Ayet:
71- NÛH SÛRESİ
71- NÛH SÛRESİ
(Mekke’de inmiştir. 28 âyettir)
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adı ile.
Ayet: 1 - 28 #
{إِنَّا أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ أَنْ أَنْذِرْ قَوْمَكَ مِنْ قَبْلِ أَنْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ (1) قَالَ يَاقَوْمِ إِنِّي لَكُمْ نَذِيرٌ مُبِينٌ (2) أَنِ اعْبُدُوا اللَّهَ وَاتَّقُوهُ وَأَطِيعُونِ (3) يَغْفِرْ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرْكُمْ إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى إِنَّ أَجَلَ اللَّهِ إِذَا جَاءَ لَا يُؤَخَّرُ لَوْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ (4) قَالَ رَبِّ إِنِّي دَعَوْتُ قَوْمِي لَيْلًا وَنَهَارًا (5) فَلَمْ يَزِدْهُمْ دُعَائِي إِلَّا فِرَارًا (6) وَإِنِّي كُلَّمَا دَعَوْتُهُمْ لِتَغْفِرَ لَهُمْ جَعَلُوا أَصَابِعَهُمْ فِي آذَانِهِمْ وَاسْتَغْشَوْا ثِيَابَهُمْ وَأَصَرُّوا وَاسْتَكْبَرُوا اسْتِكْبَارًا (7) ثُمَّ إِنِّي دَعَوْتُهُمْ جِهَارًا (8) ثُمَّ إِنِّي أَعْلَنْتُ لَهُمْ وَأَسْرَرْتُ لَهُمْ إِسْرَارًا (9) فَقُلْتُ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ إِنَّهُ كَانَ غَفَّارًا (10) يُرْسِلِ السَّمَاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَارًا (11) وَيُمْدِدْكُمْ بِأَمْوَالٍ وَبَنِينَ وَيَجْعَلْ لَكُمْ جَنَّاتٍ وَيَجْعَلْ لَكُمْ أَنْهَارًا (12) مَا لَكُمْ لَا تَرْجُونَ لِلَّهِ وَقَارًا (13) وَقَدْ خَلَقَكُمْ أَطْوَارًا (14) أَلَمْ تَرَوْا كَيْفَ خَلَقَ اللَّهُ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ طِبَاقًا (15) وَجَعَلَ الْقَمَرَ فِيهِنَّ نُورًا وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِرَاجًا (16) وَاللَّهُ أَنْبَتَكُمْ مِنَ الْأَرْضِ نَبَاتًا (17) ثُمَّ يُعِيدُكُمْ فِيهَا وَيُخْرِجُكُمْ إِخْرَاجًا (18) وَاللَّهُ جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ بِسَاطًا (19) لِتَسْلُكُوا مِنْهَا سُبُلًا فِجَاجًا (20) قَالَ نُوحٌ رَبِّ إِنَّهُمْ عَصَوْنِي وَاتَّبَعُوا مَنْ لَمْ يَزِدْهُ مَالُهُ وَوَلَدُهُ إِلَّا خَسَارًا (21) وَمَكَرُوا مَكْرًا كُبَّارًا (22) وَقَالُوا لَا تَذَرُنَّ آلِهَتَكُمْ وَلَا تَذَرُنَّ وَدًّا وَلَا سُوَاعًا وَلَا يَغُوثَ وَيَعُوقَ وَنَسْرًا (23) وَقَدْ أَضَلُّوا كَثِيرًا وَلَا تَزِدِ الظَّالِمِينَ إِلَّا ضَلَالًا (24) مِمَّا خَطِيئَاتِهِمْ أُغْرِقُوا فَأُدْخِلُوا نَارًا فَلَمْ يَجِدُوا لَهُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَنْصَارًا (25) وَقَالَ نُوحٌ رَبِّ لَا تَذَرْ عَلَى الْأَرْضِ مِنَ الْكَافِرِينَ دَيَّارًا (26) إِنَّكَ إِنْ تَذَرْهُمْ يُضِلُّوا عِبَادَكَ وَلَا يَلِدُوا إِلَّا فَاجِرًا كَفَّارًا (27) رَبِّ اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِمَنْ دَخَلَ بَيْتِيَ مُؤْمِنًا وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَلَا تَزِدِ الظَّالِمِينَ إِلَّا تَبَارًا (28)}.
