(Mekke’de inmiştir. 22 âyettir)
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adı ile.
{وَالسَّمَاءِ ذَاتِ الْبُرُوجِ (1) وَالْيَوْمِ الْمَوْعُودِ (2) وَشَاهِدٍ وَمَشْهُودٍ (3) قُتِلَ أَصْحَابُ الْأُخْدُودِ (4) النَّارِ ذَاتِ الْوَقُودِ (5) إِذْ هُمْ عَلَيْهَا قُعُودٌ (6) وَهُمْ عَلَى مَا يَفْعَلُونَ بِالْمُؤْمِنِينَ شُهُودٌ (7) وَمَا نَقَمُوا مِنْهُمْ إِلَّا أَنْ يُؤْمِنُوا بِاللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ (8) الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ (9) إِنَّ الَّذِينَ فَتَنُوا الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَتُوبُوا فَلَهُمْ عَذَابُ جَهَنَّمَ وَلَهُمْ عَذَابُ الْحَرِيقِ (10) إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ ذَلِكَ الْفَوْزُ الْكَبِيرُ (11) إِنَّ بَطْشَ رَبِّكَ لَشَدِيدٌ (12) إِنَّهُ هُوَ يُبْدِئُ وَيُعِيدُ (13) وَهُوَ الْغَفُورُ الْوَدُودُ (14) ذُو الْعَرْشِ الْمَجِيدُ (15) فَعَّالٌ لِمَا يُرِيدُ (16) هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ الْجُنُودِ (17) فِرْعَوْنَ وَثَمُودَ (18) بَلِ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي تَكْذِيبٍ (19) وَاللَّهُ مِنْ وَرَائِهِمْ مُحِيطٌ (20) بَلْ هُوَ قُرْآنٌ مَجِيدٌ (21) فِي لَوْحٍ مَحْفُوظٍ (22)}.
1- Andolsun burçlara sahip göğe,
2- Vaat edilen güne,
3- Şahitlik edene ve edilene,
4, 5- Kahrolsun içi yakacak dolu ateş hendeklerinin sahipleri!
6- Hani onlar, o ateşin etrafında oturuyorlar;
7- Ve mü’minlere yaptıklarını seyrediyorlardı.
8- Onlara bu işkenceyi yapmalarının tek sebebi, onların Azîz ve Hamîd olan Allah’a iman etmiş olmaları idi.
9- O Allah ki göklerin ve yerin hükümranlığı yalnız O’nundur. Allah, her şeye şahittir.
10- Mü’min erkeklerle mü’min kadınlara işkence edip sonra da tevbe etmeyenler var ya; onlar için cehennem azabı vardır ve yine onlar için yakıcı bir azap vardır.
11- İman edip salih ameller işleyenlere gelince onlar için de altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş da budur.
12- Şüphesiz Rabbinin
(azabıyla) yakalayışı pek çetindir.
13-
(Varlıkları) ilkin var eden de diriltecek olan da yalnız O’dur.
14- O, çok bağışlayıcıdır, pek sevendir/sevilendir.
15- Arş’ın sahibidir, Mecîddir.
16- Dilediği her şeyi yapandır.
17- Orduların haberi sana geldi mi?
18- Firavun’un ve Semûd’un.
19- Doğrusu kâfirler, yalanlamaktadırlar.
20- Ama Allah, onları arkalarından çepeçevre kuşatmıştır.
21- Doğrusu o, çok şerefli bir Kur’ân’dır.
22- Levh-i Mahfûzdadır.
#
{1 ـ 3} {والسماءِ ذات البُروج}؛ أي: ذات المنازل المشتملة على منازل الشمس والقمر والكواكب المنتظمة في سيرها على أكمل ترتيبٍ ونظامٍ دالٍّ على كمال قدرة الله [تعالى] ورحمته وسعة علمِه وحكمتِه. {واليوم الموعودِ}: وهو يومُ القيامةِ، الذي وَعَدَ اللهُ الخَلْقَ أن يجمَعَهم فيه ويضمَّ فيه أوَّلهم وآخرَهم وقاصيَهم ودانِيَهم، الذي لا يمكن أن يتغيَّر ولا يُخْلِفُ الله الميعاد. {وشاهدٍ ومشهودٍ}: وشمل هذا كلَّ من اتَّصف بهذا الوصف؛ أي: مبصِرٍ ومبصَرٍ وحاضرٍ ومحضورٍ وراءٍ ومرئيٍّ. والمقسَم عليه ما تضمَّنه هذا القسم من آيات الله الباهرة وحِكَمِهِ الظاهرة ورحمته الواسعة. وقيل: إنَّ المقسم عليه قوله:
1.
