Ayet:
55- RAHMAN SÛRESİ
55- RAHMAN SÛRESİ
(Mekke’de inmiştir. 78 âyettir)
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adı ile.
Ayet: 1 - 13 #
{الرَّحْمَنُ (1) عَلَّمَ الْقُرْآنَ (2) خَلَقَ الْإِنْسَانَ (3) عَلَّمَهُ الْبَيَانَ (4) الشَّمْسُ وَالْقَمَرُ بِحُسْبَانٍ (5) وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ (6) وَالسَّمَاءَ رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْمِيزَانَ (7) أَلَّا تَطْغَوْا فِي الْمِيزَانِ (8) وَأَقِيمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ وَلَا تُخْسِرُوا الْمِيزَانَ (9) وَالْأَرْضَ وَضَعَهَا لِلْأَنَامِ (10) فِيهَا فَاكِهَةٌ وَالنَّخْلُ ذَاتُ الْأَكْمَامِ (11) وَالْحَبُّ ذُو الْعَصْفِ وَالرَّيْحَانُ (12) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (13)}.
1- Rahmân, 2- Kur’ân’ı öğretti; 3- İnsanı yarattı; 4- Ona beyânı öğretti. 5- Güneş ve ay, bir hesap ile hareket eder. 6- Yıldızlar ve ağaçlar da secde ederler. 7- Göğü O yükseltti ve mîzânı/adaleti de O koydu. 8,9- Bu, terazide haksızlık yapmayın; tartıyı adaletle dosdoğru yapın ve terazide eksiltme yapmayın diyedir. 10- Yeri de (orada yaşayan) varlıklar için (yaratıp düzene) koydu. 11- Orada meyveler ve tomurcuklu hurma ağaçları vardır. 12- Saplı tahıllar ve hoş kokulu bitkiler de vardır. 13- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
#
{1} هذه السورة الكريمة الجليلةُ افتتحها باسمه الرحمن، الدالِّ على سعة رحمته وعموم إحسانه وجزيل برِّه وواسع فضله، ثم ذَكَرَ ما يدلُّ على رحمته وأثرها الذي أوصله الله إلى عباده من النعم الدينيَّة والدنيويَّة والأخرويَّة، وبعد كل جنس ونوع من نعمه ينبِّه الثقلين لشكره ويقول: {فبأيِّ آلاء ربِّكما تكذِّبان}.
1. Bu sûre-i celileyi Yüce Allah, rahmetinin genişliğine, ihsanının kapsamına, lütuf ve iyiliklerinin çokluğuna delâlet eden “Rahmân” ismi ile başlatmaktadır. Daha sonra kullarına ihsan etmiş olduğu rahmetine ve rahmetinin etkilerine delil olan dinî, dünyevî ve uhrevî nimetlerini söz konusu etmektedir. Bunun ardından cinlerin ve insanların kendisine şükretmeleri için nimetlerinin her bir türüne dikkatlerini çekmekte ve: “O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?” diye sormaktadır.
#
{2} فذكر أنه: {علم القرآن}؛ أي: علَّم عباده ألفاظه ومعانيه ويسَّرها على عباده، وهذا أعظم منَّة ورحمة رحم بها العباد، حيث أنزل عليهم قرآناً عربياً بأحسن الألفاظ وأوضح المعاني ، مشتملٌ على كلِّ خير، زاجرٌ عن كلِّ شرٍّ.
2. Allah, kullarına lafız ve manaları ile “Kur’ân’ı öğretti”ğini ve bunları öğrenmeyi kolaylaştırdığını bildirmektedir. Bu, Allah’ın kullarına merhametinden ihsan etmiş olduğu en büyük lütuf ve rahmettir. Çünkü onlara en güzel lafızlarla, en açık anlamlarla, her türlü hayrı içeren, her türlü kötülükten sakındıran Arapça bir Kur’ân indirmiştir.
#
{3 ـ 4} {خلق الإنسان}: في أحسن تقويم، كامل الأعضاء، مستوفَى الأجزاء، محكم البناء، قد أتقن البارئ تعالى البديع خلقه أيَّ إتقان، وميَّزه على سائر الحيوانات بأن {علَّمه البيانَ}؛ أي: التبيين عمَّا في ضميره. وهذا شاملٌ للتعليم النُّطقيِّ والتعليم الخطِّيِّ؛ فالبيان الذي ميَّز الله به الآدميَّ على غيره من أجلِّ نعمه وأكبرها عليه.
3-4. “İnsanı” en güzel bir surette, azaları mükemmel, organları tastamam, yapısı pek sağlam olarak “yarattı.” Yoktan var eden Yüce Allah, onun yaratılışını çok itinalı ve sağlam yaratmıştır. 4. Yine “ona beyânı” öğretmek suretiyle onu diğer canlılardan pek üstün ve ayrıcalıklı kılmıştır. Beyan, içindekileri açıklayabilme gücüdür. Bu, hem konuşmayı hem de yazı yazmayı öğrettiğini ifade etmektedir. Yüce Allah’ın Âdemoğullarını kendisi vasıtasıyla diğer varlıklardan üstün ve ayrıcalıklı kıldığı beyân, ona ihsan etmiş olduğu nimetlerinin en değerlilerinden ve en büyüklerindendir.
#
{5} {الشمسُ والقمرُ بحُسْبانٍ}؛ أي: خلق الله الشمس والقمر وسخَّرهما يجريان بحساب مقنَّن وتقدير مقدَّر رحمةً بالعباد وعنايةً بهم، وليقوم بذلك من مصالحهم ما يقوم، وليعرفوا عدد السنين والحساب.
5. Yani Yüce Allah, güneşi ve ayı yaratmış, kullarına olan rahmetinin ve onlara gösterdiği inayetin bir tecellisi olarak onları belli bir kanuna, hesaba, belli bir ölçüye bağlı kılmıştır. Her ikisi de kulların hizmetine boyun eğmiş bir halde akıp giderler. Böylelikle onların bu ikisine bağlı olan maslahatları gerçekleşir, yılların sayısını ve hesabı bilirler.
#
{6} {والنجم والشجر يسجُدان}؛ أي: نجوم السماء وأشجار الأرض تعرِفُ ربَّها وتسجُد له وتطيع وتخضع وتنقاد لما سخَّرها له من مصالح عباده ومنافعهم.
6. Gökteki “yıldızlar ve” yerdeki “ağaçlar da” Rabbini bilir ve anarlar. O’na “secde ederler.” İtaat edip boyun eğerler. O’nun kendilerini amade kıldığı ve kulların maslahat ve menfaatlerine yönelik vazifelerine itaatle boyun eğerler.
#
{7 ـ 8} {والسماء رفعها}: سقفاً للمخلوقات الأرضيَّة، {ووضع} [اللَّه] {الميزان}؛ أي: العدل بين العبادِ في الأقوال والأفعال، وليس المراد به الميزان المعروف وحده، بل هو كما ذكرنا؛ يدخل فيه الميزان المعروف والمكيال الذي تُكال به الأشياء والمقادير والمساحات التي تُضْبَط بها المجهولات والحقائق التي يُفْصَل بها بين المخلوقات ويُقام بها العدل بينهم، ولهذا قال: {ألاَّ تَطْغَوْا في الميزان}؛ أي: أنزل الله الميزان لئلاَّ تتجاوزوا الحدَّ في الميزان؛ فإنَّ الأمر لو كان يرجع إلى عقولكم وآرائكم؛ لحصل من الخلل ما الله به عليم، ولفسدت السماواتُ والأرض ومن فيهنَّ.
