم}: بأن كنَّ يَحِضْنَ ثم ارتفع حيضُهُنَّ لكبرٍ أو غيره ولم يُرْجَ رجوعُه؛ فإنَّ عدَّتها ثلاثة أشهر، جعل كلَّ شهرٍ مقابلة حيضة. {واللاَّئي لم يَحِضْنَ}؛ أي: الصغار اللائي لم يأتهنَّ الحيضُ بعدُ أو البالغات اللاتي لم يأتهنَّ حيضٌ بالكلِّيَّة؛ فإنَّهنَّ كالآيسات، عدَّتهنَّ ثلاثة أشهر، وأمَّا اللائي يحِضْنَ؛ فذكر الله عدَّتهنَّ في قوله: {والمطلَّقاتُ يتربَّصْنَّ بأنفسهنَّ ثلاثةَ قروءٍ}. وقوله: {وأولاتُ الأحمال أجَلُهُنَّ}؛ أي: عدَّتُهنَّ {أن يَضَعْنَ حملَهُنَّ}؛ أي: جميع ما في بطونهنَّ من واحدٍ ومتعددٍ، ولا عبرة حينئدٍ بالأشهر ولا غيرها. {ومن يتَّقِ اللهَ يجعلْ له من أمره يُسراً}؛ أي: من اتَّقى الله يَسَّرَ له الأمور، وسهَّل عليه كلَّ عسير.
4. Yüce Allah, emrolunan şekli ile boşamanın kadınların iddetleri göz önüne alınarak olacağını belirttikten sonra iddeti söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır: “Kadınlarınız içinde hayızdan kesilmiş olanlarla” önceleri hayız (ay hali) oluyorken daha sonra yaşlılıkları yahut da başka bir sebep dolayısı ile hayızdan kesilen ve tekrar hayız olma imkânı kalmamış kadınlarla “hayız olmayanların” henüz hayız olmaya başlamamış küçükler yahut da büluğ yaşına gelmiş olduğu halde hiç hayız olmayan kadınların iddeti “hakkında şüphe ederseniz” bu süre “üç aydır.” Her bir ay, bir defa hayız olma dönemine denk kabul edilmiştir. Hiç hayız olmayan baliğ kadınlar da hayızdan kesilmiş kadınlar gibi üç ay iddet beklerler. Hayız olan kadınların iddetini ise Yüce Allah: “Boşanan kadınlar kendiliklerinden üç hayız süresi beklerler” (el-Bakara, 2/238) buyruğunda söz konusu etmiştir. "Hamile olanların (iddet bitiş) süreleri ise doğum yapmalarıdır.” Yani karınlarında bir ya da birden çok ne kadar çocuk varsa hepsini doğurmalarıdır. Bu durumda ne ay hesabı ile ne de başka esasa göre iddet hesap edilmez. “Kim Allah’a karşı takvalı olursa O, ona işinde bir kolaylık verir.” İşleri ve her zoru ona kolaylaştırır.
#
{5} {ذلك}؛ أي: الحكم الذي بيَّنه الله لكم {أمرُ الله أنزلَه إليكم}: لتمشوا عليه وتأتمُّوا به وتُعظموه. {ومَن يتَّقِ الله يُكَفِّرْ عنه سيئاتِهِ ويُعْظِمْ له أجراً}؛ أي: يندفع عنه المحذور ويحصل له المطلوب.
5. “İşte bu” Allah’ın size açıklamış olduğu hüküm “Allah’ın size indirdiği emridir.” Üzerlerinde yürüyesiniz, arkalarında gidesiniz ve ta’zim edesiniz diye size bu emirleri vermiştir. "Kim Allah’a karşı takvalı olursa O, onun kötülüklerini örter ve ona büyük bir mükâfat verir.” Yani istenmeyen şeyleri ondan uzaklaştırır ve arzuladığı şeyleri ona nasip eder.
