(Mekke’de inmiştir. 29 âyettir)
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adı ile.
{إِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ (1) وَإِذَا النُّجُومُ انْكَدَرَتْ (2) وَإِذَا الْجِبَالُ سُيِّرَتْ (3) وَإِذَا الْعِشَارُ عُطِّلَتْ (4) وَإِذَا الْوُحُوشُ حُشِرَتْ (5) وَإِذَا الْبِحَارُ سُجِّرَتْ (6) وَإِذَا النُّفُوسُ زُوِّجَتْ (7) وَإِذَا الْمَوْءُودَةُ سُئِلَتْ (8) بِأَيِّ ذَنْبٍ قُتِلَتْ (9) وَإِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ (10) وَإِذَا السَّمَاءُ كُشِطَتْ (11) وَإِذَا الْجَحِيمُ سُعِّرَتْ (12) وَإِذَا الْجَنَّةُ أُزْلِفَتْ (13) عَلِمَتْ نَفْسٌ مَا أَحْضَرَتْ (14)}.
1- Güneş dürülüp tortop edildiği zaman,
2- Yıldızlar dağılıp döküldüğü zaman,
3- Dağlar yürütüldüğü zaman,
4- Doğumu yakın/yeni yavrulu develer başıboş bırakıldığı zaman,
5- Vahşi hayvanlar bir araya toplandığı zaman,
6- Denizler tutuşturulduğu zaman;
7- Nefisler eşleştirildiği zaman;
8, 9- Diri diri toprağa gömülen kız çocuğuna, hangi suçtan dolayı öldürüldüğü sorulduğu zaman;
10- Amel defterleri serildiği zaman;
11- Gök sıyrıldığı zaman;
12- Cehennem alevlendirildiği zaman,
13- Cennet de yaklaştırıldığı zaman,
14-
(İşte o zaman) herkes, ne amel hazırladığını bilmiş olacaktır.
#
{1 ـ 14} أي: إذا حصلتْ هذه الأمور الهائلةُ؛ تميَّز الخلقُ، وعلم كلٌّ ما قدَّمه لآخرته وما أحضره فيها من خيرٍ وشرٍّ، وذلك أنَّه إذا كان يومُ القيامةِ؛ تُكَوَّرُ الشمس؛ أي: تُجمع وتلفُّ ويُخسف القمر ويلقيان في النار، {وإذا النُّجوم انكدرتْ}؛ أي: تغيَّرت وتناثرت من أفلاكها، {وإذا الجبال سُيِّرَتْ}؛ أي: صارت كثيباً مهيلاً، ثم صارت كالعهن المنفوش، ثم تغيَّرت وصارت هباءً منبثًّا وأزيلت عن أماكنها، {وإذا العِشارُ عُطِّلَتْ}؛ أي: عَطَّل الناس يومئذٍ نفائسَ أموالهم التي كانوا يهتمُّون لها، ويراعونها في جميع الأوقات، فجاءهم ما يُذْهِلُهم عنها، فنبَّه بالعشار ـ وهي النوق التي تتبعها أولادُها، وهي أنفس أموال العرب إذ ذاك عندهم ـ على ما هو في معناها من كل نفيس.
{وإذا الوحوشُ حُشِرَتْ}؛ أي: جُمِعَتْ ليوم القيامةِ؛ ليقتصَّ الله من بعضها لبعض، ويري العبادَ كمالَ عدلِهِ، حتى إنَّه يقتصُّ للشاة الجمَّاء من الشاةِ القرناء ثم يقال لها: كوني تراباً ، {وإذا البحارُ سُجِّرَتْ}؛ أي: أوقدت فصارت على عظمها ناراً تتوقَّد، {وإذا النُّفوس زُوِّجَتْ}؛ أي: قُرِنَ كلُّ صاحب عمل مع نظيره، فجُمِعَ الأبرار مع الأبرار والفجَّار مع الفجَّار، وزوِّج المؤمنون بالحور العين والكافرون بالشياطين، وهذا كقوله تعالى: {وسيقَ الذين كَفَروا إلى جهنَّم زُمَراً}، {وسيق الذين اتَّقَوْا ربَّهم إلى الجنَّةِ زُمَراً}، {احْشُروا الذين ظَلَموا وأزواجَهم}.
