Ayet:
50- KÂF SÛRESİ
50- KÂF SÛRESİ
(Mekke’de inmiştir. 45 âyettir)
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adı ile.
Ayet: 1 - 4 #
{ق وَالْقُرْآنِ الْمَجِيدِ (1) بَلْ عَجِبُوا أَنْ جَاءَهُمْ مُنْذِرٌ مِنْهُمْ فَقَالَ الْكَافِرُونَ هَذَا شَيْءٌ عَجِيبٌ (2) أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا ذَلِكَ رَجْعٌ بَعِيدٌ (3) قَدْ عَلِمْنَا مَا تَنْقُصُ الْأَرْضُ مِنْهُمْ وَعِنْدَنَا كِتَابٌ حَفِيظٌ (4)}
1- Kâf. Mecîd olan Kur’ân’a yemin olsun. 2- Doğrusu onlar içlerinden bir uyarıcı geldiğine şaştılar da o kafirler şöyle dediler: “Bu çok şaşılacak bir şey!” 3- “Öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı (dirileceğiz)?! Böyle bir dönüş, çok uzak bir ihtimal!” 4- Biz, yerin onlardan neyi eksilttiği pek iyi biliriz. Yanımızda da (her şeyi) kayıt altına alan bir Kitap vardır.
#
{1} يقسم تعالى بـ {القرآنِ المجيد}؛ أي: وسيع المعاني، عظيمها، كثير الوجوه، كثير البركات، جزيل المبرات، والمجد سعة الأوصاف وعظمتها، وأحق كلام يوصف بذلك هذا القرآن، الذي قد احتوى على علوم الأوَّلين والآخرين، الذي حوى من الفصاحة أكملَها، ومن الألفاظ أجزلَها، ومن المعاني أعمَّها وأحسنها.
1. Yüce Allah, Mecid olan yani anlamları geniş kapsamlı, yüce, çok yönlü, pek bereketli, iyilikleri çok fazla olan Kur’ân’a yemin etmektedir. Mecd ve mecîd, niteliklerin geniş ve yüce olması demektir. Bu şekilde anılmaya en layık söz, elbette ki bu Kur’ân-ı Kerim’dir. O, öncekilerin ve sonrakilerin ilimlerini kapsadığı gibi en mükemmel şekli ile fesahatı, en akıcı lafızları, en geniş ve güzel manaları da ihtiva eden bir kitaptır. Bu da ona kâmil anlamı ile tabi olmayı, ona hemen itaat edip boyun eğmeyi ve onu lütfettiği için de Allah’a şükretmeyi gerektirir.
#
{2} وهذا موجب لكمال اتِّباعه وسرعة الانقياد له وشكر الله على المنَّة به، ولكن أكثر الناس لا يقدِّر نعمَ الله قَدْرَها، ولهذا قال تعالى: {بلْ عَجِبوا}؛ أي: المكذِّبون للرسول - صلى الله عليه وسلم -، {أن جاءَهُم منذرٌ منهم}؛ أي: يُنْذرهم ما يضرُّهم ويأمرهم بما ينفعهم، وهو من جنسهم، يمكنُهم التلقِّي عنه ومعرفة أحوالِه وصدقِه، فتعجَّبوا من أمرٍ لا ينبغي لهم التعجُّب منه، بل يتعجَّب من عَقل من تعجب منه، {فقالَ الكافرون}؛ أي: الذين حَمَلَهُم كفرُهم وتكذيبُهم لا نقص بذكائِهِم وآرائِهِم: {هذا شيءٌ عجيبٌ}؛ أي: مستغربٌ. وهم في هذا الاستغراب بين أمرين: إمَّا صادقونَ في استغرابهم وتعجُّبهم؛ فهذا يدلُّ على غاية جهلهم وضعف عقولهم؛ بمنزلة المجنون الذي يستغربُ كلامَ العاقل، وبمنزلة الجبانِ الذي يتعجَّب من لقاء الفارس للفرسان، وبمنزلة البخيل الذي يستغرب سخاء أهل السَّخاء؛ فأيُّ ضررٍ يلحق من تعجب مَن هذه حالُه؟! وهل تعجُّبه إلا دليلٌ على زيادة جهله وظلمه ؟! وإما أن يكونوا متعجِّبين على وجهٍ يعلمون خطأهم فيه؛ فهذا من أعظمِ الظُّلم وأشنعِه.
2. Ama insanların çoğu, Allah’ın nimetlerinin kadrini bilmemektedir. Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Rasûlullah’ı yalanlayanlar “içlerinden bir uyarıcı” kendilerine zararlı olacak şeylere karşı onları uyaran, faydalı olacak şeyleri emreden, kendi cinslerinden olan, ondan algılama imkânları bulunan ve durumunu, doğruluğunu bilmeleri mümkün olan böyle bir peygamber gelmesine “şaştılar.” Hiç de şaşmaları gerekmeyen böyle bir duruma şaştılar. Halbuki asıl buna hayret edenlerin akıllarına şaşılır. “O kafirler şöyle dediler…” zeka ve görüşlerindeki bir eksiklikten dolayı değil de sırf küfürleri ve yalanlamaları dolayısı ile “Bu, çok şaşılacak bir şey!” garip ve tuhaf bir şey! Onların bu şaşmalarında iki durum söz konusudur: Ya onlar hayret edip garip karşıladıklarını söylerken doğru söylemektedirler. Bu da onların son derece cahil ve kıt akıllı olduklarını, aklı başında bir kimsenin söylediği sözleri garip karşılayan bir deliye, bir süvarinin birkaç süvari ile karşılaşmasına şaşıran korkak bir kimseye ve cömertlerin cömertliklerini hayretle karşılayan cimriye benzediklerini ortaya koymaktadır. Bu durumdaki birisinin hayret etmesinden, hayret edilene herhangi bir zarar gelir mi? Böyle birisinin hayret etmesi, onun cahilliğinin ve haksızlığının ileri derecede oluşundan başka bir şeye delil olabilir mi? Yahut da onlar, kendilerinin hatalı olduklarını bile bile bu işe hayret etmektedirler. Bu ise en büyük ve en çirkin bir zulümdür.
#
{3 ـ 4} ثم ذكر وجه تعجُّبهم، فقال: {أإذا مِتْنا وكُنَّا تراباً ذلك رَجْعٌ بعيدٌ}: فقاسوا قدرة من هو على كلِّ شئٍ قديرٌ الكامل من كلِّ وجهٍ، بقدرة العبد الفقير العاجز من جميع الوجوه! وقاسوا الجاهلَ الذي لا علمَ له، بمن هو بكلِّ شيءٍ عليمٌ، الذي يعلم {ما تَنقُصُ الأرضُ}: من أجسادهم مدَّة مقامِهم في البرزخِ ، وقد أحصى في كتابه الذي هو عنده ـ محفوظٌ عن التغيير والتبديل ـ كلَّ ما يجري عليهم في حياتهم ومماتهم. وهذا استدلالٌ بكمال سعة علمه ، التي لا يحيطُ بها إلاَّ هو على قدرته على إحياء الموتى.
3. Daha sonra Yüce Allah, onların neye şaştıklarını da söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır: “Öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı (dirileceğiz)?! Böyle bir dönüş, çok uzak bir ihtimal!” Onlar, gücü her şeye yeten, her bakımdan kamil olan Yüce Allah’ın kudretini, bütün yönleri ile âciz ve muhtaç olan kulun kudretine kıyasladılar. Hiçbir bilgisi olmayan cahili, her şeyi bilene kıyas ettiler. 4. Halbuki O, berzahta kaldıkları süre içerisinde yerin onların cesetlerinden neyi eksilttiğini muhakkak bilir. Üstelik O, bunları kendi katında bulunan ve her türlü değişklikten yana korunmuş olan Kitab’ında tek tek kaydetmiştir. Bu kitap, hayatlarında ve ölümlerinde karşı karşıya kalacakları her bir şeyi içermektedir. Bu buyrukta Yüce Allah'ın, kendisinden başka hiçbir kimsenin bilmediği kamil ve geniş bir ilme sahip olması, ölüleri diriltmeye kadir olduğuna delil gösterilmektedir.
Ayet: 5 #
{بَلْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءَهُمْ فَهُمْ فِي أَمْرٍ مَرِيجٍ (5)}
5- Doğrusu onlar, hak kendilerine geldiği zaman onu yalanladılar. Şimdi karmakarışık ve şaşkın bir hal içindeler.