Ayet: 6 - 7 #
{أَسْكِنُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ سَكَنْتُمْ مِنْ وُجْدِكُمْ وَلَا تُضَارُّوهُنَّ لِتُضَيِّقُوا عَلَيْهِنَّ وَإِنْ كُنَّ أُولَاتِ حَمْلٍ فَأَنْفِقُوا عَلَيْهِنَّ حَتَّى يَضَعْنَ حَمْلَهُنَّ فَإِنْ أَرْضَعْنَ لَكُمْ فَآتُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ وَأْتَمِرُوا بَيْنَكُمْ بِمَعْرُوفٍ وَإِنْ تَعَاسَرْتُمْ فَسَتُرْضِعُ لَهُ أُخْرَى (6) لِيُنْفِقْ ذُو سَعَةٍ مِنْ سَعَتِهِ وَمَنْ قُدِرَ عَلَيْهِ رِزْقُهُ فَلْيُنْفِقْ مِمَّا آتَاهُ اللَّهُ لَا يُكَلِّفُ اللَّهُ نَفْسًا إِلَّا مَا آتَاهَا سَيَجْعَلُ اللَّهُ بَعْدَ عُسْرٍ يُسْرًا (7)}.
6- O (boşanan) kadınları imkanınız yettiği ölçüde oturduğunuz yerde oturtun. Onları sıkıntıya düşürmek için onlara zarar verecek bir şey yapmayın. Eğer onlar hamile iseler doğum yapıncaya kadar onların nafakasını temin edin. Eğer onlar sizin için (bebeği) emzirirlerse onlara ücretlerini verin. Aranızda güzel ve meşru bir şekilde anlaşın. Eğer (anlaşmada) güçlük yaşarsanız o halde (bebeği) babası için başka bir kadın emzirir. 7- Bolluk içinde olan bolluğuna uygun nafaka versin. Rızkı dar olan kimse de Allah’ın kendisine verdiği kadarıyla nafakayı temin etsin. Allah, hiç kimseyi ona verdiği (imkandan) fazlasıyla yükümlü tutmaz. Allah, güçlüğün arkasından bir kolaylık ihsan edecektir.
#
{6} تقدَّم أنَّ الله نهى عن إخراج المطلَّقات عن البيوت، وهنا أمر بإسكانهنَّ وقدر إسكانهنَّ بالمعروف، وهو البيت الذي يسكنه مثلُه ومثلُها؛ بحسب وُجْد الزوج وعسره، {ولا تُضارُّوهنَّ لِتُضَيِّقوا عليهنَّ}؛ أي: لا تضاروهنَّ عند سكناهنَّ بالقول أو الفعل؛ لأجل أن يمللنَ فيخرجنَ من البيوت قبل تمام العدة، فتكونوا أنتم المخرِجين لهنَّ. وحاصل هذا أنَّه نهى عن إخراجهنَّ ونهاهنَّ عن الخروج، وأمر بسكناهنَّ على وجهٍ لا يحصلُ عليهن ضررٌ ولا مشقَّة، وذلك راجعٌ إلى العرف. {وإن كنَّ}؛ أي: المطلَّقات {أولاتِ حَمْلٍ فأنفقوا عليهنَّ حتى يَضَعْنَ حَمْلَهُنَّ}: وذلك لأجل الحمل الذي في بطنها إن كانت بائناً، ولها ولحملها إن كانت رجعيةً، ومنتهى النَّفقة إلى وضع الحمل ؛ فإذا وضَعْنَ حملَهُنَّ؛ فإمَّا أن يرضِعْن أولادهنَّ أو لا، {فإنْ أرْضَعْنَ لكم فآتوهنَّ أجورهنَّ}: المسمَّاة لهنَّ إن كان مسمًّى، وإلاَّ؛ فأجر المثل، {وائْتَمِروا بينكم بمعروفٍ}؛ أي: ليأمر كلُّ واحدٍ من الزوجين وغيرهما الآخر بالمعروف، وهو كلُّ ما فيه منفعةٌ ومصلحةٌ في الدُّنيا والآخرة؛ فإنَّ الغفلة عن الائتمار بالمعروف يحصُلُ فيها من الضَّرر والشرِّ ما لا يعلمه إلاَّ الله، وفي الائتمار تعاونٌ على البرِّ والتَّقوى. ومما يناسب هذا المقام أنَّ الزوجين عند الفراق وقت العدَّة، خصوصاً إذا ولد بينهما ولدٌ، في الغالب يحصُلُ من التنازع والتشاجر لأجل النفقة عليها وعلى الولد مع الفراق الذي لا يحصُلُ في الغالب إلاَّ مقروناً بالبغض، فيتأثَّر من ذلك شيءٌ كثيرٌ، فكلٌّ منهما يؤمر بالمعروف والمعاشرة الحسنة وعدم المشاقَّة والمنازعة وينصحُ على ذلك، {وإن تعاسَرْتُم}: بأن لم يتَّفق الزوجان على إرضاعها لولدها، {فسترضِعُ له أخرى}: غيرها، و {لا جُناح عليكم إذا سلَّمتم ما آتيتم بالمعروف}، وهذا حيثُ كان الولد يقبلُ ثدي غير أمِّه؛ فإنْ لم يقبلْ إلاَّ ثدي أمِّه؛ تعينتْ لإرضاعه، ووجب عليها، وأجْبِرَتْ إن امتنعتْ، وكان لها أجرة المثل إن لم يتَّفقا على مسمًّى. وهذا مأخوذ من الآية الكريمة من حيث المعنى؛ فإنَّ الولد لمَّا كان في بطن أمِّه مدةَ الحمل لا خروج له منه ؛ عيَّن تعالى على وليِّه النفقة، فلما ولد وكان يتمكَّن أن يتقوَّت من أمِّه ومن غيرها؛ أباح تعالى الأمرين؛ فإذا كان بحالة لا يمكن أن يتقوَّت إلاَّ من أمِّه؛ كان بمنزلة الحمل، وتعينت أمُّه طريقاً لِقُوتِه.
