(Mekke’de inmiştir. 46 âyettir)
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adı ile.
{وَالنَّازِعَاتِ غَرْقًا (1) وَالنَّاشِطَاتِ نَشْطًا (2) وَالسَّابِحَاتِ سَبْحًا (3) فَالسَّابِقَاتِ سَبْقًا (4) فَالْمُدَبِّرَاتِ أَمْرًا (5) يَوْمَ تَرْجُفُ الرَّاجِفَةُ (6) تَتْبَعُهَا الرَّادِفَةُ (7) قُلُوبٌ يَوْمَئِذٍ وَاجِفَةٌ (8) أَبْصَارُهَا خَاشِعَةٌ (9) يَقُولُونَ أَإِنَّا لَمَرْدُودُونَ فِي الْحَافِرَةِ (10) أَإِذَا كُنَّا عِظَامًا نَخِرَةً (11) قَالُوا تِلْكَ إِذًا كَرَّةٌ خَاسِرَةٌ (12) فَإِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ (13) فَإِذَا هُمْ بِالسَّاهِرَةِ (14)}.
1- Andolsun
(kâfirlerin ruhlarını) şiddetle çekip çıkaranlara,
2-
(Mü’minlerin ruhlarını) yumuşaklıkla çıkaranlara,
3- Yüzüp gidenlere,
4- Yarışıp geçenlere,
5- İşleri düzenleyip yürüten
(melek)lere ki...
6- O gün sarsan
(birinci üfürüş) sarsacak.
7- Arkasından onu izleyen
(ikinci üfürüş) izleyecek.
8- O gün birtakım kalpler şiddetle çarpacaktır.
9- Gözleri de zillet içinde yere bakacaktır.
10-
Onlar derler ki: “Biz, tekrar ilk halimize mi döndürüleceğiz?!”
11-
“Hem de çürümüş kemikler olduktan sonra mı?!”
12-
“Öyleyse bu, (bizim için) ziyanlı bir dönüş olacaktır!”
13- Halbuki o
(diriliş), ancak tek bir haykırışa bakar.
14- Bir de bakmışsın ki hepsi
(dirilerek) toprağın yüzüne çıkmışlar bile!
#
{1 ـ 5} هذه الإقسامات بالملائكة الكرام وأفعالهم الدالَّة على كمال انقيادهم لأمر الله وإسراعهم في تنفيذه ؛ يُحتمل أنَّ المقسم عليه الجزاء والبعث؛ بدليل الإتيان بأحوال القيامة بعد ذلك، ويُحتمل أنَّ المقسَم عليه والمقسَم به متَّحِدان، وأنَّه أقسم على الملائكة؛ لأنَّ الإيمان بهم أحدُ أركان الإيمان الستَّة، ولأنَّ في ذكر أفعالهم هنا ما يتضمَّن الجزاء الذي تتولاَّه الملائكة عند الموت وقبله وبعده، فقال: {والنازعاتِ غَرْقاً}: وهم الملائكة التي تنزع الأرواح بقوَّة، وتغرق في نزعها حتى تخرج الرُّوح فتجازى بعملها. {والناشطاتِ نشطاً}: وهي الملائكة أيضاً تجتذبُ الأرواحَ بقوَّة ونشاطٍ، أو أنَّ النشطَ يكون لأرواح المؤمنين والنَّزْع لأرواح الكفَّار. {والسَّابحاتِ}؛ أي: المتردِّدات في الهواء صعوداً ونزولاً، {سبحاً. فالسَّابقاتِ}: لغيرها {سبقاً}: فتبادِرُ لأمر الله وتسبق الشياطين في إيصال الوحي إلى رسل الله؛ لئلاَّ تسترِقه ، {فالمدبِّراتِ أمراً}؛ [أي]: الملائكة الذين جعلهم الله يدبِّرون كثيراً من أمور العالم العلويِّ والسفليِّ من الأمطار والنَّبات [والأشجار] والرِّياح والبحار والأجنَّة والحيوانات والجنَّة والنار وغير ذلك.
Burada melâike-i kiram ve onların Allah’ın emirlerine tam anlamı ile bağlılıklarına delil teşkil eden ve o emirleri yerine getirmekteki süratlerini ifade eden birtakım fiillerine yemin edilmektedir.