{وإذا الموؤُدةُ سُئِلَتْ}: وهي التي كانت الجاهليَّة الجهلاء تفعله من دفن البنات وهنَّ أحياء من غير سببٍ إلاَّ خشيةَ الفقر، فتسأل: {بأيِّ ذنبٍ قُتِلَتْ}، ومن المعلوم أنَّها ليس لها ذنبٌ، ولكن هذا فيه توبيخٌ وتقريعٌ لقاتليها، {وإذا الصُّحُفُ}: المشتملة على ما عمله العاملون من خيرٍ وشرٍّ، {نُشِرَتْ}: وفرِّقت على أهلها؛ فآخذٌ كتابه بيمينه وآخذٌ كتابه بشماله أو من وراء ظهره.
{وإذا السماءُ كُشِطَتْ}؛ أي: أزيلت؛ كما قال تعالى: {يومَ تَشَقَّقُ السماءُ بالغمام}، {يومَ نَطْوي السماءَ كطَيِّ السِّجِلِّ للكُتُبِ}، {والأرضُ جميعاً قبضَتُه يوم القيامةِ والسموات مطوياتٌ بيمينه}، {وإذا الجحيمُ سُعِّرَتْ}؛ أي: أوقد عليها فاستعرتْ والتهبت التهاباً لم يكنْ لها قبل ذلك، {وإذا الجنَّةُ أزْلِفَتْ}؛ أي: قرِّبت للمتقين، {علمت نفسٌ}؛ أي: كلُّ نفس لإتيانها في سياق الشرط، {ما أحضرتْ}؛ أي: ما حضر لديها من الأعمال التي قدَّمتها؛ كما قال تعالى: {ووجدوا ما عملوا حاضراً}.
وهذه الأوصافُ التي وصَفَ [اللَّهُ] بها يوم القيامة من الأوصاف التي تنزعج لها القلوب، وتشتدُّ من أجلها الكروب، وترتعد الفرائصُ، وتعمُّ المخاوف، وتحثُّ أولي الألباب للاستعداد لذلك اليوم، وتزجُرُهم عن كلِّ ما يوجب اللوم، ولهذا قال بعض السلف: من أراد أن يَنْظُرَ ليوم القيامة كأنه رأي عينٍ؛ فليتدبَّر سورة {إذا الشمسُ كُوِّرَتْ}.
1. Yani bu dehşet verici haller meydana geldiğinde, insanlar birbirinden ayırt edilecek, herkes âhireti için önden neler gönderdiğini, hayır ve şer türünden neleri hazırlamış olduğunu bilmiş olacaktır. Çünkü Kıyamet gününde güneş sarılıp dürülerek tortop edilecek, ayın ışığı söndürülecek ve her ikisi de cehenneme atılacaktır.
2.
“Yıldızlar dağılıp döküldüğü zaman;” başkalaştığı ve yörüngelerinden çıkıp saçıldığı zaman;
3.
“Dağlar yürütüldüğü zaman” önce akıp giden kum tanelerinden oluşmuş kum yığınlarına dönüşür, sonra atılmış yün gibi olur, sonra da saçılmış toz zerreleri haline gelir ve böylece yerlerinden ayrılıp kaybolur.
4.
“Doğumu yakın/yeni yavrulu develer başıboş bırakıldığı zaman;” Yani o gün insanların başına, her zaman için önem verdikleri, dikkat ve titizlikle baktıkları en değerli mallarını kendilerine unutturacak işler gelir de o malların hiçbiriyle ilgilenmezler.
“ٱلۡعِشَارُ (meâlde: doğumu yakın/yeni yavrulu)”, yavruları arkalarından giden dişi develer demek olup bunlar o dönemde Arapların en değerli malları idi. Pek değerli olan her bir mal da bu kabildendir.
5.
