(Medine’de inmiştir. 13 âyettir)
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adı ile.
{يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاءَ تُلْقُونَ إِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءَكُمْ مِنَ الْحَقِّ يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وَإِيَّاكُمْ أَنْ تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ رَبِّكُمْ إِنْ كُنْتُمْ خَرَجْتُمْ جِهَادًا فِي سَبِيلِي وَابْتِغَاءَ مَرْضَاتِي تُسِرُّونَ إِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَأَنَا أَعْلَمُ بِمَا أَخْفَيْتُمْ وَمَا أَعْلَنْتُمْ وَمَنْ يَفْعَلْهُ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاءَ السَّبِيلِ (1) إِنْ يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ أَعْدَاءً وَيَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ وَأَلْسِنَتَهُمْ بِالسُّوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ (2) لَنْ تَنْفَعَكُمْ أَرْحَامُكُمْ وَلَا أَوْلَادُكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يَفْصِلُ بَيْنَكُمْ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ (3) قَدْ كَانَتْ لَكُمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فِي إِبْرَاهِيمَ وَالَّذِينَ مَعَهُ إِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ إِنَّا بُرَآءُ مِنْكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَاءُ أَبَدًا حَتَّى تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَحْدَهُ إِلَّا قَوْلَ إِبْرَاهِيمَ لِأَبِيهِ لَأَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ وَمَا أَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللَّهِ مِنْ شَيْءٍ رَبَّنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا وَإِلَيْكَ أَنَبْنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ (4) رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلَّذِينَ كَفَرُوا وَاغْفِرْ لَنَا رَبَّنَا إِنَّكَ أَنْتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ (5) لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِيهِمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَمَنْ يَتَوَلَّ فَإِنَّ اللَّهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ (6) عَسَى اللَّهُ أَنْ يَجْعَلَ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَ الَّذِينَ عَادَيْتُمْ مِنْهُمْ مَوَدَّةً وَاللَّهُ قَدِيرٌ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ (7) لَا يَنْهَاكُمُ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَلَمْ يُخْرِجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ أَنْ تَبَرُّوهُمْ وَتُقْسِطُوا إِلَيْهِمْ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ (8) إِنَّمَا يَنْهَاكُمُ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ قَاتَلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَأَخْرَجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ وَظَاهَرُوا عَلَى إِخْرَاجِكُمْ أَنْ تَوَلَّوْهُمْ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ فَأُولَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ (9)}.
1- Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimselere sevgi besleyip de onları dost edinmeyin. Zira onlar size gelmiş olan hakkı inkar etmişler ve Rabbiniz olan Allah’a iman ettiniz diye Peygamberi de sizi de
(Mekke’den) çıkarmışlardır. Eğer siz yolumda cihâd etmek ve rızamı kazanmak için
(yurdunuzdan) çıkmış iseniz
(onları asla dost edinmeyin)! Ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da pek iyi bildiğim halde siz onlara karşı gizlice sevgi
(mi) besliyorsunuz? Sizden kim böyle bir şey yaparsa şüphesiz o, doğru yoldan sapmış olur.
2- Şayet onlar sizi ellerine geçirecek olurlarsa size düşman kesilirler. Elleriyle de dilleriyle de size kötülük ederler ve kâfir olmanızı arzu ederler.
3- Akrabanızın da evlâdınızın da size hiçbir faydası olmayacaktır. Kıyamet gününde Allah, aranızı ayıracaktır. Allah, yaptıklarınızı çok iyi görendir.
4- İbrahim’de ve onunla beraber olanlarda sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır.
Hani onlar kavimlerine şöyle demişlerdi: “Şüphesiz biz, sizden de Allah’ın dışında ibadet ettiğiniz şeylerden de uzağız. Sizi (ve yaptıklarınızı) reddediyoruz. Bizimle sizin aranızda sonsuza kadar düşmanlık ve kin baş göstermiştir. Ta ki sizler yalnızca Allah’a iman edinceye kadar.” İbrahim’in babasına söylediği:
“Senin için elbette mağfiret dileyeceğim. Ancak Allah’a karşı sana hiçbir fayda sağlayamam” sözü
(bu güzel örnekten) müstesnâdır.
(Yine onlar şöyle demişlerdi:) “Rabbimiz! Yalnız sana tevekkül ettik, yalnız sana yöneldik ve dönüş de yalnız sanadır.”
5-
“Rabbimiz! Bizi kafirler için imtihan konusu kılma ve bizi bağışla, ey Rabbimiz! Çünkü Azîz ve Hakîm olan yalnız Sensin.”
6- Andolsun onlarda sizin için, yani Allah’ı ve âhiret gününü umanlar için güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse
(bilsin ki) Allah'ın hiçbir şeye/kimseye ihtiyacı yoktur ve O, her türlü hamde layık olandır.
7- Olur ki Allah, sizinle düşman olduğunuz o
(müşrikler) arasında bir sevgi meydana getirir. Allah'ın
(buna ve her şeye) gücü yeter. Allah Ğafûrdur, Rahîmdir.
8- Allah size din hususunda sizinle savaşmamış ve sizi yurtlarınızdan çıkarmamış olan
(kafirlere) iyilik yapmanızı ve onlara adaletli davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah adaletli davrananları sever.
9- Allah size ancak sizinle din hususunda savaşmış, sizi yurtlarınızdan çıkarmış ve çıkarılmanıza yardım etmiş kimseleri dost edinmenizi yasaklar. Kim böylelerini dost edinirse işte onlar, zâlimlerin ta kendileridir.
Müfessirlerin -Allah’ın rahmeti üzerlerine olsun- pek çoğunun bildirdiklerine göre bu âyet-i kerimelerin nüzul sebebi, Hâtıb b. Ebî Beltea’nın başından geçen olaydır. Şöyle ki Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’nin fethi için hazırlandığında Hâtıb, Mekkeli müşriklere Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in üzerlerine yürümek üzere olduğunu haber veren bir mektup yazdı. Bunu münafık olduğundan veya dinde şüphesi bulunduğundan dolayı değil de onlara kendisine minnet duyacakları bir iyilikte bulunmak maksadı ile yazmıştı. Bu mektubunu da bir kadınla göndermişti. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e Hâtıb’ın durumu haber verilince onun gönderdiği kimseler, bu kadın Mekke’ye varmadan yetişmişler ve mektubu ondan almışlardı. Peygamber, Hâtıb’a neden böyle yaptığını sorunca o bir mazeret beyan etmiş ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de bu özrünü kabul etmişti.