Kendisi hakkında yemin edilen şeyin ise amellerin karşılığının görülmesi ve öldükten sonra diriliş olması ihtimali vardır. Buna delil, bundan sonra Kıyametin çeşitli hallerinin söz konusu edilmesidir.
Kendisi hakkında yemin edilenin de kendisi ile yemin edilenin de aynı şey, yani melekler olma ihtimali de vardır. Çünkü onlara iman etmek, imanın altı esasından birisidir. Ayrıca burada onların fiillerinin söz konusu edilmesi, meleklerin ölüm esnasında, ondan önce ve ondan sonra amellerin karşılıkları konusunda üstlendikleri bir görevi de ihtiva etmektedir.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
1.
“Andolsun şiddetle çekip çıkaranlara.” Bunlar, ruhları şiddetle çekip çıkaran ve onları çıkarmak işine adeta dalan meleklerdir. Tâ ki ruh bedeninden çıksın ve amelinin karşılığını görsün.
2.
“Yumuşaklıkla çıkaranlara.” Bunlar da meleklerdir. Bunlar da ruhları tam bir güçle ve şevkle çekip alırlar. Yahut da yumuşaklıkla çıkarmak mü’min ruhlar için, şiddetle çekip çıkarmak da kâfir ruhlar için söz konusu olabilir.
3.
“Yüzüp gidenlere” Yani havada inip çıkarak gidip gelenlere;
4.
“Yarışıp geçenlere” başkalarını geride bırakarak Yüce Allah’ın emrini yerine getirmeye çalışanlara ve vahyi Allah’ın peygamberlerine ulaştırmak için şeytanları -o vahiyden hırsızlayarak bir şey almasınlar diye- geride bırakanlara.
5.
“İşleri düzenleyip yürütenlere ki…” Bunlar da Yüce Allah’ın, ulvi ve süfli âlemin pek çok işlerini idare etmek üzere görevlendirmiş olduğu meleklerdir ki yağmurlar, bitkiler, rüzgarlar, denizler, ceninler, canlılar, cennet, cehennem vs. bunlardan bazılarıdır.
#
{6 ـ 9} {يومَ ترجُفُ الرَّاجفةُ}: وهي قيام الساعة، {تتبعُها الرادفةُ}؛ أي: الرجفة الأخرى التي تَرْدُفُها وتأتي تلوَها. {قلوبٌ يومئذٍ واجفةٌ}؛ أي: منزعجةٌ من شدَّة ما ترى وتسمع، {أبصارُها خاشعةٌ}؛ أي: ذليلةٌ حقيرةٌ قد ملك قلوبهم الخوف وأذهل أفئدتهم الفزع وغلب عليهم التأسُّف، واستولت عليهم الحسرة.
6-7.
“O gün sarsan” kıyametin kopması
“sarsacak; arkasından onu izleyen (ikinci üfürüş)” yani hemen onun akabinde gelen ikinci sarsıntı
“izleyecek.”
8-9.
“O gün birtakım kalpler” görüp işittiklerinin korkusu ile dehşete kapıldığından
“şiddetle çarpacaktır.”
“Gözleri de zillet içinde yere bakacaktır.” Hakir ve zelil bir şekilde bakacaktır. Korku kalplerine hakim olacak, yürekleri dehşetle yerinden oynayacak. Üzüntü ve keder onları kuşatmış, pişmanlık dört bir yanlarını sarmış olacaktır.
#
{10 ـ 14} {يقولونَ} ؛ أي: الكفار في الدُّنيا على وجه التكذيب: {أإذا كُنَّا عظاماً نخرةً}؛ أي: باليةً فتاتاً، {قالوا تلك إذاً كَرَّةٌ خاسرةٌ}؛ أي: استبعدوا أن يبعثهم الله ويعيدهم بعدما كانوا عظاماً نخرةً جهلاً منهم بقدرة الله وتجرياً عليه! قال الله في بيان سهولة هذا الأمر عليه: {فإنَّما هي زجرةٌ واحدةٌ}: يُنفخ في الصور؛ فإذا الخلائقُ كلُّهم {بالسَّاهرةِ}؛ أي: على وجه الأرض قيامٌ ينظرونَ، فيجمعهم الله، ويقضي بينهم بحكمه العدل، ويجازيهم.
