Ayet:
89- FECR SÛRESİ
89- FECR SÛRESİ
(Mekke’de inmiştir. 30 âyettir)
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adı ile.
Ayet: 1 - 5 #
{وَالْفَجْرِ (1) وَلَيَالٍ عَشْرٍ (2) وَالشَّفْعِ وَالْوَتْرِ (3) وَاللَّيْلِ إِذَا يَسْرِ (4) هَلْ فِي ذَلِكَ قَسَمٌ لِذِي حِجْرٍ (5)}.
1- Yemin olsun fecre, 2- On geceye, 3- Çifte ve teke, 4- Ve gelip geçtiği zaman geceye… 5- Bunlarda akıl sahibi kimseler için bir yemin değeri yok mu?
#
{1 ـ 5} الظاهر أن المقسم عليه هو المقسَم به ، وذلك جائزٌ مستعملٌ إذا كان أمراً ظاهراً مهمًّا، وهو كذلك في هذا الموضع. أقسم تعالى بالفجر، الذي هو آخرُ الليل ومقدِّمة النهار؛ لما في إدبار الليل وإقبال النهار من الآيات الدالَّة على كمال قدرة الله تعالى، وأنَّه تعالى هو المدبِّر لجميع الأمور، الذي لا تنبغي العبادة إلاَّ له. ويقع في الفجر صلاةٌ فاضلةٌ معظَّمة يَحْسُنُ أن يُقسم الله بها، ولهذا أقسم بعده بالليالي العشر، وهي على الصحيح ليالي عشر رمضان أو عشر ذي الحجَّة ؛ فإنَّها ليالٍ مشتملةٌ على أيَّام فاضلةٍ، ويقع فيها من العبادات والقُرُبات ما لا يقع بغيرها. وفي ليالي عشر رمضان ليلة القدر، التي هي خيرٌ من ألف شهر، وفي نهارها صيامُ آخر رمضان، الذي هو أحد أركان الإسلام العظام. وفي أيَّام عشر ذي الحجَّة الوقوف بعرفة، الذي يغفر الله فيه لعباده مغفرةً يحزن لها الشيطان؛ فإنَّه ما رُئي الشيطان أحقر ولا أدحر منه في يوم عرفة ؛ لما يرى من تنزُّل الأملاك والرحمة من الله على عباده ، ويقع فيها كثيرٌ من أفعال الحجِّ والعمرة، وهذه أشياء معظَّمة مستحقَّة أن يقسم الله بها، {والليل إذا يَسْرِ}؛ أي: وقت سريانه وإرخائه ظلامه على العباد، فيسكنون ويستريحون ويطمئنُّون رحمةً منه تعالى وحكمةً. {هل في ذلك}: المذكور، {قَسَمٌ لذي حِجْرٍ}؛ أي: لذي عقل؟ نعم بعضُ ذلك يكفي لمن كان له قلبٌ أو ألقى السمع وهو شهيدٌ.
