(Medine’de inmiştir. 14 âyettir)
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adı ile.
{سَبَّحَ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ (1) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ (2) كَبُرَ مَقْتًا عِنْدَ اللَّهِ أَنْ تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ (3)}.
1- Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih eder. O Azîzdir, Hakîmdir.
2- Ey iman edenler! Yapmadığınız/yapmayacağınız şeyleri niçin söylersiniz?
3- Yapmadığınız/yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir öfkeye neden olur.
#
{1} وهذا بيانٌ لعظمته تعالى وقهره وذلِّ جميع الأشياء له تبارك وتعالى وأنَّ جميع مَن في السماوات والأرض يسبِّحون بحمدِ ربِّهم ويعبُدونه ويسألونَه حوائجهم. {وهو العزيزُ}: الذي قهر الأشياء بعزَّته وسلطانِهِ. {الحكيمُ}: في خلقه وأمره.
1. Bu buyruk, Yüce Allah’ın azametini, hakimiyetini, her şeyin O’nun önünde boyun eğdiğini açıklamakta, aynı zamanda göklerde ve yerde bulunan her şeyin Rabbini hamd ile tesbih ettiğini, O’na ibadet ettiğini ve ihtiyaçlarını O’ndan isteğini de ifade etmektedir.
"O Azîzdir.” Gücü ve mutlak egemenliği ile her şeyi hakimiyeti altında tutandır.
"Hakîmdir.” Yaratmada ve verdiği emirlerde hikmeti sonsuz olandır.
#
{2 ـ 3} {يا أيُّها الذين آمنوا لم تقولونَ ما لا تفعلونَ}؛ أي: لم تقولونَ الخير وتحثُّون عليه، وربما تمدَّحتم به وأنتم لا تفعلونه، وتَنْهَوْنَ عن الشرِّ، وربَّما نزَّهتم أنفسكم عنه وأنتم متلوِّثون متَّصفون به؛ فهل تليقُ بالمؤمنين هذه الحالة الذَّميمة؟! أم من أكبر المقت عند الله أن يقولَ العبدُ ما لا يفعل؟! ولهذا ينبغي للآمر بالخير أن يكونَ أولَ الناس إليه مبادرةً، والناهي عن الشرِّ أن يكون أبعدَ الناس عنه ؛ قال تعالى: {أتأمرونَ الناس بالبِرِّ وتَنسَوْنَ أنفسَكم وأنتُم تتلونَ الكِتابَ أفَلا تَعْقِلونَ}، وقال شعيبٌ عليه السلام [لقومه]: {وما أريدُ أن أخالِفَكُم إلى ما أنهاكم عنه}.
2-3. Kendiniz yapmadığınız halde ne diye hayırlı şeyler söyler ve ona teşvik edersiniz, hatta bunları işlemiş gibi övünürsünüz? Kötülüğe bulanmış ve kötü vasıflara sahip iken kötülükten sakındırır hatta kimi zaman kendinizin kötülükten uzak olduğunuzu nasıl söylersiniz? Bu çirkin hal hiç mü’minlere yakışır mı? Halbuki Allah nezdinde en büyük gazaba sebep olan husus, kulun yapmadığı şeyleri söylemesidir. Bundan dolayı iyiliği emreden kimsenin herkesten önce o iyiliğe koşması, kötülükten sakındıran kimsenin de herkesten önce o kötülükten kaçınması gerekir.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “İnsanlara iyiliği emredip de kendinizi unutuyor musunuz? Halbuki Kitabı da okuyup durursunuz. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?” (el-Bakara, 2/44); Şuayb aleyhisselam da kavmine şöyle demiştir:
“Size yasakladığım şeylere kendim uymayarak size (emrettiklerime) aykırı davranmak istemem.” (Hud, 11/88)
{إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الَّذِينَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِهِ صَفًّا كَأَنَّهُمْ بُنْيَانٌ مَرْصُوصٌ (4)}.
4- Şüphesiz Allah, kendi yolunda
(tuğlaları) birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayıp savaşanları sever.
#
{4} هذا حثٌّ من الله لعباده على الجهاد في سبيله، وتعليمٌ لهم كيف يصنعون، وأنهم ينبغي لهم أن يَصُفُّوا في الجهاد صفًّا متراصًّا متساوياً من غير خلل يحصُلُ في الصفوف، وتكون صفوفُهم على نظام وترتيبٍ به تحصُلُ المساواة بين المجاهدين والتعاضُد وإرهاب العدوِّ وتنشيط بعضهم بعضاً، ولهذا كان النبيُّ - صلى الله عليه وسلم - إذا حضر القتال؛ صفّ أصحابه ورتَّبهم في مواقفهم بحيث لايحصُلُ اتِّكالُ بعضهم على بعض، بل تكون كلُّ طائفةٍ منهم مهتمةً بمركزها وقائمةً بوظيفتها، وبهذه الطريقة تتمُّ الأعمال ويحصُلُ الكمال.
4. Bu buyrukla Yüce Allah, kullarını kendi yolunda cihâda teşvik etmekte, yolunda çarpışırken nasıl olmaları gerektiğini öğretmekte ve cihadda saflarda herhangi bir boşluk olmaksızın, dosdoğru ve birbirine iyice kenetlenmiş halde saf tutmaları gerektiğini bildirmektedir. Safları öyle bir düzen ve tertip içerisinde olacaktır ki, mücahidler birbirine destek olacak, omuz verecek, düşmanları korkutacak ve biri diğerine gayrete getirecektir.
Bundan dolayıdır ki Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem savaşta ashabını saf yapar, onları kendi yerlerinde tertip eder ve düzene sokardı. Böylelikle birinin diğerine güvenerek gevşemesinin önüne geçmiş olurdu. Biri diğerine güvenip gevşeyecek yerde her bir kesim, bütün gücü ile kendi merkezini korumaya gayret eder, vazifesini ifa etmeye çalışırdı. İşte bu yolla da işler tamam olur ve mükemmellik elde edilir.
{وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ يَاقَوْمِ لِمَ تُؤْذُونَنِي وَقَدْ تَعْلَمُونَ أَنِّي رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْكُمْ فَلَمَّا زَاغُوا أَزَاغَ اللَّهُ قُلُوبَهُمْ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ (5)}.
5-
Hani Mûsâ kavmine: “Ey kavmim! Benim Allah’ın size gönderdiği peygamberi olduğumu bildiğiniz halde niçin bana eziyet ediyorsunuz?” demişti. Onlar sapınca Allah da kalplerini saptırdı. Allah fâsık toplumu hidâyete iletmez.
#
{5} أي: {وإذْ قال موسى لقومِهِ}: موبخاً لهم على صنيعهم، ومقرعاً لهم على أذيَّته، وهم يعلمون أنَّه رسول الله: {لم تُؤذونَني}: بالأقوال والأفعال، {وقد تعلمونَ أنِّي رسولُ الله إليكم}: والرسولُ من حقِّه الإكرام والإعظام والقيام بأوامره والابتدار لحكمِهِ، وأمَّا أذيَّة الرسول الذي إحسانُه إلى الخلق فوق كلِّ إحسان بعد إحسان الله؛ ففي غاية الوقاحة والجراءة والزيغ عن الصراط المستقيم، الذي قد عَلِموه وتَرَكوه، ولهذا قال: {فلمَّا زاغوا}؛ أي: انصرفوا عن الحقِّ بقصدهم، {أزاغَ الله قلوبَهم}: عقوبةً لهم على زيغهم الذي اختاروه لأنفسهم ورضوه لها، ولم يوفِّقْهم الله للهدى؛ لأنَّهم لا يَليقُ بهم الخير ولا يَصلُحون إلاَّ للشرِّ. {والله لا يهدي القومَ الفاسقينَ}؛ أي: الذينَ لم يزلِ الفسقُ وصفاً لهم، ليس لهم قصد في الهدى. وهذه الآية الكريمة تفيد أن إضلال الله لعبيده ليس ظلماً منه ولا حجَّة لهم عليه، وإنَّما ذلك بسببٍ منهم؛ فإنَّهم الذين أغلقوا على أنفسهم باب الهدى بعدما عرفوه، فيجازيهم بعد ذلك بالإضلال والزيغ وتقليب القلوب عقوبةً لهم وعدلاً منه بهم؛ كما قال تعالى: {ونقلِّبُ أفئِدَتَهم وأبصارَهم كما لم يؤمِنوا به أولَ مرةٍ ونَذَرُهُم في طغيانِهم يعمهونَ}.
5.
“Hani Mûsâ kavmine” yaptıkları dolayısı ile onları azarlayarak ve Allah’ın rasûlü olduğunu bildikleri halde kendisine eziyet etmiş olduklarından dolayı sitem ederek:
“Ey kavmim! Benim Allah’ın size gönderdiği peygamberi olduğumu bildiğiniz halde” söz ve davranışlarınızla
“niçin bana eziyet ediyorsunuz? demişti.” Oysa Allah’ın gönderdiği bir peygambere ikramda bulunmak, saygı göstermek, onu tazim etmek, emirlerini yerine getirmek ve verdiği hükümleri gerçekleştirmek için eli çabuk tutmak gerekir. Allah’ın ihsanından sonra insanlara herkesten daha çok iyilikte bulunan peygamberlere eziyet etmek, son derece çirkin bir iş ve küstâhlıktır. Bile bile dosdoğru yoldan sapmaktır.
İşte bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Onlar sapınca” yani kendi iradeleri ile haktan uzaklaşınca
“Allah da” kendileri için tercih edip beğendikleri sapmalarına bir ceza olmak üzere “kalplerini saptırdı.” Hidâyete ulaşma tevfikini onlara vermedi. Çünkü hayır, onlara yakışmaz. Onlar ancak kötülüğe layık kimselerdir.
"Allah fâsık toplumu” Yani fâsıklık niteliğine sahip olan ve hidâyet bulmak gibi bir maksatları olmayanları
“hidâyete iletmez.”
Bu âyet-i kerime, Allah’ın kulları saptırmasının, onlara haksızlık yapması demek olmadığını ve bu konuda onların Allah’a karşı sunacakları herhangi bir mazeretlerinin de olamayacağını göstermektedir. Çünkü buna sebep olanlar kendileridir. Hidâyeti tanıdıktan sonra onun kapısını yüzlerine kapatanlar bizzat kendileridir. Artık bu duruma geldikten sonra Allah da saptırmak ve kalplerini eğriltmek suretiyle onları cezalandırır. Bu da onlara verdiği adil bir cezadır.
Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “İlk defa ona iman etmedikleri gibi Biz de onların kalplerini ve gözlerini çeviririz de azgınlıkları içerisinde onları kör ve şaşkın bir halde bırakırız.” (el-En’âm, 6/110)
{وَإِذْ قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَابَنِي إِسْرَائِيلَ إِنِّي رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْكُمْ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرَاةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَأْتِي مِنْ بَعْدِي اسْمُهُ أَحْمَدُ فَلَمَّا جَاءَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ قَالُوا هَذَا سِحْرٌ مُبِينٌ (6) وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ وَهُوَ يُدْعَى إِلَى الْإِسْلَامِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ (7) يُرِيدُونَ لِيُطْفِئُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَاللَّهُ مُتِمُّ نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ (8) هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ (9)}.