10-11. Dünyada iken kâfirler yalanlamak sureti ile
“derler ki: “Biz, tekrar ilk halimize mi döndürüleceğiz? Hem de çürümüş” ve dağılmış
“kemikler olduktan sonra mı?”
12.
“Öyleyse bu, (bizim için) ziyanlı bir dönüş olacaktır.” Yani Allah’ın öldükten sonra kendilerini diriltmesini, çürümüş kemikler haline geldikten sonra onları tekrar yaratmasını, Allah’ın kudretini bilmediklerinden ve O’na karşı küstahlıklarından dolayı uzak bir ihtimal olarak gördüler.
Yüce Allah ise bu işin kendisi için son derece kolay olduğunu açıklamak üzere şöyle buyurmaktadır:
13.
“Halbuki o, ancak bir tek haykırıştır.” Bir defa Sûr’a üfürülecektir.
14.
“Bir de bakmışsın ki hepsi” bütün yaratılmışlar
“toprağın yüzüne çıkmışlar bile!” Ayağa kalkıp bekleyecekler. Yüce Allah, onları bir araya toplayacak, adaletli hükmü ile aralarında hükmedecek ve amellerinin karşılığını onlara verecektir.
{هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ مُوسَى (15) إِذْ نَادَاهُ رَبُّهُ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى (16) اذْهَبْ إِلَى فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَى (17) فَقُلْ هَلْ لَكَ إِلَى أَنْ تَزَكَّى (18) وَأَهْدِيَكَ إِلَى رَبِّكَ فَتَخْشَى (19) فَأَرَاهُ الْآيَةَ الْكُبْرَى (20) فَكَذَّبَ وَعَصَى (21) ثُمَّ أَدْبَرَ يَسْعَى (22) فَحَشَرَ فَنَادَى (23) فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى (24) فَأَخَذَهُ اللَّهُ نَكَالَ الْآخِرَةِ وَالْأُولَى (25) إِنَّ فِي ذَلِكَ لَعِبْرَةً لِمَنْ يَخْشَى (26)}.
15- Mûsâ’nın haberi sana geldi mi?
16- Hani Rabbi,
ona mukaddes Tuvâ vadisinde şöyle seslenmişti:
17-
“Firavun’a git! Çünkü o, pek azmıştır.”
18-
“(Ona) de ki: “Sen kendini arındırmak ister misin?”
19-
“(İster misin ki) sana Rabbine giden yolu göstereyim de (O’ndan) korkasın.”
20- Musa ona en büyük mucizeyi gösterdi.
21- Fakat o, yalanlayıp isyan etti.
22- Sonra da yüz çevirip
(Musa’ya karşı) çalışmaya koyuldu.
23- Derken
(adamlarını) toplayıp seslendi.
24-
“Ben, sizin en yüce Rabbinizim!” dedi.
25- Bunun üzerine Allah da onu hem âhiret, hem de dünya azabı ile
(ansızın) yakaladı.
26- Hiç şüphesiz bunda
(Allah'tan) korkan kimseler için bir ibret vardır.
#
{15 ـ 25} يقول الله تعالى لنبيِّه محمدٍ - صلى الله عليه وسلم -: {هل أتاك حديثُ موسى}: وهذا الاستفهام عن أمرٍ عظيمٍ متحقِّق وقوعه؛ أي: هل أتاك حديثه. {إذ ناداه ربُّه بالوادِ المقدَّس طوىً}: وهو المحلُّ الذي كلَّمه الله فيه، وامتنَّ عليه بالرسالة، وابتعثه بالوحي، واجتباه ، فقال له: {اذهبْ إلى فرعونَ إنَّه طغى}؛ أي: فانهه عن طغيانه وشركه وعصيانه بقولٍ ليِّنٍ وخطابٍ لطيفٍ لعله يتذكر أو يخشى، {فَقُل له هل لك إلى أن تَزكَّى}؛ أي: هل لك في خصلةٍ حميدةٍ ومحمدةٍ جميلةٍ يتنافس فيها أولو الألباب؟ وهي أن تزكِّيَ نفسك وتطهِّرَها من دَنَس الكفر والطغيان إلى الإيمان والعمل الصالح. {وأهدِيَك إلى ربِّك}؛ أي: أدلُّك عليه، وأبيِّن لك مواقع رضاه من مواقع سخطه، {فتخشى}: الله إذا علمت الصراط المستقيم. فامتنع فرعون ممَّا دعاه إليه موسى، {فأراه الآيةَ الكبرى}؛ أي: جنس الآية الكبرى؛ فلا ينافي تعدُّدها، {فألقى عصاه فإذا هي ثعبانٌ مبينٌ. ونزعَ يدَه فإذا هي بيضاءُ للنَّاظرين}. {فكذَّب}: بالحقِّ، {وعصى}: الأمر، {ثم أدبر يسعى}؛ أي: يجتهد في مبارزة الحقِّ ومحاربته. {فحشر}: جنودَه؛ أي: جمعهم، {فنادى. فقال}: لهم: {أنا ربُّكم الأعلى}: فأذعنوا له وأقرُّوا بباطله حين استخفَّهم. {فأخذه اللهُ نَكالَ الآخرةِ والأولى}؛ أي: جعل الله عقوبته دليلاً وزاجراً ومبيِّنةً لعقوبة الدُّنيا والآخرة.