1- Şüphesiz Biz Nûh’u kavmine (peygamber olarak) gönderdik ve: Kendilerine can yakıcı bir azap gelmeden önce kavmini uyar, dedik. 2- O (kavmine) dedi ki: “Ey kavmim! Şüphesiz ben sizin için apaçık uyarıcıyım.” 3- “Şöyle ki: Allah’a ibadet edin, O’ndan korkup sakının ve bana itaat edin.” 4- “Ki O da günahlarınızdan bir kısmını mağfiret buyursun ve sizi belli bir vadeye kadar ertelesin. Çünkü Allah’ın takdir ettiği vade geldi artık ertelenmez. Keşke bilseydiniz!” 5- Dedi ki: “Rabbim! Şüphesiz ben kavmimi gece gündüz davet ettim.” 6- “Ama benim davetim sadece onların kaçışlarını artırdı.” 7- “Ben senin kendilerini bağışlaman için onları ne zaman davet ettiysem, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, direndiler ve büyüklendikçe büyüklendiler. 8- “Sonra ben onları açıktan açığa davet ettim.” 9- “Yine onlarla hem açık açık, hem de gizli gizli konuştum.” 10- “Dedim ki: Rabbinizden mağfiret dileyin, çünkü O, çok bağışlayıcıdır.” 11- (Mağfiret dileyin) ki O, üzerinize gökten bol bol yağmur göndersin.” 12- “Mallarla ve oğullarla sizi destekleyip çoğaltsın. Size hem bağlar bahçeler hem de nehirler versin.” 13- “Size ne oluyor ki Allah’a saygı duymuyorsunuz?” 14- “Halbuki sizi aşama aşama yaratan O’dur.” 15- Görmez misiniz ki Allah yedi göğü nasıl kat kat/uyum içinde yaratmış? 16- Orada ayı bir nur kılmış, güneşi de bir kandil yapmıştır. 17- “Allah sizi yerden bir bitki gibi bitirmiştir.” 18- “Sonra sizi yine oraya gönderecek ve bir defa daha sizi (oradan) çıkaracaktır.” 19- “Allah yeryüzünü sizin için bir sergi gibi yaymıştır.” 20- “Ki onun geniş yollarında gidesiniz.” 21- Nûh dedi ki: “Rabbim! Gerçek şu ki bunlar bana isyan ettiler de malları ve çocukları sadece zararlarını artıracak olan kimselere uydular.” 22- “Onlar da çok büyük tuzaklar kurdular.” 23- “Ve dediler ki: Sakın ilahlarınızı bırakmayın! Sakın Ved, Suvâ’, Yeğûs, Ye’ûk ve Nesr’i terk etmeyin.” 24- “Gerçekten onlar, birçok kimseyi saptırdılar. O halde Sen de bu zalimlerin sapıklığından başka bir şeylerini artırma!” 25- Günahlarından dolayı onlar suda boğuldular da ardından da ateşe sokuldular. Ama Allah’ın dışında kendilerini kurtaracak hiçbir yardımcı bulamadılar. 26- Nûh dedi ki: “Ey Rabbim, yeryüzünde kâfirlerden dolaşan tek bir kimse bırakma!” 27- “Çünkü eğer Sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar ve sadece (kendileri gibi) günahkar ve kâfir çocuklar dünyaya getirirler.” 28- “Rabbim! Beni, anamı, babamı, mü’min olarak evime gireni, erkek ve kadın mü’minleri bağışla! Zalimlerin de helâklerinden ancak başka bir şeylerini artırma!”
Yüce Allah, bu sûrede Nûh aleyhisselam kıssasından başkasını zikretmemiştir. Buna sebep ise onun, kavmi arasında uzun bir süre kalıması, daveti ve şirkten uzaklaşma çağrısını tekrar tekrar yapmış olmasıdır.