#
{5} أي: {بل}: كلامُهم الذي صدر منهم إنَّما هو عنادٌ وتكذيبٌ للحقِّ الذي هو أعلى أنواع الصدق. {لمَّا جاءهم فهم في أمرٍ مَريجٍ}؛ أي: مختلطٍ مشتبهٍ، لا يثبتون على شيءٍ، ولا يستقرُّ لهم قرارٌ، فتارةً يقولون عنك: إنَّك ساحرٌ! وتارةً: مجنونٌ! وتارة: شاعرٌ! وكذلك جعلوا القرآن عِضين، كلٌّ قال فيه ما اقتضاه فيه رأيُه الفاسدُ. وهكذا كلُّ من كذَّب بالحقِّ؛ فإنَّه في أمرٍ مختلطٍ، لا يدرى له وجهٌ ولا قرارٌ، فترى أموره متناقضةً مؤتفكةً؛ كما أنَّ من اتَّبع الحقَّ وصدق به قد استقام أمرُه واعتدل سبيلُه، وصدق فعلُه قيلَه.
5. “Doğrusu” onların söyledikleri sözler, inat ve doğruyu yalanlamaktan ibarettir. Onlar doğruluğun en üstün seviyesinde bulunan “hak kendilerine geldiği zaman onu yalanladılar. Şimdi karmakarışık ve şaşkın bir hal içindeler.” İşleri karmakarışık ve şüphelidir. Hiçbir şeyde sebat gösteremezler, herhangi bir noktada istikrarları yoktur. Senin hakkında kimi zaman sen sihirbazsın, kimi zaman delisin, kimi zaman şairsin, derler. Kur’ân-ı Kerim hakkındaki kanaatleri de bu şekilde türlü karmaşıktır. Onların her birisi kendi bozuk kanaatine göre bir şeyler söylemektedir. Hakkı yalanlayan herkesin hali de budur. O karmakarışık ve şaşkın bir hal içinde kalır. Herhangi bir şekilde onun istikrarı söz konusu olmaz. Bütün işleri çelişkili ve tutarsızdır. Diğer taraftan hakka uyan ve onu hakkı tasdik eden kimsenin işi ise dosdoğrudur, yolu mutedildir ve işi ile sözü birbirini tutar.
Ayet: 6 - 11 #
{أَفَلَمْ يَنْظُرُوا إِلَى السَّمَاءِ فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا وَمَا لَهَا مِنْ فُرُوجٍ (6) وَالْأَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ (7) تَبْصِرَةً وَذِكْرَى لِكُلِّ عَبْدٍ مُنِيبٍ (8) وَنَزَّلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً مُبَارَكًا فَأَنْبَتْنَا بِهِ جَنَّاتٍ وَحَبَّ الْحَصِيدِ (9) وَالنَّخْلَ بَاسِقَاتٍ لَهَا طَلْعٌ نَضِيدٌ (10) رِزْقًا لِلْعِبَادِ وَأَحْيَيْنَا بِهِ بَلْدَةً مَيْتًا كَذَلِكَ الْخُرُوجُ (11)}
6- Üstlerindeki göğe bakmazlar mı biz onu nasıl bina edip süslemişiz? Onun hiçbir deliği-gediği de yoktur. 7- Yeri de yayıp döşedik, oraya sabit dağlar yerleştirdik ve orada göz alıcı her çeşitten bitkiler bitirdik. 8- Allah'a yönelen her bir kula basiret ve öğüt olsun diye (yaptık bunları). 9,10- Gökten de bereketli bir su indiririz de onunla bahçeler, biçilecek ekin taneleri ve üst üste dizili meyve tomurcukları olan yüksek hurma ağaçları bitiririz. 11- Kullara rızık olması için. Bir de o suyla ölü bir beldeye hayat veririz. İşte (kabirlerden) çıkış da böyledir.
#
{6} لمَّا ذكر تعالى حالة المكذِّبين وما ذمَّهم به؛ دعاهم إلى النَّظر في آياته الأفقيَّة كي يعتبروا ويستدلُّوا بها على ما جُعلت أدلةً عليه، فقال: {أفلمْ ينظُروا إلى السماءِ فوقَهم}؛ أي: لا يحتاجُ ذلك النظرُ إلى كلفةٍ وشدِّ رحل، بل هو في غاية السهولة، فينظرون {كيفَ بَنَيْناها}: قبةً مستويةَ الأرجاء ثابتة البناء مزيَّنةً بالنجوم الخُنَّس والجواري الكُنَّس، التي ضُرِبتْ من الأفُق إلى الأفُق في غاية الحسن والملاحة، لا ترى فيها عيباً ولا فروجاً ولا خلالاً ولا إخلالاً، قد جعلها الله سقفاً لأهل الأرض، وأودع فيها من مصالحهم الضروريَّة ما أودع.
6. Yüce Allah, yalanlayıcıların halini ve onları yerdiği hususları söz konusu ettikten sonra gerektiği gibi ibret alıp onların delil oldukları gerçekleri görmeleri için onları âfâkî/kevni âyetleri üzerinde düşünmeye çağırmakta ve şöyle buyurmaktadır: "Üstlerindeki göğe bakmazlar mı biz onu nasıl bina edip süslemişiz? Onun hiçbir deliği-gediği de yoktur.” Böyle bir bakışın herhangi bir külfeti, yorgunluğu gerektiren herhangi bir tarafı yoktur. Böyle bir bakış gayet kolaydır. O halde göğün dört bir yanının nasıl pürüzsüz olduğuna, yapısının sağlamlığına, yıldız ve gezegenlerle süslenmiş olduğuna niye bakmıyorlar? Bu yıldızlar son derece güzel ve tatlı bir görünüm içerisinde ufukta bir uçtan diğerine kadar yayılmışlardır. Gökte herhangi bir kusur, bir gedik, bir tutarsızlık ve bir dengesizlik görülmemektedir. Allah orayı yeryüzünde yaşayanlara adeta bir tavan kılmış, orada kendileri için zorunlu ve faydalarına olan pek çok şeyi var etmiştir.
#
{7} وإلى الأرض كيف مَدَدْناها ووسَّعناها حتى أمكن كلَّ حيوانٍ السكونُ فيها والاستقرار والاستعداد لجميع مصالحه، وأرساها بالجبال؛ لتستقرَّ من التَّزلزل والتموُّج. {وأنبَتْنا فيها من كلِّ زوجٍ بهيجٍ}؛ أي: من كل صنفٍ من أصناف النبات التي تسرُّ ناظريها، وتُعْجِب مبصريها، وتُقِرُّ عين رامقيها لأكل بني آدم وأكل بهائمهم ومنافعهم.
7. Yeryüzüne de bakmazlar mı? Biz “yeri de yayıp döşedik.” Onu alabildiğine genişlettik. Orada canlılar yerleşebilmekte, istikrar bulmaktadırlar. Orası, canlıların bütün maslahatlarına cevap verecek haldedir. “oraya sabit dağlar yerleştirdik” Yeri sarsıntılardan ve çalkalanmalardan koruması ve sabit kalması için köklü dağlarla sağlamlaştırdık. “Orada göz alıcı her çeşitten bitkiler bitirdik.” Bakanlara neşe veren, basiret gözü ile görenleri hayrette bırakan ve beğenilerini kazanan, gözlere aydınlık veren, Âdemoğullarının ve hayvanlarının yemeleri ve menfaatleri için her türlü bitkiden bitirmiştir.