15-16. Yüce Allah,
Peygamberi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e hitaben şöyle buyurmaktadır: “Mûsâ’nın haberi sana geldi mi?” Bu, kesinlikle vuku bulmuş olan pek büyük bir olaya dair bir sorudur. Yani
“Rabbi”nin “ona mukaddes Tuvâ vadisinde” seslenişine dair haberi sana ulaştı mı?
Tuvâ, Yüce Allah’ın Musa ile konuşup ona risâletini lütfettiği, vahyini gönderdiği ve onu seçtiği yerin adıdır.
Ona şöyle demişti:
17.
“Firavun’a git! Çünkü o pek azmıştır.” Yani sen git de ona azgınlığından, şirk ve isyanından vazgeçmesini yumuşak sözlerle ve kaba olmayan ifadelerle bildir. Belki
“öğüt alır yahut korkar” (Tâ-Hâ, 20/44)
18. Ona
“de ki: Sen kendini arındırmak ister misin?” Özlü akıl sahiplerinin elde etmek için birbirleri ile yarıştıkları, övülmeye değer güzel bir haslete sahip olmaya ne dersin? Ki bu da nefsini küfür ve azgınlıktan arındırarak iman ve salih amele yönelmektir.
19.
“İster misin ki sana Rabbine giden yolu göstereyim” Onun nelerden razı olduğunu, nelerin O’nu gazaplandırdığını sana açıklayayım
“da” dosdoğru yolu öğrenmek suretiyle Allah'tan “korkasın.”
Ancak Firavun Mûsâ’nın davetini kabul etmedi.
20.
“Musa ona en büyük mucizeyi gösterdi.” Yani tür olarak en büyük mucizeyi gösterdi. Bu ifade,
bu mucizelerin birden çok olmasına aykırı değildir: “Bunun üzerine asasını bıraktı, o da hemen aşikar ve kocaman bir yılan oluverdi. Elini (yakasından sokup geri) çıkardığında o, bakanlara bembeyaz görünüverdi.” (eş-Şuarâ, 26/32-33)
21-22.
“Fakat o” hakkı “yalanlayıp” emre
“isyan etti. Sonra da yüz çevirip” hakka karşı çıkmak ve onunla savaşmak hususunda olanca gücü ile
“çalışmaya koyuldu.”
23-24.
“Derken” askerlerini “toplayıp seslendi.” Onlara:
“Ben sizin en yüce Rabbinizim, dedi.” Onlar da ona itaat ettiler. O, onları küçümseyip hafife aldı, onlar da onun bu batıl iddiasını kabul ettiler.
25.
“Bunun üzerine Allah da onu hem âhiret, hem de dünya azabı ile yakaladı.” Allah, onun uğradığı cezayı, dünya ve âhiret cezasını açıklayan bir delil ve isyandan alıkoyan açık bir uyarı kıldı.
#
{26} {إنَّ في ذلك لَعبرةً لمَن يَخْشى}: فإنَّ مَنْ يخشى الله هو الذي ينتفع بالآيات والعبر؛ فإذا رأى عقوبة فرعون؛ عرف أنَّ [كلَّ] من تكبَّر وعصى وبارز الملك الأعلى؛ يعاقِبه في الدُّنيا والآخرة، وأمَّا مَن ترحَّلت خشيةُ الله من قلبه؛ فلو جاءته كلُّ آيةٍ؛ لم يؤمنْ بها.