Görüldüğü kadarı ile kendisine yemin edilen şeyler ile hakkında yemin olunan şeyler aynıdır. Eğer yemin açıkça bilinen ve önemli bir konudaysa bu, kullanılagelen bir üsluptur. Burada da aynı durum söz konusudur. 1. Yüce Allah, gecenin sonu ve gündüzün başı durumunda olan fecr’e (tan vaktine) yemin etmektedir. Çünkü gecenin gidişi ile gündüzün gelişinde Allah azze ve celle’nin kudretinin kemaline delalet eden pek çok belgeler vardır. Ayrıca bu, Allah’ın bütün işleri bizzat kendisinin çekip çevirdiğini, O’ndan başka hiçbir kimseye ibadet etmemek gerektiğini de ortaya koymaktadır. Ayrıca fecr vaktinde oldukça faziletli, tazime layık ve Allah’ın yemin etmesine gâyet münasip düşen bir namaz (sabah namazı) da vardır. 2. Sonrasında Allah Teâlâ, on geceye yemin etmektedir. Doğru görüşe göre bu on gece, Ramazan’ın son on gecesi yahut Zilhicce ayının ilk on gecesidir. Çünkü bunlar, faziletli günleri kapsayan gecelerdir. Bunlarda başka vakitlerde olmayan türden ibadetler ve Allah’a yakınlaştırıcı ameller yapılır. Ramazan’ın son on gecesinde bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesi vardır. Bu gecelerin gündüzünde de İslâm’ın büyük rükünlerinden birisi olan Ramazan orucunun son günleri bulunmaktadır. Zilhicce’nin ilk on gününde ise Arefe günü Arafat’ta hac vakfesi yapılır. Bu vakit, Allah kullarına öyle bir mağfirette bulunur ki, bundan dolayı şeytan oldukça kederlenir. O nedenle şeytan, başka hiçbir vakitte Arefe gününde olduğu kadar hakir ve zelil görülmemiştir. Buna sebep ise onun indiklerini gördüğü melekler ve Allah’ın kullarına ihsan ettiğini gördüğü büyük rahmetidir. Hac ve umre amellerinin pek çoğu da bu günlerde gerçekleştirilir. İşte bunlar muazzam şeylerdir, Allah’ın kendilerine yemin edeceği kadar değerlidirler. 4. “Ve gelip geçtiği zaman geceye” yani geldiği, kullarının üzerine karanlığını gerdiği, kulların hareketten kesilerek Allah’ın rahmet ve hikmeti gereği huzur ile dinlenmeye çekildikleri vakit olan geceye… 5. “Bunlarda” sözü edilen bu hususlarda “akıl sahibi kimseler için bir yemin değeri yok mu?” Evet; kalbi bulunan yahut hazır bulunup candan kulak veren kimseler için bunların birisi dahi yeterlidir.
Ayet: 6 - 14 #
{أَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِعَادٍ (6) إِرَمَ ذَاتِ الْعِمَادِ (7) الَّتِي لَمْ يُخْلَقْ مِثْلُهَا فِي الْبِلَادِ (8) وَثَمُودَ الَّذِينَ جَابُوا الصَّخْرَ بِالْوَادِ (9) وَفِرْعَوْنَ ذِي الْأَوْتَادِ (10) الَّذِينَ طَغَوْا فِي الْبِلَادِ (11) فَأَكْثَرُوا فِيهَا الْفَسَادَ (12) فَصَبَّ عَلَيْهِمْ رَبُّكَ سَوْطَ عَذَابٍ (13) إِنَّ رَبَّكَ لَبِالْمِرْصَادِ (14)}.
6- Görmedin mi Rabbin Âd’a ne yaptı? 7- Yüksek sütunlu İrem’e? 8- Ki ülkeler içinde onun bir benzeri yaratılmamıştı. 9- Ya o vadide kayaları oyan Semûd’a? 10- Kazıklar sahibi Firavun’a? 11- Hepsi de ülkelerde azgınlık etmişler, 12- Ve oralarda fesâdı artırmışlardı. 13- Onun için Rabbin de onların üzerlerine azap kamçısını yağdırdı. 14- Çünkü Rabbin (her an) gözetlemededir.