6. Yüce Allah, boşanan kadınların evlerinden çıkarılmalarını daha önceki buyruklarında yasaklamıştı. Burada da onları evlerde barındırmayı emretmekte ve bu barındırmayı maruf çerçevesi içerisinde yapmakla takdir etmektedir. Bu da kocanın imkanının bolluğu ve darlığına göre (toplumda) kendisinin ve boşadığı hanımın benzeri konumdakilerin içinde kaldığı bir meskendir. "Onları sıkıntıya düşürmek için onlara zarar verecek bir şey yapmayın.” Yani meskenlerinde kaldıkları sırada usanıp da iddetleri tamamlanmadan önce evden çıkıp gitsinler diye söz veya fiillerinizle onlara zarar vermeyin. Bu durumda onları evlerinden siz çıkarmış olursunuz. Özetle Yüce Allah, kadınların evlerinden çıkartılmalarını yasakladığı gibi onlara da kendiliklerinden çıkmayı yasaklamıştır. Onlara zarar gelmeyecek ve zora girmeyecekleri bir şekilde mesken haklaırnın sağlanmasını da emretmiştir. Bu da örfe bağlı olarak belirlenecek bir husustur. “Eğer onlar” yani boşanan kadınlar “hamile iseler doğum yapıncaya kadar onların nafakasını temin edin.” Bu hüküm, kadının bain talâk ile boşanması halinde çocuk içindir. Eğer ric’î talâk ile boşanmışsa hem kadının kendisi için hem de çocuk içindir. Doğum yapıncaya kadar nafaka verilmeye devam edilir. Doğum yaptıkları takdirde kadınlar çocuklarını ya emzirirler yahut emzirmezler. "Eğer onlar sizin için (bebeği) emzirirlerse onlara” eğer miktarı tespit edilmiş ise tesbit edilmiş olan “ücretlerini verin.” Aksi takdirde örfte emzirme ücreti neyse o verilir. "Aranızda güzel ve meşru bir şekilde (maruf ile) anlaşın.” Eşlerden her birisi de onlardan başkaları da diğerine marufu emretsin. Maruf, dünya ve âhirette faydalı ve maslahata uygun her bir husustur. Marufu emretmekten gaflete düşmekten dolayı Allah’tan başkasının bilemediği pek çok zararlar ve kötülükler meydana gelir. Marufun emredilmesi ise din ve takvâ üzere yardımlaşmak demektir. Zira böyle durumlarda genelde şöyle olur: İddet sırasında eşlerin ayrılması halinde özellikle de çocukları olmuşsa çoğunlukla boşama ile birlikte kadına ve çocuğa nafaka verme konusunda anlaşmazlık ve tartışma ortaya çıkar. Boşanmalar da çoğu zaman bir nefretle birlikte gerçekleşir. Bunun ise pek çok olumsuz etkileri vardır. O bakımdan eşlerden her birisine maruf ile hareket etmesi, güzel geçinmesi ve anlaşmazlık çıkarmaması emredilir ve bu hususta ona öğüt verilir. "Eğer” eşler çocuklarını boşanan hanımın emzirmesi hususunda aralarında “anlaşmada güçlük yaşarsanız o halde” çocuğu o kadından “başka bir kadın emzirir.” Zira (Süt anneye) vereceğinizi meşru bir şekilde teslim etmeniz şartı ile size bir vebal yoktur.” (el-Bakara, 2/233) Bu, çocuğun annesinden başkasının memesini alması halinde böyledir. Şâyet annesinden başkasının memesini kabul etmez ise artık annesi, onu emzirmek zorundadır. Bu onun görevi olur, kabul etmeyecek olursa buna mecbur edilir. Eğer miktarı belli bir ücret üzerinde babası ile ittifak etmeyecek