#
{1} فأخبر تعالى أنَّه أرسل نوحاً إلى قومه رحمةً بهم وإنذاراً [لهم] من عذاب أليم؛ خوفاً من استمرارهم على كفرهم، فيهلكهم [اللَّهُ] هلاكاً أبديًّا، ويعذِّبهم عذاباً سرمديًّا.
1. Yüce Allah Nûh aleyhisselam’ı kavmine onlara bir rahmet olması ve can yakıcı bir azaba karşı onları uyarması için göndermiş olduğunu haber vermektedir. Çünkü onların küfürlerini sürdürmeleri bundan dolayı da ebedî olarak helâke uğramaları ve sonu gelmez bir azaba maruz kalmaları tehlikesi vardı.
#
{2 ـ 4} فامتثل نوحٌ عليه السلام لذلك، وابتدر لأمر الله، فقال: {يا قوم إنِّي لكم نذيرٌ مبينٌ}؛ أي: واضح النذارة بينها، وذلك لتوضيحه ما أنذر به وما أنذر عنه، وبأيِّ شيءٍ تحصُلُ النجاة؛ بيَّن ذلك بياناً شافياً، فأخبرهم وأمرهم بأصل ذلك ، فقال: {أنِ اعبُدوا الله واتَّقوه}: وذلك بإفراده تعالى بالعبادة والتوحيد والبعد عن الشرك وطرقه ووسائله؛ فإنَّهم إذا اتَّقوا الله؛ غَفَرَ ذنوبهم؛ وإذا غفر ذنوبهم، حصل لهم النجاة من العذاب والفوز بالثواب، {ويؤخِّرْكم إلى أجل مسمًّى}؛ أي: يمتِّعكم في هذه الدار ويدفع عنكم الهلاك إلى إجل مسمًّى؛ أي: مقدَّر البقاء في الدنيا بقضاء الله وقدره إلى وقتٍ محدودٍ، وليس المتاع أبداً؛ فإنَّ الموت لا بدَّ منه، ولهذا قال: {إنَّ أجَلَ الله إذا جاء لا يؤخَّرُ لو كنتُم تعلمون}: كما كفرتُم بالله وعاندتُم الحقَّ.
2. Nûh aleyhisselam da bu emre riâyet edip Yüce Allah’ın emrini yerine getirmek için elini çabuk tuttu ve (kavmine) dedi ki: Ey kavmim! Şüphesiz ben sizin için apaçık uyarıcıyım.” Benim sizi korkutup uyarışım çok açık ve ortadadır. Çünkü onun kendisi ile korkutup uyardığı hususu, neden korkutup uyardığını ve kurtuluşun ne ile gerçekleşeceğini açıkça onlara bildirmişti. O, bütün bu hususları en ufak bir kapalı taraf kalmayacak şekilde onlara açıklamıştı. 3-4. Onlara kurtuluşun esasını bildirip gereğini yerine getirmelerini emretmek üzere şunları söylemişti: “Allah’a ibadet edin, O’ndan korkup sakının.” Bu ise yalnızca Yüce Allah’a ibadet etmek, O’nu tevhid etmek, şirkten, şirk yollarından ve şirk vesilelerinden uzak durmakla olur. Allah’tan korktukları takdirde Allah da günahlarını bağışlar. Günahları bağışlandı mı onlar azaptan kurtulurlar ve mükâfata nail olurlar. "Ve sizi belli bir vadeye kadar ertelesin.” Bu dünya yurdunda sizi faydalandırsın ve belli bir süreye kadar helâki sizden uzaklaştırsın. Yani dünyada Allah’ın kaza ve kaderi gereğince belli bir süreye kadar kalışı takdir eden O’dur. Ebediyen dünyadan yararlanmak söz konusu değildir. Çünkü ölüm kaçınılmaz bir şeydir. Bundan dolayı da şöyle buyurmaktadır: “Çünkü Allah’ın takdir ettiği vade geldi mi artık ertelenmez. Keşke bilseydiniz!” Ama siz Allah’ı inkâr ettiniz ve O’na karşı inatlaştınız.