#
{6 ـ 14} يقول تعالى: {ألم تر}: بقلبك وبصيرتك، {كيف فَعَلَ}: بهذه الأمم الطاغية، عاد وهي {إرم}: القبيلة المعروفة في اليمن، {ذات العِماد}؛ أي: القوَّة الشديدة والعتوِّ والتجبُّر، {التي لم يُخْلَقْ مثلُها في البلاد} ؛ أي: في جميع البلدان في القوَّة والشدَّة؛ كما قال لهم نبيُّهم هودٌ عليه السلام: {واذكُروا إذْ جَعَلَكُم خُلَفاء من بعدِ قوم نوح وزادَكُم في الخَلْقِ بَسْطَةً فاذكُروا آلاء الله لعلَّكُم تفلِحونَ}. {وثمودَ الذين جابوا الصَّخْر بالواد}؛ أي: وادي القرى؛ نحتوا بقوَّتهم الصخور فاتَّخذوها مساكن، {وفرعونَ ذي الأوتادِ}؛ أي: ذي الجنود الذي ثبَّتوا ملكه كما تثبت الأوتاد [و] ما يراد إمساكه بها، {الذين طَغَوْا في البلاد}: هذا الوصف عائدٌ إلى عادٍ وثمودَ وفرعونَ ومن تَبِعَهم؛ فإنَّهم طَغَوْا في بلاد الله، وآذوا عباد الله في دينهم ودنياهم. ولهذا قال: {فأكثروا فيها الفسادَ}: وهو العمل بالكفر وشعبه من جميع أجناس المعاصي، وسعوا في محاربة الرُّسُل وصدِّ الناس عن سبيل الله، فلما بلغوا من العتوِّ ما هو موجبٌ لهلاكهم؛ أرسل الله عليهم من عذابه ذَنُوباً وسوطَ عذاب، {إنَّ ربَّك لبالمرصادِ}: لمن يعصيه ؛ يمهِلُه قليلاً ثم يأخُذُه أخذَ عزيزٍ مقتدرٍ.
6-8. Yüce Allah, şöyle buyuruyor: Kalbin ve basiretinle “görmedin mi Rabbin Âd’a ne yaptı?” Yani bu azgın ümmete? Âd, Yemen’de bilinen bir kabiledir. Çetin güç sahibi, azgın ve zorbalık eden “yüksek sütunlu İrem’e” ne ettiğini? İrem, Ad kabilesidir. “Ki ülkeler içinde” gücü ve dayanıklılığı itibari ile “bir benzeri yaratılmamıştı.” Nitekim Peygamberleri Hud aleyhisselam onlara şöyle demişti: “Düşünün ki O, sizi Nûh kavminden sonra halifeler kıldı. Yaratılış itibari ile size boypos da verdi. O halde Allah’ın nimetlerini hatırlayın ki kurtuluşa eresiniz.” (el-A’raf, 7/69) 9. “Ya o vadide kayaları oyan Semûd’a?” Kastedilen vadi, Vâdi’l-Kurâdır. Onlar, sahip oldukları büyük güçle kayaları yonttular ve oraları kendilerine mesken edindiler. 10. “Kazıklar sahibi” yani sağlamlaştırılmak istenen şeyleri güçlendiren kazıklar gibi olan ve mülkünü güçlendiren ordular sahibi “Firavun’a?” 11. “Hepsi de ülkelerde azgınlık etmişler” Bu vasıf Âd, Semûd, Firavun ve onlara tabi olanlara ait bir sıfattır. Hepsi de Allah’ın arzında azgınlık etmişlerdi. Din ve dünya konularında Allah’ın kullarına eziyet ve işkenceler yapmışlardı. Bundan dolayı devamla şöyle buyrulmuştur: 12. “Ve oralarda fesâdı artırmışlardı.” Fesât ise küfür ve onun şubeleri olan bütün günah türleri demektir. Hepsi de peygamberlere karşı savaş açtılar. İnsanları Allah’ın yolundan alıkoydular. 13. Helâk edilmelerini gerektirecek kadar azgınlık işleme noktasına geldiklerinde de Allah, onların üzerine azabını sağanak halinde yağdırdı ve azap kamçısını indirdi. 14. “Çünkü Rabbin” kendisine isyan edenleri “gözetlemededir.” Onlara kısa bir süre mühlet tanır, sonra da onları çok güçlü ve muktedir bir yakalayış ile ansızın yakalar.