#
{8 ـ 11} وخصَّ من تلك المنافع [بالذكر] الجنَّات المشتملة على الفواكه اللَّذيذة من العنب والرُّمان والأترجِّ والتُّفاح وغير ذلك من أصناف الفواكه، ومن النخيل الباسقات؛ أي: الطوال، التي يطول نفعها ، وترتفع إلى السماء حتى تبلغ مبلغاً لا يبلغه كثيرٌ من الأشجار، فتخرجَ من الطلع النضيد في قنوانها ما هو رزقٌ للعباد قوتاً وأدماً وفاكهةً يأكلون منه ويدَّخرون هم ومواشيهم. وكذلك ما يخرج الله بالمطر، وما هو أثره من الأنهار التي على وجه الأرض و [التي] تحتها من {حبِّ الحصيدِ}؛ أي: من الزَّرع المحصود من بُرٍّ وشعير وذرة وأرزٍّ ودخن وغيره؛ فإن في النظر في هذه الأشياء {تبصرةً}: يُتَبَصَّر بها من عمى الجهل، {وذكرى}: يُتَذَكَّر بها ما ينفع في الدين والدنيا، ويُتَذَكَّر بها ما أخبر الله به وأخبرت به رسله، وليس ذلك لكلِّ أحدٍ، بل {لكلِّ عبدٍ منيبٍ} إلى الله؛ أي: مقبل عليه بالحبِّ والخوف والرجاء وإجابة داعيه، وأمَّا المكذِّب أو المعرض؛ فما تغني الآياتُ والنُّذُر عن قوم لا يؤمنون. وحاصلُ هذا أنَّ ما فيها من الخلق الباهر والقوَّة والشدَّة دليلٌ على كمال قدرة الله تعالى، وما فيها من الحسن والإتقان وبديع الصنعة وبديع الخلقة دليلٌ على أنَّ اللهَ أحكمُ الحاكمين، وأنَّه بكلِّ شيء عليمٌ، وما فيها من المنافع والمصالح للعباد دليلٌ على رحمة الله التي وسعت كل شيء، وجوده الذي عمَّ كلَّ حيٍّ، وما فيها من عظمة الخلقة وبديع النِّظام دليلٌ على أنَّ الله تعالى هو الواحدُ الأحدُ الفردُ الصمدُ الذي لم يتَّخذ صاحبةً ولا ولداً، ولم يكن له كفواً أحدٌ، وأنه الذي لا تنبغي العبادة والذُّلُّ والحبُّ إلاَّ له، وما فيها من إحياء الأرض بعد موتها دليلٌ على إحياء الله الموتى ليجازِيَهم بأعمالهم، ولهذا قال: {وأحْيَيْنا به بلدةً ميتاً كذلك الخروجُ}. ولمَّا ذكَّرهم بهذه الآيات السماوية والأرضيَّة؛ خوَّفهم أخذات الأمم، وألاَّ يستمرُّوا على ما هم عليه من التكذيب، فيصيبهم ما أصاب إخوانَهم من المكذِّبين، فقال:
8-11. Bu faydalı bitkiler arasındanda özellikle üzüm, nar, turunç, elma vb. gibi çeşitli lezzetli meyveleri ihtiva eden bahçeleri zikretmiştir. Yine uzun boylu hurma ağaçları da bunlardandır ki oların hem uzun süre faydaları vardır hem de gövdeleri göğe doğru alabildiğine yükselir, boy atarlar. Çoğu ağaçlar ise bu kadar uzun değildir. Salkımlarından taze tomurcuklar çıkar. Kullar da bunlardan katık ve meyve olarak rızıklanırlar, yararlanırlar. Kimisini yerler, kimisini de kendileri ve davarları için saklarlar. Yüce Allah’ın yağmur ile ve bu yağmurun bir neticesi olan yeryüzündeki ve yer altındaki nehirler ile çıkarttığı buğday, arpa, mısır, pirinç, darı ve buna benzer “biçilen ekin taneleri” de bu bitkilerdendir. İşte bütün bu varlıklara bakmak, cahilliğin körlüğünden kurtulmayı sağlayana bir “basiret”tir. Bunlar ayrıca “öğüt” için yaratılmıştır. Kul, bunlar vasıtası ile din ve dünyasında kendisi ile yararlanacağı şeyleri düşünüp öğüt alır. Allah’ın ve peygamberlerinin verdiği haberleri hatırlar, bunlar üzerinde ibretle düşünür. Ancak bu, herkes için böyle değildir. Aksine bunlar “Allah'a yönelen her bir kul” için böyledir. Allah’a muhabbet, korku ve ümit ile, O’nun davetçisinin çağrısını kabul ederek yönelenler için böyledir. Yalanlayıp yüz çevirene gelince âyetlerin ve uyarıların iman etmeyen bir kavme fayda vermediği açıktır. Özetle bunlardaki göz kamaştırıcı yaratılış, güç ve sağlamlık, Yüce Allah’ın kudretinin kemaline delildir. Bunlardaki güzellik, her şeyin sağlam yapılmış olması, harikulade yaratılış, Allah’ın “ahkemu’l-hakimîn” olduğunu gösterir ve her şeyi bildiğini ortaya koyar. Bunlardaki kulların menfaatine ve maslahatına olan şeyler, Yüce Allah’ın her şeyi kuşatmış olan rahmetine, bütün canlıları kaplamış olan cömertliğine delildir. Bunlardaki yaratılışın azameti, olağanüstü güzellik, Yüce Allah’ın tek, eşsiz ve samed olduğuna, hiçbir eş ve evlat edinmediğine, hiçbir kimsenin O’nun dengi olmadığına, ibadetin, önünde zilletle eğilmenin, sevgi ile bağlanmanın, kendisinden başkası için asla söz konusu olamayacağına delildir. Ölümünden sonra yeryüzünün hayat bulması da Allah’ın, amellerin karşılıklarını vermek üzere ölüleri dirilteceğine delildir. İşte bundan dolayı Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: “Bir de o suyla ölü bir beldeye hayat veririz. İşte (kabirlerden) çıkış da böyledir.” Yüce Allah, gökteki ve yerdeki âyetleri/delilleri hatırlattıktan sonra daha önceki ümmetlerin azapla yakalanışlarını hatırlatarak muhataplara yalanlamalarını sürdürmemelerini bildirmekte ve onları uyarmaktadır. Böyle devam edecek olurlarsa, kendilerinden önceki inkarcı benzerlerinin başına gelen musibetler, onların da başına gelecektir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
Ayet: 12 - 15 #
{كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَأَصْحَابُ الرَّسِّ وَثَمُودُ (12) وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ وَإِخْوَانُ لُوطٍ (13) وَأَصْحَابُ الْأَيْكَةِ وَقَوْمُ تُبَّعٍ كُلٌّ كَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ وَعِيدِ (14) أَفَعَيِينَا بِالْخَلْقِ الْأَوَّلِ بَلْ هُمْ فِي لَبْسٍ مِنْ خَلْقٍ جَدِيدٍ (15)}
12- Onlardan önce Nûh’un kavmi, Ashab-ı Ress ve Semûd da yalanlamıştı. 13- Âd, Firavun ve Lût’un kardeşleri; 14- Ashab-ı Eyke ve Tubba’ kavmi de... Her biri rasulleri yalanladı da (azap) tehdidim hak oldu. 15- Biz, ilk yaratışta aciz mi kaldık (ki diriltmekten aciz kalalım)? Hayır, bilakis onlar yeniden yaratılıştan yana kuşku içindedirler.
#
{12 ـ 14} أي: كذَّب الذين من قبلهم من الأمم رُسُلَهم الكرام وأنبياءَهم العظام؛ كنوح كذَّبه قومه، وثمود كذَّبوا صالحاً، وعاد كذَّبوا هوداً، وإخوان لوطٍ كذَّبوا لوطاً، وأصحابُ الأيكةِ كذَّبوا شعيباً، وقوم تُبَّعٍ ـ وتُبَّعٌ كل ملكٍ مَلَكَ اليمن في الزمان السابق قبل الإسلام ـ فقوم تُبَّع كذَّبوا الرسول الذي أرسله الله إليهم، ولم يخبرْنا اللهُ من هو ذلك الرسولُ، وأيُّ تُبَّعٍ من التَّبابعة؛ لأنه ـ والله أعلم ـ كان مشهوراً عند العرب العرباء ، الذين لا تخفى ماجرياتهم على العرب، خصوصاً مثل هذه الحادثة العظيمة؛ فهؤلاء كلُّهم كذَّبوا الرُّسل الذين أرسلهم الله إليهم، فحقَّ عليهم وعيدُ الله وعقوبته، ولستم أيُّها المكذِّبون لمحمدٍ - صلى الله عليه وسلم - خيراً منهم، ولا رسلهم أكرم على الله من رسولكم؛ فاحذروا جرمهم؛ لئلاَّ يصيبكم ما أصابهم.
12-14. Yani onlardan önceki ümmetler de şerefli rasûllerini, pek yüce peygamberlerini yalanlamışlardı. Kavmi, Nûh’u yalanladığı gibi, Semûd kavmi Salih’i, Âd kavmi Hûd’u, Lût’un kardeşleri Lût’u, Ashab-ı Eyke Şuayb’ı, Tubba’ kavmi de -İslâm’dan önceki dönemlerde Yemen’e kral olan herkese Tubba denirdi- Allah’ın kendilerine göndermiş olduğu peygamberi yalanlamışlardı. Allah bize bu peygamberin kim olduğunu ve hangi Tubba’dan söz edildiğini haber vermemektedir. Çünkü -doğrusunu en iyi Allah bilir ama- bu Tubba’, başlarından geçen olaylar, özellikle de bunun gibi büyük bir olay ilk Araplar tarafından bilinen meşhur kimseler idi. İşte bütün bunlar, Allah’ın kendilerine gönderdiği peygamberleri yalanladılar. Böylece Allah’ın tehdit ettiği azap ve cezanın gelip onları bulması hak oldu. Siz ey Muhammed’i yalanlayanlar! Onlardan daha hayırlı değilsiniz. Onlara gönderilen peygamberler de Allah nezdinde size gönderilen Peygamberden daha üstün değildir. O bakımdan onların işledikleri cürümleri işlemekten sakının ki onların başına gelen musibet gelip sizi de bulmasın.