#
{5 ـ 7} فلم يجيبوا لدعوته، ولا انقادوا لأمره، فقال شاكياً لربِّه: {ربِّ إنِّي دعوتُ قومي ليلاً ونهاراً. فلم يزِدْهم دعائي إلاَّ فراراً}؛ أي: نفوراً عن الحقِّ وإعراضاً، فلم يبق لذلك فائدةٌ؛ لأنَّ فائدة الدَّعوة أن يحصل جميع المقصود أو بعضه، {وإنِّي كلَّما دعوتُهم لتغفرَ لهم}؛ أي: لأجل أن يستجيبوا؛ فإذا استجابوا؛ غفرتَ لهم، وهذا محضُ مصلحتهم، ولكن أبوا إلاَّ تمادياً على باطلهم ونفوراً عن الحقِّ، {جعلوا أصابِعَهم في آذانهم}؛ حَذَرَ سماع ما يقول لهم نبيُّهم نوحٌ عليه السلام، {واستَغْشَوا ثيابَهم}؛ أي: تغطوا بها غطاءً يغشاهم بعداً عن الحقِّ وبغضاً له، {وأصرُّوا}: على كفرهم وشرِّهم، {واستَكْبَروا}: على الحقِّ {استِكْباراً}: فشرهم ازداد وخيرهم بعد.
5-6. Ancak kavmi, onun davetini kabul etmediler, emrine de uymadılar. Bundan dolayı o da bu sözleriyle Rabbine şikâyette bulundu. Zira onlar, yüz çevirerek haktan kaçıp uzaklaştılar. Davetinin hiçbir faydası olmadı. Çünkü davetin fayda vermesi, maksadın kısmen veya tamamen gerçekleşmesi halinde söz konusudur. 7. “Ben senin kendilerini bağışlaman için onları ne zaman davet ettiysem” yani çağrımı kabul etsinler ve ettikleri takdirde de sen kendilerine mağfiret edesin diye davet ettim. Bu, katıksız olarak onların faydasına idi. Ama onlar, batılları üzere devam etmekten, haktan nefret edip kaçmaktan başka bir yol kabul etmediler. “Parmaklarını” peygamberleri Nûh aleyhisselam’ın kendilerine söylediklerini işitmemek için “kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler.” Haktan uzaklaşmak için ve ona duydukları nefret dolayısı ile elbiselerine bürünüp örtündüler. Küfür ve kötülükleri üzere “direndiler” ve hakka karşı “büyüklendikçe büyüklendiler.” Böylelikle kötülükleri arttı, hayır da onlardan alabildiğine uzaklaştı.
#
{8 ـ 9} {ثم إنِّي دعوتُهم جهاراً}؛ أي: بمسمع منهم كلهم، {ثم إنِّي أعلنتُ لهم وأسررتُ لهم إسراراً}: كل هذا حرصٌ ونصحٌ، وإتيانهم بكلِّ طريق يظنُّ به حصول المقصود.
8-9. “Sonra ben onları” hepsinin işitebilecekleri şekilde “açıktan açığa davet ettim. Yine onlarla hem açık açık, hem de gizli gizli konuştum.” Bütün bunlar, samimi olarak onların iyiliğini arzu ettiğinden dolayı idi. Onun için maksadı gerçekleştirebileceği düşünülen bütün yolları davette kullanmıştı.
#
{10 ـ 12} {فقلتُ استَغْفِروا ربَّكم}؛ أي: اتركوا ما أنتم عليه من الذنوب واستغفروا الله منها؛ {إنَّه كان غفاراً}: كثير المغفرة لمن تاب واستغفر، فرغَّبهم بمغفرة الذُّنوب وما يترتب عليها من الثواب واندفاع العقاب، ورغَّبهم أيضاً بخير الدُّنيا العاجل، فقال: {يرسِلِ السماءَ عليكم مِدراراً}؛ أي: مطراً متتابعاً يروي الشعاب والوهاد، ويحيي البلاد والعباد، {ويُمْدِدْكُم بأموال وبنينَ}؛ أي: يكثر أموالكم التي تدركون بها ما تطلبون من الدُّنيا وأولادكم، {ويجعل لكم جناتٍ ويجعل لكم أنهاراً}: وهذا من أبلغ ما يكون من لَذَّاتِ الدُّنيا ومطالبها.