“Andolsun burçlara” konak yerlerine yani güneşin, ayın ve yıldızların konaklarını içinde bulunduran
“göğe;” ki bunlar, en mükemmel düzen içerisinde ve Yüce Allah’ın kudretine, rahmetine, ilim ve hikmetinin genişliğine delil olacak şekilde var edilmiştir, varlıkları bu şekilde sürüp gitmektedir.
2. “Vaat edilen güne;” bu gün Kıyamet günüdür. Allah, mahlukata bu günde onları bir araya getireceğini, ilklerini ve sonlarını, uzaklarını ve yakınlarını toplayıp birbirine katacağını vaat etmiştir ki Allah, vaadinden caymaz. Bu günün gelişinde bir değişmesinin olması da imkânsızdır.
3.
“Şahitlik edene ve edilene.” Bu buyruk, bu niteliği taşıyan herkesi kapsar. Yani basireti ile görene ve görülene, hazır olana ve huzurunda bulunulana, görene ve görülene yemin edilmektedir.
Hakkında yemin edilen şeye gelince bu yeminin ihtiva ettiği üzere o, Allah’ın göz kamaştırıcı âyetleri, belgeleri, apaçık hikmetleri ve geniş rahmetidir.
Hakkında yemin edilen hususun Yüce Allah’ın şu buyruğunda dile getirildiği de söylenmiştir:
#
{4 ـ 9} {قُتِلَ أصحابُ الأخدود}: وهذا دعاءٌ عليهم بالهلاك، والأخدودُ الحُفَرُ التي تُحْفَرُ في الأرض، وكان أصحابُ الأخدود هؤلاء قوماً كافرين، ولديهم قومٌ مؤمنون، فراودوهم على الدُّخول في دينهم، فامتنع المؤمنون من ذلك، فشقَّ الكافرون أخدوداً في الأرض، وقذفوا فيها النار، وقعدوا حولَها، وفتنوا المؤمنين، وعرضوهم عليها؛ فمن استجاب لهم أطلقوه، ومن استمرَّ على الإيمان قذفوه في النار، وهذا غايةُ المحاربة لله ولحزبه المؤمنين، ولهذا لعنهم الله وأهلكهم وتوعَّدهم، فقال: {قُتِلَ أصحابُ الأخدودِ}، ثم فسَّر الأخدود بقوله: {النارِ ذاتِ الوَقود. إذ هم عليها قعودٌ. وهم على ما يفعلون بالمؤمنين شهودٌ}: وهذا من أعظم ما يكون من التجبُّر وقساوة القلب؛ لأنَّهم جمعوا بين الكفر بآيات الله ومعاندتها ومحاربة أهلها وتعذيبهم بهذا العذاب الذي تَنْفَطِرُ منه القلوب وحضورهم إيَّاهم عند إلقائهم فيها. والحالُ أنَّهم ما نقموا من المؤمنين إلاَّ حالةً يُمْدَحون عليها وبها سعادتُهم، وهي أنَّهم كانوا يؤمنون {بالله العزيز الحميد}؛ أي: الذي له العزَّة، التي قَهَرَ بها كلَّ شيء، وهو حميدٌ في أقواله وأفعاله وأوصافه. {الذي له مُلْكُ السموات والأرض}: خلقاً وعبيداً يتصرَّف فيهم بما يشاء. {والله على كلِّ شيءٍ شهيدٌ}: علماً وسمعاً وبصراً؛ أفلا خاف هؤلاء المتمرِّدون عليه أن يأخُذَهم العزيز المقتدر، أوَ ما علموا كلُّهم أنَّهم مماليك لله، ليس لأحدٍ على أحدٍ سلطةٌ من دون إذن المالك؟! أوَ خَفِيَ عليهم أنَّ الله محيطٌ بأعمالهم مجازيهم عليها ؟! كلاَّ إنَّ الكافر في غرورٍ، والجاهل في عمىً وضلالٍ عن سواء السبيل.