olurlarsa örfte emzirme ücreti neyse ona o verilir. Bu husus, âyet-i kerimenin manasından anlaşılmaktadır. Şöyle ki çocuk hamilelik süresi içinde annesinin karnındadır ve oradan çıkması söz konusu değildir. Bu durumda Yüce Allah, çocuğun nafakasını vermeyi velisine yüklemiştir. Çocuk dünyaya geldikten sonra annesinden de annesinin dışındaki kimselerden de beslenmesi mümkündür ki Yüce Allah da bu iki hususu mubah kılmıştır. Eğer annesinden başkasından beslenmesi imkânsız olursa o takdirde çocuk annesinin karnında gibi sayılır ve bu durumda annesi yoluyla gıdasının temin edilmesi, tek çare olur.
#
{7} ثم قدَّر تعالى النفقة بحسب حال الزوج، فقال: {لِيُنفِقْ ذو سَعةٍ من سعتِهِ}؛ أي: لينفق الغنيُّ من غناه؛ فلا ينفق نفقة الفقراء، {ومن قُدِرَ عليه رزقُه}؛ أي: ضيِّق عليه، {فلينفِقْ ممَّا آتاه الله}: من الرزق. {لا يكلِّفُ الله نفساً إلاَّ ما آتاها}: وهذا مناسبٌ للحكمة والرحمة الإلهية؛ حيث جعل كلاًّ بحسبه، وخفَّف عن المعسر، وأنَّه لا يكلِّفه إلاَّ ما آتاه؛ فلا يكلِّف الله نفساً إلا وسعها في باب النفقة وغيرها، {سيجعلُ الله بعد عسرٍ يُسْراً}: وهذه بشارةٌ للمعسرين أنَّ الله تعالى سيزيلُ عنهم الشدَّة ويرفع عنهم المشقَّة؛ فإنَّ مع العسر يسراً، إنَّ مع العسر يسراً.
7. Yüce Allah nafakanın miktarını kocanın durumuna göre belirleyerek şöyle buyurmaktadır: “Bolluk içinde olan bolluğuna uygun nafaka versin.” Yani zengin olan kimse zenginliğine göre nafaka versin. Fakirler gibi nafaka vermeye kalkışmasın. "Rızkı dar olan” eli dar olan “kimse de Allah’ın kendisine verdiği” rızık “kadarıyla nafakayı temin etsin. Allah, hiç kimseyi ona verdiği (imkandan) fazlasıyla yükümlü tutmaz.” Bu da ilâhî hikmet ve rahmete uygundur. Çünkü herkese uygun olanı emretmiş, zorluk çekenin yükünü hafifleterek onu, ona verdiğinden başkası ile mükellef tutmayacağını belirtmiştir. Yüce Allah, gerek nafaka, gerek başka hususlarda hiçbir kimseyi takatinden fazlası ile mükellef tutmaz. “Allah güçlüğün arkasından bir kolaylık ihsan edecektir.” Bu, darlık ve zorluk içinde olanlara bir müjdedir. Yüce Allah, kısa zaman içerisinde sıkıntılarını ortadan kaldırıp zorluklarını gidereceğini müjdelemektedir. “Çünkü güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle beraber bir kolaylık vardır.” (el-İnşirâh, 94/5-6)
Ayet: 8 - 12 #
{وَكَأَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ عَتَتْ عَنْ أَمْرِ رَبِّهَا وَرُسُلِهِ فَحَاسَبْنَاهَا حِسَابًا شَدِيدًا وَعَذَّبْنَاهَا عَذَابًا نُكْرًا (8) فَذَاقَتْ وَبَالَ أَمْرِهَا وَكَانَ عَاقِبَةُ أَمْرِهَا خُسْرًا (9) أَعَدَّ اللَّهُ لَهُمْ عَذَابًا شَدِيدًا فَاتَّقُوا اللَّهَ يَاأُولِي الْأَلْبَابِ الَّذِينَ آمَنُوا قَدْ أَنْزَلَ اللَّهُ إِلَيْكُمْ ذِكْرًا (10) رَسُولًا يَتْلُو عَلَيْكُمْ آيَاتِ اللَّهِ مُبَيِّنَاتٍ لِيُخْرِجَ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَمَنْ يُؤْمِنْ بِاللَّهِ وَيَعْمَلْ صَالِحًا يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا قَدْ أَحْسَنَ اللَّهُ لَهُ رِزْقًا (11) اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ وَمِنَ الْأَرْضِ مِثْلَهُنَّ يَتَنَزَّلُ الْأَمْرُ بَيْنَهُنَّ لِتَعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ وَأَنَّ اللَّهَ قَدْ أَحَاطَ بِكُلِّ شَيْءٍ عِلْمًا (12)}.