7. “Göğü” yeryüzündeki yaratıkların tavanı olmak üzere “O yükseltti ve mîzânı” söz ve fiillerde insanlar arasında adaleti “O koydu.” “Mîzân”dan kasıt, sadece bildiğimiz terazi değildir. Belirttiğimiz gibi bunun kapsamına hem bilinen terazi, hem eşyanın, miktarların, alanların ve bilinmeyen hususlarının ölçülüp tespit edildiği her türlü ölçüler girer, hem de kullar arasındaki anlaşmazlıkların hükme bağlandığı ve aralarında kendisi ile adaletin sağlandığı hakikat ölçüleri girer. Bundan dolayı Yüce Allah devamla şöyle buyurmaktadır:
#
{9} {وأقيموا الوزنَ بالقسطِ}؛ أي: اجعلوه قائماً بالعدل، الذي تصل إليه مقدرتكم وإمكانكم، {ولا تُخْسِروا الميزانَ}؛ أي: لا تنقصوه وتعملوا بضدِّه، وهو الجور والظلم والطغيان.
8-9. “Bu, terazide haksızlık yapmayın.” Allah, mîzânı/adaleti onda haddi aşmayasınız diye indirdi. Çünkü mesele, sizin akıl ve görüşlerinize havale edilmiş olsaydı ancak Yüce Allah’ın bilebileceği pek çok dengesizlikler ortaya çıkardı. Göklerin, yerin ve onlarda bulunanların hepsinin düzeni bozulurdu. "Tartıyı adaletle, dosdoğru yapın.” Gücünüz ve imkânınız çerçevesinde tartılarınız adaletli olsun. "Ve terazide eksiltme yapmayın.” Hakları eksik vermeyin. Mizanın/adaletin aksi olan haksızlığa, zulüm ve haddi aşmaya yönelmeyin.
#
{10} {والأرضَ وضعها}: الله على ما كانت عليه من الكثافة والاستقرار واختلاف أوصافها وأحوالها {للأنام}؛ أي: للخلق؛ لكي يستقرُّوا عليها، وتكون لهم مهاداً وفراشاً، يبنون بها ويحرُثون ويغرِسون ويحفرون، ويسلكون سُبُلَها فجاجاً، وينتفعون بمعادنها، وجميع ما فيها مما تدعو إليه حاجتهم بل ضرورتهم.
10. Allah, yeryüzünü mahlukatın faydasına olmak üzere sahip olduğu yoğunluk, yerleşmeye elverişlilik, farklı nitelik ve durumlar gibi özelliklere sahip kıldı. Ta ki orada yerleşsinler, onlar için orası üzerinde bina yapacakları, ekip dikme imkânı bulacakları bir döşek olsun. Orayı kazabilsinler, yollarını izleyebilsinler, madenleri ile ve orada bulunan ihtiyaç duydukları, hatta kendileri için zorunlu olan her şeyden yararlansınlar diye böyle yaptı.
Daha sonra Yüce Allah oradaki zorunlu temel gıdaları söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:
#
{11} {فيها فاكهةٌ}: وهي جميع الأشجار التي تثمر الثمراتِ التي يتفكَّه بها العبادُ من العنب والتين والرمان والتُّفاح وغير ذلك، {والنَّخْلُ ذاتُ الأكمام}؛ أي: ذات الوعاء الذي ينفلق عن القِنْوان التي تَخْرُجُ شيئاً فشيئاً حتى تتمَّ فتكون قوتاً يدَّخر ويؤكل ويتزوَّد منه المقيم والمسافر وفاكهةً لذيذةً من أحسن الفواكه.
11. “Orada meyveler” kulların meyve olarak yedikleri üzüm, incir, nar, elma ve bunun dışındaki meyve veren bütün ağaçlar “ve tomurcuklu hurma ağaçları vardır.” Yani olgunlaşıncaya kadar içinden yavaş yavaş salkımların çıktığı tomurcuk kapları bulunan hurma ağaçları vardır. Bu da hem saklanabilecek, hem taze olarak yenilebilecek bir gıdadır. Hem de gerek ikamet edenin, gerek yolculukta bulunanın azığıdır. Aynı zamanda en güzel meyvelerden lezzetli bir meyvedir.
#
{12} {والحبُّ ذو العصفِ}؛ أي: ذو الساق الذي يُداس فينتفع بتبنه للأنعام وغيرها، ويدخل في ذلك حبُّ البُرِّ والشعير والذُّرة والأرز والدخن وغير ذلك، {والريحانُ}: يُحتمل أنَّ المراد به جميع الأرزاق التي يأكلها الآدميُّون، فيكون هذا من باب عطف العامِّ على الخاصِّ، ويكون الله [تعالى] قد امتنَّ على عباده بالقوت والرزق عموماً وخصوصاً. ويُحتمل أنَّ المراد بالريحان الريحان المعروف، وأنَّ الله امتنَّ على عباده بما يسَّره في الأرض من أنواع الروائح الطيبة والمشامِّ الفاخرة التي تسرُّ الأرواح وتنشرح لها النفوس.
12. “Saplı tahıllar” yani dövülen, saplı taneler vardır. Bunların samanlarından hayvanlar ve başka şeyler için faydalanılır. Bunun kapsamına buğday, arpa, mısır, pirinç, darı vb. girmektedir. "Ve hoş kokulu bitkiler de vardır.” Bununla insanların yedikleri bütün rızıkların kastedilmiş olma ihtimali vardır. O zaman bu, genel olanın özel olana atfedilmesi kabilinden bir ifade olur. Buan göre Yüce Allah kullarına ihsan etmiş olduğu temel gıda ve rızıkları hem genel, hem de özel türleri ile zikrederek lütfunu hatırlatmaktadır. “Hoş kokulu bitki”den bildiğimiz reyhan/fesleğenin kastedilmiş olma ihtimali de vardır. Allah, bunu zikrederek kullarına olan lütfunu hatırlatmaktadır. Çünkü ruhlara sevinç veren, nefisleri rahatlatan oldukça değerli ve pek hoş olan çeşitli kokuları elde etmeyi Yüce Allah kolaylaştırmıştır.
#
{13} ولما ذَكَرَ جملةً كثيرةً من نعمه التي تشاهد بالأبصار والبصائر، وكان الخطابُ للثَّقلين الجن والإنس؛ قررهم تعالى بنعمه، فقال: {فبأيِّ آلاءِ ربِّكما تكذِّبانِ}؛ أي: فبأيِّ نعم الله الدينيَّة والدنيويَّة تكذِّبان؟ وما أحسن جواب الجن حين تلا عليهم النبيُّ - صلى الله عليه وسلم - هذه السورة؛ فكلَّما مرَّ بقوله: {فبأيِّ آلاءِ ربِّكما تكذِّبان}؛ قالوا: ولا بشيءٍ من آلائك ربنا نكذِّبُ؛ فلك الحمد. فهكذا ينبغي للعبد إذا تليت عليه نعم الله وآلاؤه أن يُقِرَّ بها ويشكر ويحمد الله عليها.
13. Allah, hem gözlerle hem basiretlerle müşahade edilen pek çok nimetini hatırlattıktan sonra ve hitap da cin ve insanlara yönelik olduğundan dolayı kendi nimetlerini onlara itiraf ettirmek üzere şöyle buyurmaktadır: “O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?” Yani Allah'ın dini ve dünyevi hangi nimetini inkar edebilirsiniz? Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu sureyi cinlere okuduğunda onların bu soruya ne güzel cevap vermişlerdir. Zira Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu ayeti okuduğu her defasında onlar: “Ey Rabbimiz, senin nimetlerinden hiçbir şeyi yalanlayamayız. Hamd yalnız Sana’dır” demişlerdir. İşte Yüce Allah’ın bu tür nimet ve lütufları kula karşı okunduğu vakit kulun, bu şekilde onları itiraf etmesi, onlara şükretmesi ve bunlardan dolayı Allah’a hamdetmesi gerekir.
Daha sonra Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
Ayet: 14 - 16 #
{خَلَقَ الْإِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ كَالْفَخَّارِ (14) وَخَلَقَ الْجَانَّ مِنْ مَارِجٍ مِنْ نَارٍ (15) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (16)}.