Bu âyet-i kerimelerde müşrik olan ve olmayan diğer kâfirleri dost edinmek ve sevgi duyarak onlara haber ulaştırmak, çok ağır ve kesin ifadelerle yasaklanmakta, ayrıca bunun imana aykırı, İbrahim el-Halil’in -salât ve selâm olsun ona- dinine muhalif olduğu ve düşmandan alabildiğine sakınmayı gerektiren akılla da bağdaşmadığı haber verilmektedir. Çünkü düşman, düşmanlık etmek için elinden gelen hiçbir şeyi esirgemez ve düşmanına zarar vermek için her fırsatı değerlendirir. İşte Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
#
{1} فقال تعالى: {يا أيُّها الذين آمنوا}؛ أي: اعملوا بمقتضى إيمانكم من ولايةِ مَنْ قام بالإيمان ومعاداة من عاداه؛ فإنَّه عدوٌّ لله وعدوٌّ للمؤمنين، فـ {لا تتَّخذوا عدوِّي وعدوَّكم أولياءَ تُلْقون إليهم بالمودَّة}؛ أي: تسارعون في مودَّتهم والسعي في أسبابها؛ فإنَّ المودَّة إذا حصلت؛ تبعتْها النصرةُ والموالاةُ، فخرج العبد من الإيمان، وصار من جملة أهل الكفران [وانفصل عن أهل الإيمان]. وهذا المتَّخذُ للكافر وليًّا عادمُ المروءة أيضاً؛ فإنَّه كيف يوالي أعدى أعدائه، الذي لا يريد له إلاَّ الشرَّ، ويخالف ربَّه ووليَّه الذي يريد به الخير، ويأمره به ويحثُّه عليه. ومما يدعو المؤمن أيضاً إلى معاداة الكفار أنَّهم قد كفروا بما جاء المؤمنين من الحقِّ، ولا أعظم من هذه المخالفة والمشاقَّة؛ فإنَّهم قد كفروا بأصل دينكم، وزعموا أنَّكم ضلاَّلٌ على غير هدىً، والحالُ أنَّهم كفروا بالحقِّ الذي لا شكَّ فيه ولا مريةَ، ومن ردَّ الحقَّ؛ فمحالٌ أن يوجد له دليلٌ أو حجَّةٌ تدلُّ على صحة قوله. بل مجرَّد العلم بالحقِّ يدلُّ على بطلان قول من ردَّه وفساده.
ومن عداوتهم البليغة أنَّهم {يُخْرِجون الرسولَ وإيَّاكم}: أيُّها المؤمنون من دياركم ويشرِّدونكم من أوطانكم ولا ذنبَ لكم في ذلك عندهم إلاَّ أنكم تؤمنون {بالله ربِّكم}: الذي يتعيَّن على الخلق كلِّهم القيام بعبوديَّته؛ لأنَّه ربَّاهم، وأنعم عليهم بالنِّعم الظاهرة والباطنة [وهو اللَّه تعالى]، فلمَّا أعرضوا عن هذا الأمر الذي هو أوجبُ الواجبات وقمتُم به؛ عادَوْكم وأخرجوكم من أجله من دياركم، فأيُّ دين وأيُّ مروءة وعقل يبقى مع العبد إذا والى الكفار الذين هذا وصفُهم في كلِّ زمانٍ أو مكان، ولا يمنعهم منه إلاَّ خوفٌ أو مانعٌ قويٌّ. {إن كنتُم خرجتُم جهاداً في سبيلي وابتغاء مرضاتي}؛ أي: إن كان خروجُكم مقصودُكم به الجهادُ في سبيل الله لإعلاء كلمة الله وابتغاء رضاه؛ فاعملوا بمقتضى هذا من موالاة أولياء الله ومعاداة أعدائهِ؛ فإنَّ هذا من أعظم الجهاد في سبيله، ومن أعظم ما يتقرَّب به المتقرِّبون إلى الله ويبتغون به رضاه.
{تُسِرُّون إليهم بالمودَّةِ وأنا أعلمُ بما أخفيتُم وما أعلنتُم}؛ أي: كيف تسرُّون المودَّة للكافرين وتخفونها مع علمكم أنَّ الله عالمٌ بما تخفون وما تعلنون؛ فهو وإن خفي على المؤمنين؛ فلا يخفى على الله تعالى، وسيجازي العباد بما يعلمه منهم من الخير والشرِّ. {ومن يَفْعَلْه منكم}؛ أي: موالاة الكافرين بعدما حذَّركم الله منها، {فقد ضلَّ سواءَ السبيل}: لأنَّه سلك مسلكاً مخالفاً للشرع وللعقل والمروءة الإنسانيَّة.
1.
“Ey iman edenler!” İmanın gereklerini yerine getirenleri dost edinmek, imana düşman olanları da düşman bellemek sureti ile imanınızın gereğini yerine getirin. Çünkü imana düşman olan Allah’a da düşmandır, mü’minlere de düşmandır.
"Benim de düşmanım” yani Allah’ın düşmanı
“sizin de düşmanınız olan kimselere sevgi besleyip de onları dost edinmeyin.” onları sevmek ve onları sevmenin yollarını izlemek sureti ile bu şekilde davranmayın.
Çünkü sevgi oldu mu arkasından yardımlaşma ve dost edinme de gelir. Bunun sonucunda da kul, imandan çıkar ve müminlerden ayrılıp kâfirlere katılmış olur. Kâfirleri dost edinen kimse, aynı zamanda onurunu da kaybetmiş olur. Zira o, kendisi için kötülükten başka bir şey istemeyen en büyük düşmanlarına nasıl dostluk besler? Nasıl Rabbine ve gerçek dostuna muhalefet eder? O Rab ki onun hakkında hayır diler, ona hayır emreder ve onu hayır işlemeye teşvik eder.
Mü’min kimseyi kâfirlere düşmanlık beslemesini gerektiren sebepler arasında şu da vardır: Onlar, mü’minlere gelen hakkı inkâr etmişlerdir ki bundan daha büyük bir muhalefet ve isyan da olamaz. Onlar dininizin temelini inkâr etmişler, sizlerin sapık ve hidâyet üzere olmayan kimseler olduğunuzu iddia etmişlerdir. Halbuki kendileri, hakkında en ufak bir şüphe ve tereddüt bulunmayan hakkı inkâr etmişlerdir. Hakkı redden kimsenin bu sözünün doğruluğuna delil olacak herhangi bir kanıt ya da belgesinin bulunmasına ise imkân yoktur. Aksine sadece hakkı bilmek dahi hakkı reddedenin sözünün batıl ve tutarsız olduğuna delildir.
Onların size ileri derecedeki düşmanlıklarının bir neticesi olarak
“Rabbiniz olan Allah’a iman ettiniz diye Peygamberi de sizi de” ey mü’minler, yurdunuzdan
“çıkarmışlardı” ve vatanlarınızdan uzaklaştırmışlardı.
Oysa sizin
“Rabbiniz olan Allah’a iman etmek” dışında hiçbir günahınız yoktu. Halbuki bütün insanların O’na kulluk etmeleri gerekir. Zira görüp gözeten, besleyen, onlara gizli ve açık nimetleri ihsan eden O’dur. İşte onlar, farzların ve görevlerin başı olan bu emirden yüz çevirirken, sizler bunu yerine getirdiğiniz için size düşmanlık ettiler ve bundan dolayı sizi yurtlarınızdan çıkardılar.
Artık her zaman ve her mekânda nitelikleri bu olan kâfirler ile dostluk eden herhangi bir kulda akıl ve insaf kalabilir mi? Din namına onda herhangi bir şey bulunur mu? O kâfirler ki korkuları yahut da güçlü bir engel olmasa bir mü’mine zarar vermekten asla geri durmazlar.
"Eğer siz yolumda cihâd etmek ve rızamı kazanmak için
(yurdunuzdan) çıkmış iseniz” yani eğer sizin çıkışınız ve bundan gözettiğiniz maksat, Allah’ın adını yüceltmek ve O’nun rızasını elde etmek için Allah yolunda cihad etmek ise bunun gereği olarak şunu bilin ki; Allah’ın dostlarını dost edinmek, düşmanlarını düşman bilmek, O’nun yolunda cihadın en büyüğüdür. Allah’a yakınlaşmak isteyenlerin kendisi ile O’na yakınlaştıkları ve bununla rızasını umdukları en büyük iştir.
"Ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da pek iyi bildiğim halde siz onlara karşı gizlice sevgi
(mi) besliyorsunuz?” Allah'ın gizlediğiniz ve açıkladığınız her şeyi bildiğini pek iyi bildiğiniz halde nasıl olur da kâfirlere içten içe sevgi besler ve bunu içinizde saklarsınız? Bu, mü’minlere saklı kalsa da Allah’a asla gizli kalmaz. O, kullarının hayır ve şer türünden ne gizlediklerini bilir ve onların da karşılığını verir.
"Sizden kim böyle bir şey yaparsa” yani Allah bu işten sizi sakındırdıktan sonra kim kâfirleri dost edinirse
“şüphesiz o, doğru yoldan sapmış olur.” Çünkü böylelikle o; şeriate, akla, insan onuruna ve insanlığa muhalif bir yol izlemiştir.
#
{2} ثم بيَّن تعالى شدَّة عداوتهم تهييجاً للمؤمنين على عداوتهم: {إن يَثْقَفوكم}؛ أي: يجدوكم وتسنح لهم الفرصة في أذاكم، {يكونوا لكم أعداءً}: ظاهرين، {ويَبْسُطوا إليكم أيدِيَهم}: بالقتل والضَّرب ونحو ذلك، {وألسنَتَهم بالسوءِ}؛ أي: بالقول الذي يسوء من شَتْمٍ وغيره، {وودُّوا لو تكفُرون}: فإنَّ هذا غاية ما يريدون منكم.
2. Daha sonra Yüce Allah,
mü’minlerde onlara karşı düşmanlık duygularını harekete geçirmek maksadı ile onların mü’minlere karşı duydukları ileri derecedeki düşmanlıklarını açıklamaktadır: “Şayet onlar sizi ellerine geçirecek olurlarsa” yani sizi yakalar ve size eziyet verecek bir fırsat bulurlarsa
“size” açıktan açığa “düşman kesilirler. Elleriyle de” öldürmek, dövmek vb. gibi
“dilleriyle” sövmek ve buna benzer sizi rahatsız edecek sözlerle
“size kötülük ederler ve kâfir olmanızı arzu ederler.” Çünkü sizden istedikleri esas şey budur.
#
{3} فإن احتجَجْتُم وقلتُم: نوالي الكفار لأجل القرابة والأموال؛ فلن تغنيَ عنكم أَموالُكم ولا أولادُكم من الله شيئاً {والله بما تعملون بصيرٌ} فلذلك حذَّركم من موالاة الكافرين الذين تضرُّكم موالاتهم.
3.
Eğer sizler: “Biz akrabalık ve mal için kâfirlerle dostluk ediyoruz”, deyip de bu tutumun haklılığını delillendirmeye kalkışacak olursanız bilin ki
“Akrabanızın da evlâdınızın da” Allah’a karşı
“size hiçbir faydası olmayacaktır. Kıyamet gününde Allah, aranızı ayıracaktır. Allah, yaptıklarınızı çok iyi görendir.” Bundan dolayı O, sizin için zararlı olan
“kâfirleri dost edinme”yi size yasaklamıştır.
#
{4} {قد} كان {لكم}: يا معشر المؤمنينَ، {أسوةٌ حسنةٌ}؛ أي: قدوةٌ صالحةٌ وائتمامٌ ينفعكم {في إبراهيم والذين معه}: من المؤمنين؛ لأنَّكم قد أمرتم أن تتَّبعوا ملَّة إبراهيم حنيفاً، {إذْ قالوا لقومهم إنا بُرءَاءُ منكم وممَّا تعبُدون من دونِ اللهِ}؛ أي: إذ تبرأ إبراهيم عليه السلام ومَنْ معه من المؤمنين من قومهم المشركين وممَّا يعبُدون من دون الله، ثم صرَّحوا بعداوتهم غاية التصريح، فقالوا: {كَفَرْنا بكم وبدا}؛ أي: ظهر وبان {بينَنا وبينَكم العداوةُ والبغضاءُ}؛ أي: البغض بالقلوب وزوال مودَّتها والعداوة بالأبدان. وليس لتلك العداوة والبغضاء وقتٌ ولا حدٌّ، بل ذلك {أبداً} ما دمتم مستمرِّين على كفركم، {حتى تؤمِنوا بالله وحدَه}؛ أي: فإذا آمنتم بالله وحده؛ زالت العداوةُ والبغضاءُ وانقلبتْ مودَّةً وولايةً؛ فلكم أيُّها المؤمنون أسوةٌ حسنةٌ في إبراهيم ومن معه في القيام بالإيمان والتوحيد ولوازم ذلك ومقتضياته وفي كلِّ شيءٍ تَعَبَّدُوا به لله وحده، {إلاَّ}: في خصلةٍ واحدةٍ، وهي: {قولَ إبراهيمَ لأبيه}: آزر المشرك الكافر المعاند حين دعاه إلى الإيمان والتوحيدِ، فامتنع، فقال إبراهيمُ له: {لأستغفرنَّ لك و}: الحال أني لا {أملِكُ لك من اللهِ من شيءٍ}: ولكنِّي أدعو ربِّي عسى أن لا أكونَ بدعاءِ ربِّي شقيًّا، فليس لكم أن تقتدوا بإبراهيم في هذه الحالة التي دعا بها للمشرك، فليس لكم أن تدعوا للمشركين وتقولوا: إنَّا في ذلك متَّبِعون لملَّة إبراهيم؛ فإنَّ الله ذَكَرَ عذرَ إبراهيم في ذلك بقوله: {وما كان استغفارُ إبراهيمَ لأبيهِ إلاَّ عن مَوْعِدَةٍ وَعَدَها إيَّاه فلمَّا تَبَيَّنَ له أنَّه عدوٌّ لله تبرَّأ منه ... } الآية، ولكم أسوةٌ حسنةٌ في إبراهيم ومن معه حين دَعَوُا الله وتوكَّلوا عليه وأنابوا إليه واعترفوا بالعجز والتقصير، فقالوا: {ربَّنا عليك توكَّلْنا}؛ أي: اعتمدنا عليك في جلب ما ينفعنا ودفع ما يضرُّنا ووثقنا بك يا ربَّنا في ذلك، {وإليك أنَبْنا}؛ أي: رجعنا إلى طاعتك ومرضاتك وجميع ما يقرِّبُ إليك؛ فنحن في ذلك ساعون، وبفعل الخيرات مجتهدون، ونعلم أنَّا إليك نصيرُ، فسنستعدُّ للقدوم عليك، ونعمل ما يزلفنا إليك.
4. Ey mü’minler topluluğu!
“İbrahim’de ve onunla beraber olanlarda” ona iman edenlerde
“sizin için gerçekten” uyulmaya layık ve size fayda sağlayacak
“güzel bir örnek vardır.” Çünkü sizlere İbrahim’in hanif olan dinine tabi olma emri verilmiştir.
"Hani onlar kavimlerine şöyle demişlerdi: “Şüphesiz biz, sizden de Allah’ın dışında ibadet ettiğiniz şeylerden de uzağız... demişlerdi.” Yani İbrahim ve beraberindeki mü’minler, müşrik kavimlerinden ve Allah’tan başka tapındıklarından uzak olduklarını bildirmişler,
sonra da bu düşmanlıklarını gâyet açık bir şekilde ifadelendirerek: “Sizi (ve yaptıklarınızı) reddediyoruz” demişlerdi.