8- Rabbinin ve peygamberlerinin emrine başkaldırıp azan nice ülke vardı ki Biz, onları çetin bir hesaba çektik ve onları görülmemiş bir azaba uğrattık. 9- Böylece onlar yaptıklarının cezasını (dünyada) tatmış oldular. Yaptıklarının sonu da hüsrân oldu. 10- Allah onlar için (ahirette de) çok şiddetli bir azap hazırlamıştır. O halde ey iman eden akıl sahipleri, Allah’tan korkup sakının! Gerçek şu ki Allah, size bir Zikir indirmiştir. 11- İman edip salih ameller işleyenleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için de Allah’ın apaçık/açıklayıcı ayetlerini size okuyan bir peygamber (göndermiştir). Kim Allah’a iman edip salih amel işlerse O, onu içinde ebediyen kalmak üzere altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. Allah ona pek güzel rızıklar ihsan eder. 12- Yedi göğü ve yerden de bir o kadarını yaratan Allah'tır. Buyruğu/hükmü bunlar arasında iner durur ki böylece Allah’ın her şeye kadir olduğunu ve yine Allah’ın ilmi ile her şeyi kuşatmış olduğunu bilesiniz.
#
{8 ـ 10} يخبر تعالى عن إهلاكه الأمم العاتية والقرونَ المكذِّبة للرُّسل، وأنَّ كثرتهم وقوَّتهم لم تُغْنِ عنهم شيئاً حين جاءهم الحساب الشديد والعذاب الأليم، وأنَّ الله أذاقَهم من العذاب ما هو موجبُ أعمالهم السيَّئة، ومع عذاب الدُّنيا؛ فإنَّ الله أعدَّ لهم في الآخرة عذاباً شديداً، {فاتَّقوا اللهَ يا أولي الألبابِ}؛ أي: يا ذوي العقول التي تفهم عن الله آياته وعبره، وأنَّ الذي أهلك القرون الماضية بتكذيبهم؛ أنَّ مَنْ بعدَهم مثلهم، لا فرق بين الطائفتين.
8-10. Yüce Allah, azgın ümmetleri ve peygamberleri yalanlayan nesilleri helâk ettiğini, onlara pek çetin bir hesaba ve çok can yakıcı bir azaba uğradıklarını, onların sayıca çok ve güçlü olmalarının kendilerine hiçbir fayda sağlamadığını haber vermekte ve kötü amellerinin gereği olarak onlara azabı tattırdığını bildirmektedir. Dünya azabının yanı sıra Allah, âhirette de onlara çok çetin bir azap hazırlamıştır. "O halde ey iman eden akıl sahipleri, Allah’tan korkup sakının!” Ey Allah’ın âyetlerini, ibretli takdir ve hükümlerini anlayıp kavrayan akıl sahipleri! Geçmiş kavimleri yalanlamış olmaları sebebi ile helâk eden, hiç şüphesiz onlardan sonra onlar gibi olanları da helâk eder. Çünkü her iki kesim arasında herhangi bir fark yoktur.