4-5. Bu, helâk olmaları için onlara yapılmış bir bedduadır. Hendek, yerde kazılarak açılan çukurlar demektir. Bu hendek sahipleri kâfir bir kavim idiler. Yanlarında da iman eden bir toplum vardı. Dinlerine girmeleri için bu mü’minlere çeşitli baskılar uyguladılar. Mü’minler ise bunu kabul etmedi. Bunun üzerine kâfirler yerde hendekler kazdılar, içinde ateş yaktılar ve etrafında oturdular. Mü’minleri dinlerini değiştirmeye zorlayıp ateşe atmakla tehdit ettiler. İsteklerini kabul edenleri serbest bıraktılar, imanı üzere sabredenleri ise ateşe attılar.
Bu ise Allah’a ve O’nun taraftarları olan mü’minlere karşı yapılan savaşın ve düşmanlığın en ileri derecesidir. Bundan dolayı Yüce Allah, kendisine ve mü’minlere karşı savaş açanları lanetlemiş,
onları helâk ve tehdit etmiş ve haklarında şöyle buyurmuştur: “Kahrolsun içi yakacak dolu ateş hendeklerinin sahipleri!”
6-7. Bu, zorbalığın ve katı kalpliliğin en ileri derecesidir. Çünkü onlar, hem Allah’ın âyetlerini inkâr etmiş, onlara karşı inatla direnmiş, hem bu âyetlere bağlı olanlara karşı savaşmış, hem de kalpleri perişan edip parçalayan bu işkencelere uğratmışlardı. Üstelik onları ateşe atarken bir de yanı başlarında durmuşlardı.
8. Bu zorba kâfirlerin mü’minlere bunu yapmalarının tek bir sebebi vardı ki bu sebep de mü’minlerin övülmesini gerektiren ve onun sayesinde mutlu ve bahtiyar oldukları bir sebepti. Bu da Azîz ve Hamîd olan Allah’a iman etmeleriydi. Yani her bir şeye boyun eğdiren, izzet sahibi
(Aziz) ve sözlerinde de fiillerinde de vasıflarında de övülmeye layık olan
(Hamîd) Allah’a iman etmeleriydi.
9.
“O Allah ki göklerin ve yerin hükümranlığı” yaratılma ve kulluk itibari ile
“yalnız O’nundur.” Bunlarda dilediği gibi tasarruf eder.
“Allah her şeye şahittir.” Her şeyi bilir, işitir ve görür.
Allah’a karşı karşı koyan bu kimseler, pek güçlü ve kudret sahibi olanın kendilerini azap ile ansızın yakalamasından korkmadılar mı? Yahut onlar, herkesin Allah’ın mülkü olduğunu ve mutlak egemenin izni olmaksızın hiçbir kimsenin bir başkası üzerinde en ufak bir otoriteye sahip olmadığını bilmiyorlar mıydı? Yoksa bunlar Allah’ın, bilgisiyle amellerini çepeçevre kuşatmış olduğunu ve amelleri dolayısı ile kendilerini cezalandıracağını bilmiyorlar mıydı?
Hayır, gerçek şu ki kâfirler, aldanış içerisindedirler. Cahil kimseler ise doğru yolu bilmeyen, şaşkın ve kör kimselerdir.
#
{10} ثم أوعدهم ووعدهم وعرض عليهم التوبة، فقال: {إنَّ الذين فتنوا المؤمنين والمؤمنات ثمَّ لم يَتوبوا فلهم عذابُ جهنَّم ولهم عذابُ الحريق}؛ أي: العذاب الشديد المحرِق. قال الحسن رحمه الله: انظُروا إلى هذا الكرم والجود؛ قتلوا أولياءه وأهل طاعته، وهو يدعوهم إلى التوبة.
10. Daha sonra Yüce Allah,
böylelerini tehdit etmekte ve tevbe etmelerini teklif ederek şöyle buyurmaktadır: “Mü’min erkeklerle mü’min kadınlara işkence edip sonra da tevbe etmeyenler var ya; onlar için cehennem azabı vardır ve yine onlar için yakıcı bir azap vardır.” Yani oldukça çetin ve yakıcı bir azap onları beklemektedir.
Hasan-ı Basrî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun-
şöyle der: “Şu kereme ve cömertliğe bakın: Onlar, O’nun gerçek dostlarını ve kendisine itaat edenleri öldürdükleri halde O, onları tevbe etmeye çağırmaktadır.”