10. “Dedim ki: Rabbinizden mağfiret dileyin.” Yani işlemekte olduğunuz günahları terk edin ve onlardan dolayı Allah’tan affedilmeyi isteyin. “Çünkü O, çok bağışlayıcıdır.” Tevbe edip mağfiret dileyene bağışlaması, affı pek çoktur, diyerek günahların bağışlanabileceğini belirttim, mağfiret dilemenin vesile olacağı mükâfatları anlattım ve bunun cezayı uzaklaştıracağını da söyledim. 11. Aynı şekilde onları daha dünyada iken kavuşacakları birtakım hayırları bildirerek de teşvik ettim: (Mağfiret dileyin) ki O, üzerinize gökten bol bol yağmur göndersin.” Yani dağları, ovaları sulayacak, ülkeyi ve kulları canlandırıp hayat verecek şekilde ardı arkasına size yağmur yağdırsın. 12. “Mallarla ve oğullarla sizi destekleyip çoğaltsın.” Dünyadan istediklerinizi kendileri vasıtası ile elde ettiğiniz mallarınızı ve evlâtlarınızı çoğaltsın. "Size hem bağlar bahçeler hem de nehirler versin.” Bunlar, dünya lezzet ve isteklerinin en ileri derecesidir.
#
{13 ـ 14} {ما لكم لا ترجونَ لله وَقارا}؛ أي: لا تخافون لله عظمةً وليس لله عندكم قَدْرٌ، {وقد خَلَقَكم أطواراً}؛ أي: خلقاً من بعد خلقٍ في بطن الأمِّ ثم في الرَّضاع ثم في سنِّ الطفوليَّة ثم التمييز ثم الشباب ثم إلى آخر ما يصل إليه الخلق؛ فالذي انفردَ بالخَلْق والتَّدبير البديع متعيَّنٌ أن يُفْرَدَ بالعبادة والتوحيد، وفي ذكر ابتداء خلقهم تنبيهٌ لهم على المعاد ، وأنَّ الذي أنشأهم من العدم قادرٌ على أن يعيدَهم بعد موتهم.
13. “Size ne oluyor ki Allah’a saygı duymuyorsunuz?” Allah’ı tazim edip O’ndan korkmuyorsunuz? Allah’ın nezdinizde hiçbir kıymeti bulunmuyor? 14. “Halbuki sizi aşama aşama yaratan O’dur.” Yani anne karnı, sonra süt emme ve ardından çocukluk çağı, sonra iyiyi kötüden ayırt edebilme çağı, ergenlik çağı, sonra gençlik, sonra da yaratmanın vardığı diğer aşamalara kadar getirmek sureti ile sizi bir yaratılıştan sonra bir başka yaratılışla var eden O’dur. Bu harikulade yaratma ve idareyi tek başına gerçekleştiren, elbette tek başına ibadeti ve tevhid edilmeyi hak etmektedir. Onların ilk yaratılışlarının söz konusu edilmesi, öldükten sonra dirilişe dikkatlerini çekmek ve onları yoktan var edenin, ölümlerinden sonra tekrar yaratmaya kadir olduğunu göstermek içindir.
#
{15 ـ 16} واستدلَّ أيضاً بخلقِ السماواتِ التي هي أكبر من خلق الناس، فقال: {ألم تَرَوْا كيف خَلَقَ الله سبع سمواتٍ طباقاً}؛ أي: كلّ سماءٍ فوق الأخرى، {وجعل القمر فيهنَّ نوراً}: لأهل الأرض، {وجعل الشمسَ سِراجاً}: ففيه تنبيهٌ على عظم خلق هذه الأشياء، وكثرة المنافع في الشمس والقمر، الدالَّة على رحمة الله وسعة إحسانه؛ فالعظيم الرحيم يستحقُّ أن يعظَّم ويُحبَّ ويُخاف ويُرجى.