26. Çünkü Allah’ın âyetlerinden asıl yararlanan ve ibret alanlar, Allah’tan korkandır. O, Firavun’un âkıbetini gördü mü büyüklük taslayıp isyan eden, en yüce ve mutlak egemene karşı savaş açanların, dünyada da âhirette de O’nun tarafından cezalandırılacağını bilir. Allah korkusunun kalbinde yer etmediği kimseye ise her türlü delil ve mucize gelecek olsa dahi o iman etmez.
{أَأَنْتُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَمِ السَّمَاءُ بَنَاهَا (27) رَفَعَ سَمْكَهَا فَسَوَّاهَا (28) وَأَغْطَشَ لَيْلَهَا وَأَخْرَجَ ضُحَاهَا (29) وَالْأَرْضَ بَعْدَ ذَلِكَ دَحَاهَا (30) أَخْرَجَ مِنْهَا مَاءَهَا وَمَرْعَاهَا (31) وَالْجِبَالَ أَرْسَاهَا (32) مَتَاعًا لَكُمْ وَلِأَنْعَامِكُمْ (33)}.
27- Sizi yaratmak mı daha zordur yoksa göğü mü? Onu O bina etti;
28- Onu yükseltip kusursuz yaptı.
29- Gecesini karanlık yaptı, gündüzünü de aydınlıkla açığa çıkardı.
30- Bundan sonra da yeri yayıp döşedi.
31- Ondan suyunu ve otlağını çıkardı.
32- Dağları da köklü bir şekilde yerleştirdi.
33-
(Bütün bunlar) sizin ve hayvanlarınızın faydası içindir.
#
{27 ـ 33} يقول تعالى مبيناً دليلاً واضحاً لمنكري البعث ومستبعدي إعادة الله للأجساد: {أأنتُم}: أيُّها البشر، {أشدُّ خلقاً أم السماءُ}: ذات الجرم العظيم والخلق القويِّ والارتفاع الباهر، {بناها}: الله، {رفَعَ سَمْكَها}؛ أي: جرمها وصورتها. {فسوَّاها}: بإحكام وإتقانٍ يحيِّر العقول ويذهل الألباب، {وأغطشَ ليلَها}؛ أي: أظلمه، فعمَّت الظُّلمة جميع أرجاء السماء، فأظلم وجه الأرض، {وأخرج ضُحاها}؛ أي: أظهر فيه النُّور العظيم حين أتى بالشمس، فانتشر الناس في مصالح دينهم ودُنْياهم، {والأرضَ بعد ذلك}؛ أي: بعد خلق السماء {دحاها}؛ أي: أودع فيها منافعها، وفسر ذلك بقوله: {أخرج منها ماءها ومرعاها. والجبال أرساها}؛ أي: ثبَّتها بالأرض ، فدحى الأرض بعد خَلْق السماواتِ؛ كما هو نصُّ هذه الآيات الكريمة، وأمَّا خلق نفس الأرض؛ فمتقدِّم على خلق السماء؛ كما قال تعالى: {قل أإنَّكم لتكفرونَ بالذي خلق الأرضَ في يومين وتجعلون له أنداداً ذلك ربُّ العالمين ... } إلى أن قال: {ثمَّ استوى إلى السَّماء وهي دخان فقال لها وللأرض ائتيا طوعاً أو كرها قالتا أتينا طائعين. فقضاهنَّ سبع سمواتٍ ... }: فالذي خلق السماواتِ العظام وما فيها من الأنوار والأجرام والأرض الغبراء الكثيفة ، وما فيها من ضروريَّات الخلق ومنافعهم لا بدَّ أن يبعث الخلق المكلَّفين فيجازيهم بأعمالهم ؛ فمن أحسن؛ فله الحسنى، وَمن أساء؛ فلا يلومنَّ إلاَّ نفسه.
27-28. Yüce Allah, öldükten sonra dirilişi inkâr edenlere,
Allah’ın bedenleri tekrar yaratacağını uzak görenlere açıkça anlaşılan bir delili göstererek şöyle buyurmaktadır:
Ey insanlar!