#
{11} ولما ذكر عقوبة الظالمين؛ ذكر ثواب المؤمنين، فقال: {إنَّ الذين آمنوا}: بقلوبهم، {وعمِلوا الصالحاتِ}: بجوارحهم، {لهم جناتٌ تجري من تحتِها الأنهارُ ذلك الفوزُ الكبيرُ}: الذي حَصَلَ لهم الفوزُ برضا الله ودار كرامته.
11. Yüce Allah,
zalimlerin cezasını söz konusu ettikten sonra mü’minlerin mükâfatını da söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:
Kalpleri ile
“iman edip” azaları ile “salih ameller işleyenlere gelince onlar için de altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte” Allah’ın rızasını, lütuf ve ihsan yurdunu elde etmek sureti ile ulaşılan
“büyük kurtuluş da budur.”
#
{12} {إنَّ بطش ربِّكَ لشديدٌ}؛ أي: إن عقوبته لأهل الجرائم والذُّنوب العظام لقويَّةٌ شديدةٌ ، وهو للظالمين بالمرصاد ؛ قال الله تعالى: {وكذلك أخذُ ربِّك إذا أخَذَ القُرى وهي ظالمةٌ إنَّ أخذَه أليمٌ شديدٌ}.
12.
“Şüphesiz Rabbinin (azabıyla) yakalayışı pek çetindir.” Büyük suçlar ve günahlar işleyen kimselere yönelik cezası, çok güçlü ve pek çetindir. O, zalimleri gözetlemektedir.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Rabbin, zulüm yapan ülkeleri yakaladığında işte böyle yakalar. Şüphesiz O’nun yakalayışı çok can yakıcı, pek şiddetlidir.” (Hûd, 11/102)
#
{13} {إنَّه هو يُبدِئُ ويعيدُ}؛ أي: هو المنفرد بإبداء الخلق وإعادته؛ فلا يشارِكهُ في ذلك مشارك.
13.
“(Varlıkları) ilkin var eden de diriltecek olan da yalnız O’dur.” Yaratmayı ilkin başlatan ve yine tekrarlayacak olan yalnız O’dur. Bu hususta O’na ortak hiçbir kimse yoktur.
#
{14} {وهو الغفورُ}: الذي يغفر الذُّنوب جميعها لمن تاب، ويعفو عن السيِّئات لمن استغفره وأناب. {الودودُ}: الذي يحبُّه أحبابه محبَّةً لا يشبهها شيءٌ؛ فكما أنَّه لا يشابهه شيءٌ في صفات الجلال والجمال والمعاني والأفعال؛ فمحبَّته في قلوب خواصِّ خلقه التابعة لذلك لا يشبِهُها شيءٌ من أنواع المحابِّ، ولهذا كانت محبَّتُه أصل العبوديَّة، وهي المحبَّة التي تتقدَّم جميع المحابِّ وتغلبها، وإن لم تكن غيرها تبعاً لها؛ كانت عذاباً على أهلها، وهو تعالى الودودُ الوادُّ لأحبابه؛ كما قال تعالى: {يُحِبُّهم ويحبُّونه}: والمودَّة هي المحبَّة الصافية.
وفي هذا سرٌّ لطيفٌ؛ حيث قرن الودود بالغفور؛ ليدلَّ ذلك على أنَّ أهل الذُّنوب إذا تابوا إلى الله، وأنابوا غفر لهم ذنوبهم، وأحبهم فلا يقال تغفر ذنوبهم، ولا يرجع إليهم الود كما قاله بعض الغالطين، بل الله أفرح بتوبة عبده حين يتوب من رجلٍ على راحلته عليها طعامُهُ وشرابه وما يصلحه، فأضلَّها في أرضِ فلاةٍ مهلكةٍ، فأيس منها، فاضطجع في ظلِّ شجرةٍ ينتظر الموت، فبينما هو على تلك الحال؛ إذا راحلته على رأسه، فأخذ بخطامها. فالله أعظم فرحاً بتوبة العبد من هذا براحلته، وهذا أعظم فرح يقدَّر؛ فلله الحمد والثناء وصفو الوداد ما أعظمَ برَّه وأكثر خيرَه وأغزرَ إحسانَه وأوسع امتنانَه!
14.