“Bizimle sizin aranızda sonsuza kadar düşmanlık ve kin baş göstermiştir.” Kalplerde kin açıkça ortaya çıkmış, oradaki sevgi sona ermiştir, bedenen de düşmanlık ortaya çıkmıştır. Bu düşmanlık ve kinin herhangi bir vakti ya da sınırı da yoktur. Aksine sizler küfrünüzü sürdürmeye devam ettiğiniz sürece bu ebediyen devam edecek,
“sizler yalnızca Allah’a iman edinceye kadar” da sürecektir. Ne zaman ki tek olarak Allah’a iman ederseniz, işte o vakit size olan kin ve düşmanlığımız ortadan kalkar, sevgi ve dostluğa dönüşür.
İşte ey iman edenler! İbrahim’de ve İbrahim ile birlikte bulunanlarda, iman ve tevhidin gereklerini yerine getirmelerinde, sadece Allah’a ibadet etmeleri ile ilgili bütün hususlarda uyulmaya değer güzel bir örnek vardır. Bundan bir husus müstesnadır.
O da şudur: “İbrahim’in” kendisini iman ve tevhide davet ettiği vakit, bunu kabul etmeyen, inatlaşan, şirk koşan,
kâfir babası Âzer’e: “söylediği: “Senin için elbette mağfiret dileyeceğim.” Bununla birlikte ben
“Allah’a karşı sana hiçbir fayda sağlayamam” Ama ben Rabbime dua edeceğim, olur ki Rabbime dua etmekten dolayı mahrum kalmam.
“sözü (bu güzel örnekten) müstesnâdır.”
İşte sizler, İbrahim’in müşrik birisi için yaptığı bu duada ona uyamazsınız.
Müşriklere dua edip de: Biz bu konuda İbrahim’in dinine uyuyoruz, diyemezsiniz.
Çünkü Yüce Allah bu hususta İbrahim aleyhisselam’ın mazeretini söz konusu ederek şöyle buyurmuştur: “İbrahim’in babasına mağfiret dilemesi ancak ona verdiği bir sözden dolayı idi. Ama onun Allah’ın düşmanı olduğu açıkça kendisine belli olunca ondan uzaklaştı.” (et-Tevbe, 9/114)
Yine İbrahim’de onunla birlikte bulunanlarda Allah’a dua edip O’na tevekkül etmeleri, O’na yönelmeleri, acziyetlerini ve kusurlarını itiraf etmeleri hususunda da sizin için güzel bir örnek vardır.
Onlar şöyle demişlerdi: “Rabbimiz, yalnız sana tevekkül ettik.” Bizim için faydalı olacak hususları elde etmek, zararlı şeyleri önlemek hususunda sadece sana güvenip dayandık. Rabbimiz, bu hususta yalnız sana güvendik.
"Yalnız sana yöneldik ve dönüş de yalnız sanadır.” Sana itaate, senin razı olacağın şeylere ve sana yakınlaştıracak olan her şeye yöneldik. Biz bunun için çalışıyoruz. Hayır işler yapmak için gayret ediyoruz. Dönüşün yalnız sana olacağını biliyoruz. Bu yüzden senin huzuruna gelmeye hazırlanıyor ve bizi sana yakınlaştıracak ameller işliyoruz.
#
{5} {ربَّنا لا تجعَلْنا فتنةً للذين كفروا}؛ أي: لا تسلِّطْهم علينا بذنوبنا، فيفتنونا، ويمنعونا مما يقدرون عليه من أمور الإيمان، ويفتتنون أيضاً بأنفسهم؛ فإنَّهم إذا رأوا لهم الغلبة؛ ظنُّوا أنَّهم على الحقِّ وأنَّا على الباطل، فازدادوا كفراً وطغياناً، {واغفِرْ لنا}: ما اقترفنا من الذُّنوب والسيئات وما قصَّرْنا به من المأمورات. {ربَّنا إنَّك أنت العزيز}: القاهر لكلِّ شيءٍ. {الحكيمُ}: الذي يضع الأشياء مواضعها؛ فبعزَّتك وحكمتك انصُرْنا على أعدائنا، واغفر لنا ذنوبنا، وأصلِحْ عيوبنا.
5.
“Rabbimiz, bizi kafirler için imtihan konusu kılma!” Günahlarımız sebebiyle onları bize musallat etme! O zaman bizi dinimizden döndürmeye çalışırlar ve ellerinden geldiğince bizi iman ile ilgili hususlardan alıkoymaya çalışırlar. Aynı şekilde kendileri de dinden iyice uzaklaşırlar. Çünkü onlar kendilerinin galip olduklarını görünce hak üzere olduklarını, bizim de batıl üzere olduğumuzu zannederler, böylece küfür ve azgınlıklarını daha da artırırlar.
"ve bizi bağışla, ey Rabbimiz!” İşlediğimiz büyük, küçük günahlarımızı, emrolunduğumuz hususlardaki kusurlarımızı bağışla!
“Çünkü” her şeye boyun eğdirici “Azîz” her şeyi yerli yerince koyan
“Hakîm olan yalnız Sensin.” O halde izzetin ve hikmetin hakkı için düşmanlarımıza karşı bize zafer ver, günahlarımızı bağışla ve kusurlarımızı ıslah eyle!
#
{6} ثم كرَّر الحثَّ لهم على الاقتداء بهم وقال: {لقد كان لكم فيهم أسوةٌ حسنةٌ}: وليس كلُّ أحدٍ تسهُلُ عليه هذه الأسوة، وإنما تسهل على من {كان يرجو اللهَ واليومَ الآخرَ}: فإنَّ الإيمان واحتساب الأجر والثواب يسهِّل على العبد كلَّ عسير، ويقلِّل لديه كلَّ كثير، ويوجِبُ له [الإكثار مِن] الاقتداء بعباد الله الصالحين والأنبياء والمرسلين؛ فإنَّه يرى نفسه مفتقراً [و] مضطرًّا إلى ذلك غاية الاضطرار، {ومن يتولَّ}: عن طاعة الله والتأسِّي برسل الله؛ فلن يضرَّ إلاَّ نفسه، ولا يضرُّ الله شيئاً، {فإنَّ الله هو الغنيُّ}: الذي له الغنى التامُّ المطلقُ من جميع الوجوه؛ فلا يحتاج إلى أحدٍ من خلقه بوجه. {الحميدُ}: في ذاته [وأسمائه] وصفاته وأفعاله؛ فإنَّه محمود على ذلك كله.
6. Daha sonra Yüce Allah,
onlara uymayı tekrar teşvik ederek şöyle buyurmaktadır: “Andolsun onlarda sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü umanlar için güzel bir örnek vardır.” Ancak onlara uymak ve onları örnek almak herkes için kolay değildir. Bu, ancak Allah’a ve âhiret gününe kavuşacağına iman edenler için kolaydır. Çünkü iman, ecir ve mükâfat alacağını ummak, kula her türlü zorluğu kolaylaştırır, çok gibi görünen şeyleri az gösterir, Allah’ın salih kullarına ve peygamberlerine daha çok uymasını sağlar. Çünkü o, böyle bir şeye kendisinin son derece muhtaç olduğunu görür.
"Kim” Allah’a itaat etmekten ve Allah’ın peygamberlerine uymaktan
“yüz çevirirse” kendisinden başka kimseye zarar veremez. Allah’a da hiçbir zararı olmaz. Çünkü
“Allah'ın hiçbir şeye/kimseye ihtiyacı yoktur.” O, bütün yönleri ile tam ve mutlak zengindir, hiçbir yönden hiçbir varlığa muhtaç değildir.
“O, her türlü hamde layık olandır.” Yani zatında, isimlerinde, sıfatlarında ve fiillerinde övgüye layıktır. O, bütün bunlardan dolayı kendisine hamdedilendir.