Ayet: 15 - 20 #
{فَأَمَّا الْإِنْسَانُ إِذَا مَا ابْتَلَاهُ رَبُّهُ فَأَكْرَمَهُ وَنَعَّمَهُ فَيَقُولُ رَبِّي أَكْرَمَنِ (15) وَأَمَّا إِذَا مَا ابْتَلَاهُ فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُ فَيَقُولُ رَبِّي أَهَانَنِ (16) كَلَّا بَلْ لَا تُكْرِمُونَ الْيَتِيمَ (17) وَلَا تَحَاضُّونَ عَلَى طَعَامِ الْمِسْكِينِ (18) وَتَأْكُلُونَ التُّرَاثَ أَكْلًا لَمًّا (19) وَتُحِبُّونَ الْمَالَ حُبًّا جَمًّا (20)}.
15- İnsan, Rabbi kendisini sınayıp da ona ikramda bulunur ve nimetler verirse: “Rabbim, bana değer verdi” der. 16- Fakat onu sınayıp da rızkını kısarsa bu seferde o: “Rabbim beni zelil etti” der. 17- Asla! Doğrusu siz, yetime ikram etmiyorsunuz. 18- Yoksula yedirmek için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. 19- Mirası (başkalarının hakkını gözetmeden) toptan yiyorsunuz. 20- Malı da çok aşırı seviyorsunuz.
#
{15 ـ 20} يخبر تعالى عن طبيعة الإنسان من حيث هو، وأنَّه جاهلٌ ظالمٌ لا علم له بالعواقب، يظنُّ الحالة التي تقع فيه تستمرُّ ولا تزول، ويظنُّ أنَّ إكرام الله في الدُّنيا وإنعامه عليه يدلُّ على كرامته [عنده] وقربِهِ منه، وأنَّه إذا {قَدَرَ عليه رِزْقَه}؛ أي: ضيَّقه، فصار بِقَدَرِ قوتِهِ لا يفضُلُ عنه؛ أنَّ هذا إهانةٌ من الله له، فردَّ الله عليه هذا الحسبان، فقال: {كلا}؛ أي: ليس كلُّ مَنْ نَعَّمْتُهُ في الدُّنيا فهو كريمٌ عليَّ، ولا كلُّ من قَدَرْتُ عليه رِزْقَه فهو مهانٌ لديَّ، وإنَّما الغِنى والفقر والسعة والضيق ابتلاءٌ من الله وامتحانٌ يمتحن به العباد؛ ليرى من يقوم له بالشكر والصبر، فيثيبه على ذلك الثواب الجزيل، ممَّن ليس كذلك، فينقله إلى العذاب الوبيل. وأيضاً؛ فإنَّ وقوف همَّة العبد عند مراد نفسه فقط من ضعف الهمَّة، ولهذا لامَهُمُ الله على عدم اهتمامهم بأحوال الخلق المحتاجين، فقال: {كلاَّ بل لا تكرِمون اليتيمَ}: الذي فقد أباه وكاسبه واحتاج إلى جبر خاطره والإحسان إليه؛ فأنتُم لا تكرِمونه بل تهينونه، وهذا يدلُّ على عدم الرحمة في قلوبكم وعدم الرغبة في الخير، {ولا تحاضُّون على طعام المسكين}؛ أي: لا يحضُّ بعضكم بعضاً على إطعام المحاويج من الفقراء والمساكين ، وذلك لأجل الشحِّ على الدنيا ومحبَّتها الشديدة المتمكَّنة من القلوب. ولهذا قال: {وتأكُلون التُّراثَ}؛ أي: المال المخلَّف، {أكلاً لَمًّا}؛ أي: ذريعاً، لا تبقون على شيء منه، {وتحبُّون المال حُبًّا جَمًّا}؛ أي: شديداً ، وهذا كقوله: {بل تؤثرون الحياةَ الدُّنيا والآخرةُ خيرٌ وأبقى}، {كلاَّ بل تحبُّونَ العاجِلَةَ وتَذَرون الآخرةَ}.