“O, çok bağışlayıcıdır.” Tevbe edenlerin bütün günahlarını bağışlar, istiğfar edip kendisine yönelen kimselerin hatalarını affeder.
“Pek sevendir/sevilendir (el-Vedûd).” Onu sevenler hiçbir şekilde benzeri görülmedik bir sevgi ile O’nu severler. Celal ve cemal sıfatlarında, fiillerinde hiçbir şey O’na benzemediği gibi buna bağlı olarak has kullarının kalbinde yer etmiş bulunan sevgisi de hiçbir sevgiye benzemez. Bundan dolayı O’nu sevmek, kulluğun temelidir. Bu muhabbet, bütün sevgilerin önüne geçen ve hepsini geride bırakan bir muhabbettir. Eğer bu sevginin dışındaki sevgiler, ona tabi olmaz ise o sevgi, onu yüreklerinde taşıyanlar için azap olur.
Diğer taraftan Yüce Allah da kendisini sevenleri pek sevendir. Nitekim O,
şöyle buyurmaktadır: “O, onları sever, onlar da O’nu severler...” (el-Mâide, 5/54)
Bu sevgi
(meveddet), saf ve katıksız sevgi demektir. Yüce Allah’ın
“pek seven/sevilen (el-Vedûd)” ismini, çok bağışlayan demek olan “el-Ğafûr” ismi ile birlikte zikretmesinde çok ince bir mana vardır. Zira bu, günah işleyen kimselerin tevbe edip Allah’a dönmeleri halinde O’nun, onların günahlarını bağışlayacağını ve onları seveceğini göstermektedir.
Dolayısı ile -bazı yanlış görüş sahiplerinin dediği gibi- günahkarların günahları bağışlansa bile Allah tarafından sevilmeyeceklerini söylemek mümkün değildir.
Aksine üzerinde yiyeceği, içeceği ve işine yarayan eşyası bulunan devesini helâk olunacak bir çölde kaybedip de ondan ümit kesen ve bir ağacın gölgesine çekilerek ölümü bekleyen kimsenin; bu halde iken devesini başının ucunda bulup da onu yularından tutması bu kimseyi ne kadar sevindirir ise Yüce Allah’ın, kulunun tevbe etmesinden dolayı sevinmesi, işte bu kişinin devesini bulması dolayısı ile duyduğu sevinçten çok daha büyüktür. Bu ise düşünülebilecek en büyük sevinçtir.
Hamd, sena ve saf sevgi, yalnız Allah’adır. O’nun iyilikleri ne kadar büyük, hayırları ne kadar çok, ihsanı ne kadar bol, lütufları ne kadar geniştir!
#
{15} {ذو العرش المجيدُ}؛ أي: صاحب العرش العظيم، الذي من عظمته أنه وسع السماواتِ والأرض والكرسيَّ؛ فهي بالنسبة إلى العرش كحلقة ملقاةٍ في فلاةٍ بالنسبة لسائر الأرض ، وخصَّ الله العرش بالذِّكر لعظمته، ولأنَّه أخصُّ المخلوقات بالقرب منه [تعالى]. وهذا على قراءة الجرِّ يكون {المجيد} نعتاً للعرش، وأما على قراءة الرفع؛ فإنَّه يكون نعتاً لله ، والمجدُ سعة الأوصاف وعظمتها.
15.
“Arş’ın sahibidir, Meciddir.” O, pek büyük ve yüce Arş’ın sahibidir. Bu Arş, öyle büyüktür ki gökleri ve Kürsî’yi içine alacak kadar geniştir. Bütün bunların Arş’a nispetle genişlikleri, geniş bir çöle atılmış bir halkanın, çölün geri kalanına olan nispeti gibidir.
Yüce Allah’ın özellikle Arş’ı söz konusu etmesi, azametinden dolayıdır. Ayrıca yaratılmışlar içinde O’na en özel şekilde yakın olanlarından biri olduğundan ötürüdür.
Bu açıklama
“Mecîd” kelimesinin son harfinin esreli olarak okunup da Arş’a sıfat olması şeklindeki kıraate göredir. (O takdirde bu âyetin meali şöyle olur: “Mecid olan Arş’ın sahibidir.”)
“Mecîd” kelimesinin son harfinin ötreli okunması halinde o, Allah’ın sıfatı olur. Buna göre Mecîd, sıfatları pek geniş, kapsamlı ve azametli olan demektir.