#
{7} ثم أخبر تعالى أنَّ هذه العداوة التي أمَرَ [اللَّهُ] بها المؤمنين للمشركين ووصفهم بالقيام بها؛ أنَّهم ما داموا على شركهم وكفرهم، وأنَّهم إن انتقلوا إلى الإيمان؛ فإنَّ الحكم يدور مع علته، والمودَّة الإيمانيَّة ترجع؛ فلا تيأسوا أيُّها المؤمنون من رجوعهم إلى الإيمان؛ {فعسى اللهُ أن يجعلَ بينكم وبين الذين عادَيْتُم منهم مودةً}: سببها رجوعهم إلى الإيمان. {والله قديرٌ}: على كلِّ شيءٍ، ومن ذلك هداية القلوب وتقليبها من حال إلى حال. {والله غفورٌ رحيمٌ}: لا يتعاظمُهُ ذنبٌ أن يغفِرَه ولا [يكبر عليه] عيبٌ أن يستُرَه، {قلْ يا عبادي الذين أسْرَفوا على أنفسِهِم لا تَقْنَطوا من رحمةِ الله إنَّ اللهَ يغفرُ الذُّنوب جميعاً إنَّه هو الغفورُ الرحيمُ}. وفي هذه الآية إشارةٌ وبشارةٌ بإسلام بعض المشركين، الذين كانوا إذ ذاك أعداء للمؤمنين، وقد وقع ذلك، ولله الحمد والمنة.
7. Yüce Allah, mü’minlere, müşriklere karşı düşmanlık beslemelerini,
şirk ve küfürlerini sürdürdükçe bu düşmanlıklarını da sürdürmelerini emrettikten sonra şunu da bildirmektedir: Hüküm, ona sebep olan hususa
(illete) bağlı olduğundan dolayı, eğer onlar imana girecek olurlarsa o zaman onlara karşı iman sevgisinin beslenmesi söz konusu olur. O halde ey mü’minler, onların imana döneceklerinden yana ümit kesmeyin!
“Olur ki Allah, sizinle düşman olduğunuz o (müşrikler) arasında bir sevgi meydana getirir.” Ki bunun sebebi de onların imana dönüşleri olacaktır.
"Allah'ın” her şeye
“gücü yeter.” Kalplere hidâyet vererek onları bir halden bir hale evirip çevirmesi de buna dahildir.
“Allah Ğafûrdur, Rahîmdir.” Bağışlamayacağı büyük günah, örtmeyeceği kusur yoktur.
“De ki: Ey nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Muhakkak O, çok bağışlayıcıdır, pek merhametlidir.” (ez-Zümer, 39/53)
Bu âyet-i kerime ile o sıralarda mü’minlere düşman olan birtakım müşriklerin müslüman olacaklarına dair bir işaret ve müjde bulunmaktadır. Nitekim bu gerçekleşmiştir. Allah’a hamdolsun.
#
{8} ولمَّا نزلت هذه الآيات الكريمات المهيِّجةُ على عداوة الكافرين؛ وقعتْ من المؤمنين كلَّ موقع، وقاموا بها أتمَّ القيام، وتَأثَّموا من صِلَةِ بعض أقاربهم المشركين، وظنُّوا أنَّ ذلك داخل فيما نهى الله عنه، فأخبرهم الله أن ذلك لا يدخُلُ في المحرم، فقال: {لا ينهاكُمُ الله عن الذين لم يقاتِلوكم في الدِّينِ ولم يُخْرِجُوكم من دياركُم أن تَبَرُّوهم وتُقْسِطوا إليهم إنَّ الله يحبُّ المقسِطينَ}؛ أي: لا ينهاكم الله عن البرِّ والصِّلة والمكافأة بالمعروف والقسطِ للمشركين من أقاربكم وغيرهم؛ حيث كانوا بحالٍ لم ينتصبوا لقتالكم في الدين والإخراج من دياركم؛ فليس عليكم جناحٌ أن تَصِلوهم؛ فإنَّ صِلَتَهم في هذه الحالة لا محذورَ فيها ولا تَبِعَةَ ؛ كما قال تعالى في الأبوين الكافرين إذا كان ولدهما مسلماً: {وإن جاهَداك على أن تشرِكَ بي ما ليس لك به علمٌ فلا تُطِعْهما وصاحِبْهما في الدُّنيا معروفاً}.
8. Kâfirlere düşmanlık beslemeyi teşvik eden âyet-i kerimeler nâzil olduğunda mü’minler üzerinde gereken etkiyi yaptı, onlar bunu tam anlamı ile yerine getirdiler. Hatta müşrik birtakım akrabaları ile olan bağlarını gözetmenin dahi günah olabileceğinden çekindiler ve bunun bu yasağın kapsamına girdiğini sandılar. Yüce Allah da bu ayetle kendilerine bu tutumların Allah’ın haram kıldığı şeylerin çerçevesine girmediğini haber vermiştir. Buna göre Yüce Allah, akrabalarınızdan olsun başkalarından olsun din hususunda size karşı savaşmamış, sizi ülkelerinizden çıkarmamış durumda olan müşrik kimselere iyilikte bulunup akrabalık bağlarını gözetmenizi, onlara iyilik yapmanızı, iyiliklerine karşılık verip adaletli davranmanızı yasaklamaz.
Böylelerinin akrabalık bağını gözetmenizden dolayı sizin için günah söz konusu değildir. Bu durumda olanların bağlarını gözetmekte herhangi bir sakınca ve herhangi bir sorumluluk yoktur.
Nitekim Yüce Allah,
kâfir olan anne ve babanın müslüman olan çocuklarına hitaben şöyle buyurmaktadır: “Eğer onlar bilmediğin şeyi Bana ortak koşman için seni zorlarlarsa onlara itaat etme! Bununla beraber dünyalık hususlarda onlarla iyi geçin.” (Lokman, 31/15)
#
{9} وقوله: {إنَّما ينهاكُم اللهُ عن الذين قاتَلوكم في الدِّين}؛ أي: لأجل دينكم؛ عداوةً لدين الله ولِمَنْ قام به، {وأخْرَجوكم من دِياركم وظاهَروا}؛ أي: عاونوا غيرهم {على إخراجِكم}: نهاكم الله {أن تَوَلَّوهم}: بالنصرة والموَّدة بالقول والفعل، وأما بِرُّكم وإحسانُكم الذي ليس بتولٍّ للمشركين؛ فلم ينهكم الله عنه، بل ذلك داخلٌ في عموم الأمر بالإحسان إلى الأقارب وغيرهم من الآدميين وغيرهم، {ومن يَتَوَلَّهم} منكم {فأولئك هم الظالمونَ}: وذلك الظلمُ يكون بحسب التولِّي؛ فإنْ كان تولياً تامًّا؛ كان ذلك كفراً مخرجاً عن دائرة الإسلام وتحت ذلك من المراتب ما هو غليظٌ وما هو دونه.
9.
“Allah size ancak sizinle din hususunda savaşmış” Allah’ın dinine ve O’nun gereklerini yerine getirenlere karşı düşmanlıklarından dolayı dininize karşı savaşmış;
“sizi yurtlarınızdan çıkarmış ve çıkarılmanıza” dair başkalarına
“yardım etmiş kimseleri dost edinmenizi yasaklar.”
Böylelerine söz ve fiillerinizle yardımcı olup sevgi beslemenizi Allah size yasaklamıştır. Müşrikleri dost edinmek anlamına gelmeyecek şekildeki iyi davranışları ve iyilikte bulunmanızı ise Allah yasaklamamıştır. Aksine bu, akrabalardan olsun, akraba olmayanlardan olsun insanlara ve insanların dışındaki varlıklara iyilikte bulunma emrinin genel kapsamına girmektedir.