6-
Hani Meryem oğlu İsa da şöyle demişti: “Ey İsrailoğulları! Şüphesiz ben Allah’ın rasulüyüm. Benden önceki Tevrat’ı doğrulamak ve benden sonra gelecek olup adı Ahmed olan bir peygamberi de müjdelemek üzere size gönderildim.” Fakat o
(Ahmed),
onlara apaçık delillerle gelince onlar: “Bu, apaçık bir sihirdir” dediler.
7- İslâm’a davet edildiği halde Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir? Allah zalim toplumu hidâyete erdirmez.
8- Onlar, ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek isterler. Halbuki Allah, kâfirler hoşlanmasa da nurunu tamamlayacaktır.
9- Peygamberini hidâyet ve hak din ile gönderen O’dur ve O, müşrikler hoşlanmasa bile dinini bütün dinlere üstün kılacaktır.
#
{6} يقول تعالى مخبراً عن عناد بني إسرائيل المتقدِّمين الذين دعاهم عيسى بن مريم وقال لهم: {يا بني إسرائيلَ إنِّي رسولُ اللهِ إليكم}؛ أي: أرسلني الله لأدعوكم إلى الخير وأنهاكم عن الشرِّ، وأيَّدني بالبراهين الظاهرة، ومما يدلُّ على صدقي كوني {مصدِّقاً لما بين يديَّ من التَّوراة}؛ أي: جئت بما جاء به موسى من التوراة والشرائع السماويَّة، ولو كنت مدَّع للنبوَّةِ؛ لجئتُ بغير ما جاء به المرسلون، و {مصدِّقاً لما بين يديَّ من التَّوراة}: أيضاً أنها أخبرت بي وبشَّرت، فجئتُ وبعثتُ مصدقاً لها، {ومبشراً برسول يأتي من بعدي اسمُهُ أحمدُ}: وهو محمد بن عبد الله بن عبد المطلب النبيُّ الهاشميُّ؛ فعيسى عليه الصلاة والسلام كسائر الأنبياء ؛ يصدِّق بالنبيِّ السابق، ويبشِّر بالنبيِّ اللاحق؛ بخلاف الكذَّابين؛ فإنَّهم يناقضون الأنبياء أشدَّ مناقضة، ويخالِفونهم في الأوصاف والأخلاق والأمرِ والنهي، {فلمَّا جاءهم}: محمدٌ - صلى الله عليه وسلم - الذي بَشَّرَ به عيسى {بالبيِّناتِ}؛ أي: الأدلَّة الواضحة الدالَّة على أنه هو، وأنَّه رسول الله حقًّا، {قالوا}: معاندين للحقِّ مكذِّبين له: {هذا سحرٌ مبينٌ}: وهذا من أعجب العجائب، الرسول الذي قد وضحت رسالتُه وصارتْ أبين من شمس النهار؛ يُجعل ساحراً بيِّناً سحره؛ فهل في الخذلان أعظم من هذا؟! وهل في الافتراء أبلغ من هذا الافتراء الذي نفى عنه ما كان معلوماً من رسالته وأثبتَ له ما كان أبعد الناس عنه ؟!
6. Yüce Allah,
Meryem oğlu İsa aleyhisselam’ın kendilerini davet ettiği ilk dönem İsrailoğullarının inatlarını haber vermekte ve İsa’nın kendilerine şöyle seslendiğini bildirmektedir: “Ey İsrailoğulları! Şüphesiz ben Allah’ın rasulüyüm.” Allah beni sizleri hayra davet edeyim, kötülükten vazgeçmenizi emredeyim diye gönderdi. Beni pek açık delillerle ve mucizelerle destekledi. Benim doğruluğumun delillerinden birisi de
“benden önceki Tevrat’ı” tasdik etmemdir. Ben Mûsâ’nın getirmiş olduğu Tevrat’ı ve semavî hükümleri getirdim. Eğer ben peygamberliği yalan yere iddia eden birisi olsaydım, benden önceki peygamberlerin getirdiklerinden başkasını getirirdim. Ben aynı şekilde benden önceki Tevrat’ın gerçek çıkan haberiyim. Tevrat benim geleceğimi haber vermiş ve müjdelemişti. Benim gelişim de onun tasdikidir.
“Ve benden sonra gelecek olup adı Ahmed olan bir peygamberi de müjdelemek üzere size gönderildim.” O, Haşimî oğullarına mensup Abdulmuttalib’in oğlu Abdullah’ın oğlu Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir. İsa aleyhisselam da diğer peygamberler gibi kendisinden önceki peygamberi tasdik edip sonra gelecek peygamberi müjdelemişti. Yalancılar ise böyle değildir. Onlar peygamberlere muhalefet ederler. Ahlâklarında, sıfatlarında, emir ve yasaklarında onlarla son derece çelişirler.
“Fakat o” İsa’nın müjdelediği Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem, “apaçık” kendisinin Ahmed ve Allah’ın gerçek peygamberi olduğuna delil teşkil eden
“delillerle gelince onlar” Hakka karşı inad edip onu yalanlayarak:
“Bu, apaçık bir sihirdir, dediler.”
Bu, çok şaşılacak bir şeydir. Peygamberliği açıkça ortaya çıkan ve günün ortasındaki güneşten daha parlak bir hal alan bir peygamber, apaçık bir sihirbaz olarak değerlendirildi. Acaba ilâhi yardımdan mahrum kalışın bundan daha ilerisi düşünülebilir mi? Acaba böyle bir iftiradan daha ileri bir iftira olabilir mi? Zira bu iftira ile peygamber olduğu açıkça ortaya çıkan hususlar reddediliyor, herkesten daha çok uzak olduğu vasıflar ona nisbet ediliyor!