“Sizi yaratmak mı daha zordur yoksa” pek büyük olan, yaratılışı itibari ile güçlü ve gözleri kamaştıracak kadar yüce ve yüksek olan
“göğü mü? Onu O” Allah
“bina etti. Onu yükseltip kusursuz” yani yapısını da şeklini de akıllara hayret verecek, zihinleri durduracak şekilde sağlam ve mükemmel
“yaptı.”
29. “Gecesini karanlık yaptı” ve karanlık semânın dört bir yanını kuşatıp yeryüzünü de kararttı.
"Gündüzünü de aydınlıkla açığa çıkardı.” Güneşi doğdurmak sureti ile orada pek büyük bir aydınlığı ortaya çıkardı. İnsanlar da din ve dünya maslahatlarını görmek için etrafa yayıldı.
30.
“Bundan” gökleri yarattıktan “sonra da yeri yayıp döşedi.” Onun faydalı zenginliklerini yaratıp düzenledi.
Bu faydaları da şu buyruklarıyla açıklamaktadır:
31-33.
“Ondan suyunu ve otlağını çıkardı. Dağları da köklü bir şekilde yerleştirdi.” Onları yere sabit kıldı. Buna göre âyet-i kerimeden açıkça anlaşıldığı gibi yerin döşenmesi, göklerin yaratılışından sonradır. Bizzat yerin yaratılması ise göklerin yaratılmasından öncedir. Nitekim Yüce Allah,
şöyle buyurmaktadır: “De ki: Siz, yeri iki günde yaratan Allah’ı gerçekten inkâr ediyor ve O’na ortaklar mı koşuyorsunuz? Halbuki O, âlemlerin Rabbidir... Sonra duman halinde bulunan semâya yöneldi de... böylece onları yedi gök olmak üzere iki günde yarattı.” (Fussilet, 41/9-12)
İşte bunca muazzam büyüklükteki gökleri, göklerdeki aydınlık yıldızları ve gök cisimlerini, üstü toprakla örtülü kesif yeri, orada bulunan mahlukatın zorunlu ihtiyaçlarını ve faydalarına olacak şeyleri yaratan, hiç şüphesiz mükellef varlıkları da ölümden sonra tekrar diriltecektir ve amellerinin karşılıklarını onlara verecektir. Kim bu dünyada iyilik işlerse ona iyilik yani cennet vardır. Kim de kötülük işlerse artık o, kendinden başkasını kınamasın.
Bundan dolayı Yüce Allah, daha sonra Kıyametin kopuşunu ve arkasından da amellerin karşılığının verileceğini söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:
{فَإِذَا جَاءَتِ الطَّامَّةُ الْكُبْرَى (34) يَوْمَ يَتَذَكَّرُ الْإِنْسَانُ مَا سَعَى (35) وَبُرِّزَتِ الْجَحِيمُ لِمَنْ يَرَى (36) فَأَمَّا مَنْ طَغَى (37) وَآثَرَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا (38) فَإِنَّ الْجَحِيمَ هِيَ الْمَأْوَى (39) وَأَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوَى (40) فَإِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوَى (41)}.
34- Fakat o en büyük felaket geldiğinde;
35- O gün insan,
(dünyada) neler yaptığını hatırlayacak;
36- Cehennem de gören herkese apaçık gösterilecek.
37, 38- Haddi aşıp dünya hayatını tercih edene gelince;
39-
(Onun için) varılacak tek yer, hiç şüphesiz cehennemdir.
40- Rabbinin huzuruna çıkmaktan korkup da nefsini kötü arzularından alıkoyana gelince;
41-
(Onun için) varılacak tek yer, hiç şüphesiz cennettir.
#
{34 ـ 36} أي: إذا جاءت القيامةُ الكبرى والشدَّةُ العظمى، التي يَهون عندها كلُّ شدَّةٍ؛ فحينئذٍ يذهل الوالد عن ولده، والصاحب عن صاحبه، وكلُّ محبٍّ عن حبيبه، و {يتذكَّرُ الإنسانُ ما سعى}: في الدُّنيا من خير وشرٍّ، فيتمنَّى زيادة مثقال ذرَّةٍ في حسناته، ويغمُّه ويحزن لزيادة مثقال ذرَّةٍ في سيئاته، ويعلم إذ ذاك أنَّ مادة ربحه وخسرانه ما سعاه في الدُّنيا، وينقطع كلُّ سبب ووصلةٍ كانت في الدُّنيا سوى الأعمال، {وبُرِّزَت الجحيم لمن يرى}؛ أي: جُعِلَت في البراز ظاهرةً لكلِّ أحدٍ؛ قد هُيِّئت لأهلها، واستعدَّت لأخذهم منتظرةً لأمر ربِّها.