#
{15} ثم استدل تعالى بالخلق الأول ـ وهو النشأة الأولى ـ على الخلق الآخر ـ وهو النشأة الآخرة ـ؛ فكما أنه الذي أوجدهم بعد العدم؛ كذلك يعيدهم بعد موتهم وصيرورتهم إلى الرُّفات والرِّمم، فقال: {أفَعَيينا}؛ أي: أفعَجَزْنا وضعفتْ قدرتُنا {بالخلق الأوَّلِ}: ليس الأمر كذلك، فلم نعجز ونعيَ عن ذلك، وليسوا في شكٍّ من ذلك، وإنما {هم في لَبْسٍ من خَلْقٍ جديدٍ}: هذا الذي شكُّوا فيه والتبس عليهم أمره، مع أنَّه لا محلَّ للَّبس فيه؛ لأنَّ الإعادة أهونُ من الابتداء؛ كما قال تعالى: {وهو الذي يبدأ الخَلْقَ ثمَّ يعيدُهُ وهو أهونُ عليه}.
15. Daha sonra Yüce Allah, ilk yaratmayı ikinci yaratmaya (dirilişe) delil kılmıştır. Sonraki yaratma, âhiretteki yaratmadır. Yüce Allah, bunca varlıkları yoktan var ettiğine göre ölümlerinden sonra çürümüş kemik ve toz toprak oluşlarından sonra onları tekrar yaratacaktır. Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: “Biz, ilk yaratışta aciz mi kaldık?” Kudredimiz zaafa mı uğradı? Hayır, böyle bir şey olmadı. Bizler, bundan ne âciz düştük ne de yorulduk. Onların da bu konuda bir şüpheleri yoktur. “Doğrusu onlar yeniden yaratılıştan yana kuşku içindedirler.” İşte hakkında şüphe ettikleri, içinden çıkamadıkları husus budur. Oysa şüphe etmeyi gerektirecek ne var ki? Tekrar yaratma, ilk yaratmadan elbette daha kolaydır. Nitekim Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: “Yaratılmışları ilkin yoktan var eden, sonra da tekrar yaratacak olan O’dur ve bu, O’na göre daha kolaydır.” (er-Rûm, 30/27)
Ayet: 16 - 18 #
{وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ (16) إِذْ يَتَلَقَّى الْمُتَلَقِّيَانِ عَنِ الْيَمِينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَعِيدٌ (17) مَا يَلْفِظُ مِنْ قَوْلٍ إِلَّا لَدَيْهِ رَقِيبٌ عَتِيدٌ (18)}.
16- Andolsun biz insanı yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler verdiğini biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız. 17- Zira sağında ve solunda oturmuş iki kaydedici (melek, yaptıklarını) kaydeder. 18- Ağzından tek bir söz çıkmaz ki yanında (yazmaya) hazır bir gözcü (melek) olmasın.
#
{16} يخبر تعالى أنَّه المتفرِّد بخلق جنس الإنسان ذكورِهم وإناثِهم، وأنَّه يعلم أحواله وما يُسِرُّه وتوسوس به نفسه ، وأنه {أقربُ إليه من حبلِ الوريدِ}: الذي هو أقرب شيء إلى الإنسان، وهو [العرق] المكتنف لثُغرة النحر. وهذا ممّا يدعو الإنسان إلى مراقبة خالقه، المطَّلع على ضميره وباطنه، القريب إليه في جميع أحواله، فيستحي منه أن يراه حيث نهاه، أو يفقده حيث أمره.
16. Yüce Allah, erkekleriyle kadınlarıyla insan türünü yaratanın yalnız kendisi olduğunu, onun bütün hallerini, içinden geçenleri ve nefsinin kendisine verdiği vesveseleri çok iyi bildiğini haber vermektedir. O, insana “şah damarından daha yakın”dır. Şah damarı ise insana en yakın olan şeydir. Bu damar, boğaza çok yakın olan bir damardır. Bu ifadeler, insanın yaratıcısının gözetimi altında olduğunu, O’nun; kalbinden ve iç dünyasından haberdar olduğunu, bütün hallerinde kendisine çok yakın olduğunu bilmesini ve düşünmesini gerektirir. Öyleyse O’nun, kendisini yasakladığı bir yerde ve işte görmesinden yahut emrettiği bir yerde ve işte bulunmamasından sakınması ve utanması gerekir.
#
{17} وكذلك ينبغي له أن يجعل الملائكةَ الكرامَ الكاتبين منه على بال، فيجلُّهم ويوقِّرهم ويحذر أن يفعل أو يقول ما يكتب عنه ممَّا لا يرضي ربَّ العالمين، ولهذا قال: {إذْ يَتَلَقَّى المُتَلَقِّيانِ}؛ أي: يتلقَّيانِ عن العبد أعماله كلَّها، واحدٌ {عن اليمين}: يكتب الحسنات، {و} الآخر {عن الشمال}: يكتب السيئات، وكل منهما مقيدٌ بذلك، متهيئٌ لعمله الذي أعدَّ له، ملازمٌ لذلك.
17. Aynı şekilde şerefli yazıcı melekleri de hatırında tutmalı, onlara saygı duymalı, âlemlerin Rabbini razı etmeyecek bir iş yapmaktan yahut bu türden bir söz söyleyip bunun yazıya geçirilmesinden sakınması gerekir. Bundan dolayı Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: Kulun bütün amellerini yazmak üzere biri “sağında” bu iyiliklerini yazandır, bir diğeri de “solunda” bu da kötülüklerini yazandır “oturmuş”tur. Bunların her birisi, bu halde görevini yerine getirmeye hazır bekleyen ve bundan asla gaflete düşmeyen “iki kaydedici”dirler.
#
{18} {ما يَلْفِظُ من قولٍ}: خير أو شرٍّ {إلاَّ لديه رقيبٌ عتيدٌ}؛ أي: مراقب له، حاضرٌ لحاله؛ كما قال تعالى: {وإنَّ عليكم لحافظينَ. كراماً كاتبينَ. يعلمون ما تفعلون}.
18. Hayır veya şer türünden insanın “ağzından tek bir söz çıkmaz ki mutlaka yanında” onu gözetleyen, durumunu gören “hazır bir gözcü (melek) olmasın.” Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Şüphe yok ki üzerinizde bekçiler, çok şerefli yazıcılar vardır. Onlar ne yaparsanız bilirler.” (el-İnfitâr, 82/10-12)
Ayet: 19 - 22 #
{وَجَاءَتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّ ذَلِكَ مَا كُنْتَ مِنْهُ تَحِيدُ (19) وَنُفِخَ فِي الصُّورِ ذَلِكَ يَوْمُ الْوَعِيدِ (20) وَجَاءَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَعَهَا سَائِقٌ وَشَهِيدٌ (21) لَقَدْ كُنْتَ فِي غَفْلَةٍ مِنْ هَذَا فَكَشَفْنَا عَنْكَ غِطَاءَكَ فَبَصَرُكَ الْيَوْمَ حَدِيدٌ (22)}
19- Nihayet ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir. “İşte bu, kendisinden kaçıp durduğun şeydir!” 20- Sûr’a da üfürülür. İşte bu, tehdit (edilen azabın gerçekleşeceği) gündür. 21- Her nefis beraberinde bir bekçi ve bir şâhit ile birlikte gelecektir. 22- “Andolsun sen bunlardan yana gaflet içindeydin. Şimdi (gaflet) perdeni kaldırdık. Artık bugün gözün pek keskindir.”
#
{19} أي: وجاءت هذا الغافل المكذِّب بآيات الله، {سَكْرَةُ الموتِ بالحقِّ}: الذي لا مردَّ له ولا مناص. {ذلك ما كنتَ منه تَحيدُ}؛ أي: تتأخَّر وتنكصُ عنه.
19. “Nihayet” Allah’ın âyetlerini yalanlayan gafile “ölüm sarhoşluğu” geri çevrilmesi ve kendisinden kaçıp kurtulunması mümkün olmayan bir şekilde “gerçekten gelir. “İşte bu, kendisinden kaçıp durduğun” geri kalmaya çalıştığın ve arkanı dönüp uzaklaştığın “şeydir.”
#
{20} {ونُفِخَ في الصُّورِ ذلك يَوْمُ الوعيدِ}؛ أي: اليوم الذي يلحقُ الظالمين ما أوعدهم الله به من العقاب والمؤمنين ما وعدهم به من الثواب.
20. “Sûr’a da üfürülür. İşte bu, tehdit (edilen azabın gerçekleşeceği) Yani Yüce Allah’ın zalimleri tehdit ettiği cezayı kendilerine vereceği, mü’minlere de vaat ettiği mükâfatı vereceği “gündür.”
#
{21} {وجاءتْ كلُّ نفسٍ معها سائقٌ}: يسوقُها إلى موقف القيامة؛ فلا يمكنُها أن تتأخَّر عنه، {وشهيدٌ}: يشهدُ عليها بأعمالها؛ خيرِها وشرِّها. وهذا يدلُّ على اعتناء الله بالعباد، وحفظه لأعمالهم، ومجازاته لهم بالعدل.
21. “Her nefis beraberinde” kendisini Kıyamet gününde hesabın görüleceği yere götüren ve geri kalma imkânını kendisine vermeyecek olan “bir bekçi ve” hayrı ile şerri ile yaptığı işler hakkında şahitlik edecek “bir şâhit ile birlikte gelecektir.” Bu, Yüce Allah’ın kullarının yaptıklarına gereken itinayı gösterdiğine, onların amellerini tespit ettiğine ve adaletle onlara kaşrılık vereceğine delildir.