#
{7} {ومن أظلمُ ممَّنِ افترى على الله الكذب}: بهذا أو غيره والحال أنه لا عذر له وقد انقطعت حجته لأنه {يدعى إلى الإسلام}: ويُبَيَّن له ببراهينه وبيناته، {واللهُ لا يهدي القوم الظالمينَ}: الذين لا يزالون على ظلمهم مستقيمين، لا تردُّهم عنه موعظةٌ ولا يزجُرُهُم بيانٌ ولا برهانٌ، خصوصاً هؤلاء الظَّلمة القائمين بمقابلة الحقِّ ليردُّوه، ولينصروا الباطل.
7.
“İslâm’a davet edildiği” apaçık delil ve belgelerini de gördüğü
“halde Allah’a karşı” bu konuda yahut başka iddialarla
“yalan uydurandan daha zalim kim olabilir?” Oysa böylelerinin ileri sürecek bir mazeretleri de yoktur, herhangi bir delilleri de kalmamıştır. Çünkü davet gerçekleşmiştir.
"Allah zalim toplumu.” Zulümlerini sürdürmekte olan, verilen öğütlerle zulümden vazgeçmeyen, onca açıklama ve belgeye rağmen bundan geri durmayan zalimleri
“hidâyete erdirmez.” Özellikle de hakkı reddetmek ve bâtıla destek olmak için hakka karşı durmaya devam eden bu zalimleri...
Bundan dolayı Yüce Allah onlar haklarında şöyle buyurmaktadır:
#
{8} ولهذا قال [اللَّه] عنهم: {يريدونَ لِيُطْفِئوا نورَ الله بأفواههم}؛ أي: بما يَصْدُرُ منهم من المقالات الفاسدة التي يردُّون بها الحقَّ، وهي لا حقيقة لها، بل تزيد البصير معرفةً بما هم عليه من الباطل، {والله متمُّ نورِهِ ولو كَرِهَ الكافرونَ}؛ أي: قد تكفَّل الله بنصر دينه وإتمام الحقِّ الذي أرسل به رسلَه وإظهار نورِهِ في سائر الأقطار، ولو كَرِهِ الكافرونَ، وبَذَلوا بسبب كراهته كلَّ ما قدروا عليه مما يتوصَّلون به إلى إطفاء نور الله؛ فإنَّهم مغلوبون، ومَثَلُهم كمثل مَن ينفخ عين الشمس بفيه ليطفِئَها؛ فلا على مرادهم حصلوا، ولا سلمتْ عقولهم من النقص والقدح فيها.
8.
“Onlar, ağızlarıyla” gerçekle ilgisi bulunmayan, aksine basiret sahibi kimselerin onların izlemekte oldukları bâtılı daha iyi tanımalarını sağlayan, o hakkı reddetmeye çalıştıkları bozuk ve tutarsız sözleriyle
“Allah’ın nurunu söndürmek isterler. Halbuki Allah, kâfirler hoşlanmasa da nurunu tamamlayacaktır.”
Allah dinini zafere kavuşturmayı, peygamberi ile gönderdiği hakkı tamamlamayı ve her yerde nurunu galip getirmeyi taahhüt etmiştir. Velev ki kâfirler hoşlanmasalar ve hoşlanmadıkları için de Allah’ın nurunu söndürmek için her türlü yola başvursalar dahi.
Ne olursa olsun onlar yenileceklerdir. Onların misali güneşin ışığını söndürmek için güneşe doğru üfleyen kimsenin haline benzer. Ne maksatlarını elde edebilirler, ne de akıllarının tenkide uğramasından ve gülünç duruma düşmekten kurtulabilirler.
#
{9} ثم ذكر سبب الظُّهور والانتصار للدين الإسلاميِّ الحسِّي والمعنويِّ، فقال: {هو الذي أرسل رسولَه بالهُدى ودين الحقِّ}: أي: بالعلم النافع والعمل الصالح، بالعلم الذي يهدي إلى الله وإلى دار كرامته، ويهدي لأحسن الأعمال والأخلاق، ويهدي إلى مصالح الدُّنيا والآخرة، {ودين الحقِّ}؛ أي: الدين الذي يُدان به ويُتَعَبَّدُ لربِّ العالمين، الذي هو حقٌّ وصدقٌ لا نقص فيه ولا خلل يعتريه، بل أوامره غذاءُ القلوب والأرواح وراحةُ الأبدان، وترك نواهيه سلامةً من الشرِّ والفساد ، فما بُعِثَ به النبيُّ - صلى الله عليه وسلم - من الهدي ودين الحقِّ أكبر دليل وبرهان على صدقِهِ، وهو برهانٌ باقٍ ما بقي الدهر، كلَّما ازداد به العاقل تفكُّراً؛ ازداد به فرحاً وتبصُّراً. {ليظهِرَه على الدِّين كلِّه}؛ أي: ليعليه على سائر الأديان بالحجَّة والبرهان، ويُظْهِرَ أهلَه القائمين به بالسيف والسّنان.
فأمَّا نفس الدين؛ فهذا الوصف ملازمٌ له في كلِّ وقت، فلا يمكن أن يُغَالِبَهُ مغالبٌ أو يخاصِمَهُ مخاصمٌ إلاَّ فَلَجَه وبلسه، وصار له الظهورُ والقهرُ، وأمَّا المنتسبون إليه؛ فإنَّهم إذا قاموا به واستناروا بنوره واهتدَوْا بهديه في مصالح دينهم ودُنياهم؛ فكذلك لا يقوم لهم أحدٌ، ولا بدَّ أن يظهروا على أهل الأديان، وإذا ضيَّعوا واكتفَوْا منه بمجرَّد الانتساب إليه؛ لم ينفعْهم ذلك، وصار إهمالهم له سببَ تسليطِ الأعداء عليهم، ويَعْرِفُ هذا من استقرأ الأحوال والنظر في أول المسلمين وآخرهم.