#
{11} ثم ذكَّر عباده المؤمنين بما أنزل عليهم من كتابه الذي أنزله على رسوله محمدٍ - صلى الله عليه وسلم -؛ ليخرج الخلق من ظُلُمات الجهل والكفر والمعصية إلى نور العلم والإيمان والطاعة؛ فمن الناس من آمن به، ومنهم مَنْ لم يؤمنْ به، {ومَن يؤمِن بالله ويعملْ صالحاً}: من الواجبات والمستحبَّات، {يُدْخِلْهُ جناتٍ تجري من تحتِها الأنهارُ}: فيها من النعيم المقيم ما لا عينٌ رأتْ ولا أذنٌ سمعتْ ولا خطر على قلبِ بشرٍ. {خالدين فيها أبداً قد أحسنَ اللهُ له رِزْقاً}؛ أي: ومن لم يؤمن بالله ورسوله؛ فأولئك أصحابُ النار هم فيها خالدون.
11. Yüce Allah daha sonra mü’min kullarına kendilerine indirmiş olduğu Kitabı hatırlatmakta, ondan öğüt almalarını emretmektedir. O, bu Kitabını Rasûlü Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e insanlığı cahilliğin, küfrün ve isyanın karanlıklarından ilmin, imanın ve itaatin nuruna/aydınlığına çıkartmak için indirmiştir. İnsanlardan kimisi ona iman ederken kimisi de ona iman etmemiştir ki “Kim Allah’a iman edip” farz ve müstehab türünden “salih ameller işlerse O, onu içinde ebediyen kalmak üzere altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar.” Orada hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir insanın hatırından geçirmediği pek çok ebedi nimetler vardır. "Allah ona pek güzel rızıklar ihsan eder.” Buna karşılık Allah’a ve peygamberlerine iman etmeyenler cehennemliktirler ve onlar da orada ebediyen kalacaklardır.
#
{12} ثم أخبر تعالى أنَّه خلق السماوات والأرض ومن فيهنَّ والأرضين السبع ومن فيهنَّ وما بينهنَّ، وأنزل الأمر، وهو الشرائع والأحكام الدينيَّة، التي أوحاها إلى رسله لتذكير العباد ووعظهم، وكذلك الأوامر الكونيَّة والقدريَّة التي يدبِّر بها الخلق؛ كلُّ ذلك لأجل أن يعرِفَه العباد ويعلموا إحاطةَ قدرته بالأشياء كلِّها وإحاطة علمِهِ بجميع الأشياء؛ فإذا عَرَفوه بأسمائه الحسنى وأوصافه المقدَّسة ؛ عبدوه وأحبُّوه وقاموا بحقِّه؛ فهذه الغاية المقصودة من الخلق والأمْر؛ معرفة الله وعبادته، فقام بذلك الموفَّقون من عباد الله الصالحين، وأعرض عن ذلك الظالمون المعرضون.
12. Daha sonra Yüce Allah gökleri, yeri ve onlarda bulunan her şeyi, yedi kat yeri ve onlarda bulunanları, hem de bunlar arasında bulunanları yaratmış olduğunu haber vermektedir. Ayrıca O buyruğunu/hükmünü de indirmiştir ki bunlar şeriatler ve dinî hükümler demektir. O, bunları kullara öğüt vermek için peygamberlerine vahyetmiştir. Yine kâinatı ve yaratıkların işlerini çekip çevirdiği kevnî ve kaderî buyrukları/hükümleri de bu şekilde inmektedir. Bütün bunlar ise kulları kendisini tanısınlar, O’nun hem kudretinin hem de ilminin her şeyi kuşattığını bilsinler diyedir. Onlar Rablerini en güzel isimleri ile ve mukaddes vasıfları ile bilip tanıyacak olurlarsa, O’na ibadet ederler, O’nu severler ve O’na karşı görevlerini yerine getirirler. İşte yaratmaktan ve buyrukları indirmekteki amaç da budur: Allah’ı bilmek ve O’na ibadet etmek. İlahî tevfike mazhar olan Allah’ın salih kulları bunları yerine getirirken yüz çeviren zalimler, bu görevi yerine getirmekten kaçınmışlardır.
Talâk Sûresi’nin tefsiri burada sona ermektedir. Yüce Allah’a hamdolsun.
***