#
{22} فهذا الأمر مما يجب أن يجعله العبدُ منه على بالٍ، ولكن أكثر الناس غافلون، ولهذا قال: {لقد كُنتَ في غفلةٍ من هذا}؛ أي: يقال للمعرض المكذِّب يوم القيامة هذا الكلام توبيخاً ولوماً وتعنيفاً؛ أي: لقد كنتَ مكذِّباً بهذا تاركاً للعمل له. {فـ}: الآن {كَشَفْنا عنك غِطاءَك}: الذي غطَّى قلبَك فكثر نومُك واستمرَّ إعراضُك، {فبصرُك اليومَ حديدٌ}: ينظر ما يزعجه ويروِّعه من أنواع العذاب والنَّكال، أو هذا خطابٌ من الله للعبد؛ فإنَّه في الدُّنيا في غفلةٍ عما خُلِقَ له، ولكنه يوم القيامة ينتبه ويزول عنه وَسَنُه في وقت لا يمكِنُه أن يتداركَ الفارطَ ولا يستدركَ الفائتَ. وهذا كلُّه تخويفٌ من الله للعباد، وترهيبٌ بذكر ما يكون على المكذِّبين في ذلك اليوم العظيم.
22. Aynı zamanda bu, kulun devamlı hatırında tutması gereken hususlardan birisidir. Fakat insanların çoğu gâfildir. Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Andolsun sen bunlardan yana gaflet içindeydin.” Bu sözler, Kıyamet gününde haktan yüz çevirip yalanlayan kimselere ağır bir azar ve kınama olmak üzere söylenecektir. Yani sen bunu gerçekten yalanlayan ve bunun için amelde bulunmayan bir kimse idin. “Şimdi” kalbini örten, böylelikle uykunu ağırlaştırıp yüz çevirişini sürdürüp gitmene neden olan “perdeni kaldırdık. Artık bugün gözün pek keskindir.” Kendisini dehşete ve korkuya düşürecek türlü azapları ve ibretli cezaları açıkça görmektedir. Yahut da bu sözler, Allah tarafından kula söylenecektir. O dünyada iken ne için yaratıldığından yana gaflette idi. Kıyamet gününde ise uyanacak, uykusu dağılacak ama o vakit elden kaçırmış olduğu fırsatları telafi etmek ve yapamadıklarını yapmak imkânını bulamayacaktır. Bütün bunlarla Allah, kulları uyarmaktadır. O pek büyük günde yalanlayanların karşı karşıya kalacakları durumu hatırlatmakla onları sakındırmaktadır. Yüce Allah devamla şöyle buyurmaktadır:
Ayet: 23 - 29 #
{وَقَالَ قَرِينُهُ هَذَا مَا لَدَيَّ عَتِيدٌ (23) أَلْقِيَا فِي جَهَنَّمَ كُلَّ كَفَّارٍ عَنِيدٍ (24) مَنَّاعٍ لِلْخَيْرِ مُعْتَدٍ مُرِيبٍ (25) الَّذِي جَعَلَ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ فَأَلْقِيَاهُ فِي الْعَذَابِ الشَّدِيدِ (26) قَالَ قَرِينُهُ رَبَّنَا مَا أَطْغَيْتُهُ وَلَكِنْ كَانَ فِي ضَلَالٍ بَعِيدٍ (27) قَالَ لَا تَخْتَصِمُوا لَدَيَّ وَقَدْ قَدَّمْتُ إِلَيْكُمْ بِالْوَعِيدِ (28) مَا يُبَدَّلُ الْقَوْلُ لَدَيَّ وَمَا أَنَا بِظَلَّامٍ لِلْعَبِيدِ (29)}
23- Yanındaki (melek): “İşte bu (amel defteriyle birlikte) yanımda hazırdır.” der. 24- (Allah şöyle buyurur:) “Atın cehenneme her inatçı kâfiri…” 25- “Hayrı alabildiğine engelleyen, haddi aşan, şüpheci kimseyi…” 26- “Allah ile birlikte başka bir ilâh edineni. Haydi ikiniz atın onu şiddetli azabın içine!” 27- Yanındaki (şeytan) ise diyecek ki: “Rabbimiz! Onu ben azdırmadım; fakat o, (haktan) uzak bir sapıklık içinde idi.” 28- Buyurur ki: “Huzurumda çekişmeyin. Zira Ben size daha önce tehdidimi bildirmiş idim.” 29- “Benim yanımda söz değiştirilmez ve ben kullara zulmedici değilim.”
#
{23} يقول تعالى: {وقال قرينُهُ}؛ أي: قرين هذا المكذِّب المعرض من الملائكة، الذين وَكَلَهم الله على حفظه وحفظ أعماله، فيحضره يوم القيامة، ويحضر أعماله، ويقول: {هذا ما لديَّ عتيدٌ}؛ أي: قد أحضرتُ ما جعلتُ عليه من حفظه وحفظ عمله.
23. “Yanındaki” yani şu yüz çeviren yalanlayıcı kimse ile birlikte bulunan ve Allah’ın hem kendisini hem de amellerini muhafaza etmekle görevlendirdiği melek, Kıyamet gününde onu da amellerini de huzura getirip “İşte bu (amel defteriyle birlikte) yanımda hazırdır.” Yani kendisini koruyup gözetmekle ve amellerini yazmakla görevlendirildiğim kişiyi işte huzura getirdim, der.
#
{24} فيجازى بعمله، ويقال لمن استحقَّ النار: {ألْقِيا في جَهَنَّم كلَّ كفَّارٍ عنيدٍ}؛ أي: كثير الكفر والعناد لآيات الله، المكثر من المعاصي، المتجرِّئ على المحارم والمآثم.
24. Ona amelinin karşılığı verilir. Sonra da cehennem ateşini hak eden o kimseye şöyle denir: "Atın cehenneme” Allah’ın âyetlerine karşı çokça inatlaşan, küfre sapan, pek çok masiyetler işleyen, haram ve günah şeyleri yapma cesaretini gösteren “her inatçı kâfiri.”
#
{25} {منَّاع للخيرِ}؛ أي: يمنع الخير الذي قِبَله ، الذي أعظمه الإيمان بالله وملائكته وكتبه ورسله، منَّاع لنفع ماله وبدنه، {معتدٍ}: على عباد الله وعلى حدوده، أثيم، أي: كثير الإثم، {مريبٍ}؛ أي: شاكٍّ في وعد الله ووعيده؛ فلا إيمان ولا إحسان، ولكن وصفه الكفر والعدوان والشكُّ والريب والشحُّ واتِّخاذُ الآلهة من دون الرحمن.
25. “Hayrı alabildiğine engelleyen” yani imkanı dahilindeki hayrı engelleyen ki bu hayrın en ileri derecesi Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine imandır. O, malının da bedeninin de başkalarına sağlayacağı faydayı önler. Allah’ın kullarına karşı da O’nun hudutlarını karşı da “haddi aşan” biridir, çok günahkardır. Allah’ın vaadinde ve tehdidinde şüphe eden “şüpheci” bir kimsedir. Böylelikle o, imanı ve ihsanı bulunmayan, buna karşılık küfür, haksızlık, şüphe, tereddüt ve cimrilik vasfına sahip olan biridir.
#
{26} ولهذا قال: {الذي جَعَلَ مع اللهِ إلهاً آخر}؛ أي: عبد معه غيره ممَّن لا يملك لنفسه ضرًّا ولا نفعاً ولا موتاً ولا حياةً ولا نشوراً، {فألقياه}: أيُّها المَلَكان القرينان {في العذابِ الشديدِ}: الذي هو معظمها وأشدُّها وأشنعُها.
26. Üstelik Rahman olan Allah’tan başka ilâhlar da edinir: “Allah ile birlikte başka bir ilâh edineni” Allah ile birlikte kendisi için dahi bir fayda sağlayamayan, bir zararı önleyemeyen, öldürme ve hayat verme imkânı bulunmayan, diriltemeyen başka varlıklara ibadet eder. “Haydi ikiniz” ey onunla birlikte olan iki melek! “atın onu şiddetli azabın” en büyük, en ağır ve en çetin azabın “içine.”
#
{27} {قال قرينُهُ}: الشيطان متبرِّئاً منه حاملاً عليه إثمه: {ربَّنا ما أطْغَيْتُه}: لأنِّي لم يكن لي عليه سلطانٌ ولا حجةٌ ولا برهانٌ، {ولكن كانَ في ضلالٍ بعيدٍ}: فهو الذي ضلَّ وبَعُدَ عن الحقِّ باختياره؛ كما قال في الآية الأخرى: {وقال الشيطانُ لَمَّا قُضِيَ الأمرُ إن الله وَعَدَكم وَعْدَ الحقِّ ووعدتُكم فأخْلَفْتُكم ... } الآية.