9. Daha sonra Yüce Allah,
İslâm dininin maddi ve manevi yükseliş ve zaferinin sebebini söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır: “Peygamberini hidâyet ve hak din ile” yani faydalı bilgi ve salih amel ile
“gönderen O’dur.” Bu din, Allah’a ulaştırır, O’nun lütuf ve ihsan yurduna götürür, en güzel amellere, en güzel ahlâka ilettiği gibi dünya ve âhiretin maslahatına olan şeyleri de gösterir ve onlara iletir.
“Hak din”, âlemlerin Rabbi olan Allah’a kendisiyle itaat ve ibadet edilen dindir. Bu din haktır, doğrudur. Onda hiçbir eksiklik yoktur. Ona herhangi bir tutarsızlık erişemez. Bilakis onun emirleri ruhlara ve kalplere bir gıda, bedenlere de rahat kaynağıdır. Onun yasaklarını terk etmek de kötülükten ve fesattan esenliğe kavuşmak demektir.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile gönderilen hidâyet ve hak din, onun doğruluğunun en büyük delili ve belgesidir. Bu belge dünya durdukça dimdik ayakta olacaktır. Aklı başında olan kimsenin tefekkürü arttıkça bundan dolayı daha çok sevinir ve basireti de daha bir artar.
“O, müşrikler hoşlanmasa bile dinini bütün dinlere üstün kılacaktır.” Diğer dinlere delil ve belge ile üstün getirecektir. O dinin gereklerini yerine getirenleri de kılıç ve silahla galip getirecektir. Dinin bu
(üstün olma) vasfı her zaman için geçerlidir, ondan hiç ayrılmaz. Her kim onu yenik düşürmeye kalkışır ve onun hakkında tartışırsa, mutlaka kendisi yenik düşer, bu din ise üstün ve galip gelir.
Bu dinin bağlılarına gelince onlar, onun gereklerini yerine getirdikleri, nuru ile aydınlandıkları, din ve dünya işlerinde onun hidâyeti ile doğru yolu buldukları takdirde onlara da kimse karşı duramaz. Mutlaka onlar, diğer din mensuplarına üstün gelirler. Ama bu dini zayi edip sadece ona mensup olmakla yetinecek olurlarsa, bunun kendilerine hiçbir faydası olmaz. Aksine düşmanlarının kendilerine musallat kılınmasına sebep olur. Müslümanların ilk ve sonraki dönemlerini ve onların hallerini inceleyen kimseler de bu gerçeği iyi bilirler.
{يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى تِجَارَةٍ تُنْجِيكُمْ مِنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ (10) تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَتُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ بِأَمْوَالِكُمْ وَأَنْفُسِكُمْ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ (11) يَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَيُدْخِلْكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً فِي جَنَّاتِ عَدْنٍ ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ (12) وَأُخْرَى تُحِبُّونَهَا نَصْرٌ مِنَ اللَّهِ وَفَتْحٌ قَرِيبٌ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ (13) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُونُوا أَنْصَارَ اللَّهِ كَمَا قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ لِلْحَوَارِيِّينَ مَنْ أَنْصَارِي إِلَى اللَّهِ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ أَنْصَارُ اللَّهِ فَآمَنَتْ طَائِفَةٌ مِنْ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَكَفَرَتْ طَائِفَةٌ فَأَيَّدْنَا الَّذِينَ آمَنُوا عَلَى عَدُوِّهِمْ فَأَصْبَحُوا ظَاهِرِينَ (14)}.
10- Ey iman edenler! Sizi can yakıcı bir azaptan kurtaracak bir ticareti size göstereyim mi?
11- Allah’a ve Rasûlüne iman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla da Allah yolunda cihâd edersiniz. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.
12-
(Böyle yaparsanız) Allah günahlarınızı bağışlar ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki çok hoş meskenlere koyar. İşte büyük kurtuluş da budur.
13-
Ve hoşlanacağınız bir şey daha: Allah’tan bir zafer ve yakın bir fetih. Mü’minlere müjdele!
14- Ey iman edenler! Allah’ın/dininin yardımcıları olun.
Nitekim Meryemoğlu İsa da Havarilere: “Allah’a (giden yolda) benim yardımcılarım kim olacak?” demiş,
Havariler de: “Biz, Allah’ın/dininin yardımcılarıyız” demişlerdi. Böylece İsrailoğullarından bir kesim iman etmiş, bir kesim de inkâr etmişti. Nihayet Biz iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik de üstün gelenler onlar oldular.
#
{10} هذه وصيةٌ ودلالةٌ وإرشادٌ من أرحم الراحمين لعباده المؤمنين لأعظم تجارةٍ وأجلِّ مطلوب وأعلى مرغوبٍ يحصل بها النجاة من العذاب الأليم والفوز بالنعيم المقيم، وأتى بأداة العرض الدالَّة على أنَّ هذا أمرٌ يرغب فيه كلُّ متصبِّر ويسمو إليه كل لبيبٍ.
10. Bu buyruklarda merhametliler merhametlisi Yüce Allah’ın, mü’min kullarına yönelik bir vasiyeti, yol göstermesi ve irşadı yer almaktadır. Bununla en büyük ticaret, en üstün maksat ve en yüce isteğin yolu gösterilmektedir ki onunla can yakıcı azaptan kurtuluş ve ebedi nimetlere nail oluş gerçekleşir. Bu buyrukta (
“size göstereyim mi” denilerek) bunun, aklı başında herkesin rağbet edeceği ve akıllı her bir kimsenin can atacağı bir şey olduğu ifade edilmiştir.