"Kim böylelerini dost edinirse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” Bu zulüm ise onları dost edinme oranında söz konusu olur. Eğer tam anlamı ile dost edinme söz konusu ise bu, İslâm’ın çerçevesinin dışına çıkartan küfür olur. Bunun dışında da kimisi oldukça ağır bir günah, kimisi ise daha aşağı olmak üzere pek çok mertebe vardır.
{يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا جَاءَكُمُ الْمُؤْمِنَاتُ مُهَاجِرَاتٍ فَامْتَحِنُوهُنَّ اللَّهُ أَعْلَمُ بِإِيمَانِهِنَّ فَإِنْ عَلِمْتُمُوهُنَّ مُؤْمِنَاتٍ فَلَا تَرْجِعُوهُنَّ إِلَى الْكُفَّارِ لَا هُنَّ حِلٌّ لَهُمْ وَلَا هُمْ يَحِلُّونَ لَهُنَّ وَآتُوهُمْ مَا أَنْفَقُوا وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ أَنْ تَنْكِحُوهُنَّ إِذَا آتَيْتُمُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ وَلَا تُمْسِكُوا بِعِصَمِ الْكَوَافِرِ وَاسْأَلُوا مَا أَنْفَقْتُمْ وَلْيَسْأَلُوا مَا أَنْفَقُوا ذَلِكُمْ حُكْمُ اللَّهِ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ (10) وَإِنْ فَاتَكُمْ شَيْءٌ مِنْ أَزْوَاجِكُمْ إِلَى الْكُفَّارِ فَعَاقَبْتُمْ فَآتُوا الَّذِينَ ذَهَبَتْ أَزْوَاجُهُمْ مِثْلَ مَا أَنْفَقُوا وَاتَّقُوا اللَّهَ الَّذِي أَنْتُمْ بِهِ مُؤْمِنُونَ (11)}.
10- Ey iman edenler! Mü’min kadınlar hicret ederek size geldiklerinde onları
(iman hususunda) imtihan edin. Onların imanlarını en iyi Allah bilir. Eğer onların mü’min olduğunu anlarsanız onları kâfir
(kocalarına) geri vermeyin. Ne bu
(mümin) kadınlar o
(müşrik) erkeklere helâldir, ne de o erkekler bu kadınlara helâldir. O
(müşrik kocalara) da harcadıkları
(mehirlerini) verin. Kendilerine mehirlerini verdiğiniz takdirde bu kadınları nikâhlamanız konusunda size bir vebal yoktur. Kâfir kadınları da nikâhınız altında tutmayın. Siz
(mehir olarak onlara) harcadığınızı
(müşriklerden) isteyin, o
(müşrikler) de kendi harcadıkları
(mehri) istesinler. İşte bu, Allah’ın hükmüdür. Aranızda O hükmeder. Allah Alimdir, Hakîmdir.
11- Eğer hanımlarınızdan
(dinden dönüp) kâfirlere kaçan olursa ve siz de
(onlarla yaptığınız savaşta) galip gelirseniz hanımları gitmiş olanlara harcadıkları
(mehir kadarını ganimetten) verin. İman etmiş olduğunuz Allah’tan korkup sakının.
#
{10} لما كان صلح الحديبية؛ صالَحَ النبيُّ - صلى الله عليه وسلم - المشركين على أنَّ مَن جاء منهم إلى المسلمين مسلماً؛ أنَّه يردُّ إلى المشركين، وكان هذا لفظاً عامًّا مطلقاً يدخل في عمومه النساء والرجال، فأمَّا الرجال؛ فإنَّ الله لم ينه رسولَه عن ردِّهم إلى الكفار وفاءً بالشرط وتتميماً للصلح الذي هو من أكبر المصالح، وأمَّا النساءُ؛ فلمَّا كان ردُّهنَّ فيه مفاسد كثيرةٌ؛ أمرَ المؤمنين إذا جاءهم {المؤمناتُ مهاجراتٍ}: وشَكُّوا في صدق إيمانهنَّ أن يمتحنوهنَّ ويختبروهنَّ بما يظهر به من صدقهنَّ من أيمانٍ مغلظةٍ وغيرها؛ فإنَّه يُحْتمل أن يكون إيمانُها غيرَ صادقٍ، بل رغبةً في زوج أو بلدٍ أو غير ذلك من المقاصد الدنيويِّة؛ فإنْ كُنَّ بهذا الوصف؛ تعيَّن ردُّهنَّ وفاءً بالشرط من غير حصول مفسدةٍ؛ وإن امتحنوهنَّ فوجدنَ صادقاتٍ، أو علموا ذلك منهنَّ من غير امتحانٍ؛ فلا يَرْجِعوهنَّ إلى الكفار. {لا هنَّ حلٌّ لهم ولا هم يَحِلُّون لهنَّ}: فهذه مفسدةٌ كبيرةٌ [في ردهنَّ] راعاها الشارع وراعى أيضاً الوفاء بالشرط؛ بأن يُعطوا الكفار أزواجهنَّ ما أنفقوا عليهنَّ من المهر وتوابعه عوضاً عنهنَّ، ولا جناح حينئذٍ على المسلمين أن ينكحوهنَّ، ولو كان لهنَّ أزواجٌ في دار الشرك، ولكن بشرطِ أن يؤتوهنَّ أجورهنَّ من المهر والنفقة، وكما أنَّ المسلمة لا تحلُّ للكافر؛ فكذلك الكافرة لا تحلُّ للمسلم [أن يمسكها] ما دامت على كفرها؛ غير أهل الكتاب، ولهذا قال تعالى: {ولا تُمسِكوا بعِصَم الكَوافِرِ}. وإذا نهي عن الإمساك بعصمتها؛ فالنهي عن ابتداء تزويجها أولى، {واسألوا ما أنفقتم}: أيُّها المؤمنون حين ترجِعُ زوجاتكم مرتداتٍ إلى الكفار؛ فإذا كان الكفار يأخذون من المسلمين نفقة من أسلمت من نسائهم؛ استحقَّ المسلمون أن يأخذوا مقابلة ما ذهب من زوجاتهم إلى الكفار.
وفي هذا دليلٌ على أنَّ خُروجَ البُضْع من الزوج متقوَّمٌ؛ فإذا أفسد مفسدٌ نكاح امرأة رجل برضاع أو غيره؛ كان عليه ضمانُ المهرِ.
وقوله: {ذلكم حكم الله}؛ أي: ذلكم الحكم الذي ذكره الله وبيَّنه لكم حكمُ الله؛ بيَّنه لكم ووضَّحه. {والله عليمٌ حكيمٌ}: فيعلم تعالى ما يصلح لكم من الأحكام، فيشرعه بحسب حكمته ورحمته.
10.
Hudeybiye sulhü esnasında Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem müşriklerle birlikte şu şart üzerinde anlaşmıştı: “Müşriklerden biri Müslüman olup da müslümanlara sığınacak olursa müşriklere geri verilecekti.”
Bu ifade, kapsamlı ve mutlak bir lafızdır. Bunun kapsamına kadınlar da erkekler de girer. Erkeklere gelince bu konuda Yüce Allah, onları kâfirlere geri vermeyi Rasûlüne yasaklamadı. Bu hem şarta bağlılık, hem de sulhü devam ettirmek içindi ki bu, o zaman için maslahatların en büyüğü idi.