“Vahşi hayvanlar bir araya toplandığı zaman;” Yüce Allah’ın birinden diğerinin hakkını kısas yolu ile almak, böylece kullarına adaletinin kemâlini göstermek için Kıyamet gününde hayvanlar da toplanacaklardır. Öyle ki boynuzsuz koyunun lehine boynuzlu koyundan kısas alanacak,
sonra da onlara: Toprak olun, denilecek.
6. Büyüklüklerine rağmen
“denizler” alev alev yanan bir ateş haline gelsin diye “tutuşturulduğu zaman;”
7.
“Nefisler eşleştirildiği” her bir amel sahibi, kendisine benzer ameli bulunanlarla bir araya getirildiği
“zaman”. İyiler iyilerle, kötüler kötülerle eşleştirilir, mü’minler hurilerle, kâfirler de şeytanlarla eşleştirilip bir araya getirilir.
Bu da Yüce Allah’ın şu buyruklarını andırmaktadır: “Kâfirler de cehenneme zümre zümre sürülecek” (ez-Zumer, 39/71);
“Rablerinden korkup sakınanlar da cennete zümre zümre götürülecek” (ez-Zumer, 39/73); Toplayın zulmedenleri ve onlara eş olanları...”
(es-Sâffât, 37/22)
8-9.
“Diri diri toprağa gömülen kız çocuğuna” karanlık cahiliye döneminde fakirlik korkusu dışında herhangi bir sebep olmaksızın diri diri toprağa gömülen kız çocuklarına
“hangi suçtan dolayı öldürüldüğü sorulduğu zaman;” Bilindiği gibi onun hiçbir suçu, günahı yoktur; ancak bu ifade, onu öldürene bir azar ve kınama anlamını taşır.
10. Amelde bulunanların yaptıkları hayır ve şerleri ihtiva eden
“amel defterleri serildiği” ve sahiplerine dağıtıldığı
“zaman” ki kimisi defterini sağ tarafından, kimisi de sol tarafından yahut arka tarafından alacaktır.
11. “Gök sıyrıldığı” yerinden sökülüp kaldırıldığı
“zaman;” Bu da Yüce Allah’ın şu buyruklarını andırmaktadır: “Ve o gün gökyüzü bulutla yarılacak...” (el-Furkân, 25/25);
“Gökleri kitapların dürülmesi gibi düreceğimiz gün...” (el-Enbiyâ, 241/104);
“Halbuki Kıyamet günü yeryüzü bütünü ile O’nun avucundadır. Gökler ise O’nun sağ eli ile dürülmüş olacaktır.” (ez-Zümer, 39/67)
12.
“Cehennem alevlendirildiği” harlandığı ve öncesinde görülmedik bir şekilde daha da alev aldığı
“zaman;”
13-14. “Cennet de” takvâ sahiplerine
“yaklaştırıldığı zaman; herkes ne amel hazırladığını bilmiş olacaktır.” Yani dünyada iken işlemiş olduğu bütün amellerini bilmiş olacaktır.
Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Onlar işlediklerini önlerinde hazır bulacaklardır.” (el-Kehf, 18/49)
Kıyamet gününün bu vasıfları dolayısı ile kalpler gerçekten dehşete kapılır. Bundan dolayı sıkıntılar alabildiğine artar, insan iliklerine kadar titrer, korku her yanını kaplar. Bu, olgun akıl sahiplerini o gün için hazırlığa teşvik eder, kınanmasını gerektirecek her bir husustan uzak durmalarını sağlar.
Bundan dolayı seleften biri şöyle demiştir: “Her kim gözü ile görüncesine Kıyameti yaşamak istiyor ise Tekvir suresi üzerinde dikkatle düşünsün.”
{فَلَا أُقْسِمُ بِالْخُنَّسِ (15) الْجَوَارِ الْكُنَّسِ (16) وَاللَّيْلِ إِذَا عَسْعَسَ (17) وَالصُّبْحِ إِذَا تَنَفَّسَ (18) إِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيمٍ (19) ذِي قُوَّةٍ عِنْدَ ذِي الْعَرْشِ مَكِينٍ (20) مُطَاعٍ ثَمَّ أَمِينٍ (21) وَمَا صَاحِبُكُمْ بِمَجْنُونٍ (22) وَلَقَدْ رَآهُ بِالْأُفُقِ الْمُبِينِ (23) وَمَا هُوَ عَلَى الْغَيْبِ بِضَنِينٍ (24) وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَيْطَانٍ رَجِيمٍ (25) فَأَيْنَ تَذْهَبُونَ (26) إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَمِينَ (27) لِمَنْ شَاءَ مِنْكُمْ أَنْ يَسْتَقِيمَ (28) وَمَا تَشَاءُونَ إِلَّا أَنْ يَشَاءَ اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ (29)}.