15. Yine Allah, insanların yaratılmasından daha büyük olan göklerin yaratılışını da dirilişe delil göstererek şöyle buyurmaktadır: “Görmez misiniz ki Allah yedi göğü nasıl kat kat/uyum içinde” her bir semâyı diğerinin üstünde “yaratmış?” 16. “Orada ayı” yeryüzündeki insanlar için “bir nur kılmış, güneşi de bir kandil yapmıştır.” Bu buyrukta bu cisimlerin yaratılışlarının azametine, Allah’ın rahmetine, ihsanının genişliğine delil olan güneş ve ayın pek çok menfaatlerine dikkat çekilmektedir. O halde pek büyük ve pek merhametli olan yaratıcının ta’zim edilmesi ve sevilmesi hakkıdır. O’ndan korkmak ve rahmetini ummak gerekir.
#
{17 ـ 18} {والله أنبتَكم من الأرض نباتاً}: حين خلق أباكم آدمَ وأنتم في صلبِهِ، {ثم يعيدُكم فيها}: عند الموت، {ويخرِجُكم إخراجاً}: للبعث والنشور؛ فهو الذي يملك الحياة والموت والنشور.
17. “Allah sizi” atanız Âdem’i siz onun sulbünde olduğunuz halde yarattığında “yerden bir bitki gibi bitirmiştir.” 18. “Sonra sizi” ölümden sonra “yine oraya gönderecek ve” öldükten sonra diriliş için ve amellerinizin karşılığını görmeniz için “bir defa daha sizi (oradan) çıkaracaktır.” Hayatın, ölümün ve öldükten sonra dirilişin yegane hakimi ve sahibi O’dur.
#
{19 ـ 20} {والله جعل لكم الأرض بساطاً}؛ أي: مبسوطةً مهيئة للانتفاع بها، {لِتَسْلُكوا منها سُبُلاً فِجاجاً}: فلولا أنَّه بسطها؛ لما أمكن ذلك، بل ولا أمكنهم حرثها وغرسها وزرعها والبناء والسكون على ظهرها.
19. “Allah yeryüzünü sizin için bir sergi gibi yaymıştır.” Yararlanılmaya hazır bir şekilde döşemiştir. 20. “Ki onun geniş yollarında gidesiniz.” Eğer sizin için döşememiş olsaydı, buna imkân bulunmazdı. Hatta insanların orayı sürmeleri, ekip biçmeleri, bina yapmaları ve üzerinde oturmaları dahi mümkün olmazdı.
#
{21 ـ 24} {قال نوحٌ}: شاكياً لربِّه: إنَّ هذا الكلام والوعظ والتَّذكير ما نَجَعَ فيهم ولا أفاد: {إنَّهم عَصَوْني}: فيما أمرتُهم به، {واتَّبعوا مَنْ لم يَزِده مالُه وولدُه إلاَّ خساراً}؛ أي: عَصَوُا الرسول الناصح الدالَّ على الخير، واتَّبعوا الملأ والأشراف الذين لم تَزِدْهم أموالُهم ولا أولادُهم إلاَّ خساراً؛ أي: هلاكاً وتفويتاً للأرباح؛ فكيف بِمَنِ انقادَ لهم وأطاعهم؟! {ومكروا مَكْراً كُبَّاراً}؛ أي: مكراً كبيراً بليغاً في معاندة الحقِّ. قالوا لهم داعين إلى الشرك مزينين له: {لا تَذَرُنَّ آلهتكم}: فدعوهم إلى التعصُّب على ما هم عليه من الشرك، وأن لا يَدَعوا ما عليه آباؤهم الأقدمون، ثم عيَّنوا آلهتهم، فقالوا: {ولا تَذَرُنَّ ودًّا ولا سُواعاً ولا يَغوثَ ويعوقَ ونَسْراً}: وهذه أسماء رجال صالحين؛ لما ماتوا؛ زيَّن الشيطان لقومهم أن يصوِّروا صورهم؛ لينشطوا بزعمهم على الطاعةِ إذا رأوها، ثم طال الأمدُ، وجاء غير أولئك، فقال لهم الشيطانُ: إنَّ أسلافَكم يعبدونهم ويتوسَّلون بهم، وبهم يُسْقَوْن المطر، فعبدوهم، ولهذا وصَّى رؤساؤهم للتابعين لهم أن لا يَدَعوا عبادة هذه الأصنام ، {وقد أضلُّوا كثيراً}؛ أي: أضلَّ الكبار والرؤساء بدعوتهم كثيراً من الخلق. {ولا تزِدِ الظالمينَ إلاَّ ضلالاً}؛ أي: لو كان ضلالهم عند دعوتي إيَّاهم للحقِّ ؛ لكان مصلحةً، ولكن لا يزيدون بدعوة الرؤساء إلاَّ ضلالاً؛ أي: فلم يبق محلٌّ لنجاحهم وصلاحهم.