Kadınlara gelince onları kafirlere geri vermenin pek çok zarar doğurması söz konusu olduğundan dolayı Allah, mü’minlere, mü’min kadınlar hicret ederek kendilerine geldiklerinde eğer onların imanlarının samimiyeti konusunda şüphe ederlerse oldukça ağır yeminler verdirmek ve başka yollarla samimiyetlerinin doğruluklarını ortaya çıkartacak şekilde onları sınayıp imtihan etmelerini emretti. Çünkü bu şekilde gelen bir kadının imanı samimi olmayabilirdi. Evlenmek için yahut o ülkeyi sevdiği için yahut da başka bir dünyevi maksatla bunu yapabilirdi. Eğer böyle bir dünyevi maksatla geldikleri ortaya çıkarsa, herhangi bir fesat söz konusu olmaksızın şartlara bağlı kalmak üzere onların geri verilmesi gerekirdi. Şâyet hicret eden kadınları imtihan ettikten sonra, samimi birer mü’min olduklarını görürlerse yahut imtihan etmeksizin de böyle olduklarını bilirlerse artık onları kâfirlere geri veremezler. Çünkü
“Ne bu (mümin) kadınlar o (müşrik) erkeklere helâldir, ne de o erkekler bu kadınlara helâldir.” İşte bunların geri verilmesi pek büyük bir fesattır. Şârî bunu göz önünde bulundurduğu gibi anlaşma şartını yerine getirmek üzere eski kocaları olan kâfir erkeklere bu kadınlara vermiş oldukları mehir ve buna bağlı olarak diğer harcamaları -hanımlarının ellerinden gitmeleri karşılığında- onlara geri vermeyi de emretmiştir. İşte o vakit, müslüman erkeklerin de bu kadınları -şirk diyarında eski kocaları bulunsa dahi- nikâhlamalarında bir vebal yoktur. Ancak hak ettikleri mehir ve nafakalarını vermeleri şarttır.
Müslüman bir kadın kâfir bir erkeğe helâl olmadığı gibi, aynı şekilde kâfir bir kadın da -Kitap ehli değilse-müslüman erkeğe küfrü üzere kaldığı sürece helâl değildir.
Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Kâfir kadınları da nikâhınız altında tutmayın.” Kâfir zevcelerin nikâh altında tutulmaları yasaklandığına göre böyle bir kadın ile evlenmenin yasaklanması öncelikle söz konusudur. Ey iman edenler! Hanımlarınız dinden çıkıp kâfirlere gidecek olurlarsa
“Siz (mehir olarak onlara) harcadığınızı (müşriklerden) isteyin.” Kâfirler hanımlarından müslüman olanlara yaptıkları nafaka ve harcamaları müslümanlardan isteyebildiklerine göre Müslümanlar da kendi eşlerinin kâfirlere gitmeleri dolayısı ile ellerinden gidenlerin karşılığını almaya hak kazanırlar.
Bu buyrukta şuna da delil vardır: Erkeğin hanımının elinden çıkmasının maddi bir karşılığı ve tazminatı söz konusudur. Herhangi bir kimse, bir erkeğin bir kadın ile olan nikâhını süt emzirmek veya buna benzer başka bir yolla bozacak olursa, o takdirde tazminat olarak erkeğin ödediği mehri ödemesi gerekir.
"İşte bu, Allah’ın hükmüdür” Allah’ın sözünü ettiği bu hüküm, Allah’ın size açıkladığı ve beyan ettiği hükmüdür.
“Allah Alimdir, Hakîmdir.” Yüce Allah, sizin iyiliğinize olan şer’î hükümleri bilir ve onu hikmet ve rahmetinin bir gereği olarak hükmeder.
#
{11} وقوله: {وإن فاتَكم شيءٌ من أزواجِكم إلى الكفَّار}: بأن ذهبنَ مرتدَّاتٍ، {فعاقبتُم فآتوا الذين ذهبتْ أزواجُهم مثل ما أنفقوا}: كما تقدَّم أنَّ الكفار إذا كانوا يأخذون بدل ما يفوت من أزواجهم إلى المسلمين؛ فمن ذهبت زوجتُه من المسلمين إلى الكفار، وفاتت عليه؛ فعلى المسلمين أن يعطوه من الغنيمة بدل ما أنفق. {واتَّقوا الله الذي أنتم به مؤمنونَ}: فإيمانكم بالله يقتضي منكم أن تكونوا ملازمين للتقوى على الدَّوام.
11.
“Eğer hanımlarınızdan kâfirlere” dinden dönüp onlara gitmek suretiyle
“kaçan olursa ve siz de (onlarla yaptığınız savaşta) galip gelirseniz hanımları gitmiş olanlara harcadıkları (mehir kadarını ganimetten) verin.” Az önce geçtiği gibi eğer kâfirler müslümanlara giden hanımları dolayısı ile kaybettiklerinin karşılığını müslümanlardan isteyip alıyor iseler, müslümanlar da içlerinden hanımı kâfirlere giden kimselere yaptıkları harcamaların bedelini ganimetten vermeleri gerekir.
"İman etmiş olduğunuz Allah’tan korkup sakının.” Yani Allah’a iman etmeniz sürekli olarak takvâya bağlı kalmanızı ve ondan ayrılmamanızı gerektirir.
{يَاأَيُّهَا النَّبِيُّ إِذَا جَاءَكَ الْمُؤْمِنَاتُ يُبَايِعْنَكَ عَلَى أَنْ لَا يُشْرِكْنَ بِاللَّهِ شَيْئًا وَلَا يَسْرِقْنَ وَلَا يَزْنِينَ وَلَا يَقْتُلْنَ أَوْلَادَهُنَّ وَلَا يَأْتِينَ بِبُهْتَانٍ يَفْتَرِينَهُ بَيْنَ أَيْدِيهِنَّ وَأَرْجُلِهِنَّ وَلَا يَعْصِينَكَ فِي مَعْرُوفٍ فَبَايِعْهُنَّ وَاسْتَغْفِرْ لَهُنَّ اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (12)}.
12- Ey Peygamber! Mü’min kadınlar sana gelip Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık yapmamaları, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleri ve ayakları arasından bir iftira uydurmamaları ve meşru hiçbir hususta sana isyan etmemeleri üzere sana biat ettikleri vakit biatlerini kabul et ve onlar için Allah’tan mağfiret dile! Şüphesiz Allah, Ğafûrdur, Rahîmdir.