#
{11} فكأنَّه قيل: ما هذه التِّجارة التي هذا قدرها؟ فقال: {تؤمنون باللهِ ورسوله}: ومن المعلوم أنَّ الإيمان التامَّ هو التصديقُ الجازم بما أمر الله بالتصديق به، المستلزم لأعمال الجوارح، التي من أجَلِّها الجهاد في سبيله ؛ فلهذا قال: {وتجاهدون في سبيلِ اللهِ بأموالِكم وأنفسِكم}؛ بأن تبذلوا نفوسكم ومُهَجَكُم لمصادمة أعداء الإسلام، والقصدُ نصرُ دين الله وإعلاءُ كلمته، وتنفقون ما تيسَّر من أموالكم في ذلك المطلوب؛ فإنَّ ذلك وإنْ كان كريهاً للنفوس شاقًّا عليها؛ فإنَّه {خيرٌ لكم إن كنتُم تعلمون}: فإنَّ فيه الخير الدنيويَّ من النصر على الأعداء والعزَّ المنافي للذُّلِّ والرزق الواسع وسعة الصدر وانشراحه، والخير الأخروي بالفوز بثواب الله والنجاة من عقابه.
11.
Sanki: Bu kadar üstün ve değerli olan ticaret nedir?, diye sorulmuşçasına Yüce Allah,
şöyle buyurmaktadır: “Allah’a ve Rasûlüne iman edersiniz.” Bilindiği gibi tam ve eksiksiz iman, Allah’ın tasdik edilmesini emrettiği her şeyi kesin olarak tasdik etmektir ki bu da en üstün ve değerlilerinden biri Allah yolunda cihad etmek olan bedeni amelleri gerektiren bir imandır.
Bundan dolayı da şöyle buyurmaktadır:
"Mallarınızla ve canlarınızla da Allah yolunda cihâd edersiniz.” İslâm’ın düşmanları ile çarpışmak uğrunda, Allah’ın dinini ve yüce adını yükseltmek için canlarınızı feda edersiniz ve bu maksatla elinizden geldiğince mallarınızı infak edersiniz. Bu, her ne kadar nefislerin hoşlanmadığı ve onlara ağır gelen bir şey ise de
“eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” Çünkü düşmanlara karşı zafer kazanmak, zilletin yerine izzet ve güç sahibi olmak, geniş rızka, rahat ve huzurlu bir kalbe sahi olmak gibi dünyevî hayırlar hep buna bağlıdır. Yine Allah’ın mükâfatlarına nail olmak ve O’nun cezasından kurtulmak gibi uhrevî hayırlar da bununla elde edilir. Bundan dolayı Allah,
âhiretteki mükâfatı söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:
#
{12} ولهذا ذَكَرَ الجزاء في الآخرة فقال: {يَغْفِرْ لكم ذُنوبَكم}: وهو شاملٌ للصغائر والكبائر؛ فإنَّ الإيمان بالله والجهاد في سبيله مكفِّرٌ للذُّنوب، ولو كانت كبائر، {ويدخِلْكم جناتٍ تجري من تحتها الأنهار}؛ أي: من تحت مساكنها وقصورها وغُرَفِها وأشجارها أنهارٌ من ماءٍ غير آسن وأنهارٌ من لبنٍ لم يتغيَّرْ طعمُه وأنهارٌ من خمر لذَّةٍ للشاربين وأنهارٌ من عسل مصفى ولهم فيها من كلِّ الثمرات، {ومساكنَ طيِّبةً في جناتِ عدنٍ}؛ أي: جمعت كلَّ طيبٍ من علوٍّ وارتفاع وحسن بناءٍ وزخرفةٍ، حتَّى إنَّ أهل الغرف من أهل علِّيين يتراءاهم أهلُ الجنَّة كما يُتراءى الكوكب الدُّرِّي في الأفق الشرقيِّ أو الغربيِّ، وحتَّى إنَّ بناء الجنَّة بعضُه من لَبِنِ ذهبٍ وبعضُه من لَبِنِ فضَّةٍ ، وخيامها من اللؤلؤ والمرجان، وبعض المنازل من الزُّمُرُّد والجواهر الملونة بأحسن الألوان، حتى إنَّها من صفائها يُرى ظاهرُها من باطنها وباطنُها من ظاهرها، وفيها من الطيبِ والحُسن ما لا يأتي عليه وصفُ الواصفين ولا خَطَرَ على قلب أحدٍ من العالمين، لا يمكن أن يدرِكوه حتى يَرَوْه ويتمتَّعوا بحسنه، وتقرَّ به أعينُهم.
ففي تلك الحالة لولا أنَّ الله خَلَقَ أهل الجنَّة وأنشأهم نشأةً كاملةً لا تقبلُ العدم؛ لأوشك أن يموتوا من الفرح؛ فسبحان من لا يحصي أحدٌ من خلقه ثناءً عليه، بل هو كما أثنى على نفسه، وفوق ما يُثْني عليه أحدٌ من خلقه، وتبارك الجليلُ الجميلُ، الذي أنشأ دار النعيم، وجعل فيها من الجلال والجمال ما يبهر عقولَ الخلق ويأخُذُ بأفئِدتهم، وتعالى من له الحكمةُ التامَّة، الذي من جملتها أنه لو أرى العباد الجنَّة ونظروا إلى ما فيها من النعيم؛ لما تخلَّف عنها أحدٌ، ولما هناهم العيش في هذه الدار المنغصة المَشوب نعيمها بألمها وفرحها بِتَرَحِها. وسُمِّيت [الجنة] جنَّة عدن؛ لأنَّ أهلها مقيمون فيها، لا يخرجون منها أبداً، ولا يبغون عنها حِوَلاً. ذلك الثواب الجزيل والأجر الجميل هو الفوزُ العظيم الذي لا فوزَ مثله؛ فهذا الثواب الأخرويُّ.
12.