14- İnsanı çömlek gibi pişmiş kuru bir çamurdan yarattı. 15- Cinleri de ateşten bir karışımdan yarattı. 16- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
#
{14} وهذا من نعمه تعالى على عباده؛ حيث أراهم من آثارِ قدرتِهِ وبديع صنعته أنْ {خَلَقَ} أبا {الإنسان}، وهو آدم عليه السلام، {من صلصالٍ كالفخَّارِ}؛ أي: من طينٍ مبلول، قد أحكم بلَّه وأتقن، حتى جفَّ فصار له صلصلةٌ وصوتٌ يشبه صوت الفخَّار، وهو الطين المشويُّ.
14. Bu da Yüce Allah’ın kullarına olan nimetlerinden birisidir. Onlara kudretinin ve harikulâde sanatının birtakım eserlerini göstermektedir. Şöyle ki O, “insanı” yani ataları olan Âdem aleyhisselam’ı “çömlek gibi pişmiş kuru bir çamurdan yarattı.” Yani önce su ile son derece sağlam ve ölçülü bir şekilde ıslatılmış, sonra kuruyuncaya kadar bırakılıp arkasından tıpkı ateşte pişirilmiş çamurdan yapılmış testi sesini andıran bir ses verecek hale gelmiş olan çamurdan yarattı.
#
{15} {وخلق الجانَّ}؛ أي: أبا الجنِّ، وهو إبليس لعنه الله {من مارج من نارٍ}؛ أي: من لهب النار الصافي، أو الذي قد خالطه الدخان. وهذا يدلُّ على شرف عنصر الآدميِّ المخلوق من الطين والتراب، الذي هو محل الرزانة والثقل والمنافع؛ بخلاف عنصر الجانِّ، وهو النار، التي هي محلُّ الخفَّة والطيش والشرِّ والفساد.
15. “Cinleri” yani onların ataları olan melun İblis’i “de ateşten bir karışımdan yarattı.” Yani saf ateş alevinden yahut da kısmen dumanın karışmış olduğu alevden yarattı. Bu da ağırbaşlılığın, ağırlığın ve pek çok menfaatlerin yeri olan toprak ve çamurdan yaratılmış olan Âdem’in mayasının şerefli olduğuna delildir. Cinlerin mayasını teşkil eden ateş ise böyle değildir. Çünkü o; hafifliğin, gelişigüzel hareketlerin, kötülüğün ve fesadın kaynağıdır.
#
{16} ولما بيَّن خَلْقَ الثَّقَلَين ومادة ذلك ، وكان ذلك مِنَّةً منه تعالى عليهم ؛ قال: {فبأيِّ آلاءِ ربِّكما تكذِّبانِ}؟!
16. Yüce Allah, cin ve insanların yaratılışını açıkladıktan ve bunların yaratılış maddesini belirttikten sonra bunun kendilerine bir lütuf ve ihsanı olmasından dolayı: “O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?” buyurmaktadır.
Ayet: 17 - 18 #
{رَبُّ الْمَشْرِقَيْنِ وَرَبُّ الْمَغْرِبَيْنِ (17) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (18)}.
17- O, hem iki doğunun Rabbidir, hem de iki batının Rabbidir. 18- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
#
{17 ـ 18} أي: هو تعالى ربُّ كلِّ ما أشرقت عليه الشمس والقمر والكواكب النيِّرة، وكلِّ ما غربت عليه، وكلِّ ما كانا فيه؛ فالجميع تحت تدبيره وربوبيته، وثنَّاهما هنا باعتبار مشارقها شتاءً وصيفاً. والله أعلم.
17-18. Yani güneşin, ayın ve parlak yıldızların hem aydınlattığı ve hem üzerlerine battığı şeylerin hem de bunların içinde bulunan her bir şeyin yüce Rabbi O’dur, hepsi O’nun iradesi ve rubûbiyeti altındadır. Burada doğu ve batının “iki” olarak belirtilmesi, yazın ve kışın doğuş yerleri itibari iledir. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.
Ayet: 19 - 23 #
{مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ يَلْتَقِيَانِ (19) بَيْنَهُمَا بَرْزَخٌ لَا يَبْغِيَانِ (20) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (21) يَخْرُجُ مِنْهُمَا اللُّؤْلُؤُ وَالْمَرْجَانُ (22) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (23)}.
19- O iki denizi birbirlerine kavuşacak şekilde salıverdi. 20- Ama aralarında bir engel vardır (ki onu aşıp birbirlerine) karışmazlar. 21- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? 22- O iki denizden de inci ve mercan çıkar. 23- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
#
{19 ـ 23} المراد بالبحرين: البحر العذب والبحر المالح؛ فهما يلتقيان [كلاهما]، فيصبُّ العذب في البحر المالح ويختلطان ويمتزجان، ولكنَّ الله تعالى جعل بينهما برزخاً من الأرض، حتى لا يبغي أحدهما على الآخر، ويحصُلَ النفع بكلٍّ منهما؛ فالعذب منه يشربون وتشرب أشجارهم وزروعهم وحروثهم، والملح به يطيبُ الهواء ويتولَّد الحوت والسمك واللؤلؤ والمرجان، ويكون مستقرًّا مسخراً للسفن والمراكب، ولهذا قال:
19-23. İki denizden kasıt, tatlı sular ile tuzlu olan denizlerdir. Bunlar birbirlerine kavuşurlar. Tatlı su, tuzlu denizlere akar ve bunlar bir araya gelirler. Ancak Yüce Allah, bunlar arasında yeryüzünü bir engel kılmıştır ki, biri diğerine taşıp baskın gelmesin ve böylelikle her ikisinden de yararlanmak mümkün olsun. Tatlı sulardan içerler, ağaçlarını, ekinlerini ve tarlalarını onunla sularlar. Tuzlu su ile hava temizlenir, balıklar ürer, inci ve mercan bulunur. Ayrıca denizler, gemiler ve diğer deniz araçlarının yol alabilecekleri şekilde amade kılınmıştır. Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
Ayet: 24 - 25 #
{وَلَهُ الْجَوَارِ الْمُنْشَآتُ فِي الْبَحْرِ كَالْأَعْلَامِ (24) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (25)}.
24- Denizde dağlar gibi akıp giden (insanlar tarafından) yapılmış gemiler de O’nundur. 25- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
#
{24 ـ 25} أي: وسخَّر تعالى لعباده السفن الجواري التي تمخرُ البحر وتشقُّه بإذن الله، التي ينشئها الآدميون، فتكون من عِظَمِها وكبرها كالأعلام، وهي الجبال العظيمة، فيركبها الناس، ويحملون عليها أمتعتهم وأنواع تجاراتهم وغير ذلك ممّا تدعو إليه حاجتهم وضرورتهم، وقد حفظها حافظُ السماواتِ والأرض، وهذه من نعم الله الجليلة، ولهذا قال: {فبأيِّ آلاء ربِّكما تكذِّبان}؟!
24. Yüce Allah, insanoğullarının inşa ettikleri ve izni ile denizi yarıp giden gemileri kullarının faydasına amade kılmıştır. Bu gemiler, büyüklükleri dolayısı ile adeta büyük dağlar gibidirler. İnsanlar bunlara biner, üzerinlerinde eşyalarını ve çeşitli ticaret mallarını, bunun dışında ihtiyaç duydukları, hatta zaruri gördükleri daha başka şeylerini de taşırlar. Gökleri ve yeri koruyan Allah, bunları da korur. 25. İşte bu da Yüce Allah’ın pek büyük ve değerli nimetlerindendir. Bundan dolayı Yüce Allah: “O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?” buyurmaktadır.
Ayet: 26 - 28 #
{كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ (26) وَيَبْقَى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ (27) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (28)}.