15. Yüce Allah, insanın mahiyeti itibari ile nasıl bir tabiata sahip olduğunu, akıbetleri bilmeyen, cahil ve zalim bir varlık olduğunu haber vermektedir. O, karşı karşıya bulunduğu halin, sonu gelmemek üzere devam edip gideceğini sanır. Yüce Allah’ın dünya hayatındaki lütuflarını ve ona nimet ihsan etmesini, kendisinin O’nun katında değerli ve O’na pek yakın olduğunu gösterdiğini zanneder. 16. Buna karşılık O “rızkını kısarsa” gıdası kendisine yetecek kadar olup ondan bir şey artırmayacak olursa, bu yolla Allah’ın kendisini hakir ve zelil kıldığını zanneder. Yüce Allah, onun bu kanaate sahip oluşunu reddederek şöyle buyurmaktadır: 17. “Asla!” yani dünyada kendisine nimet verdiğim herkes benim nezdimde üstün ve değerli demek değildir. Rızkını daraltıp kıstığım herkes de benim nezdimde hakir ve zelil demek değildir. Zenginlik ve fakirlik, bolluk ve darlık, Allah’ın bir imtihanıdır. Allah, bununla kullarını dener. Kimin kendisine şükrettiğini, kimlerin sabrettiğini ortaya çıkartır ve bu kimselere pek büyük mükâfatlar ihsan eder. Böyle olmayanları ise ağır bir azaba duçar eder. Diğer taraftan kulun, sadece kendi nefsinin isteklerini yerine getirmek için çalışıp durması ve o noktadan ileriye gitmemesi gayretinin azlığından, idealinin küçüklüğünden kaynaklanır. Bundan dolayı Allah, böylelerini muhtaç kullarının durumlarına önem vermediklerinden dolayı kınayarak şöyle buyurmaktadır: "Doğrusu siz” babasını yitirmiş, ihtiyacını karşılayacak kimsesi olmayan, gönlü hoşnut edilmeye ve iyiliğe muhtaç hale gelmiş “yetime ikram etmiyorsunuz.” Ona ikramda bulunmak yerine onu küçük görürsünüz. Bu ise kalplerinizde rahmet bulunmadığına ve hayır isteğinizin olmadığına delildir. 18. “Yoksula yedirmek için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.” Birbirinizi, fakir ve yoksul muhtaçları yemek yedirmeye teşvik etmiyorsunuz. Buna sebep ise dünyalığa olan tutkunuz, cimriliğiniz ve dünyalık sevgisinin kalbinizde iyice yer etmiş olmasıdır. Bundan dolayı şöyle buyurulmaktadır: 19. “Mirası” yani ölüden geriye kalan malı “toptan yiyorsunuz.” Ondan geriye hiçbir şey bırakmazsınız. 20. “Malı da çok aşırı seviyorsunuz.” Bu da Allah’ın şu buyruklarına benzemektedir: “Oysa siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Halbuki âhiret, hem daha hayırlı hem de daha kalıcıdır.” (el-A’lâ, 87/16-17); “Hayır, hayır siz hemen elde edilen (dünyayı) seviyorsunuz ve âhireti bir kenara atıyorsunuz.” (el-Kıyâme, 75/20)
Ayet: 21 - 30 #
{كَلَّا إِذَا دُكَّتِ الْأَرْضُ دَكًّا دَكًّا (21) وَجَاءَ رَبُّكَ وَالْمَلَكُ صَفًّا صَفًّا (22) وَجِيءَ يَوْمَئِذٍ بِجَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ يَتَذَكَّرُ الْإِنْسَانُ وَأَنَّى لَهُ الذِّكْرَى (23) يَقُولُ يَالَيْتَنِي قَدَّمْتُ لِحَيَاتِي (24) فَيَوْمَئِذٍ لَا يُعَذِّبُ عَذَابَهُ أَحَدٌ (25) وَلَا يُوثِقُ وَثَاقَهُ أَحَدٌ (26) يَاأَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ (27) ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةً (28) فَادْخُلِي فِي عِبَادِي (29) وَادْخُلِي جَنَّتِي (30)}
21- Asla! Yeryüzü sarsılıp parça parça edildiğinde, 22- Rabbin ve saf saf dizilmiş halde melekler geldiğinde; 23- İşte o gün cehennem getirilir. O gün insan (dünyada yaptıklarını) hatırlaycaktır; ama ne fayda! 24- “Ah! Keşke (bu) hayatım için önceden bir şeyler göndermiş olsaydım!” der. 25- Artık o gün O’nun ettiği azabı hiçbir kimse edemez. 26- O’nun vurduğu bağı kimse vuramaz. 27- “Ey mutmain olmuş nefis!” 28- “Razı olmuş ve razı olunmuş olarak dön Rabbine!” 29- “Haydi katıl kullarımın içine!” 30- “Ve gir cennetime!”