“(Böyle yaparsanız) Allah günahlarınızı bağışlar.” Bu buyruk, büyük ve küçük günahları kapsar. Zira Allah’a iman ve Allah yolunda cihad etmek,
[kul hakkı hariç] bütün günahlara -büyük bile olsalar- kefârettir.
"Ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere” yani meskenlerinin, köşklerinin, odalarının ve ağaçlarının altından, kokuşmayan sudan, tadı değişmeyen sütten, içenlere lezzet veren şaraptan ve süzme baldan nehirler akar. Onlara her türlü meyvelerden de ihsan edilir.
"ve Adn cennetlerindeki çok hoş meskenlere koyar.” Yükseklik, yücelik, güzel yapı ve süs gibi her türlü güzelliği kendisinde toplamış meskenlere yerleştirir. Öyle ki “İlliyyîn”de bulunan köşklerdekileri, cennetlikler tıpkı doğu veya batı ufkunda görülen inci misali parlak bir yıldız gibi görürler.
Dahası cennetin yapılarının kimisi altın kerpiçlerden, kimisi de gümüş kerpiçlerdendir. Çadırları da inci ile mercandandır. Oralarda kimi evler zümrütten, kimileri de başka güzel renkli mücevherlerdendir. Hatta bunlar, o kadar şeffaftırlar ki dışarıdan içleri, içlerinden dışları görülür.
Orada öyle iyi ve güzel şeyler vardır ki kimsenin bunları tam manasıyla anlatması söz konusu olamaz. Çünkü onlar, hiç kimsenin hatırından dahi geçmemiştir. Görmedikçe, güzelliğinden yararlanmadıkça ve onlarla gözleri aydınlanmadıkça hiç kimsenin böylesini idrâk etmesine imkân da yoktur. Öyle ki eğer Yüce Allah, cennetlikleri tam ve eksiksiz bir surette, ölüp yok olmayacak şekilde yaratmamış olsaydı, sevinçten nerede ise ölürlerdi.
Varlıklardan hiç kimsenin kendisini gereği gibi övme imkânına sahip olamadığı Zatın şanı ne yücedir! O, kendi zatını övdüğü gibidir. Mahlukatından herkesin kendisini övdüğünden çok daha ileridir. Nimetler yurdu cenneti yaratan, orada insanların akıllarını hayrete düşürecek,
gönüllerini kendisine bağlayacak pek çok güzellikler ve muazzam şeyler yaratan O celal ve cemal sahibi Allah’ın şanı ne yücedir! O Yüce Allah’ın hikmeti o kadar mükemmeldir ki bunun bir tecellisi şudur: Kullar cenneti görüp de içindeki nimetlere bakacak olsalardı, hiçbir kimse amelde bulunmaktan geri kalmaz ve nimetleri acısı ile karışık, sevinci kederine bulanmış, hevesi kursakta bırakan bu dünya yurdundaki hayatlarından lezzet almazlardı.
Adn cennetine bu adın veriliş sebebi, oraya girenlerin ebediyen çıkmamak üzere orada yerleşmiş olmaları ve oradan ayrılmayı da istemeksizin sürekli kalacak olmalarından dolayıdır. İşte bu pek büyük mükâfat ve pek güzel ecir, eşi benzersi olmayan büyük bir kurtuluştur. Bu,
(bu ticaretin) âhiretteki mükâfatıdır.
#
{13} وأما الثواب الدنيويُّ لهذه التجارة؛ فذكره بقوله: {وأخرى تحبُّونها}؛ أي: ويحصُلُ لكم خَصْلَةٌ أخرى تحبُّونها، وهي: {نصرٌ من الله}: لكم على الأعداء، يحصُلُ به العزُّ والفرح، {وفتحٌ قريبٌ}: تتَّسع به دائرة الإسلام، ويحصُلُ به الرزق الواسع؛ فهذا جزاء المؤمنين المجاهدين، وأما المؤمنون من غير أهل الجهاد إذا قام غيرهم بالجهادِ؛ فلم يؤيِّسْهُمُ الله تعالى من فضله وإحسانه، بل قال: {وبشِّرِ المؤمنينَ}؛ أي: بالثواب العاجل والآجل؛ كلٌّ على حسب إيمانه، وإن كانوا لا يبلغون مبلغ المجاهدين في سبيل الله؛ كما قال النبيُّ - صلى الله عليه وسلم -: «مَنْ رَضِي بالله ربًّا، وبالإسلام ديناً، وبمحمدٍ رسولاً؛ وجبتْ له الجنةُ». فعجب لها أبو سعيد الخدريُّ راوي الحديث، فقال: أعدها عليَّ يا رسول الله! فأعادها عليه، ثم قال: «وأخرى يُرْفَعُ بها العبدُ مائة درجةٍ في الجنة، ما بين كلِّ درجتين كما بين السماء والأرض». فقال: وما هي يا رسولَ الله؟ قال: «الجهادُ في سبيل الله، الجهاد في سبيل الله». رواه مسلم.
13.
Bu ticaretin dünyevî mükâfatına gelince bunu da Yüce Allah şöylece dile getirmektedir: “Ve hoşlanacağınız bir şey daha” yani sizler seveceğiniz bir hususu daha elde edeceksiniz: Düşmanlarınıza karşı aziz olmanızı sağlayacak ve sizi sevindirecek
“Allah’tan bir zafer ve yakın bir fetih” ile İslâm’ın dairesi genişleyecek, bu yolla bol rızıklar elde edeceksiniz. İşte mücahid mü’minlerin mükâfatı budur.