26- O (yeryüzü) üzerindeki herkes yok olacaktır. 27- Rabbinin celâl ve ikrâm sahibi yüzü ise baki kalacaktır. 28- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
#
{26 ـ 28} أي: كلُّ مَن على الأرض من إنسٍ وجنٍّ ودوابٍّ وسائر المخلوقات يفنى [ويموت] ويبيد، ويبقى الحيُّ الذي لا يموت، {ذو الجلال والإكرام}؛ أي: ذو العظمة والكبرياء والمجد، الذي يعظَّم ويبجَّل ويجلُّ لأجله، والإكرام الذي هو سعة الفضل والجود، الذي يكرم أولياءه وخواصَّ خلقه بأنواع الإكرام، الذي يكرِمُه أولياؤه ويجلُّونه ويعظِّمونه ويحبُّونه وينيبون إليه ويعبدونه. {فبأيِّ آلاء ربِّكما تكذِّبانِ}؟!
26-28. Yeryüzünde bulunan insan, cin, hayvan ve diğer bütün yaratıklar ölecek, yok olup gidecekler. Oysa asla ölmeyece olan kamil hayat sahibi ise baki kalacaktır. O, “celâl ve ikrâm sahibi” yani azamet, kibriyâ ve şeref sahibidir. Bundan dolayı O, ta’zim edilip yüceltilir. Yine ikram, yani geniş lütuf ve kerem sahibidir. Dostlarını ve has kullarını türlü ikramlarla donatır. Gerçek dostları da O’na saygı ve tazimde bulunurlar, O’nu yüceltirler, severler ve O’na yönelip ibadet ederler. “O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?”
Ayet: 29 - 30 #
{يَسْأَلُهُ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ (29) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (30)}.
29- Göklerde ve yerde bulunan herkes O’ndan istekte bulunur. O her gün bir iştedir. 30- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
#
{29 ـ 30} أي: هو الغنيُّ بذاته عن جميع مخلوقاته، وهو واسعُ الجود والكرم، فكلُّ الخلق مفتقرون إليه، يسألونه جميع حوائجهم بحالهم ومقالهم، ولا يستغنون عنه طرفةَ عينٍ ولا أقلَّ من ذلك، وهو تعالى {كلَّ يوم هو في شأنٍ}: يغني فقيراً ويجبرُ كسيراً ويعطي قوماً، ويمنع آخرينَ، ويميتُ، ويُحيي، ويخفض، ويرفع ، لا يشغلُه شأنٌ عن شأنٍ، ولا تغلِّطُه المسائل، ولا يبرِمُه إلحاح الملحين، ولا طول مسألةِ السائلين. فسبحان الكريم الوهَّاب، الذي عمَّت مواهبه أهل الأرض والسماواتِ، وعمَّ لطفه جميع الخلق في كلِّ الآنات واللحظات، وتعالى الذي لا يمنعه من الإعطاء معصيةُ العاصين ولا استغناءُ الفقراء الجاهلين به وبكرمِهِ. وهذه الشؤون التي أخبر أنَّه [تعالى] {كلَّ يوم هو في شأنٍ}: هي تقاديره وتدابيره التي قدَّرها في الأزل وقضاها، لا يزال تعالى يمضيها وينفذها في أوقاتها التي اقتضتها حكمته، وهي أحكامُه الدينيَّة التي هي الأمر والنهي، والقدريَّة التي يُجريها على عباده مدَّة مقامهم في هذه الدار، حتى إذا تمَّتْ هذه الخليقة، وأفناهم الله تعالى، وأراد أن ينفِّذَ فيهم أحكام الجزاء ويريهم من عدله وفضله وكثرة إحسانه ما به يعرِفونه ويوحِّدونه؛ نقل المكلَّفين من دار الابتلاء والامتحان إلى دار الحيوان، وفرغ حينئذٍ لتنفيذ هذه الأحكام التي جاء وقتُها، وهو المراد بقولِهِ:
29-30. Yani O, yaratılmışların hiçbirine muhtaç olmayandır. Lütuf ve keremi pek boldur. Bütün varlıklar O’na muhtaçtır. Bütün ihtiyaçlarını hem halleri hem de sözleri ile O’ndan isterler. Bir göz açıp kırpacak kadarlık bir süre ve hatta ondan da daha az bir süre dahi O’na muhtaç olmamaları düşünülemez. "O, her gün bir iştedir.” Fakiri zenginleştirir, kalbi kırık olanın gönlünü yapar, kimilerine verir, kimilerine vermez, öldürür, diriltir, alçaltır, yükseltir. Kimi işleri yapması başka işlerle uğraşmasına engel değildir. Dileklerin çokluğu O’nu şaşırtmaz. Israr edenlerin ısrarları, dilekte bulunanların dileklerinin fazlalığı O’nu usandırmaz. Bağışları yerde ve göklerde bulunanların hepsini kuşatan, pek çok bağış ve kerem sahibi olan Allah’ın şanı ne yücedir! O’nun lütfu her an ve tüm zamanlarda, bütün mahlukatı tamamı ile kapsamıştır. İsyankârların isyanı, kendisini tanımayan ve lütfunu bilmeyen cahil muhtaçların O’na ihtiyaçları yokmuş gibi davranmaları, bağış ve ihsanını engellemeyen Allah ne yücedir! Yüce Allah’ın “O, her gün bir iştedir” diyerek haber verdiği bütün bu hususlar, ezelde belirleyip hükme bağladığı bütün takdir ve tedbirlerini ifade eder. Yüce Allah, bunları hikmetinin gerektirdiği zamanları geldikçe gerçekleştirip yürürlüğe koyar. Bunlar, emir ve yasaklardan oluşan dinî hükümleri de bu dünya yurdunda kaldıkları sürece kullarına uyguladığı kaderî hükümleri de kapsar. Nihayet bütün varlıklar son bulup Allah kendilerini yok ettikten ve ceza (amellerinin karşılığına dair) hükümleri uygulamayı dileyip adaletini, lütfunu ve ihsanının çokluğunu kendisi ile tanıyacakları ve O’nu tevhid edecekleri şekilde göstermeyi murat edeceği vakit, bütün mükellefleri imtihan yurdundan ebedi hayatta kalınacak yurda taşıyacaktır. İşte o vakit de bu (cezâi) hükümlerinin uygulanma sırası gelmiş olacaktır. İşte bir sonraki ayetten kasıt da budur:
Ayet: 31 - 32 #
{سَنَفْرُغُ لَكُمْ أَيُّهَ الثَّقَلَانِ (31) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (32)}.
31- Ey insanlar ve cinler! Yakında sıra size gelecek/yalnız sizin (hesabınızla) ilgileneceğiz. 32- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
#
{31 ـ 32} أي: سَنَفْرُغُ لحسابكم ومجازاتكم بأعمالكم التي عملتموها في دار الدُّنيا.
31-32. Yani sadece hesabınızı görmekle ve dünya yurdunda iken işlemiş olduğunuz amellerinizin karşılıklarını size vermekle meşgul olacağız.
Ayet: 33 - 34 #
{يَامَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ إِنِ اسْتَطَعْتُمْ أَنْ تَنْفُذُوا مِنْ أَقْطَارِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ فَانْفُذُوا لَا تَنْفُذُونَ إِلَّا بِسُلْطَانٍ (33) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (34)}].