34. Yani o pek büyük Kıyamet ve her türlü felaketin karşısında küçük kalacağı pek büyük felaket gelip çattığında baba evladını unutacak, arkadaş arkadaşını, seven de sevdiğini...
35.
“O gün insan” dünyada iken hayır ve şer türünden
“neler yaptığını hatırlayacak.” İyiliklerinin bir zerre ağırlığı kadar fazla olmasını temenni ederken, kötülükleri bir zerre ağırlığı kadar fazla diye üzülüp kederlenecek. İşte o vakit kâr ve zararın asıl kaynağının dünyada yaptıkları olduğunu anlayacak, dünyada iken -ameller dışında- mevcut bütün bağların kopmuş olduğunu görecektir.
36.
“Cehennem de gören herkese apaçık gösterilecek.” Herkes tarafından görülecek şekilde açık bir yerde aşikar olacaktır. O da içine girecekler için hazırlanmış bir halde onları yakalamak için pusuda bekleyecek ve bunun için de Rabbinin emrini bekliyor olacak.
#
{37 ـ 39} {فأمَّا مَن طغى}؛ أي: جاوز الحدَّ بأن تجرَّأ على المعاصي الكبار ولم يقتصرْ على ما حدَّه الله، {وآثرَ الحياة الدُّنيا}: على الآخرة، فصار سعيه لها ووقته مستغرقاً في حظوظها وشهواتها، ونسي الآخرة والعمل لها؛ {فإنَّ الجحيم هي المأوى}: له؛ أي: المقرُّ والمسكن لمن هذه حاله.
37-39.
“Haddi aşıp” pek büyük günahlar işleme cesaretini göstererek Allah’ın çizdiği sınırlar çerçevesinde kalmayan,
“dünya hayatını” âhirete
“tercih edene” dünya için çalışan, dünyalığa ve zevklerine dalarak vaktini onlarla geçirip âhireti ve onun için amel etmeyi unutanlara
“gelince (onun için) varılacak tek yer, hiç şüphesiz cehennemdir.” Durumu böyle olanların karar kılıp yurt edineceği yer orasıdır.
#
{40 ـ 41} {وأمَّا مَنْ خافَ مقامَ ربِّه}؛ أي: خاف القيام عليه ومجازاته بالعدل؛ فأثَّر هذا الخوف في قلبه، فنهى {النفس عن}: هواها الذي يصدُّها عن طاعة الله، وصار هواه تبعاً لما جاء به الرسول، وجاهد الهوى والشهوة الصادَّيْن عن الخير؛ {فإنَّ الجنَّة}: المشتملة على كلِّ خيرٍ وسرورٍ ونعيم، {هي المأوى}: لمن هذا وصفُه.
40-41.
“Rabbinin” huzurunda durup adaletle amellerin karşılığını vereceğini beklemek üzere “huzuruna çıkmaktan korkup” bu korkunun etkisini kalbinde hissedip
“nefsini” Allah’a itaati engellemek isteyen “kötü arzularından alıkoyana” ve böylelikle hevâsını Allah Rasûlü’nün getirdiklerine tabi kılan; hayırdan alıkoyan arzulara karşı direnip mücadele eden kimseye
“gelince; (onun için)” bu niteliklere sahip olan kimseler için
“varılacak tek yer” her türlü hayır, sevinç ve nimetleri ihtiva eden
“cennettir.”
{يَسْأَلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ أَيَّانَ مُرْسَاهَا (42) فِيمَ أَنْتَ مِنْ ذِكْرَاهَا (43) إِلَى رَبِّكَ مُنْتَهَاهَا (44) إِنَّمَا أَنْتَ مُنْذِرُ مَنْ يَخْشَاهَا (45) كَأَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَهَا لَمْ يَلْبَثُوا إِلَّا عَشِيَّةً أَوْ ضُحَاهَا (46)}.
42- Sana kıyametin ne zaman gelip çatacağını soruyorlar.
43- Sen onu nereden bilip de söyleyeceksin?
44- Ona dair nihaî bilgi ancak Rabbine aittir.