27. “Yanındaki” şeytan, ondan uzaklaştığını ilan ederek ve işlediği günahı kendisine yükleyerek “diyecek ki: Rabbimiz, onu ben azdırmadım.” Yani benim onun üzerinde herhangi bir nüfuzum, otoritem, ona karşı herhangi bir delil ve belgem yoktu. “Fakat o, uzak bir sapıklık içinde idi.” Kendi tercihi ile sapan ve haktan uzaklaşan odur. Nitekim Yüce Allah, bir başka âyet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: “İş olup bitince şeytan da der ki: Doğrusu Allah’ın size verdiği söz gerçekti. Ben de size vaatte bulunmuştum. Ama size verdiğim sözde durmadım...” (İbrahim, 14/22)
#
{28} قال الله تعالى مجيباً لاختصامهم: {لا تَخْتَصِموا لديَّ}؛ أي: لا فائدة في اختصامكم عندي، {و} الحال أني {قد قدَّمْتُ إليكم بالوعيدِ}؛ أي: جاءتكم رسلي بالآيات البيِّنات والحجج الواضحات والبراهين الساطعات، فقامت عليكم حجَّتي وانقطعت حجَّتُكم، وقدمتُم إليَّ بما أسلفتم من الأعمال التي وَجَبَ جزاؤها.
28. Yüce Allah, onların kendi aralarındaki tartışmalarına cevap olmak üzere şöyle buyurur: “Benim huzurumda çekişmeyin.” Huzurumdaki bu çekişmenizin hiçbir faydası yoktur. “Zira Ben size daha önce tehdidimi bildirmiş idim.” Peygamberlerim sizlere apaçık âyetlerle, net delillerle, göz kamaştırıcı belgelerle gelmiş, size karşı delilim ortaya konulmuştu. Artık sizin ileri sürecek bir deliliniz kalmamıştır. Sizler dünyada iken cezalandırılması kaçınılmaz olan amelleri işlemiş bulunuyorsunuz.
#
{29} {ما يُبَدَّلُ القولُ لديَّ}؛ أي: لا يمكن أن يخلف ما قاله الله وأخبر به؛ لأنَّه لا أصدق من الله قيلاً، ولا أصدق حديثاً. {وما أنا بظلاَّمٍ للعبيد}: بل أجزيهم بما عملوا من خيرٍ وشرٍّ؛ فلا يزاد في سيئاتهم، ولا ينقص من حسناتهم.
29. “Benim yanımda söz değiştirilmez.” Allah’ın verdiği sözde durmaması ve bildirdiğinin gerçekleşmemesi mümkün değildir. Çünkü Allah’tan daha doğru sözlü, O’ndan daha doğru haber veren hiçbir kimse yoktur. “Ve ben kullara zulmedici değilim.” Aksine onlara hayır ve şer türünden işledikleri amellerin karşılığını veririm. Kötülükleri artırılmayacağı gibi iyilikleri de eksiltilmez.
Ayet: 30 - 35 #
{يَوْمَ نَقُولُ لِجَهَنَّمَ هَلِ امْتَلَأْتِ وَتَقُولُ هَلْ مِنْ مَزِيدٍ (30) وَأُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّقِينَ غَيْرَ بَعِيدٍ (31) هَذَا مَا تُوعَدُونَ لِكُلِّ أَوَّابٍ حَفِيظٍ (32) مَنْ خَشِيَ الرَّحْمَنَ بِالْغَيْبِ وَجَاءَ بِقَلْبٍ مُنِيبٍ (33) ادْخُلُوهَا بِسَلَامٍ ذَلِكَ يَوْمُ الْخُلُودِ (34) لَهُمْ مَا يَشَاءُونَ فِيهَا وَلَدَيْنَا مَزِيدٌ (35)}
30- O gün cehenneme: “Doldun mu?” diyeceğiz. O: “Daha yok mu?” diyecek. 31- Cennet de takva sahiplerine iyice yaklaştırılır. 32- (Onlara denir ki:) İşte size, yani Allah'a çokça yönelen ve (O’nun emir ve yasaklarını) muhafaza edenlere vaat edilen (mükafat) budur! 33- Gıyaben Rahmân’dan korkan ve (hakka) dönen bir kalp ile gelen (kimselerdir onlar). 34- “Oraya selâmet ile girin. İşte bu, ebedilik günüdür.” 35- Orada diledikleri her şey onlarındır. Yanımızda fazlası da var.
#
{30} يقول تعالى مخوِّفاً لعباده: {يومَ نقولُ لجهنَّم هلِ امتلأتِ}: وذلك من كثرةِ ما ألقيَ فيها، {وتقولُ هلْ مِن مَزيدٍ}؛ أي: لا تزال تطلبُ الزيادة من المجرمين العاصين؛ غضباً لربِّها، وغيظاً على الكافرين، وقد وعدها الله ملأها؛ كما قال تعالى: {لأملأنَّ جهنَّم من الجِنَّة والنَّاس أجمعينَ}: حتى يضعَ ربُّ العزَّة عليها قدمه الكريمة المنزَّهة عن التشبيه، فينزوي بعضُها على بعضٍ، وتقول: قط، قط ؛ قد اكتفيت وامتلأت.
30. Yüce Allah kullarını uyarıp korkutarak şöyle buyurmaktadır: “O gün cehenneme: Doldun mu? diyeceğiz.” Bu da cehenneme atılanların çokluğu dolayısı ile sorulacak bir sorudur. “O: Daha yok mu? diyecek.” Rabbi adına öfkelenerek kâfirlere karşı duyduğu kin ile isyankâr günahkârların daha da çok içine atılmasını istemeye devam edecektir. Yüce Allah da ona kendisini büsbütün dolduracağını vaadetmiştir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Andolsun ki Ben cehennemi cin ve insanlarla dolduracağım.” (Hûd, 11/119) Sonunda Yüce Rabbimiz, teşbihten münezzeh ayağını üzerine koyacak ve cehennem birbirine doğru girip çekilecek ve: “Yeter, yeter.” diyecek. Yani bu bana yeter, artık doldum.
#
{31} {وأزلِفَتِ الجنةُ}؛ أي: قرِّبت بحيث تشاهَد ويُنْظَرُ ما فيها من النعيم المقيم والحبرة والسرور، وإنما أزْلِفَتْ وقُرِّبَتْ لأجل المتَّقين لربِّهم، التاركين للشرك كبيره وصغيره ، الممتَثِلينَ لأوامر ربهم، المنقادين له.
31. “Cennet de takva sahiplerine iyice yaklaştırılır.” Yani görülecek şekilde, içindeki ebedi nimetlere, sevinç ve sürûra bakılacak şekilde yakıbkaştırılır, uzak olmaz. Cennet, ancak o kimselere yaklaştırılır ki, onlar Rablerinden korkup sakınırlar, küçüğü ile büyüğü ile şirki terk ederler, Rablerinin emirlerine uyarlar ve O’na boyun eğerler.
#
{32} ويقال لهم على وجه التَّهنئة: {هذا ما توعدون لكلِّ أوَّابٍ حفيظٍ}؛ أي: هذه الجنة وما فيها مما تشتهيه الأنفس وتلذُّ الأعين هي التي وعدَ اللهُ كلَّ أوابٍ؛ أي: رجَّاع إلى الله في جميع الأوقات؛ بذكرِه وحبِّه والاستعانةِ به ودعائِه وخوفِه ورجائِه. {حفيظ}؛ أي: محافظ على ما أمر الله به؛ بامتثاله على وجه الإخلاص والإكمال له على أتمِّ الوجوه، حفيظ لحدوده.
32. Onlara tebrik maksadı ile şöyle denilir: “İşte size, yani Allah'a çokça yönelen ve (O’nun emir ve yasaklarını) muhafaza edenlere vaat edilen (mükafat) budur.” Bu cenneti ve içinde bulunan canların çektiği, gözlerin bakmaktan zevk aldığı her bir şeyi Allah, bütün vakitlerinde O’nu zikretmekle, muhabbetle, O’ndan yardım isteyerek, O’na dua ederek, O’ndan korkarak ve O’ndan umarak Allah’a yönelenlere; yine Allah’ın emirlerini ihlâs ile ve en mükemmel şekli ile tamamlayan ve koyduğu sınırları gereği gibi muhafaza edenlere vaat etmiştir.
#
{33} {مَنْ خَشِيَ الرحمنَ}؛ أي: خافه على وجه المعرفة بربِّه والرجاء لرحمته، ولازم على خشية الله في حال غيبه؛ أي: مغيبه عن أعين الناس. وهذه الخشية الحقيقيَّة، وأمَّا خشيتُه في حال نظر الناس وحضورهم؛ فقد يكون رياءً وسمعةً؛ فلا يدلُّ على الخشية، وإنما الخشية النافعة خشيته في الغيب والشهادة، [ويحتمل أنّ المراد بخشية اللَّه بالغيب، كالمراد بالإيمان بالغيب. وأنّ هذا مقابل للشهادة حيث يكون الإيمان والخشية ضرورياً لا اختيارياً حيث يعاين العذاب، وتأتي آيات اللَّه وهذا هو الظاهر.] {وجاء بقلبٍ منيبٍ}؛ أي: وصفه الإنابة إلى مولاه، وانجذاب دواعيه إلى مراضيه.