33- Ey cin ve insan toplulukları! Eğer göklerin ve yerin bucaklarından çıkıp gitmeye gücünüz yetiyorsa çıkın. Ama büyük bir güç olmadıkça çıkamazsınız! 34- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
#
{33 ـ 34} أي: إذا جمعهم الله في موقف القيامة؛ أخبرهم بعجزهم وضَعْفهم وكمال سلطانِهِ ونفوذ مشيئتِهِ وقدرتِهِ، فقال معجِّزاً لهم: {يا معشر الجنِّ والإنسِ إنِ اسْتَطَعْتُم أن تَنفُذوا من أقطارِ السمواتِ والأرضِ}؛ أي: تجدون مسلكاً ومنفذاً تخرجون به عن ملك الله وسلطانه، {فانفُذوا لا تَنفُذونَ إلاَّ بسلطانٍ}؛ أي: لا تخرجون منه إلاَّ بقوَّةٍ وتسلُّطٍ منكم وكمال قدرةٍ، وأنَّى لهم ذلك وهم لا يملكون لأنفسهم نفعاً ولا ضرًّا ولا موتاً ولا حياةً ولا نشوراً؛ ففي ذلك الموقف لا يتكلَّم أحدٌ إلاَّ بإذنه، ولا تسمعُ إلاَّ همساً، وفي ذلك الموقف يستوي الملوك والمماليك والرؤساء والمرؤوسون والأغنياء والفقراء.
33. Yani Allah, onları Kıyamette bir araya getireceği vakit âcizliklerini ve güçsüzlüklerini, buna karşılık kendisinin egemenliğinin kemâlini, meşîet ve kudretinin mutlak geçerliliğini onlara haber verecektir. Onların âcizliklerini dile getirmek üzere de şöyle buyuracaktır: “Ey cin ve insan toplulukları! Eğer göklerin ve yerin bucaklarından çıkıp gitmeye gücünüz yetiyorsa çıkın.” Yani Allah’ın egemenlik ve saltanatının dışına çıkabilmek için bir yer, bir çıkış yolu bulabiliyorsanız çıkın. "Ama büyük bir güç olmadıkça çıkamazsınız!” Oradan ancak büyük bir güç, bir egemenlik ve kemâl derecesindeki bir kudret sahibi olmak suretiyle çıkabilirsiniz. Ancak bunu nerede bulabilecekler? Kendilerine bir fayda sağlayamıyorlar, bir zararı defedemiyorlar, öldüremiyor, hayat veremiyor, öldükten sonra da diriltemiyorlar. İşte o konumda O’nun izni olmaksızın hiç kimse konuşamayacaktır. Orada fısıltı dışında bir şey işitilmeyecektir. O konumda hükümdarlar da, köleler de, yönetenler de yönetilenlerde, zenginler de fakirler de eşit olacaktır.
Daha sonra Yüce Allah, böyle bir günde onlara neler hazırladığını söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:
Ayet: 35 - 36 #
{يُرْسَلُ عَلَيْكُمَا شُوَاظٌ مِنْ نَارٍ وَنُحَاسٌ فَلَا تَنْتَصِرَانِ (35) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (36)}.
35- Üzerinize ateş alevi ve bir duman gönderilir de ne kendinize ne birbirinize yardım edemezsiniz. 36- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
#
{35 ـ 36} أي: {يرسَل عليكما} لهبٌ صافٍ من النار {ونحاسٌ} وهو اللهب الذي قد خالَطَه الدخانُ. والمعنى: أنَّ هذين الأمرين الفظيعين يرسلانِ عليكما [يا معشر الجن والإنس] ويحيطانِ بكما فلا تنتصران؛ لا بناصرٍ من أنفسكم، ولا بأحدٍ ينصُرُكم من دون الله. ولما كان تخويفُهُ لعباده نعمةً منه عليهم وسوطاً يسوقهم به إلى أعلى المطالب وأشرف المواهب؛ ذكر منَّته بذلك فقال: {فبأيِّ آلاءِ ربِّكما تكذِّبانِ}؟!
35. Yani üzerinize saf bir ateş alevi ve kısmen dumanın karıştığı bir alev salınır. Bu korkunç iki şey üzerinize salınır ve bunlar her yanınızı kuşatır, ey cin ve insan topluluğu! Ne buna karşı koymaya gücünüz olur, ne de Allah’tan başka size yardım edecek bir kimse bulunur. 36. Yüce Allah’ın kullarını korkutması, hem bir nimet hem de en yüce maksatlara ve en değerli bağışlara doğru itecek bir kamçı niteliğinde olduğundan dolayı, bunları hatırlatmakla onlara ihsan etmiş olduğu lütfunu dile getirerek: “O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?” buyurmaktadır.
Ayet: 37 - 42 #
[{فَإِذَا انْشَقَّتِ السَّمَاءُ فَكَانَتْ وَرْدَةً كَالدِّهَانِ (37) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (38) فَيَوْمَئِذٍ لَا يُسْأَلُ عَنْ ذَنْبِهِ إِنْسٌ وَلَا جَانٌّ (39) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (40) يُعْرَفُ الْمُجْرِمُونَ بِسِيمَاهُمْ فَيُؤْخَذُ بِالنَّوَاصِي وَالْأَقْدَامِ (41) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (42)}].
37- Gök yarılıp da kıpkırmızı bir gül ve erimiş maden gibi olduğu zaman... 38- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? 39- O gün ne bir insana, ne de bir cine günahı sorulmayacak. 40- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? 41- Günahkârlar simalarından tanınacak, perçemlerinden ve ayaklarından tutulup (yaka paça ateşe atılacaklardır). 42- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
#
{37 ـ 38} {فإذا انشقَّتِ السماءُ}؛ أي: يوم القيامة من الأهوال وكثرة البلبال وترادُف الأوجال، فانخسفتْ شمسُها وقمرُها، وانتثرتْ نجومُها؛ {فكانت}: من شدَّة الخوفِ والانزعاج {وردةً كالدِّهانِ}؛ أي: كانت كالمهل والرصاص المذابِ ونحوه. {فبأيِّ آلاء ربِّكما تكذِّبان}؟!
37-38. Kıyamet gününde dehşetli hallerden, pek çok musibetlerden, korku verici durumların ardı arkasına gelmesinden dolayı “gök yarılıp” ayı ve güneşi söndürüleceği, yıldızları dağıtılacağı; korku ve dehşetin şiddetinden dolayı “da kıpkırmızı bir gül ve erimiş maden gibi” eritilmiş bakır yahut kurşun gibi “olduğu zaman... O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?”
#
{39 ـ 40} {فيومئذٍ لا يُسأل عن ذنبه إنسٌ ولا جانٌّ}؛ أي: سؤال استعلام بما وقع؛ لأنَّه تعالى عالم الغيب والشهادة والماضي والمستقبل، ويريد أن يجازي العباد بما علمه من أحوالهم، وقد جعل لأهل الخيرِ والشرِّ يوم القيامةِ علاماتٍ يُعرفون بها؛ كما قال تعالى: {يومَ تَبْيَضُّ وجوهٌ وتَسْوَدُّ وجوهٌ}.
39-40. “O gün ne bir insana, ne de bir cine günahı sorulmayacak.” Onları öğrenme kastı ile böyle bir soru sorulmayacak. Çünkü Yüce Allah, gizliyi de açığı da geçmişi de geleceği de bilendir. O, onların durumları hakkındaki bilgisine göre kullara amellerinin karşılığını verecektir.
#
{41 ـ 42} وقال هنا: {يُعْرَفُ المجرمون بسيماهم فيؤخَذُ بالنواصي والأقدام. فبأيِّ آلاءِ ربِّكما تكذِّبانِ}؛ أي: فيؤخذ بنواصي المجرمين وأقدامهم، فيُلْقَوْنَ في النار ويُسحبون إليها. وإنَّما يسألهم تعالى سؤال توبيخ وتقريرٍ بما وقع منهم، وهو أعلم به منهم، ولكنَّه تعالى يريد أن تَظْهَرَ للخلق حجَّته البالغة وحكمته الجليلة.