#
{21 ـ 24} {كلاَّ}؛ أي: ليس كلُّ ما أحببتم من الأموال وتنافستُم فيه من اللَّذَّات بباقٍ لكم، بل أمامكم يومٌ عظيمٌ وهولٌ جسيمٌ تُدَكُّ فيه الأرض والجبال وما عليها حتى تُجْعَلَ قاعاً صفصفاً لا عِوَجَ فيه ولا أمتا، ويجيء الله لفصل القضاء بين عباده في ظُلَلٍ من الغمام، ويجيء الملائكة الكرام أهل السماواتِ كلُّهم {صفًّا صفًّا}؛ أي: صفّاً بعد صفٍّ، كلُّ سماءٍ يجيء ملائكتها صفًّا، يحيطون بمن دونَهم من الخلق، وهذه الصفوف صفوفُ خضوع وذُلٍّ للملك الجبار، {وجيء يومئذٍ بجهنَّم}: تقودُها الملائكة بالسلاسل؛ فإذا وقعت هذه الأمور؛ فَـ {يومئذٍ يتذكَّرُ الإنسان}: ما قدَّمه من خيرٍ وشرٍّ، {وأنَّى له الذِّكرى}: فقد فات أوانُها وذهب زمانها، {يقول}: متحسِّراً على ما فرَّط في جنب الله: {يا ليتني قدَّمتُ لحياتي}: الباقية الدائمة عملاً صالحاً؛ كما قال تعالى: {يقول يا ليتني اتَّخَذْتُ مع الرسولِ سبيلاً. يا ويلتى لَيْتَني لم أتَّخِذْ فلاناً خليلاً}، وفي هذا دليلٌ على أنَّ الحياة التي ينبغي السعي في كمالها وتحصيلها وكمالها وفي تتميم لَذَّاتها هي الحياة في دار القرار؛ فإنَّها دارُ الخُلد والبقاء.