15- Yemin olsun
(gündüz) sinip saklanan,
16- Akıp
(yörüngelerine) dönen
(yıldızlara/gezegenlere),
17- Karanlığıyla geldiği zaman geceye,
18- Yavaş yavaş aydınlandığı zaman sabaha ki,
19,20- O
(Kur'ân), çok şerefli, pek güçlü, Arşın sahibinin nezdinde de yüksek mevki sahibi bir elçinin
(getirdiği) sözdür.
21- O, orada kendisine itaat edilen, oldukça güvenilir
(bir elçidir).
22- Arkadaşınız
(Muhammed) bir deli değildir.
23- Andolsun ki o, Cebrail’i apaçık ufukta görmüştür.
24- O, gayb/vahiy konusunda cimrilik eden biri değildir.
25- O
(Kur'ân), kovulmuş şeytanın sözü değildir.
26- O halde nereye gidiyorsunuz?
27- O, ancak âlemler için bir öğüttür.
28- İçinizden dosdoğru yoldan gitmek isteyenler için.
29- Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz
(bir şey) dileyemezsiniz.
#
{15 ـ 16} أقسم تعالى {بالخُنَّسِ}: وهي الكواكب التي تخنس؛ أي: تتأخَّر عن سير الكواكب المعتاد إلى جهة المشرق، وهي النجوم السبعة السيَّارة؛ الشمس والقمر والزُّهرة والمشتري والمريخ وزُحل وعطارد؛ فهذه السبعة لها سيران: سيرٌ إلى جهة المغرب مع سائر الكواكب والفلك. وسير معاكسٌ لهذا من جهة المشرق تختصُّ به هذه السبعة دون غيرها، فأقسم الله بها في حال خنوسها؛ أي: تأخُّرها، وفي حال جريانها، وفي حال كُنوسها؛ أي: استتارها بالنهار. ويُحتمل أنَّ المراد بها جميع الكواكب السيَّارة وغيرها.
15-16.
Yüce Allah: “el-hunnes: geri dönüp gelenlere” yemin etmektedir. Bunlar, yıldızların doğuya doğru olan normal seyirlerinden geri kalan gök cisimleridir. Onlar da güneş, ay, zühre
(venüs), müşteri
(jüpiter), zuhal
(satürn), utarid
(merkür) olmak üzere hareketli yedi gök cismidir. Bu yedi gök cisminin her birisinin, hem hareket eden diğer yıldızlara ve sair yörüngelere uygun batı tarafına doğru bir seyirleri, hem de bunun aksine doğu tarafına doğru bir seyirleri olmak üzere iki seyirleri/hareketleri vardır. Bu yedi gök cisminin diğer cisimler arasında böyle hususi bir özelliği vardır.
İşte Yüce Allah, geri kalış, akıp gidiş ve gündüzün gizleniş özelliklerine sahip olan bu varlıklara yemin etmektedir. Bunlarla gezegen olsun olmasın bütün gök cisimlerinin kastedilmiş olma ihtimali de vardır.
#
{17 ـ 18} {والليل إذا عسعس}؛ أي: أقبل، وقيل أَدبر ، والنهار {إذا تَنَفَّسَ}؛ أي: بدت علائم الصبح، وانشقَّ النور شيئاً فشيئاً حتى يستكمل وتطلع الشمس.
17.
“Karanlığıyla geldiği zaman geceye” Bu,
“dönüp gittiği zaman” diye de açıklanmıştır.
18.
“Yavaş yavaş aydınlandığı” yani belirtileri ortaya çıktığı, tamamlanıncaya ve güneş doğuncaya kadar aydınlığı azar azar çoğaldığı
“zaman sabaha.”