41-42. Yüce Allah, kıyamet gününde dünyada iken hayır işlemiş olanlarla, kötülük işlemiş olanlara kendileri vasıtası ile tanınmalarını sağlayacak alâmetler yaratacaktır. Nitekim bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “O günde kimi yüzler ağaracak, kimi yüzler kararacaktır.” (Âl-i İmran, 3/106) Yani günahkârlar, alınlarından ve ayaklarından yakalanarak sürüklenecek ve cehenneme atılacaklardır. Yüce Allah (günahlarına dair sorduğu soruları) -kendisi bunları onlardan daha iyi bilmekle birlikte-onları azarlamak ve yaptıklarını itiraf ettirmek için soracaktır. Çünkü Yüce Allah, delillerini insanlara karşı en ileri derecede ortaya koymak ve pek üstün hikmetini açığa çıkarmayı murat edecektir.
Ayet: 43 - 45 #
{هَذِهِ جَهَنَّمُ الَّتِي يُكَذِّبُ بِهَا الْمُجْرِمُونَ (43) يَطُوفُونَ بَيْنَهَا وَبَيْنَ حَمِيمٍ آنٍ (44) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (45)}.
43- İşte bu, günahkârların yalanladığı cehennemdir. 44- Onlar, onunla kaynar su arasında gidip geleceklerdir. 45- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
#
{43 ـ 45} أي: يقالُ للمكذِّبين بالوعد والوعيد حين تُسَعَّر الجحيم: {هذه جهنَّمُ التي يكذِّبُ بها المجرمون}: فلْيهنهم تكذيبُهم بها، ولْيذوقوا من عذابها ونَكالها وسعيرها وأغلالها ما هو جزاءٌ لهم على تكذيبهم ، يطوفون بين أطباق الجحيم ولهبها، {وبين حميم آنٍ}؛ أي: ماء حارٍّ جدًّا قد انتهى حرُّه، وزمهريرٍ قد اشتدَّ بردُه وقرُّه. {فبأيِّ آلاءِ ربِّكما تكذِّبانِ}؟!
43. Allah’ın vaat ve tehditlerini yalanlayan kimselerin üzerlerine cehennem ateşi tutuşturulacağı vakit: “İşte bu, günahkârların yalanladığı cehennemdir” denilecektir. Şimdi onu yalanlamalarının kendilerini zelil düşürdüğünü görsünler, onun azabını, ibretli cezasını, alevini, zincir ve prangalarını tatsınlar! Bütün bunlar, onların yalanlamalarının bir cezasıdır. 44-45. “Onlar, onunla” yani cehennemin kat kat azabı ve alevi ile son derece “kaynar su” ve ayrıca alabildiğine soğuk zemheri “arasında gidip geleceklerdir. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?”
Yüce Allah, günahkârlara yapacaklarını söz konusu ettikten sonra takvâ sahibi olup kendisinden korkanların amellerinin karşılıklarını söz ederek şöyle buyurmaktadır:
Ayet: 46 - 78 #
{وَلِمَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ جَنَّتَانِ (46) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (47) ذَوَاتَا أَفْنَانٍ (48) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (49) فِيهِمَا عَيْنَانِ تَجْرِيَانِ (50) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (51) فِيهِمَا مِنْ كُلِّ فَاكِهَةٍ زَوْجَانِ {(52) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (53) مُتَّكِئِينَ عَلَى فُرُشٍ بَطَائِنُهَا مِنْ إِسْتَبْرَقٍ وَجَنَى الْجَنَّتَيْنِ دَانٍ (54) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (55) فِيهِنَّ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ لَمْ يَطْمِثْهُنَّ إِنْسٌ قَبْلَهُمْ وَلَا جَانٌّ (56) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (57) كَأَنَّهُنَّ الْيَاقُوتُ وَالْمَرْجَانُ (58) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (59) هَلْ جَزَاءُ الْإِحْسَانِ إِلَّا الْإِحْسَانُ (60) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (61) وَمِنْ دُونِهِمَا جَنَّتَانِ (62) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (63) مُدْهَامَّتَانِ (64) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (65) فِيهِمَا عَيْنَانِ نَضَّاخَتَانِ (66) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (67) فِيهِمَا فَاكِهَةٌ وَنَخْلٌ وَرُمَّانٌ (68) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (69) فِيهِنَّ خَيْرَاتٌ حِسَانٌ (70) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (71) حُورٌ مَقْصُورَاتٌ فِي الْخِيَامِ (72) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (73) لَمْ يَطْمِثْهُنَّ إِنْسٌ قَبْلَهُمْ وَلَا جَانٌّ (74) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (75) مُتَّكِئِينَ عَلَى رَفْرَفٍ خُضْرٍ وَعَبْقَرِيٍّ حِسَانٍ (76) فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (77) تَبَارَكَ اسْمُ رَبِّكَ ذِي الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ (78)}.
46- Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimseye iki cennet vardır. 47- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? 48- İkisinde de (meyvelerle dolu) türlü ağaçlar vardır. 49- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? 50- İkisinde de akan iki pınar vardır. 51- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? 52- İkisinde de her tür meyveden çifter çifter vardır. 53- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? 54- Onlar, astarları kalın ipekten döşeklere yaslanırlar. Her iki cennetin de meyveleri (onlara) yakındır. 55- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? 56- İçlerinde onlardan önce ne bir insanın ne de bir cinin el sürmediği, bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş/eşlerinin bakışlarını üzerlerinde toplamış (huriler) vardır. 57- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? 58- Sanki onlar, yakut ve mercan gibidirler. 59- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? 60- Hiç iyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey olabilir mi? 61- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? 62- O ikisinin dışında/altında iki cennet daha vardır. 63- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? 64- İkisi de siyaha çalan koyu yeşildir. 65- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? 66- İkisinde de coşkun iki pınar vardır. 67- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? 68- İkisinde de meyve, hurma ve nar vardır. 69- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? 70- İçlerinde güzel huylu, güzel yüzlü (huriler) vardır. 71- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? 72- Çadırlar içinde (eşleri için) saklanmış huriler vardır. 73- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? 74- Onlara onlardan önce ne bir insan dokunmuştur, ne de bir cin. 75- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? 76- Yeşil yastıklara ve son derece güzel döşemelere yaslanırlar. 77- O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? 78- Celâl ve ikram sahibi Rabbinin adı ne yücedir!
#
{46 ـ 47} أي: وللذي خاف ربَّه وقيامه عليه، فترك ما نهى عنه، وفعل ما أمره به؛ له {جنَّتانِ} من ذهبٍ آنيتهما وحليتهما وبنيانهما وما فيهما، إحدى الجنتين جزاءً على ترك المنهيَّات، والأخرى على فعل الطَّاعات.
46-47. Rabbinin huzurunda durmaktan ve O’nun kendisinden haberdar olmasından dolayı O’ndan korkup çekinen, bundan dolayı da yasakladıklarını terk edip verdiği emirleri yerine getirene iki cennet vardır. Bu cennetlerin kap kacakları, süsleri, yapıları ve içlerindeki her şey altından olacaktır. Bu cennetlerden birisi yasakları terk etmenin, diğeri ise itaatte bulunmanın mükâfatıdır. Bu cennetlerin bazı nitelikleri ise şöyledir:
#
{48 ـ 49} ومن أوصاف تلك الجنتين أنَّهما {ذواتا أفنانٍ}؛ أي: فيهما من ألوان النَّعيم المتنوِّعة؛ نعيم الظاهر والباطن؛ ما لا عينٌ رأتْ ولا أذنٌ سمعتْ ولا خطرَ على قلب بشرٍ؛ أي: فيهما الأشجار الكثيرة الزاهرة، ذوات الغصون الناعمة، التي فيها الثمار اليانعة الكثيرة اللَّذيذة.
48-49. Yani o iki cennette çok çeşitli nimetler vardır. Gizli ve açık, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir insanın hatırındna geçmeyen pek çok nimetler. Onlarda yumuşak, çok lezzetli ve olgun meyveler bulunan, yumuşak dalları olan gayet güzel ve pek çok ağaç vardır.
#
{50 ـ 51} وفي تلك الجنتين {عينانِ تجريانِ}: يفجِّرونَهما على ما يريدون ويشتَهون.