#
{16} {فعَّالٌ لما يريد}؛ أي: مهما أراد شيئاً؛ فعله، إذا أراد شيئاً؛ قال له: كن، فيكون، وليس أحدٌ فعالاً لما يريد إلاَّ الله؛ فإنَّ المخلوقات ولو أرادت شيئاً؛ فإنَّه لا بدَّ لإرادتها من معاونٍ وممانع، والله لا معاون لإرادته ولا ممانع له ممَّا أراد.
16.
“Dilediği her şeyi yapandır.” Yani O, ne dilerse onu yapar. Bir şeyi murat etti mi ona “Ol” der, o da derhal oluverir. Allah’tan başka dilediğini yapan hiç kimse yoktur. Çünkü bütün mahlukat bir işi diledi mi o isteğini gerçekleştirmek için ona yardımcı olacak hususlar gerektiği gibi ona engel olacak şeyler de mutlaka bulunur.
Yüce Allah’ın ise ne iradesini gerçekleştirmek için yardımcıya ihtiyacı vardır, ne de dilediğini yerine getirmesine engel olacak bir şey!
#
{17 ـ 18} ثم ذكر من أفعاله الدالَّة على صدق ما جاءت به رسله، فقال: {هل أتاك حديث الجُنود. فرعونَ وثمودَ}: وكيف كذَّبوا المرسلين فجعلهم الله من المهلكين.
17-18. Daha sonra Yüce Allah,
peygamberlerinin getirdiklerinin doğruluğuna delil teşkil eden birtakım fiillerini söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır: “Orduların haberi sana geldi mi? Firavun’un ve Semûd’un.” Bunlar peygamberleri nasıl yalanladışar ve Allah da onları nasıl helâk etti?
#
{19} {بل الذين كَفَروا في تكذيبٍ}؛ أي: لا يزالون مستمرِّين على التكذيب والعناد، لا تنفع فيهم الآياتُ، ولا تُجدي لديهم العظات.
19.
“Doğrusu kâfirler, yalanlamaktadırlar.” Yalanlamayı ve inadı sürdürüp durmaktadırlar. Âyetlerin ve belgelerin onlara bir faydası olmuyor. Öğütler de onlara hiçbir fayda sağlamıyor.
#
{20} {والله من ورائهم محيطٌ}: قد أحاط بهم علماً وقدرةً؛ كقوله: {إنَّ ربَّك لبالمرصاد}؛ ففيه الوعيد الشديد للكافرين من عقوبة مَنْ هم في قبضته وتحت تدبيره.
20.
“Ama Allah, onları arkalarından çepeçevre kuşatmıştır.” İlmi ile kudreti ile onları çepeçevre kuşatmıştır.
Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Çünkü Rabbin gözetlemektedir.” (el-Fecr, 89/14)
Bu buyruklar kâfirlere, avucunda ve idaresi altında bulundukları Allah’tan yana karşı karşıya kalabilecekleri cezaya dair ağır bir dehdittir.
#
{21 ـ 22} {بل هو قرآنٌ مجيدٌ}؛ أي: وسيع المعاني عظيمها كثير الخير والعلم. {في لوح محفوظٍ}: من التغيير والزيادة والنقص، ومحفوظ من الشياطين، وهو اللوح المحفوظ، الذي قد أثبت الله فيه كلَّ شيء، وهذا يدلُّ على جلالة القرآن وجزالته ورفعة قدره عند الله تعالى. والله أعلم.
21.
“Doğrusu o, çok şerefli bir Kur’ân’dır.” Manaları geniş kapsamlı, pek yüce, hayırları ve ihtiva ettiği ilmi pek çoktur.
22.
“Levh-i Mahfûzdadır.” Değişikliğe uğratılmaktan, bir şey katılmaktan, bir şeyi eksiltilmekten yana korunmuştur. Şeytanlara karşı da muhafaza altındadır.
Bu, Yüce Allah’ın içinde her şeyi kaydetmiş olduğu Levh-i Mahfûzdur.
İşte bu da Kur’ân-ı Kerîm’in azametine, onun pek geniş manalarına ve Allah nezdindeki değerinin yüksekliğine delildir.
Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.
Burûc Sûresi’nin tefsiri burada sona ermektedir.
Hamd, yalnız Allah’adır.
***