21. “Nûh” Rabbine şikâyetle “dedi ki: Rabbim…” Benim onlara söylediğim bunca sözlerin, öğütlerin ve hatırlatmaların onlara hiçbir faydası olmadı. Aksine “bunlar bana” kendilerine emrettiğim bütün hususlarda “isyan ettiler de malları ve çocukları sadece zararlarını artıracak olan kimselere uydular.” Yani onlar, kendilerine samimiyetle öğüt veren, hayrı gösteren rasûle karşı geldiler. Diğer taraftan ileri gelen ve eşraf kabul edilenlere uydular. Halbuki bunların malları ve çocukları kendilerinin ziyanlarından başka bir şeylerini artırmayacaktır. Yani onların, kendilerini helâke götürmekten ve kurtuluştan mahrum etmekten başka bir faydaları yoktur. Peki ya onlara uyup itaat edenlerin hali nice olur! 22. “Onlar da çok büyük” hakka karşı inatlaşma hususunda oldukça ileri ve pek büyük “tuzaklar kurdular.” 23. “Ve” kavimlerini şirke çağırarak ve onlara bunu süslü göstererek “dediler ki: Sakın ilahlarınızı bırakmayın” Böylece onları izlemekte oldukları şirk yoluna taassupla ve sımsıkı sarılmaya, önceki atalarının izlediği yolu bırakmamaya çağırdılar. Daha sonra bu ilâhlarını isim isim zikredip şöyle dediler: “Sakın Ved, Suvâ’, Yeğûs, Ye’ûk ve Nesr’i terk etmeyin.” Bunlar, salih birtakım insanların isimleri idi. Bunlar öldükten sonra şeytan, kavimlerine onların suretlerini yapmalarını vesvese verip güzel gösterdi. Böylece kanaatlerine göre bunları gördükleri vakit itaat için daha çok gayrete geleceklerdi. Aradan uzun zaman geçti ve bu işi yapanların dışında başkaları gelince şeytan, bunlara da şunu söyledi: Sizden öncekiler bunlara ibadet ediyorlar, bunları vesile/aracı ediniyorlardı. Bunların vesilesiyle yağmura kavuşuyorlardı. Bunun üzerine onlar da bunlara ibadet ettiler. İşte bundan dolayı onların ileri gelen elebaşları, kendilerine uyan kimselere bu putlara ibadetten vazgeçmemelerini emrettiler. 24. “Gerçekten onlar” yani büyük kabul edilenler ve liderler, yaptıkları çağrılarla insanlardan “birçok kimseyi saptırdılar.” “O halde Sen de bu zalimlerin sapıklığından başka bir şeylerini artırma!” Eğer onların sapmaları, benim kendilerini hakka davetim esnasında olsaydı bunun bir anlamı olabilirdi. Fakat onlar, sırf liderlerinin davetleri ile sapmakta ve bununla da ancak sapıklıkları artmaktadır. Yani artık onların kurtuluşlarına ve düzelmelerine imkân kalmamıştır. Bundan dolayı Yüce Allah, onların dünya ve âhiretteki azap ve cezalarını söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:
#
{25} ولهذا ذكر الله عذابَهم وعقوبتهم الدنيويَّة والأخرويَّة، فقال: {ممَّا خطيئاتِهِم أغْرِقوا}: في اليمِّ الذي أحاط بهم، {فأدْخِلوا ناراً}: فذهبت أجسادُهم في الغرق وأرواحُهم للنار والحرق. وهذا كلُّه بسبب خطيئاتهم التي أتاهم نبيُّهم [نوح] ينذِرُهم عنها ويخبِرُهم بشؤمها ومغبَّتها، فرفضوا ما قال، حتى حلَّ بهم النَّكال، {فلم يجِدوا لهم من دونِ الله أنصاراً}: ينصُرونهم حين نزل بهم الأمرُ الأمرُّ، ولا أحد يقدر يعارِضُ القضاء والقدر.