50-51. “İkisinde de” bu iki cennette, cennetliklerin istedikleri gibi ve canlarının arzu edeceği şekilde “akan iki pınar vardır.”
#
{52 ـ 53} {فيهما من كلِّ فاكهةٍ}: من جميع أصناف الفواكه {زوجان}؛ أي: صنفان؛ كلُّ صنف له لَذَّةٌ ولونٌ ليس للنوع الآخر.
52-53. Orada tüm çeşitleriyle “her tür meyveden çifter çifter vardır.” Her bir türünün ayrı bir rengi, bir lezzeti vardır. Ondaki bu güzellik ve lezzet başka bir türde yoktur.
#
{54 ـ 55} {متكئين على فرشٍ بطائِنُها من إستبرقٍ}: هذه صفة فُرُشِ أهل الجنَّة وجلوسهم عليها، وأنَّهم متَّكئون عليها؛ أي: جلوسَ تمكُّن واستقرار وراحةٍ؛ كجلوس الملوك على الأسرَّة، وتلك الفُرُش لا يعلم وصفَها وحسنَها إلاَّ الله تعالى ، حتى إنَّ بطائنها التي تلي الأرض منها من إستبرقٍ وهو أحسن الحرير وأفخره؛ فكيف بظواهرها التي يباشرون ، {وجنى الجنَّتينِ دانٍ}: الجنى هو الثمر المستوي؛ أي: وثمر هاتين الجنتين قريبُ التناول، ينالُه القائم والقاعدُ والمضطجع.
54-55. Cennetliklerin döşekleri ve onların üzerindeki halleri işte budur. Bu döşeklere yaslanacaklardır. Orada rahatlık içinde oturacak, kurulacaklardır. Tıpkı kralların tahtları üzerinde kuruldukları gibi. Bu döşeklerin niteliklerini ve güzelliklerini Yüce Allah’tan başkası bilmez. Öyle ki bunların yere değen astarları ipeğin en güzeli ve en değerlisi olan “kalın ipekten” olacaktır. Ya onların üzerinde oturacakları yüz kısımları nasıl olacak dersiniz? “Her iki cennetin de meyveleri (onlara) yakındır.” Yani bu iki cennetteki olgun ve toplanma zamanı gelmiş olan meyvelere ulaşım gayet kolaydır. Oturan da ayakta olan da uzanmış yatan da bunları kolaylıkla alabilir.
#
{56 ـ 59} {فيهنَّ قاصراتُ الطرفِ}؛ أي: قد قصرنَ طرفهنَّ على أزواجهنَّ من حسنهم وجمالهم وكمال محبتهنَّ لهم، وقصرنَ أيضاً طرفَ أزواجهنَّ عليهنَّ من حسنهنَّ وجمالهنَّ ولَذَّةِ وصالهنَّ وشدَّة محبَّتهنَّ، {لم يطمثهنَّ إنسٌ قبلَهم ولا جانٌّ}؛ أي: لم ينلهنَّ أحدٌ قبلهم من الإنس والجنِّ، بل هنَّ أبكارٌ عربٌ متحبِّباتٌ إلى أزواجهنَّ؛ بحسن التبعُّل والتغنُّج والملاحة والدَّلال، ولهذا قال: {كأنهنَّ الياقوت والمرجان}، وذلك لصفائهنَّ وجمال منظرهنَّ وبهائهنَّ.
56-57. Onlardan önce ne bir insan, ne bir cin, hiç kimse bu eşlere ulaşamamıştır. Aksine hepsi bakiredirler. Kocalarına güzellikle yaklaşmaları ve nazları ile kocaları tarafından çokça sevilirler. Gözleri, kocalarının güzellikleri ve onlara duydukları kemâl derecesindeki sevgileri dolayısı ile kocalarından başkasını görmeyecektir. Aynı şekilde kocalarının gözleri de eşlerinin güzellikleri, onlara kavuşmanın lezzeti ve ileri derecedeki sevgileri dolayısı ile onlardan başkasını görmeyecektir. Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: 58-59. “Sanki onlar” berraklıkları, görünüşlerinin güzellikleri ve göz alıcıkları dolayısı ile “yakut ve mercan gibidirler. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?”
#
{60 ـ 61} {هل جزاءُ الإحسان إلاَّ الإحسان}؛ أي: هل جزاء مَن أحسن في عبادة الخالق، ونفع عبيدَه إلاَّ أن يُحْسَنَ إليه بالثواب الجزيل والفوز الكبير والنعيم المقيم والعيش السليم؟ فهاتان الجنَّتان العاليتان للمقرَّبين.
60-61. Yaratıcıya güzel bir şekilde ibadet eden, kullarına faydalı olan kimsenin bu yaptıklarının, pek büyük mükâfatlar, kurtuluş, çok üstün nimetler ve her türlü olumsuzluktan arınmış güzel bir yaşantıdan başka bir mükâfaatı olabilir mi? İşte bu çok üstün iki cennet, Allah’ın mukarreb/yakın kullarınadır.
#
{62 ـ 69} {ومن دونِهما جنَّتانِ}: من فضَّة بنيانهما وحليتهما وآنيتهما وما فيهما لأصحاب اليمين، وتلك الجنتانِ {مدهامَّتان}؛ أي: سوداوان من شدَّة الخضرة والريِّ ، {فيهما عينان نَضَّاختانِ}؛ أي: فوَّارتان، {فيهما فاكهةٌ}: من جميع أصناف الفواكه، وأخصُّها النخل والرمان، اللذان فيهما من المنافع ما فيهما.
62-63. “O ikisinin dışında” yapıları, süsleri ve orada bulunan her şeyi gümüşten olan ve “ashabu’l-yemin”e (amel defterini sağ elden alanlara) verilecek olan “iki cennet daha vardır.” 64-65. Bu cennetlerin “ikisi de” çokça yeşillikleri ve çok su aldıkları için “siyaha çalan koyu yeşildir.” 66-67. “İkisinde de coşkun” durmadan kaynayan “iki pınar vardır.” 68-69. “İkisinde de” bütün türlerinden “meyve” ve özellikle de pek çok menfaatleri bulunan “hurma ve nar vardır.”
#
{70 ـ 75} {فيهنَّ}؛ أي: في الجنات كلِّها {خيراتٌ حسانٌ}؛ أي: خيرات الأخلاق حسان الأوجه، فجمعنَ بين جمال الظاهر والباطن وحسن الخَلْق والخُلُق. {حورٌ مقصوراتٌ في الخيام}؛ أي: محبوسات في خيام اللؤلؤ، قد تهيأنَ وأعددنَ أنفسهنَّ لأزواجهنَّ، ولا ينفي ذلك خروجهنَّ في البساتين ورياض الجنة كما جرت العادةُ لبنات الملوك المخدَّرات الخَفِرات ، {لم يطمثهنَّ إنسٌ قبلهم ولا جانٌّ. فبأيِّ آلاء ربِّكما تكذِّبان}؟!
70-71. “İçlerinde” yani bütün cennetlerde “güzel huylu, güzel yüzlü” huriler “vardır.” Bunlar gizli ve açık güzelliklere sahiptirler. Hem yaratılışları itibari ile hem de huyları itibari ile güzeldirler. 72-75. “Çadırlar içinde (eşleri için) saklanmış huriler vardır.” Yani orada inciden çadırlar içerisinde saklanmış, kendilerini kocalarına hazırlamış huriler vardır. Bu, onların çıkıp cennet bahçelerinde dolaşmalarına aykırı değildir. Tıpkı koruma altında ve dışarı çıkmayan hükümdar kızlarının âdet üzere bahçelerde dolaştıkları onlar da dolaşırlar. “Onlara onlardan önce ne bir insan dokunmuştur, ne de bir cin.”