#
{19} وهذه آياتٌ عظامٌ أقسم الله عليها لقوَّة سند القرآن وجلالته وحفظه من كلِّ شيطانٍ رجيم، فقال: {إنَّه لَقولُ رسولٍ كريم}: وهو جبريل عليه السلام، نزل به من الله تعالى؛ كما قال تعالى: {وإنَّه لَتنزيل ربِّ العالمين. نَزَلَ به الرُّوحُ الأمينُ. على قلبكَ لتكونَ من المُنذِرينَ}. ووصفه الله بالكريم لكرم أخلاقِهِ و [كثرة] خصالِهِ الحميدة؛ فإنَّه أفضل الملائكة وأعظمهم رتبةً عند ربِّه.
19-20. Yüce Allah, bu pek büyük varlıklara yemin etmektedir. Çünkü Kur’ân’ın dayanağı pek güçlüdür, pek üstün değeri vardır ve o, kovulmuş her bir şeytana karşı korunmuştur.
O bakımdan Allah şöyle buyurmaktadır:
“O, çok şerefli… bir elçinin” Cebrail aleyhisselam’ın getirdiği
“sözdür.” O, bunu Yüce Allah’ın emri ile indirmiştir. Nitekim Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak ki bu (Kur’ân-ı Kerîm) âlemlerin Rabbinin indirmesidir. Onu Ruhu’l-emin (Cebrail) indirdi. Uyarıcılardan olasın diye kalbinin üzerine” (eş-Şuarâ, 26/192)
Yüce Allah bu elçiyi
“çok şerefli”, olmakla nitelendirmesinin sebebi, ahlakının çok üstün, övülmeye değer hasletlerinin çok yüce oluşundan dolayıdır. O, meleklerin en faziletlisi, Rabbi nezdinde mevkii en büyük ve en yüksek olandır.
O, Allah’ın yerine getirmek üzere kendisine verdiği emirlere güç yetirecek şekilde
“pek güçlü”dür. Lût kavminin yurdunu içindekilerle birlikte alt-üst ederek onları helâk etmesi onun gücünün bir göstergesidir.
"Arş’ın sahibinin yanında yüksek bir mevki sahibi…” Cebrail aleyhisselam, Allah’ın nezdinde yakınlaştırılmış bir melektir. Onun pek yüksek bir mevkii vardır. Yüce Allah’ın ona vermiş olduğu özel birtakım mertebelere sahiptir. Onun diğer bütün meleklerin üstünde bir yeri, bir konumu vardır.
#
{21} {مطاع ثَمَّ}؛ أي: جبريل مطاعٌ في الملأ الأعلى؛ لأنَّه من الملائكة المقرَّبين، نافذ فيهم أمرُه، مطاعٌ رأيه، {أمينٍ}؛ أي: ذو أمانة وقيام بما أُمِرَ به، لا يزيد ولا ينقص ولا يتعدَّى ما حُدَّ له، وهذا كلُّه يدلُّ على شرف القرآن عند الله تعالى: فإنَّه بعث به هذا الملك الكريم الموصوف بتلك الصفات الكاملة، والعادةُ أنَّ الملوك لا ترسل الكريم عليها إلاَّ في أهمِّ المهمَّات وأشرف الرسائل.
21.
“O, orada kendisine itaat edilen…” Yani Cibril aleyhisselam’a Mele-i A’lâ’da itaat edilir. Çünkü o, Allah’ın yakınlaştırılmış meleklerinden olup onun verdiği emirler, onlar tarafından yerine getirilir ve onun uygun gördüğü şey itaatle kabul edilir.
"Oldukça güvenilir”dir. Emrolunduğunu yerine getirir. Ne bir şey ekler, ne bir şey eksiltir. Kendisine çizilen sınırı da aşmaz.
İşte bütün bunlar, Kur’ân-ı Kerîm’in Yüce Allah nezdindeki şerefini ve üstünlüğünü göstermektedir. O, bu Kur’ân’ı bu mükemmel sıfatlara sahip, böyle şerefli bir melekle göndermiştir.