25. “Günahlarından dolayı onlar suda” kendilerini her taraftan çepeçevre kuşatan denizde “boğuldular. Ardından da ateşe sokuldular.” Bedenleri suda boğulup kayboldu, ruhları da ateşe ve yakılmaya gönderildi. Bütün bunlara sebepse işledikleri günahları idi. Halbuki peygamberleri, bu günahlarından dolayı onları uyarmak üzere gelmişti. Onlara bu günahlarının uğursuzluğunu ve kötü âkıbetlerini de bildirmişti. Onlarsa bu ibretli ceza gelip kendilerini buluncaya kadar söylediklerini reddedip durdular. "Ama Allah’ın dışında kendilerini kurtaracak hiçbir yardımcı bulamadılar.” Bu ilâhî emir üzerlerine indiğinde, hiç kimse onlara yardım edemedi. Hiç kimse Allah’ın kaza ve kaderine karşı duramadı.
#
{26 ـ 27} {وقال نوحٌ ربِّ لا تَذَرْ على الأرضِ من الكافرين ديَّاراً}: يدور على وجه الأرض. وذكر السبب في ذلك، فقال: {إنَّك إن تَذَرْهُم يُضِلُّوا عبادك ولا يَلِدوا إلاَّ فاجراً كفَّاراً}؛ أي: بقاؤهم مفسدةٌ محضةٌ لهم ولغيرهم، وإنَّما قال نوحٌ ذلك؛ لأنَّه مع كثرة مخالطته إيَّاهم ومزاولته لأخلاقهم؛ علم بذلك نتيجة أعمالهم؛ فلهذا استجاب الله له دعوته فأغرقهم أجمعين، ونجَّى نوحاً ومن معه من المؤمنين.
26-27. Nuh aleyhisselam “Ey Rabbim, yeryüzünde kâfirlerden dolaşan tek bir kimse bırakma!” diye beddua etti, sonra da bunun sebebini zikrederek şunları söyledi: “Çünkü eğer Sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar ve sadece (kendileri gibi) günahkar ve kâfir çocuklar dünyaya getirirler.” Yani bunların hayatta kalmaları, kendileri için de başkaları için de katıksız bir fesad, bir kötülüktür. Nûh aleyhisselam, onlarla çokça oturup kalktığından, onların huylarını iyiden iyiye bildiğinden, amellerinin sonuçlarını da gördüğünden bunu anlayıp kestirmişti. Bu sözleri söylemesine sebep de budur. Bundan dolayı Yüce Allah da onun duasını kabul ederek hepsini suda boğdu. Yalnızca Nûh’u ve onunla birlikte iman edenleri kurtardı.
#
{28} {ربِّ اغفِرْ لي ولوالديَّ ولِمَنْ دَخَلَ بيتي مؤمناً}: خصَّ المذكورين لتأكُّد حقِّهم وتقديم برِّهم، ثم عمَّم الدُّعاء، فقال: {وللمؤمنين والمؤمنات ولا تزِدِ الظالمينَ إلا تَباراً}؛ أي: خساراً ودماراً وهلاكاً.
28. “Rabbim! Beni, anamı, babamı, mü’min olarak evime gireni” bunların hakları daha büyük ve bunlara iyilik yapmak daha öncelikli olduğundan dolayı özellikle burada sözü geçenleri zikretti, ardından da duasını genelleştirerek şöyle devam etti: “... erkek ve kadın mü’minleri bağışla!” “Zalimlerin de helâklerinden” hüsranlarından ve yok olup gidişlerinden “başka bir şeylerini artırma.”
Nûh aleyhisselam Sûresi’nin tefsiri burada sona ermektedir. Yüce Allah’a hamdolsun.
***