45- Sen ancak ondan korkanları uyarırsın.
46- Onlar onu gördükleri gün sanki
(dünyada) ancak bir akşam yahut kuşluk vakti kadar kaldıklarını sanacaklardır.
#
{42 ـ 44} أي: يسألك المتعنِّتون المكذِّبون بالبعث {عن الساعة}: متى وقوعُها؟ و {أيَّان مُرْساها}؟! فأجابهم الله بقوله: {فيم أنت من ذكراها}؛ أي: ما الفائدة لك ولهم في ذكرها ومعرفة وقت مجيئها؛ فليس تحت ذلك نتيجةٌ، ولهذا لمَّا كان علم العباد للساعة ليس لهم فيه مصلحةٌ دينيةٌ ولا دنيويةٌ، بل المصلحة في إخفائه عليهم، طوى علم ذلك عن جميع الخلق واستأثر بعلمه فقال: {إلى ربك منتهاها}؛ أي: إليه ينتهي علمها؛ كما قال في الآية الأخرى: {يسألونَكَ عن الساعة أيَّانَ مُرْساها قل إنَّما علمُها عند ربِّي لا يُجَلِّيها لوقتها إلاَّ هو}.
42. Yani işi yokuşa süren, öldükten sonra dirilişi yalanlayan kimseler
“sana kıyametin ne zaman gelip çatacağını” ne zaman kopacağını
“soruyorlar.” Yüce Allah da onlara şu buyruğu ile cevap vermektedir:
43.
“Sen onu nereden bilip de söyleyeceksin?” Hem onu bu şekilde söz konusu etmenin ve ne zaman geleceğini bilmenin sana faydası ne, onlara faydası ne? Bunun hiçbir sonucu yoktur. Bundan dolayı kulların Kıyametin kopma vaktini bilmelerinde dinî ve dünyevî herhangi bir maslahatları bulunmadığından, aksine onların maslahatı bunun onlardan saklı tutulmasında bulunduğundan dolayı Yüce Allah, ona dair bilgiyi bütün yaratıklardan gizlemiş ve onun bilgisini yalnızca kendisine mahsus kılmıştır.
Bu nedenle de şöyle buyurmaktadır:
44.
“Ona dair nihai bilgi ancak Rabbine aittir.” Onun bilgisi nihai olarak Ona aittir. Nitekim bir başka âyet-
i kerimede şöyle buyurmaktadır: “Sana Kıyametin ne zaman gelip çatacağını sorarlar. De ki: Onun bilgisi Rabbimin yanındadır, onun vaktini O’ndan başkası açıklayamaz.” (el-A’râf, 7/187)
#
{45 ـ 46} {إنَّما أنت منذرُ مَنْ يَخْشاها}؛ أي: إنَّما نذارتك نفعها لمن يخشى مجيء الساعة ويخاف الوقوف بين يدي الله ؛ فهم الذين لا يُهِمُّهم إلاَّ الاستعداد لها والعمل لأجلها، وأما مَنْ لم يؤمن بها؛ فلا يُبَالى به ولا بتعنُّته؛ لأنَّه تعنتٌ مبنيٌّ على التَّكذيب والعناد ، وإذا وصل إلى هذه الحال؛ كان الإجابة عنه عبثاً، ينزَّه أحكم الحاكمين عنه.
45-46.
“Sen ancak ondan korkanları uyarırsın.” Senin korkutup uyarmaların, ancak Kıyamet’in geleceğinden korkan ve Allah’ın huzuruna çıkmaktan endişe duyan kimselere fayda sağlar. İşte bunlar için önemli olan, Kıyamet için hazırlanmak ve o gün için gereken amelleri yapmaktır.
Ona iman etmeyenlere gelince onlara aldırış edilmez ve onların işi yokuşa sürmelerine önem verilmez. Çünkü onların bu şekilde işi yokuşa sürmelerinin amacı, onu yalanlamaktır ve inattır. Böyle bir duruma varan bir kimsenin de bu gibi sorularına cevap vermek abestir. Bu durumda ancak
“ahkemu’l-hakimîn (Hüküm verenlerin en güzeli, en sağlam, en hikmetli hüküm veren Yüce Allah)” bundan tenzih edilir.
Nâziât Sûresi’nin tefsiri -Allah’ın yardımı ve tevfiki ile- burada sona ermektedir.
***