Adet olduğu üzere krallar da kendileri için değerli olan kimseleri ancak çok önemli işler için ve çok değerli mesajları götürmek üzere gönderirler.
#
{22} ولما ذكر فضل الرسول الملكيِّ الذي جاء بالقرآن؛ ذكر فضل الرسول البشريِّ الذي نزل عليه القرآنُ، ودعا إليه الناس، فقال: {وما صاحِبُكم}: وهو محمدٌ - صلى الله عليه وسلم - {بمجنونٍ}؛ كما يقوله أعداؤه المكذِّبون برسالته، المتقوِّلون عليه [من] الأقوال التي يريدون أن يطفِئوا بها ما جاء به ، بل هو أكملُ الناس عقلاً، وأجزلُهم رأياً، وأصدقُهم لهجةً.
22.
Kur’ân’ı getiren elçi meleğin fazileti söz konusu edildikten sonra üzerine Kur’ân’ın indirildiği ve insanları bu Kur’ân’a davet eden elçi insanın faziletini söz konusu edilerek şöyle buyrulmaktadır: “Arkadaşınız” Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem
“bir deli değildir.” Onun risaletini yalanlayan, hakkında yalanlar uydurarak onun getirdiklerini söndürmeye çalışan düşmanlarının söyledikleri gibi biri değildir. Aksine o, insanlar arasında aklı en mükemmel, görüşü en sağlam, sözü en doğru olandır.
#
{23} {ولقد رآه بالأفُقِ المُبين}؛ أي: رأى محمدٌ - صلى الله عليه وسلم - جبريل عليه السلام بالأفُقِ البيِّن الذي هو أعلى ما يلوح للبصر.
23.
“Andolsun ki o” yani Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem, Cibril aleyhisselam’ı gözün görebildiği en yüksek nokta olan o
“apaçık ufukta görmüştür.”
#
{24} {وما هو على الغيب بضَنينٍ}؛ أي: وما هو على ما أوحاه الله إليه بِمُتَّهَم يزيد فيه أو ينقص أو يكتم بعضه، بل هو - صلى الله عليه وسلم - أمينُ أهل السماء وأهل الأرض، الذي بلَّغ رسالات ربِّه البلاغَ المبين، فلم يَشُحَّ بشيءٍ منه عن غنيٍّ ولا فقيرٍ ولا رئيسٍ ولا مرؤوسٍ ولا ذكرٍ ولا أنثى ولا حضريٍّ ولا بدويٍّ، ولذلك بعثه الله في أمَّةٍ أميَّةٍ جاهلةٍ جهلاء، فلم يمت - صلى الله عليه وسلم - حتى كانوا علماء ربَّانيِّين وأحباراً متفرِّسين، إليهم الغاية في العلوم، وإليهم المنتهى في استخراج الدقائق والمفهوم ، وهم الأساتذة، وغيرهم قصاراه أن يكون من تلاميذهم.
24.
“O, gayb/vahiy konusunda cimrilik eden biri değildir.” Yani o, Allah’ın kendisine vahyettiği şeylerde cimri değildir. Onun herhangi bir kısmını gizlemez. Aksine o sallallahu aleyhi ve sellem, semadakilerin de yerdekilerin de eminidir. Rabbinin gönderdiklerini apaçık bir şekilde tebliğ etmiştir. Zengine, fakire, yöneticiye, yönetilene, erkeğe, kadına, şehirliye, köylüye… karşı cimrilik ederek hiçbir şeyi gizlemiş değildir.
Bundan dolayı Yüce Allah, onu ümmî ve cahil bir topluma peygamber olarak göndermiştir. Onlar, Rabbâni ilim adamları ve feraset sahibi bilginler seviyesine gelmeden de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem vefat etmemiştir. Onlar ilimde nihaî noktaya ulaşmışlardır. Hassas bilgileri bulup delillerinden çıkarmakta varılacak en son nokta, onlarındılar. Onlar hoca, başkaları ise en iyi ihtimalle onların öğrencileri olabilir.