33. “Gıyaben Rahmân’dan korkan” Yani Rabbini tanıyarak ve rahmetini umarak O’ndna korkan ve bu korkuyu gıyaben, yani insanların gözlerinden uzakta iken de sürdüren demektir. İşte gerçek korku/haşyet budur. İnsanların gördüğü ve hazır bulundukları bir haldeki haşyete gelince, bu bazen riyakârlık ve gösteriş için yapılabilir. O bakımdan bu, haşyetin varlığına delil olmaz. Asıl faydalı olan haşyet, kulun hem insanların görmediği yerde, hem de görebileceği yerde haşyet duymasıdır. Gıyaben Allah'tan korkmaktan kasıt, gıyaben iman etmekteki mana olabilir. Buna göre buradaki gıyab/gayb, şehadetin/görünenin karşıt anlamı olur ki azap ve Allah'ın ayetlerinin geldiği görüldüğünde sahip olunan iman ve korku, ihtiyari değil, zaruri/mecburidir ve hiçbir faydası yoktur. Burada daha açık olan anlam da bu sonuncusudur. “ve (hakka) dönen bir kalp ile gelen” yani Mevlâsına dönen ve O’nu razı eden hususlara doğru yönelen.
#
{34} ويقال لهؤلاء الأتقياء الأبرار: {ادْخُلوها بِسلامٍ}؛ أي: دخولاً مقروناً بالسلامة من الآفات والشرور، مأموناً فيه جميع مكاره الأمور؛ فلا انقطاع لنعيمهم ولا كدر ولا تنغيص. {ذلك يومُ الخُلودِ}: الذي لا زوال له ولا موت ولا شيء من المكدِّرات.
34. Takvâ sahibi ve iyilerden olan bu kimselere şöyle denilecektir: “Oraya selâmet ile” yani türlü afet ve kötülüklerden yana esenlikte olarak ve hoşa gitmeyen bütün her şeyden uzak ve emniyet içerisinde “girin.”. Oranın nimetleri kesintisizdir. O nimetleri gölgelendiren ve hevesi kursakta bırakan hiçbir şey olmayacaktır. “İşte bu, ebedilik günüdür.” Bugünün sona ermesi de bugünde ölüm de söz konusu değildir. Neşeyi olumsuz olarak etkileyecek hiçbir şey yoktur.
#
{35} {لهم ما يشاؤون فيها}؛ أي: كلُّ ما تعلَّقت به مشيئتهم؛ فهو حاصلٌ فيها، {ولدَينا}: فوق ذلك {مَزيدٌ}؛ أي: ثوابٌ يمدُّهم به الرحمن الرحيم، ممَّا لا عين رأت ولا أذن سمعت ولا خطر على قلب بشرٍ، وأعظم ذلك وأجلُّه وأفضله النظر إلى وجهه الكريم، والتمتُّع بسماع كلامه، والتنعُّم بقربه، فنسأله من فضله.
35. “Orada diledikleri her şey onlarındır.” Ne isterlerse orada derhal onlar için var edilecektir. “Yanımızda” bütün bunlardan ayrı olarak “fazlası da var.” Rahman ve Rahim olan Allah, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir insanın hatırından geçirmediği mükâfatlara onları gark edecektir. Bunun en büyüğü, en üstünü ve en değerlisi ise O’nun kerim vechini/yüzünü görme ve kelâmını işitme hazzını elde etme ve O’na yakın olma nimetine ermek olacaktır. Yüce Allah’tan, lütfu ile bunları bizlere nasip etmesini dileriz.
Ayet: 36 - 37 #
{وَكَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْنٍ هُمْ أَشَدُّ مِنْهُمْ بَطْشًا فَنَقَّبُوا فِي الْبِلَادِ هَلْ مِنْ مَحِيصٍ (36) إِنَّ فِي ذَلِكَ لَذِكْرَى لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ أَوْ أَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَهِيدٌ (37)}
36- Biz, onlardan önce nice nesiller helâk ettik ki onlar, bunlardan çok daha güçlü idiler ve yerin de altını üstüne getirmişlerdi. Ama var mı (azaptan) kaçıp kurtulacak bir yer? 37- Şüphesiz bunda kalbi olan veya (zihnen) hazır bulunup kulak veren kimse için bir öğüt vardır.
#
{36} يقول تعالى مخوفاً للمشركين المكذِّبين للرسول: {وكمْ أهْلَكْنا قبلَهم من قرنٍ}؛ أي: أمماً كثيرة {هم أشدُّ منهم بَطْشاً}؛ أي: قوةً وآثاراً في الأرض، ولهذا قال: {فَنَقَّبوا في البلاد}؛ أي: بنوا الحصون المنيعة والمنازل الرفيعة، وغرسوا الأشجار، وأجروا الأنهار، وزرعوا، وعمَّروا، ودمَّروا، فلما كذَّبوا رسل الله وجحدوا آياته ؛ أخذهم الله بالعقاب الأليم والعذاب الشديد. {هل من مَحيصٍ}؛ أي: لا مفرَّ لهم من عذاب الله حين نزل بهم ولا منقذ، فلم تغن عنهم قوَّتُهم ولا أموالهم ولا أولادهم.
36. Allah’a ortak koşan ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i yalanlayan kimseleri korkutmak üzere Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Biz, onlardan önce nice nesiller” pek çok ümmetler “helâk ettik ki onlar, bunlardan çok daha güçlü idiler.” Yani yeryüzündeki güç ve eserleri daha fazla idi. “Yerin de altını üstüne getirmişlerdi.” Yani çok sağlam kaleler, oldukça yüksek köşkler yapmışlar, ağaçlar dikmiş, ırmaklar akıtmış, ekmiş, biçmiş, imar etmişler, pek çok yerleri de yıkmışlardı. Allah’ın peygamberlerini yalanlayıp âyetlerini inkâr edince Allah onları can yakıcı bir ceza, çok çetin bir azap ile yakalayıverdi. “Ama var mı (azaptan) kaçıp kurtulacak bir yer!?” Allah’ın azabı üzerlerine indi mi Allah’ın azabından kurtuluş ve kurtarıcı olmaz. Güçlerinin, mallarının ve çocuklarının da kendilerine hiçbir faydası olmadı.
#
{37} {إنَّ في ذلك لَذِكْرى لِمَن كان له قلبٌ}؛ أي: قلبٌ عظيمٌ حيٌّ ذكيٌّ زكيٌّ؛ فهذا إذا ورد عليه شيء من آيات الله؛ تذكَّر بها وانتفع فارتفع، وكذلك من ألقى سمعه إلى آيات الله واستمعها استماعاً يسترشد به وقلبُه {شهيدٌ}؛ أي: حاضرٌ؛ فهذا أيضاً له ذكرى وموعظةٌ وشفاءٌ وهدى، وأمَّا المعرض الذي لم يصغِ سمعه إلى الآيات؛ فهذا لا تفيده شيئاً؛ لأنه لا قبول عنده، ولا تقتضي حكمةُ الله هداية من هذا نعته.
37. “Şüphesiz bunda kalbi olan” yani sağlam, diri, arınmış ve kavrayış sahibi bir kalbi olan. İşte böyle bir kimse, Allah’ın âyetlerinden birisini duysa hemen öğüt alır, ondan yararlanır ve onunla yükselir. Aynı şekilde Allah’ın âyetlerine kulak veren, bunları doğru yolu bulmak üzere dinleyen ve kalbi “hazır bulunup kulak veren kimse için bir öğüt vardır.” Böylesi için öğüt, ibret, şifa ve hidâyet söz konusudur. Allah’ın âyetlerine kulak vermeyip yüz çeviren kimseye gelince bu âyetler, böyle birisine hiçbir fayda vermez. Çünkü böyle bir kimse, kabul etmez. Yüce Allah’ın hikmeti de bu niteliğe sahip olan kimselere hidâyet vermemeyi gerektirir.
Ayet: 38 - 40 #
{وَلَقَدْ خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ وَمَا مَسَّنَا مِنْ لُغُوبٍ (38) فَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ الْغُرُوبِ (39) وَمِنَ اللَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَأَدْبَارَ السُّجُودِ (40)}.
38- Andolsun biz gökleri, yeri ve iki arasındakileri altı günde yarattık. Bize hiç yorgunluk da dokunmadı. 39- O halde onların söylediklerine sabret ve hem güneş doğmadan önce hem de batmadan önce Rabbini hamd ile tesbih et! 40- Gecenin bir kısmında ve secdelerin/namazların ardında da O’nu tesbih et.