#
{12} هذه الشروط المذكورة في هذه الآية تسمَّى مبايعة النساء، اللاتي كنَّ يبايِعْنَّ على إقامة الواجبات المشتركة التي تجب على الذُّكور والنساء في جميع الأوقات، وأما الرجال؛ فيتفاوتُ ما يلزمُهم بحسب أحوالهم ومراتبهم وما يتعيَّن عليهم، فكان النبيُّ - صلى الله عليه وسلم - يمتثل ما أمره الله [به]، فكان إذا جاءته النساءُ يبايِعْنَه والتزمن بهذه الشروط؛ بايَعَهُنَّ وجَبَرَ قلوبَهُنَّ، واستغفر لهنَّ الله فيما يحصل منهنَّ من التقصير وأدخلهنَّ في جملة المؤمنين، {على أن لا يُشْرِكنَ بالله شيئاً}: بل يفرِدْنَ الله وحده بالعبادة، {ولا يَقْتُلْنَ أولادهنَّ}: كما يجري لنساء الجاهليَّة الجهلاء، {ولا يَزْنينَ}: كما كان ذلك موجوداً كثيراً في البغايا وذوات الأخدان، {ولا يأتين ببُهتانٍ يفترينَه بين أيديهنَّ وأرجُلهنَّ}: والبهتان الافتراء على الغير؛ أي: لا يفترين بكلِّ حالة، سواءً أتعلَّقت بهنَّ مع أزواجهنَّ أو تعلَّق ذلك بغيرهم، {ولا يَعْصينَكَ في معروفٍ}؛ أي: لا يعصينك في كلِّ أمرٍ تأمرهنَّ به؛ لأنَّ أمرك لا يكون إلاَّ بمعروفٍ، ومن ذلك طاعتهنَّ لك في النهي عن النياحة وشقِّ الجيوب وخمش الوجوه والدُّعاء بدعوى الجاهلية، {فبايِعْهُنَّ}: إذا التزمنَ بجميع ما ذُكِر، {واستَغْفِرْ لهنَّ اللهَ}: عن تقصيرهنَّ وتطييباً لخواطرهنَّ. {إنَّ الله غفورٌ}؛ أي: كثير المغفرة للعاصين والإحسان إلى المذنبين التائبين. {رحيمٌ}: وسعت رحمتُه كلَّ شيءٍ وعمَّ إحسانُه البَرايا.
12. Bu âyet-i kerimede sözü geçen şartlar
“kadınlar biati” diye adlandırılır. Mü’min kadınlar, bu şartlar ile hem erkeklere, hem de kadınlara her zaman için farz olan bu ortak görevleri yerine getirmek üzere biatleşiyorlardı. Erkeklere gelince onların durumları ve mertebeleri, onlar için muayyen olarak yapılması gereken vazifeler açısından farklılıklar arz etmektedir.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Allah’ın kendisine vermiş olduğu bu emri yerine getirir, kadınlar ona biat etmek üzere gelip bu şartlara bağlı kalacaklarını bildirdiklerinde o da onlarla biatleşir, böylelikle gönüllerini hoş eder, onlardan hasıl olacak kusurlar dolayısı ile Allah’tan onlar için mağfiret diler ve onların da mü’minler arasına katılmasını sağlardı.
"Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamaları” aksine yalnızca Allah’a ibadet etmeleri;
“hırsızlık yapmamaları” fahişe ve gizli dost edinen kadınlarda çokça görüldüğü üzere
“zina etmemeleri”;
Cahiliye döneminin cahil kadınlarının yaptığı şekilde kız çocuklarını diri diri gömmek sureti ile
“çocuklarını öldürmemeleri”;
“Elleri ve ayakları arasından bir iftira uydurmamaları” Buradki iftira, başkasına iftira etmektir. Yani ister kocaları ile ilgili olsun, ister başkaları ile ilgili olsun hiçbir durumda ifira etmemelidirler.
“Ve meşru hiçbir hususta sana isyan etmemeleri üzere” kendilerine verdiğin bütün emirlerde sana isyan etmemek üzere.. demektir. Çünkü Allah Rasulü ancak meşru olanı emreder. Ölüler için ağıt yakıp yakalarını yırtmayacaklarına, yüzlerini tırmalamayacaklarına, cahiliye bedduaları etmeyeceklerine dair koyacağın yasaklarda sana itaat etmeleri de bu kapsama dahildir.
“...sana biat ettikleri vakit” sözü geçen bütün bu hususlara bağlı kalmayı taahhüt ettikleri takdirde
“biatlerini kabul et ve onlar için” kusurları dolayısı ile ve gönüllerini hoş etmek için
“Allah’tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah Ğafûrdur.” isyankârları çok mağfiret edip onları bağışlayandır, tevbe eden günahkârlara çokça iyilikte bulunandır.
"Rahîmdir.” O’nun rahmeti her şeyi kuşatmıştır. İyilikleri bütün mahlukatı kapsamıştır.
{يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَوَلَّوْا قَوْمًا غَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ قَدْ يَئِسُوا مِنَ الْآخِرَةِ كَمَا يَئِسَ الْكُفَّارُ مِنْ أَصْحَابِ الْقُبُورِ (13)}.
13- Ey iman edenler! Allah’ın kendilerine gazap ettiği bir toplumu dost edinmeyin. Nitekim onlar, kabirdeki kâfirlerin
(hayırdan yana) ümit kestikleri gibi âhiretten ümit kesmişlerdir.
#
{13} أي: يا أيُّها المؤمنون إن كنتُم مؤمنين بربِّكم، ومتَّبعين لرضاه، ومجانبين لسخطه، {لا تَتَوَلَّوا قوماً غضب الله عليهم}: وإنَّما غضب عليهم لكفرهم، وهذا شاملٌ لجميع أصناف الكفار، {قد يَئِسوا من الآخرةِ}؛ أي: قد حُرِموا من خير الآخرة، فليس لهم منها نصيبٌ؛ فاحذروا أن تَتَوَلَّوهم فتوافقوهم على شرِّهم وشركهم ، فتُحرموا خير الآخرة كما حُرِمُوا. وقوله: {كما يئِس الكفَّار من أصحاب القبور}: حين أفضوا إلى الدار الآخرة، وشاهدوا حقيقة الأمر، وعلموا علم اليقين أنَّهم لا نصيب لهم منها.
ويُحتمل أنَّ المعنى: قد يئسوا من الآخرة؛ أي: قد أنكروها وكفروا بها؛ فلا يُسْتَغربُ حينئذٍ منهم الإقدام على مساخط الله وموجباتِ عذابِه، وإياسهم من الآخرة كما يئس الكفارُ المنكرون للبعث في الدُّنيا من رجوع أصحاب القبور إلى الله تعالى.
13. Yani ey iman edenler! Sizler gerçekten Rabbinize iman eden, O’nun rızasına uyan ve O’nu gazaplandıran şeylerden uzak duran kimseler iseniz
“Allah’ın kendilerine gazap ettiği bir toplumu dost edinmeyin.” Onlara gazap etmesi ise küfürlerinden dolayıdır. Bu da küfrün bütün türlerini kapsamına alır.
"Nitekim onlar, kabirdeki kâfirlerin
(hayırdan yana) ümit kestikleri gibi âhiretten ümit kesmişlerdir.” Yani kabirdekiler, âhiret yurduna gidip işin hakikatini gördüklerinde, kesin olarak kendilerinin âhirette hayır namına hiçbir pay sahibi olmadıklarını anlayıp bundan yana ümit kestikleri gibi Allah’ın gazabına uğramış olan kimseler de âhiretin her türlü hayrından mahrumdurlar. Onların âhirette hiçbir payları yoktur. İşte böylelerini, dost edinmekten sakının, kötülükleri ve şirkleri hususunda onlara uymayın. O takdirde tıpkı onların mahrum kalışı gibi; siz de âhiret hayrından mahrum kalırsınız.
Anlamın
“Nitekim onlar kâfirlerin kabirdekilerden ümit kestikleri gibi âhiretten ümit kesmişlerdir” şeklinde olma ihtimali de vardır. Yani kâfirler âhireti inkâr etmiş ve onu reddetmişlerdir. O nedenle onların Allah’ı gazaplandıran ve azabını gerektiren şeyleri yapmaya kalkışmaları garip karşılanmaz. Zira onlar tıpkı dünyada iken ölümden sonra dirilişi inkâr eden kâfirlerin kabirde bulunanların dirilip Allah’ın huzuruna toplanmalarından ümit kestikleri gibi âhiretten yana ümit kesen kimselerdirler.
Mümtehine Sûresi’nin tefsiri burada sona ermektedir. Doğruyu en iyi bilen Allah’tır.
***