#
{25} {وما هو بقول شيطانٍ رجيمٍ}: لما ذكر جلالة كتابه وفضلَه بذكر الرسولين الكريمين اللذين وَصَلَ إلى الناس على أيديهما، وأثنى الله عليهما بما أثنى؛ دَفَعَ عنه كلَّ آفةٍ ونقصٍ مما يقدحُ في صدقه، فقال: {وما هو بقول شيطانٍ رجيمٍ}؛ أي: في غاية البعد عن الله وعن قربه.
25. Yüce Allah, Kitabının üstünlüğünü, Kitabını insanlara ulaştıran iki şerefli elçiyi söz konusu ederek belirtip onlardan da övgü ile söz ettikten sonra Kitabından,
doğruluğuna getirilebilecek eleştiri kabilinden her türlü kusur ve eksikliği bertaraf etmek üzere şöyle buyurmaktadır: “O, kovulmuş” Allah’tan ve O’na yakın olmaktan alabildiğince uzak düşmüş
“şeytanın sözü değildir.”
#
{26} {فأين تذهبون}؛ أي: كيف يخطر هذا ببالكم؟! وأين عَزَبَتْ عنكم أذهانكم حتى جعلتم الحقَّ الذي هو في أعلى درجات الصدق بمنزلة الكذب الذي هو أنزلُ ما يكون وأرذلُ وأسفلُ الباطل؟! هل هذا إلاَّ من انقلاب الحقائق؟!
26. Böyle bir şey nasıl hatırınıza gelebilir? Bunu hatırınıza getirirken akıllarınız nerededir? Çünkü sizler, doğruluğun en üst derecesinde bulunan hakkı, olabildiğince aşağılarda, en bayağı, batılın en aşağı derecesi olan yalan seviyesinde tutuyorsunuz. Bu, gerçekleri tersyüz etmekten başka ne olabilir ki?
#
{27} {إنْ هو إلاَّ ذكرٌ للعالمين}: يتذكَّرون به ربَّهم وماله من صفات الكمال وما ينزَّه عنه من النقائص والرذائل والأمثال، ويتذكَّرون به الأوامر والنواهي وحكمها؛ ويتذكَّرون به الأحكام القدريَّة والشرعيَّة والجزائيَّة، وبالجملة يتذكَّرون به مصالح الدارين، وينالون بالعمل به السعادتين.
27.
“O ancak âlemler için bir öğüttür.” Onunla Rablerini hatırlarlar. Sahip olduğu kemâl sıfatlarını, tenzih edilmesi gereken noksan sıfatlarını, eş ve benzerleri bilirler. Yine onunle emirleri, yasakları ve hikmetleri öğrenirler. Onun vasıtası ile Yüce Allah, kaderî, şer’î ve cezaî
(amellere karşılık verilen) hükümleri bellerler, düşünürler. Özetle onun vasıtası ile her iki yurdun faydalı olan hususlarını bilip öğrenirler, onunla amel etmek sureti ile de her iki dünyada mutlu olurlar.
#
{28} {لمن شاء منكم أن يَسْتَقيمَ}: بعد ما تبيَّن الرشد من الغيِّ والهدى من الضَّلال.
28.
“İçinizden dosdoğru yoldan gitmek isteyenler için” ki bu da hak batıldan, hidayet sapıklıktan açıkça ortaya çıktıktan sonra olur.
#
{29} {وما تشاؤون إلاَّ أن يشاء الله ربُّ العالمين}؛ أي: فمشيئتُه نافذةٌ لا يمكن أن تعارضَ أو تمانع. وفي هذه الآية وأمثالها ردٌّ على فرقتي القدريَّة النُّفاة والقدريَّة المجبرة؛ كما تقدَّم مثالها. والله أعلم والحمد لله.
29. O’nun meşîeti geçerlidir, herhangi bir şekilde O’na karşı konulamaz, O’na karşı çıkılamaz.
Bu âyet-i kerime ve benzerlerinde, kaderi inkâr eden Kaderiye ile kaderin insanları zorladığını kabul eden Cebriye fırkalarının görüşleri reddedilmektedir. Nitekim daha önce benzeri bir âyette de buna değinmiştik. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır. Yüce Allah’a hamd-u senalar olsun.
Tekvîr Sûresi’nin tefsiri burada sona ermektedir.
***