#
{38} وهذا إخبارٌ منه تعالى عن قدرته العظيمة ومشيئته النافذة، التي أوجد بها أعظم المخلوقات؛ {السمواتِ والأرضَ وما بينَهما في ستَّة أيامٍ}: أولها يوم الأحد، وآخرها يوم الجمعة؛ من غير تعبٍ ولا نصبٍ ولا لغوبٍ ولا إعياءٍ؛ فالذي أوجدها على كبرها وعظمها قادرٌ على إحياء الموتى من باب أولى وأحرى.
38. Bu buyrukla Yüce Allah, pek büyük kudreti ve etkin meşîeti ile vücuda getirdiği en büyük mahlukat hakkında haber vermektedir: “Andolsun biz gökleri, yeri ve iki arasındakileri altı günde yarattık.” Bu günlerin ilki pazar, sonuncusu cuma günüdür. Bunları yüce zatına herhangi bir yorgunluk, bitkinlik, acizlik vb. bir şey dokunmaksızın var etmiştir. Büyüklüklerine ve azametlerine rağmen bunları var edenin, ölüleri tekrar diriltmesi, elbette ve öncelikle söz konusudur.
#
{39 ـ 40} {فاصبرْ على ما يقولونَ}: من الذمِّ لك والتكذيب بما جئتَ به، واشتغلْ عنهم والْه بطاعة ربِّك وتسبيحه أول النهار وآخره وفي أوقات الليل وأدبار الصلوات؛ فإن ذِكْرَ الله تعالى مسلٍّ للنفس مؤنسٌ لها مهوِّنٌ للصبر.
39-40. “O halde onların söylediklerine” seni yermelerine ve yalanlamalarına “sabret!” Onların eziyetleri ile uğraşacak yerde Rabbine itaat et, günün başında ve sonunda, gecenin çeşitli vakitlerinde ve namazların akabinde Rabbini tesbih et. Çünkü Yüce Allah’ı anmak, nefislere teselli verir, ünsiyet kazandırır ve sabrı kolaylaştırır.
Ayet: 41 - 45 #
{وَاسْتَمِعْ يَوْمَ يُنَادِ الْمُنَادِ مِنْ مَكَانٍ قَرِيبٍ (41) يَوْمَ يَسْمَعُونَ الصَّيْحَةَ بِالْحَقِّ ذَلِكَ يَوْمُ الْخُرُوجِ (42) إِنَّا نَحْنُ نُحْيِي وَنُمِيتُ وَإِلَيْنَا الْمَصِيرُ (43) يَوْمَ تَشَقَّقُ الْأَرْضُ عَنْهُمْ سِرَاعًا ذَلِكَ حَشْرٌ عَلَيْنَا يَسِيرٌ (44) نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ وَمَا أَنْتَ عَلَيْهِمْ بِجَبَّارٍ فَذَكِّرْ بِالْقُرْآنِ مَنْ يَخَافُ وَعِيدِ (45)}
41- Seslenenin yakın bir yerden sesleneceği güne kulak ver. 42- O gün onlar o hak çığlığı işiteceklerdir; işte o, (kabirlerden) çıkış günüdür. 43- Hiç şüphesiz hayat veren de biziz, öldüren de. Dönüş de yalnız bizedir. 44- O gün yer yarılır da onlar hızla çıkıp (mahşer meydanına koşarlar). Bu, bizim için pek kolay bir haşirdir/toplamadır. 45- Biz, onların söylediklerini pek iyi biliriz. Sen de onları (imana zorlayacak) bir zorba değilsin. O nedenle sen benim tehdidimden korkanlara Kur’ân ile hatırlat/öğüt ver.
#
{41} أي: {واستمعْ}: بقلبك نداء المنادي، وهو إسرافيل عليه السلام، حين ينفخُ في الصور {من مكانٍ قريبٍ}: من الأرض.
41. “Seslenenin” yani Sûr’a üfleyecek olan İsrafil aleyhisselam’ın “yakın bir yerden” yani yeryüzünden Sûra üfürmek sureti ile “sesleneceği güne” kalbinle “kulak ver!”
#
{42} {يوم يسمعونَ الصَّيحَةَ}؛ أي: كلُّ الخلائق يسمعون تلك {الصيحة}: المزعجة المهولة {بالحقِّ}: الذي لا شكَّ فيه ولا امتراء. {ذلك يومُ الخروج}: من القبور، الذي انفرد به القادر على كلِّ شيء.
42. “O gün onlar” yani herkes, hakkında herhangi bir şüphe ve tereddüdün söz konusu olmadığı “o hak” dehşetli ve dehşete düşürücü “çığlığı işiteceklerdir; işte o” gün, kabirlerden “çıkış günüdür.” Her şeye gücü yeten Allah’ın gerçekleştireceği bir gündür. Bundan dolayı Yüce Allah devamla şöyle buyurmaktadır:
#
{43 ـ 44} ولهذا قال: {إنَّا نحن نحيي ونميتُ وإلينا المصيرُ. يومَ تَشَقَّقُ الأرضُ عنهم}؛ أي: عن الخلائق {سراعاً}؛ أي: يسرعون لإجابة الدَّاعي لهم إلى موقفِ القيامة. {ذلك حشرٌ علينا يسيرٌ}؛ أي: سهل على الله ، لا تعبَ فيه ولا كلفةَ.
43-44. “Hiç şüphesiz hayat veren de biziz, öldüren de. Dönüş de yalnız bizedir. O gün yer yarılırda onlar” ölüler “hızla çıkıp” kıyamet günü hesap için duracakları mahşer yerine çağıranın çağrısına icabet ederler. “Bu, Bizim için pek kolay olan bir haşirdir/toplamadır.” Allah için bu çok kolaydır, bunda yorulmayı gerektirecek ve onu külfete düşürecek hiçbir şey yoktur.
#
{45} {نحنُ أعلمُ بما يقولون}: لك مما يحزنك من الأذى، وإذا كنَّا أعلم بذلك؛ فقد علمت كيف اعتناؤنا بك وتيسيرنا لأمورك ونصرنا لك على أعدائك؛ فليفرح قلبك، ولتطمئنَّ نفسُك، ولتعلم أنَّنا أرحم بك وأرأف من نفسك، فلم يبق لك إلا انتظار وعد الله والتأسِّي بأولي العزم من رسل الله، {وما أنت عليهم بجبَّارٍ}؛ أي: مسلَّط عليهم، {إنَّما أنت منذرٌ ولكلِّ قومٍ هادٍ}، ولهذا قال: {فذكِّر بالقرآن من يخاف وعيد}، والتذكير هو تذكير ما تقرَّر في العقول والفطر من محبَّة الخير وإيثاره وفعله ومن بغض الشرِّ ومجانبته، وإنما يتذكَّر بالتذكير من يخاف وعيد الله، وأما من لم يخفِ الوعيد ولم يؤمنْ به؛ فهذا فائدة تذكيره إقامة الحجَّة عليه لئلا يقول: ما جاءنا من بشيرٍ ولا نذيرٍ.
45. “Biz, onların” Sana, seni üzecek ve eziyet verecek türden neler “söylediklerini pek iyi biliriz.” Biz, bunu daha iyi bildiğimize göre sen de bizim sana ne derece itina gösterdiğimizi, işlerini nasıl kolaylaştırdığımızı ve düşmanlarına karşı sana nasıl yardım ettiğimizi de biliyorsun! O halde kalbini ferah tut, ruhun huzur bulsun ve şunu bilesin ki; biz sana bizzat senin kendine duyduğun rahmet ve şefkatten daha merhametli ve şefkatliyizdir. O halde senin için geriye Allah’ın vaadini beklemekten ve Allah’ın ulu’l-azm peygamberlerine uymaktan başka bir şey kalmamaktadır. “Sen de” onlara musallat kılınmış “bir zorba değilsin.” Aksine “Sen ancak bir uyarıcısın. Her kavmin bir yol göstericisi vardır.” (er-Râd, 13/7) Bundan dolayı devamla şöyle buyurmaktadır: "O nedenle sen benim tehdidimden korkanlara Kur’ân ile hatırlat/öğüt ver.” Hatırlatmak, akıl ve fıtratlarda yer etmiş bulunan hayrı sevme, tercih etme ve işleme ile kötülükten nefret edip uzak durma hususlarını hatırlatmaktır. Hatırlatılmak sureti ile öğüt alanlar ise Allah’ın tehdidinden korkanlardır. İlâhî tehditlerden korkmayan ve bunlara inanmayan kimselere gelince bunlara hatırlatmanın faydası sadece onlara karşı delilin ortaya konulmasıdır. Böylece onlar: “Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi” (el-Maide, 5/19) diyemezler.
Kâf Sûresi’nin tefsiri burada sona ermektedir. Başında, sonunda, gizli ve açık tüm hamdler Allah’a mahsustur.
***