#
{76 ـ 77} {متَّكئين على رفرفٍ خضرٍ}؛ أي: أصحاب هاتين الجنتين متَّكأهم على الرفرف الأخضر، وهي الفرش التي تحت المجالس العالية، التي قد زادت على مجالسهم، فصار لها رفرفة من وراء مجالسهم؛ لزيادة البهاء وحسن المنظر، {وعبقريٍّ حسانٍ}: العبقريُّ نسبةً لكلِّ منسوج نسجاً حسناً فاخراً، ولهذا وصفها بالحسن الشامل لحسن الصفة و [حسن] المنظر ونعومة الملمس وهاتان الجنتان دون الجنتين الأولَيَيْن؛ كما نصَّ الله على ذلك بقوله: {ومن دونِهِما جنَّتانِ}، وكما وصف الأوليين بعدَّة أوصاف لم يصِفْ به الأخريين، فقال في الأوليين: {فيهما عينان تجريانِ}، وفي الأخريين: {عينان نضَّاختان}: ومن المعلوم الفرق بين الجارية والنضَّاخة، وقال في الأوليين: {ذواتا أفنانٍ}، ولم يقلْ ذلك في الأخريين، وقال في الأوليين: {فيهما من كلِّ فاكهةٍ زوجانِ}، وفي الأخريين: {فيهما فاكهةٌ ونخلٌ ورمانٌ}، وقد عُلِمَ ما بين الوصفين من التفاوت. وقال في الأوليين: {متَّكئين على فرشٍ بطائنها من إستبرقٍ وجنى الجنَّتين دانٍ}، ولم يقلْ ذلك في الأخريين، بل قال: {متكئينَ على رفرفٍ خضرٍ وعبقريٍّ حسانٍ}، وقال في الأوليين في وصف نسائهم وأزواجهم: {فيهن قاصراتُ الطرفِ [لم يطمثهن إنس قبلهم ولا جان]}، وفي الأخريين: {حور مقصوراتٌ في الخيام}، وقد عُلم التفاوت بين ذلك، وقال في الأوليين: {هل جزاءُ الإحسان إلاَّ الإحسانُ}، فدلَّ ذلك أنَّ الأوليين جزاء المحسنين، ولم يقل ذلك في الأخيرتين، ومجرَّد تقديم الأوليين على الأخريين يدلُّ على فضلهما. فبهذه الأوجه يُعْرَفُ فضلُ الأوليين على الأخريين، وأنهما معدَّتان للمقرَّبين من الأنبياء والصدِّيقين وخواصِّ عباد الله الصالحين، وأنَّ الأخريين معدَّتان لعموم المؤمنين. وفي كلٍّ من الجنات المذكورات ما لا عينٌ رأتْ ولا أذنٌ سمعتْ ولا خطر على قلب بشرٍ، وفيهنَّ ما تشتهيه الأنفسُ وتلذُّ الأعين، وأهلهنَّ في غاية الراحة والرضا والطمأنينة وحسن المأوى، حتى إنَّ كلَّ واحدٍ منهم لا يرى أحداً أحسن حالاً منه ولا أعلى من نعيمِهِ الذي هو فيه.
76-77. Bu iki cennete girecekler “yeşil yastıklara” yaslanacaklardır. Oturdukları yerlerden taşarak arkadan daha güzel görünümlü ve alımlı olması için saçakları bulunan yüksek oturma yerlerinin altındaki sergiler bunlar olacaktır. "ve son derece güzel döşemelere yaslanırlar.” “Döşemeler”den kasıt, oldukça güzel bir şekilde dokunmuş, değerli her türlü dokuma demektir. Bundan dolayı Yüce Allah, hem nitelikleri, hem görünüşleri itibari ile güzel olmaları, hem de yumuşak dokunuşları dolayısı ile bunların hepsini kapsayacak şekilde “son derece güzel” diyerek onları nitelendirmiştir. Bu iki cennet, daha önce anılan iki cennetten mertebe itibari ile daha aşağıdadır. Nitekim Yüce Allah: “O ikisin dışında/altında iki cennet daha vardır” buyruğu ile buna işaret etmiştir. Diğer taraftan Yüce Allah önceki iki cenneti nitelendirdiği pek çok sıfatı daha sonra sözünü ettiği bu iki cennet hakkında zikretmemiştir. Mesela ilk iki cennet hakkında: “İkisinde de akan iki pınar vardır” buyurduğu halde sonraki iki cennet hakkında: “İkisinde de coşkun iki pınar vardır” buyurmaktadır. Akan ile coşan arasındaki fark ise açıktır. Önce sözü edilen cennetler hakkında “İkisinde de (meyvelerle dolu) türlü ağaçlar vardır” buyrulmuş ama bu sonrakiler hakkında söz konusu edilmemiştir. Önceki iki cennet hakkında: “İkisinde de her tür meyveden çifter çifter vardır” buyurduğu halde sonrakiler hakkında: “İkisinde de meyve, hurma ve nar vardır” buyurmaktadır. Her iki vasıf arasındaki fark da bilinen bir husustur. Önce sözü edilen cennetler hakkında: “Astarları kalın ipekten döşeklere yaslaırlar” buyrulmuştur. Sonraki iki cennet hakkında böyle buyurulmayarak: “Yeşil yastıklara ve son derece güzel döşemelere yaslanırlar.” buyurulmaktadır. Daha önce anılan cennetlerdeki hanımların ve hurilerin nitelikleri ile ilgili olarak: “Bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş/eşlerinin bakışlarını üzerlerinde toplamış (huriler) vardır” buyrulduğu halde daha sonra sözü edilen cennetlerdekiler hakkında: “Çadırlar içinde (eşleri için) saklanmış huriler vardır” buyrulmaktadır. Yine bunlar arasındaki fark da malumdur. Daha önce anılan cennetlikler ile ilgili olarak: “Hiç iyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey olabilir mi?” buyrulması orada sayılanların, ihsan makamında olanların mükâfatı olduğunu göstermektedir. Ancak sonrakiler ile ilgili olarak böyle buyrulmamaktadır. Sadece önceki iki cennetin daha önce söz konusu edilmesi bile onların üstünlüklerini göstermeye yeterlidir. İşte bu hususlar, öncekilerin sonrakilerden üstün olduğunu ve bu iki cennetin peygamberler, sıddîkler, Allah’ın salih, has ve yakın/mukarreb kullarına hazırlanmış olduklarını, sonradan söz konusu edilen iki cennetin ise genel olarak bütün mü’minlere hazırlanmış olduğunu ifade etmektedir. Bununla birlikte sözü edilen bütün cennetlerde hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir insanın hatırından geçirmediği nimetler vardır. Orada canların çektiği, gözlerin görmekten zevk aldığı her şey olacaktır. O cennetlerde bulunanlar son derece rahat olacaklar. Hoşnut kalacaklar, huzur içerisinde bulunacaklar, barınakları da pek güzel olacaktır. Öyle ki onların hiçbiri kimsenin kendisinden daha iyi bir durumda olduğunu, içinde bulunduğu nimetlerden daha yüksek nimetlere sahip olduğunu düşünmeyecektir.
#
{78} ولمَّا ذكر سعةَ فضله وإحسانه؛ قال: {تبارك اسمُ ربِّك ذي الجلال والإكرام}؛ أي: تعاظم وكثر خيره الذي له الجلال الباهر والمجدُ الكامل والإكرام لأوليائه.
78. Yüce Allah, lütuf ve ihsanının genişliğini söz konusu ettikten sonra şöyle buyurmaktadır: “Celâl ve ikram sahibi Rabbinin adı ne yücedir!” Lütuf ve hayrı pek büyük ve pek çoktur. Göz kamaştırıcı celâl ve azameti, en mükemmel şan ve şerefi, dostlarına lütuf ve ikramı son derece ileridir.
Rahman Sûresi’nin tefsiri burada sona ermektedir. Hamd, şükür ve bütün güzel övgüler yalnız Allah’adır.
***