Başkaları cihâdın gereklerini yerine getirmeleri halinde kendileri cihâda fiilen katılmayan mü’minlere gelince; Yüce Allah bunların da lütuf ve ihsandan ümitlerini kesmemeleri için: “mü’minlere müjdele!” buyurmaktadır. Yani herkese imanı oranında verielcek olan dünyevî ve uhrevî mükâfatı müjdele! Allah yolunda cihâd eden mücâhidlerin derecesine ulaşmasalar da hepsi için bir müjde vardır.
Nitekim Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Kim Rab olarak Allah’ı, din olarak İslâm’ı, rasûl olarak Muhammed’i gönül hoşnutluğu ile kabul edecek olursa ona cennet vacib olur.” Hadisi rivâyet eden Ebu Said el-
Hudri radıyallahu anh hayretle şöyle demiştir: “Ey Allah’ın Rasûlü, bunu bana bir daha tekrarlar mısın?” Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sözünü bir daha tekrarladıktan sonra devamla şöyle buyurdu:
“Bir başka (amel) daha vardır ki, onun sayesinde kul cennette yüz derece yükseltilir. İki derecenin arasındaki mesafe ise gök ile yer arası kadardır.” Ebu Said:
“O (amel) nedir, ey Allah’ın Rasûlü?” deyince de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
“Allah yolunda cihâd” buyurdu. Müslim rivâyet etmiştir.
Daha sonra Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
#
{14} ثم قال تعالى: {يا أيُّها الذين آمنوا كونوا أنصارَ اللهِ}؛ أي: بالأقوال والأفعال، وذلك بالقيام بدين الله، والحرص على تنفيذه على الغير وجهادِ مَنْ عانده ونابذه بالأبدان والأموال، ومَنْ نَصَرَ الباطلَ بما يزعمُه من العلم، وَرَدَّ الحقَّ بدحض حجَّته وإقامة الحجَّة عليه والتحذير منه، ومن نصرِ دين الله تعلُّم كتاب الله وسنَّة رسوله [وتعليمه] والحثُّ على ذلك والأمر بالمعروف والنهيُ عن المنكر.
ثم هيَّج الله المؤمنين بالاقتداء بمَنْ قبلَهم من الصالحين بقوله: {كما قال عيسى ابنُ مريم للحواريِّينَ مَنْ أنصاري إلى الله}؛ أي: قال لهم منبهاً: من يعاونني ويقوم معي في نصر دين الله ويَدْخُلُ مدخلي ويَخْرُجُ مخرجي؟ فابتدرَ الحواريُّون فقالوا: {نحنُ أنصارُ اللهِ}: فمضى [عيسى] عليه السلام على [أمر اللَّه و] نصرِ دين الله هو ومن معه من الحواريِّين، {فآمنتْ طائفةٌ من بني إسرائيلَ}: بسبب دعوة عيسى والحواريِّين، {وكفرت طائفةٌ}: منهم، فلم ينقادوا لدعوتهم، فجاهد المؤمنونَ الكافرين، {فأيَّدْنا الذين آمنوا على عَدُوِّهِم}؛ أي: قوَّيْناهم ونصرناهم عليهم، {فأصبحوا ظاهرينَ}: عليهم، قاهرين لهم. فأنتم يا أمَّة محمدٍ! كونوا أنصارَ الله ودعاةَ دينه؛ يَنْصُرْكُم الله كما نَصَرَ مَنْ قبلكم، ويُظْهِرْكم على عدوِّكم.
14.
“Ey iman edenler!” Sözlerinizle ve davranışlarınızla
“Allah’ın/dininin yardımcıları olun.” Bu da Allah’ın dinini nefislerde uygulamak, başkalarına uygulamak için gayret etmek, bu dine karşı inat eden ve mücadele verenlerle hem beden hem de malla cihad etmek, ilim zannettiği şeylerle bâtıla yardımcı olan ve hakkı reddetmeye kalkışan kimselere karşı da onların delillerini çürütmek, onlara karşı delilleri ortaya koymak ve başkalarını ondan sakındırmak sureti ile yapılır. Allah’ın Kitabının ve Rasûlünün sünnetini öğrenmek, öğretmek, buna teşvik etmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak da Allah’ın dinine yardım etmenin kapsamı içerisindedir.
Daha sonra Yüce Allah,
mü’minlere kendilerinden önceki salihlere uymayı hatırlatarak onları gayrete getirmek üzere şöyle buyurmaktadır:
“Nitekim Meryem oğlu İsa da Havarilere: Allah’a (giden yolda) benim yardımcılarım kim olacak?” Yani onların dikkatlerini çekerek şöyle demişti: Kim Allah’ın dinine yardım etme yolunda bana yardımcı olur? Kim benim yaptığımı yapar, ben nereye gidersem gelir ve nereden çıkarsam çıkar?
“Havariler de” ellerini çabuk tutarak:
“Biz, Allah’ın/dininin yardımcılarıyız, demişlerdi.” Böylece İsa aleyhisselam ile beraberindeki Havariler, Allah’ın dinine yardımcı olmaya devam ettiler.
"Böylece” İsa aleyhisselam ve Havarilerin davette bulunmaları üzere
“İsrailoğullarından bir kesim iman etmiş” onlardan başka
“bir kesim de inkâr etmişti.” Onların çağrılarını kabul etmemiş, bunun üzerine mü’minler de kâfirlerle cihâda koyulmuşlardı.
"Biz de iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik.” Onlara güç verdik ve düşmanlarına karşı onlara yardım ettik.
“de” düşmana karşı “üstün gelenler onlar oldular.” Onları yenik düşürdüler.
İşte ey Muhammed ümmeti! Sizler de Allah’ın dininin yardımcıları ve davetçileri olun ki Allah da sizden öncekilere yardım ettiği gibi, size de yardım etsin, zafer versin ve sizleri düşmanlarınıza üstün ve galip kılsın.
Saf Sûresi’nin tefsiri burada sona ermektedir.
Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.
***