21. “Asla!” Yani sevdiğiniz mallar, uğrunda yarışa girdiğiniz zevkler, lezzetler size kalmayacaktır. Aksine önünüzde pek büyük bir gün, pek büyük bir dehşet vardır. O günde yeryüzü ve dağlar darmadağın edilir. Yeryüzünde bulunanlar da saçıp savrulur ve nihâyet orası herhangi bir tümsek ve ya da çukur görülmeyecek şekilde, dümdüz bir arazi haline getirilir. 22. Yüce Allah, kulları arasında ayırt edici hükmünü vermek üzere buluttan gölgelikler içerisinde gelir. Semâvât ehli olan bütün melâike-i kiram da ardı arkasına saf saf gelirler. Her bir semâ, melekleri ile birlikte bir saf halinde gelir ve önlerindeki mahlukatı çepeçevre kuşatır. Bu saflar ise mutlak egemen, her şeyin mutlak sahibi Cebbâr’ın önünde saygı ve zilletle eğilmek üzere teşkil edilecek saflardır. 23. “İşte o gün cehennem” melekler tarafından zincirlerle çekilerek “getirilir. O gün” İşte bu hususların gerçekleştiği vakit “insan” dünyada iken işlemiş olduğu hayır ve şerleri “hatırlayacaktır; ama ne fayda?” Çünkü bunun zamanı geçmiş, fırsat elden gitmiş olacaktır. 24. Dünyada iken Allah'ın haklarındaki kusurları dolayısı ile pişmanlık duyarak: “Ah! Keşke (bu) ebedi kalıcı “hayatım için önceden bir şeyler” salih ameller “göndermiş olsaydım, der” Bu, Yüce Allah’ın şu buyruğuna benzemektedir: “Keşke peygamber ile birlikte hak yolu tutmuş olsaydım. Eyvah bana! Keşke filânı dost edinmeseydim, der.” (el-Furkân, 25/27-28) Bu buyrukta kendisi için çalışılıp gayret gösterilmesi, elde edilmesi ve arzulanması gereken, zevk ve lezzetleri ile eksiksiz ve mükemmel olan gerçek hayatın, âhiret hayatı olduğuna delil vardır. Çünkü ebedi kalınacak yurt orasıdır.
#
{25 ـ 26} {فيومئذٍ لا يعذِّبُ عذابَه أحدٌ}: لمن أهمل ذلك اليوم ونسي العمل له، {ولا يوثِقُ وَثاقَه أحدٌ}؛ فإنَّهم يقرنون بسلاسل من نارٍ، ويسحَبون على وجوههم في الحميم، ثم في النار يُسْجَرون؛ فهذا جزاءُ المجرمين.
25-26. Bu azaba uğrayacak kimseler, o günü ihmal etmiş ve o gün için amelde bulunmayı unutmuş kimselerdir. O nedenle onlar cehennem ateşinden zincirlere bağlanacaklardır. Cehennemin kaynar sularında yüzleri üstü sürüklenecekler, sonra ateşte alevler içerisinde yakılacaklardır. Günahkârların cezası işte budur.
#
{27 ـ 30} وأمَّا مَن آمن بالله واطمأنَّ به وصدَّق رسله؛ فيقال له: {يا أيَّتها النفسُ المطمئنَّةُ}: إلى ذِكْرِ الله، الساكنة إلى حبِّه ، التي قرَّتْ عينُها بالله، {ارجِعي إلى ربِّك}: الذي ربَّاك بنعمته، [وأسدى عليك من إحسانه ما صرت به من أوليائه وأحبابه] {راضيةً مَرْضِيَّةً}؛ أي: راضيةً عن الله وعن ما أكرمها به من الثواب، والله قد رضي عنها، {فادْخُلي في عبادي. وادْخُلي جنَّتي}: وهذا تخاطَبُ به الرُّوح يوم القيامةِ، وتخاطَبُ به وقتَ السياق والموت.
27-28. Allah’a iman edip bu iman ile huzur bularak peygamberleri tasdik etmiş olanlara gelince onlara şöyle denilir: “Ey mutmain olmuş” yani Allah’ı anmak, Allah ile huzur bulmak ve O’nu sevmek suretiyle huzur ve sükûn bulmuş “nefis!” Allah’tan ve Allah’ın lütfedip ikram ettiği mükâfatlardan “razı olmuş ve razı olunmuş” yani Allah tarafından hoşnut olunmuş “olarak dön” nimetleriyle seni donatan ve ihsanları sayesinde O’nun sevgili kullarından ve dostlarından olduğun “Rabbine!” 29-30. “Haydi katıl kullarımın içine ve gir cennetime!” Bu hitap, hem kıyamet gününde Allah’ın huzuruna götürüleceği vakit, hem de ölüm esnasında ruha yapılır.
Fecr Sûresi’nin tefsiri burada sona ermektedir. Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.